Yafes (Latince Iafeth veya Iapetus,
Arapça: يافث), [1] Hz. Nuh'un üçüncü oğlu ve
Türklerin atasıdır.[2] O, şecerelere göre, Nuh Peygamberin oğullarından
biridir. Kırgız sözlü geleneğinde "Capaş" şeklinde de
kullanılmaktadır.[3][4] Birçok ilmi kaynakta “Yafes” olarak kaleme alınan bu
isim, Yazıcızâde'nin eserinde “Yafet” olarak da yazılmıştır.[5] Yafes, Arapça
eserlerde ismi, "Yafes bin Nuh" (Nuh'un oğlu) diye geçmektedir.[1] Hz. Nuh, ikinci Adem olarak anılır.
Tufandan sonra insan zürriyeti, Hz. Nuh'un oğullarından türemiştir. Hz. Nuh'un
3 oğlu vardı: Ham, Sam, Yafes. Ham, Habeş ve Afrikalıların, Sam Arapların,
Yafes de Türklerin atası olarak bilinmektedir. Şimdi yeryüzünde yaşayan tüm
insanlar, bu üçünün soyundan gelmektedir.[6][7]
İnsanlığın başlangıcında insanların
ömürleri uzun bulunmuştur. Bu da insanların çoğalmasını temin gibi hikmetlere
dayanmaktadır. Hz. Adem'den sonra insanlar çoğalmış, fakat Allah'ın dinini terk
ederek müşrikçe bir halde yaşamaya başlamışlardı. Nuh Aleyhisselâm'a inananlar
pek azdı. Nihayet o inatçı kavme cezaları yaklaşmıştı. Hz. Nuh bir gemi
yapmakla Allah tarafından emrolundu. Gemiyi yapar yapmaz şiddetli yağmurlar
yağmaya başlamış, yeryüzü bir deniz kesilmişti. Hz. Nuh kendisine imân edenleri
gemisine aldı. Bunların sayısı kırk erkek ile kırk kadından ibaret
bulunuyormuş. Bunların içinde Hz. Nuh'un Sam, Ham, Yâfes adındaki oğulları da
bulunuyordu.
Yâm veya Ken'an adındaki oğlu ise Hz.
Nuh'a isyan ederek gemisine binmemişti. Nihayet gemi dışında bulunanlar tamamen
suların dalgaları arasında kalarak helak olup gitmişlerdi. Daha sonra yağmur
kesilmiş, sular çekilmeye başlamış, gemi de Musul civarında Cudi denilen dağın
üzerine Muharrem ayının onuna rastlayan aşure gününde oturmuştur. Hz. Nuh bu
gemiye uygun gördüğü hayvanlardan da birer çift almış bulunuyordu.
Bu tufan hadisesi cumhura göre
umumidir, bütün yeryüzünü kapsamaktadır. En yüksek dağların tepelerinde görülen
deniz hayvanlarının fosilleri = eski zamandan beri taş kesilmiş hayvanların
cesetleri görülmektedir. Böyle bir tufan hadisesinin yeryüzünde bir azap örneği
olmak üzere vücuda getirilmiş olması, Allah'ın kudreti karşısında imkânsız
görülemez. Maamafih bazı zatlara göre de bu hâdise, yalnız Hz. Nuh'un bulunduğu
Babil havâlisinde meydana gelmiştir.[8]
Deguignes'e göre Yafes'in sekiz
oğlundan en büyüğü Türk ismine sahipti.[9][10] Hammer tarihinde "şecerenin
ilki olan Türk... Her halde Heredot'un eserindeki Targitaos ve Mukaddes
Kitap'taki Taghrama'dır" [11] deniliyor.[12]
Yaşar Kalafat'a göre Türklük, ismini
işte bu Türk Ata'dan almıştır. Türk Ata, Hz. Adem'in torunlarından olan
Hazer'in oğlu Yafes'ten türemiştir. Türk Ata, ilahi tebligat yapılan
tebligatçılar hiyerarşisinde yer almaktadır.[13] Bu tebligatın (Bildiri) akaidi
Türk Töresi ve bu töreyi besleyenler tümüyle Türk'tür. Bu tebligatın dili
Türkçe idi. Bu itibarla Türk dili ilahi bir muhteva içermektedir. Bu
bildirilerin ulaştığı coğrafyalar ise Türk dünyası coğrafyasını
oluşturmuştur.[14]
Yaşar Kalafat, Hz. Adem'den Hz.
Muhammed'e kadar devam eden ilahi nizam tebligatının Hz. Nuh'tan sonra Hz.
Yafes'e; ondan da Hz. Türk'e geçtiğini düşünmektedir.[15] Türk inanç tarihinde
Türkler Tanrı'nın “Türk Kağanları” Türk töresini uygulayıp devam ettirmeleri
için gönderildiğine inanırlardı. Bu yönü ve özelliği ile, Türk kağanın ilahi
bir kutsanmışlığı ve görev (Töre) mesuliyeti vardı. Bu özellik ve ilahi tebliğ
mesuliyetini Bilge Kağan'ın kitabe yazısında görmek mümkündür.[14]
Yâfes, evlâtları çoğalınca, onlara
reis olmuştu. Bunların hepsi, dedeleri Nûh aleyhisselâmın gösterdiği gibi
Allahü teâlâya ibâdet ediyordu. Yâfes, nehirden geçerken boğulunca, Türk
ismindeki küçük oğlu, babasının yerini tuttu. Bunun evlâdı çoğalarak bunlara
Türk denildi. Bu Türkler, ecdâdı gibi Müslüman, sabırlı, çalışkan insanlardı.
Bunlar da, zamanla çoğalarak Asya'ya yayıldı.[16] Türk, Veliaht olduğunda
babasından kalmış halkları korumuştur.[9]
Rehber Ansiklopedisi'nde Yafes
hakkında şöyle bahsedilmektedir: Nûh aleyhisselâmın oğlu Yâfes mümin idi.
Evladı çoğalınca, onlara reîs olmuştu. Hepsi, dedelerinin gösterdiği gibi
Allahü teâlâya ibâdet ediyordu. Yâfes, nehirden geçerken boğulunca, Türk
ismindeki küçük oğlu, babasının yerini tuttu. Gittikçe artan nesli Türk adıyla
anıldı. Bu Türkler, ecdâdı gibi Müslüman, sabırlı ve çalışkan insanlardı.
Zamanla çoğalarak Asya'ya yayıldılar. Türklerin başlarına geçen bâzı zâlim
hükümdârlar, semâvî dîni bozmuşlardır. [17]
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk tarih
tezini savunurken şunları söyler: "Efendiler bu insanlık dünyasında en az
yüz milyonu aşkın nüfustan oluşan büyük bir Türk milleti vardır ve bu milletin
yeryüzündeki genişliği oranında da bir derinliği vardır. Efendiler bu derinliği
isterseniz ölçelim: Birinci ölçek tarih öncesi devirlere ilişkin ölçektir. Bu
ölçeğe göre Türk milletinin kökünün dayandığı Türk adındaki insan, insanlığın
ikinci babası Nuh Aleyhisselamın oğlu Yafes'in oğlu olan kişidir. Tarih
döneminin belge tedarikinde pek hoşgörülü olan ilk evrelerine biz de hoşgörü
gösterelim, fakat en açık ve kesin ve en maddi tarih kalıntılarına dayanarak
söyleyebiliriz ki Türkler, on beş yüzyıl önce Asya'nın göbeğinde muazzam
devletler kurmuştur ve insanlığın her türlü yeteneği onda ortaya
çıkmıştır." [18]
Vâni Mehmed Efendi,
"Araisü'l-Kurân" adlı eserinin birinci bölümünde şöyle der:
"Türklerin Benî İshâk‘tan kabul edilmesine gelince; buradaki İshâk'ın,
İshâk Peygamber olduğu açıktır. Bil ki, ben Türk tarihlerinde, Oğuz Han'ın
Yafes'in neslinden olduğunu gördüm. Türkler'in tamamı O'nun neslindendir. Oğuz Han,
Hz. İbrahim‘le çağdaş idi. Hatta Türkler, O'nun İbrahim'e iman ettiğini ve
İshak'ın kızıyla evlendiğini de iddia ederler ve Türkler, Kurân-ı Kerîm'de
zikredilen Zülkarneyn ile kastedilen, Oğuz Han'dır derlerdi. Bu duruma göre
Türkler, anne tarafından Hz. İshak'ın evladı olmuş olurlar. Nitekim Hz. İsa'nın
Benî İsrâîl'den olduğu gibi, Türkler de, Beni İshâk'tan sayılırlar. Bunda asla
bir müşkillik yoktur." [19][20]
Mehmet Faruk Gübtunca'nın
"Peygamberler Tarihinden Seçilmiş Kıssalar" adlı kitabına göre Hz.
Nuh'un dört oğlu olmuştu. Bunların isimleri şöyleydi: Harun, Sam, Yâfes ve
Kenan. Bunlar da annelerine uymuşlar, kâfir olmuşlardı. Ama Sam ve Yâfes, daha
sonra Hakk Dîn'e dönmüş, diğer ikisi ise bâtıl dinde kalmıştı.[21]
Eski Türk boylarında çok eski
devirlerden beri yaygın bir inanca göre, Hz. Nuh, tufandan sonra oğlu Yafes'i
Türk yurduna göndermeden önce ona "YADA" adı verilen büyülü bir taşı
oğluna vermiştir. Türklerin babası olarak kabul edilen Yafes, bu taşı Türklere
vermiş, daha sonra bu taş Oğuz Hana geçmiştir.[22]
Şamlı Fahreddin Osman b. Ebi Bekir b.
eş-Şeyh Muhammed Züreyg'in "Kitabü'l-Bustan fi Ba'zı Ahbâri Âl-i
Osman" adlı eserinde Osmanlılar için "Onlar Hz. Nuh'un oğlu Yafes
neslinden Karahan oğlu Oğuz'un evlatlarındandır." tâbiri kullanılır.[23]
Türk adından, ‘Tugar' olarak bahseden
en eski belge, Musevilerin Ahdiatik (Tevrat)'idir. Ahdiatik en eski İbranice
eserdir. Dünya varlığından, milletlerden, devletlerden ve dünyanın kuruluşundan
bahseden en eski eser olarak Ahdiatik'in fasıllarında, insanlığın doğuşu
(tekvin-i mahlukat) bölümünde anılan Tugar, Nuh'un oğlu Yafes'in oğludur.
İsa'dan 458 sene önce yaşamış olan Musevi tarihçisi Hazkiyal, Tugar'la ilişkilendirilen
Torok'ların yaşadığı bölge olarak Orta Asya'nın tam bir tarifini yapıyor. Ünlü
tarihçi Josephe Flavius şöyle diyor: Toroklar, Dara'nın ülkesinin bitiminden
başlayan ve sonu bilinmeyen yerlere kadar geniş sahalarda yaşayan, başlıca
dokuz kola ayrılı büyük bir millettir. Çin kıtası da Torokların egemenliği
altındadır. Ahdiatik'in en tanınmış müfessiri Mendelson, ‘tekvin-i mahlukat'
bahsini açıklarken Torok tabirinin Türk olduğunu ve bu deyimin Turan şeklinde
kullanıldığı zaman ‘Türklerin asıl vatanı' olarak anlaşılması gerektiğini
karşılaştırmalarla anlatır.[24][25]
Abul-Fevz Muhammed Emin Bağdadi,
Türklerin Yafes oğlu Kumer oğlu Türke intisap ettiklerini yazar. Partold ise
Hazar denizinden Çin hududuna yayılan Türk boylarının Türkmen Oğuz Karluk ve
Dokuz-Oğuz olduğunu söyler.[26]
Arap tarihçisi el-Mesudi'ye (X. yy.)
göre, Türkler, Nuh Peygamber'in üç oğlundan biri olan Yafes (diğerleri Ham ve
Sam)'in soyundan iniyordu. "Tac-üt Tevârih" yazarı Hoca Sadettin
Efendi dahil bütün Osmanlı vak'anüvis (resmî devlet tarihçi)leri bu görüşü
aynen benimsemiştir.[27]
Osmanlılarda tarih anlayışı,
silsilenameler şeklinde hikâye edilen kutsal bir tarihti. Bu anlayış içinde
şecerelerini Hazreti Nuh'un oğlu Yasef'e kadar götürüyorlardı. Modern çağların
ırk ve ulus tartışmaları içinde Hazreti Nuh'un üç oğlu, ayrı üç ırkın ataları
haline geldiler. Ham (ve hamiler) siyahları; Sam (ve samîler) semitleri; Yafes
ise beyazları temsil eder oldular. Böylece Osmanlılar, âdeta farkına varmadan,
kendilerini Batılılarla birleştirmişlerdir.[28]
Mekkeli Şair İbn el-Uleyf'e göre
Nuh'un Sam, Ham ve Yafes adlı üç oğlu mevcuttur: Sam, Arap, Fars ve Rumlar'ın;
Yafes, Türkler ile Ye'cuc ve Me'cuc'un; Ham ise Sudanlılar'ın atasıdır.[29]
"Defter-i Çıngıznâme"ye göre ise Hz. Nuh'un Ham, Sam, Ken'an ve Yafes
adlarında dört oğlu ve Reheb, Zeheb, Zühüt ve Zehüt adlarında dört kızı vardır.
Ham'ın nesli Arap halkını, Sam'ın nesli Acem halkını ve Yafer'in nesli Rum
diyarı halkını (Türkleri) oluşturmaktadır. Ken'an ise Tufan'da helak olmuş ve
nesli kesilmiştir.[30]
İbn Abbas (r.a) der ki: "Hz.
Nuh`un kavminden seksen kişi iman etmişti, Bunların Üç tanesi oğlu idi: Sâm,
Hâm ve Yâfes. Bunlarla birlikte üç de gelini iman etmişti. Bunlar gemiden
çıktıklarında bugün Musul taraflarında "Karyetu`s-Semaîn" (seksen
kişinin kasabası) diye bilinen bir kasaba inşa ettiler. Haberde nakledildiğine
göre gemide seksen kişi vardı. Bunlar arasında Hz. Nûh ile boğularak
cezalandırılandan başka bir hanımı, üç oğlu ve bunların zevceleri de vardı.
Katâde, el-Hakem b. Uyeyne, İbn Cüreyc ve Muhammed b. Ka`b`ın görüşü de budur.
Hâm gemide iken hanımına yaklaştı. Bunun üzerine Hz. Nûh da yüce Allah`a
nutfesini değişikliğe uğratması için dua etti, böylelikle siyahiler ondan
doğmuş oldu. Atâ dedi kir Nûh (as), Hâm`a: Çocuklarının saçları, kulaklarından
aşağıya inmesin, nerede olurlarsa Sâm ve Yâfes`in çocuklarına köle olsunlar,
diye beddua etti." [31]
İbn İshâk dedi ki: "(Nuh
Tufanında, gemide) hanımları hariç on kişi idiler. Nûh, oğullan Sâm, Hâm ve
Yâfes ile ona iman etmiş altı kişi ile bunların hepsinin hanımları.” [32][31]
İbnu Hacer, Türkler hakkında ilgili
babta şu açıklamalara yer verir: “Türklerin aslı hususunda ihtilaf edilmiştir.
Hattâbî: “Onlar Benû Kantûra (Kantûra evladları)dır. Kantûra, Hz. İbrahim'in
cariyesi idi. Lügatçi Kürau'n-Neml: “Bunlar Deylemdir” demiştir. Ancak, “Onlar
Türklerden bir cinstir, Oğuz da öyle” denilerek bu görüş tenkid edilmiştir. Ebu
Amr: “Türkler, Yafes'in zürriyetindendir. Bunlar birçok boylara ayrılır”
demiştir.
Türklerin Tübba neslinden oldukları da
söylenmiştir. Keza Efrîdun b. Sam b. Nuh zürriyetinden oldukları veya Yafes'in
kendi sulbünden oldukları veyahut İbnu Kûmi b. Ya'fes zürriyetinden oldukları
da söylenmiştir.[33][34]
İslam kaynaklarında Çinliler de,
Türkler gibi Yafes'in soyundan gösterilirler.[35][36]
Joseph Deguignes de "Büyük Türk
Tarihi" adlı kitabında, Türklerin atası olarak Nuh Peygamberin oğlu
Yafes'i zikretmekte, [37] hatta Yafes'in oğullarından birinin adının Türk
olduğunu, Hazar, Türkistan ve Volga ırmağı çevresinde yaşadığını ifade
etmektedir.[38][39]
"Tarih-i Enbiya" ve
"Hükem"de Hz.Nuh'un evlatlarından Yafes'ten söz edilirken Sultan'ın
hal tercümesi sebebiyle Yafes ve soyu hakkında başka bir tarihte bilgi
verileceği için burada fazla bilgi verilmeyeceği kaydedilir. Bu kayıt şöyledir:
"Bu tarih yazılırken akılda Sultanın hallerinin ve neseblerinin
kaydedileceği bir tarih yazılması da vardır, Yüce Tanrı izin verirse bu konu
Yafes tarihine ayrılmıştır, bu sebeple sonra olacaktır (burada), bu kadar ile
yetinildi, özetlendi." [40]
Oğuzlar, genel olarak Türkmen adıyla
kaynaklarda geçmiş ve tarihî alanda bu adla tanınmışlardır. Köprülü'nün
Oğuzlann Müslüman olan gruplarına "Türkmen" adının verildiği görüşü
genel kabul görmüş, Kâşgarlı Mahmut'un eserinde de Türkmen ve Oğuz adı çok
yerde bir arada kaydedilmiştir.[41] Ebü Hayyân'ın Oğuz boy adı için sözlükte
verdiği "Yafes'ten sonra Türklerin büyük babasıdır" (Ar.
Ebu'l-Türku'l-kebir bade'1-yäfes) tanımı dikkat çekicidir. Burada Türk soyu ile
ilgili efsanelere atıf yapılmıştır. Tevrat'ta mevcut rivayetlerle Türk soyunun
Nuh Peygamber'in oğlu olan Yafes'ten geldiği söylenir.[42] Bununla ilgili
olarak Kâşgarlı Mahmut'un Dîvânında da bilgiler vardır: "Türkler, aslında
20 boydur, Bunların hepsi -tanrı kutsal kılası- Yalavaç Nuh oğlu Yafes, Yafes
oğlu Türk'e dek ulaşır." Türklerin Müslüman olmaları dolayısıyla soy
kütüklerini İslâmî köklere bağlamaları gayet doğaldı. Oğuznamelere dayanan
Ebu'l-gazi Bahadır Han, Türklerin şeceresini Nuh Peygamber ile Yafes'in
neslinden başlatır.[43][44]
"Oğuz Kağan Destanı"na göre
Oğuz'un ilk atası, Nuh'un oğlu Yafes'tir. Nuh, yeryüzünü oğulları arasında
bölüştürdüğü zaman oğlu Yafes'e Doğu illeri ve Türkistan taraflarını verir.
Yafes, Türklerin deyişine göre "Olcay Han" diye anılır. O, göçebe
olarak yaşardı. Yaylak ve kışlakları Türkistan'da bulunurdu. Dhib Yavgu, Olcay
Han'ın oğludur. Bunun da dört muteber ve şöhretli oğlu vardı: Kara-Han, Or-Han,
Kür-Han, Küz-Han. Kara-Han babasının yerine tahta geçer. Bir oğlu dünyaya
gelir. Çocuk, üç gün, üç gece anasının sütünü emmez. Herkes, onun öleceğini
düşünürken; annesinin rüyasına girer. Çocuk, annesine; “Eğer sütünü emmemi
istiyorsan biricik Yaratıcı'yı ikrar ve itiraf et.” der. Kadın, üç gece aynı
rüyayı görür. Bu kavim, kâfir olduğundan; kadın, meseleyi kimseye anlatmaz.
Kocasından gizli olarak Allah'a iman eder. O anda çocuk, anasının sütünü emmeye
başlar. Oğuz'un temizlik ve güzelliğine herkes hayran kalır. Bir yıl sonra
konuşmaya başlar. Oğuz daima Allah'ı anıp ona şükreder. Her türlü bilim ve
hünerde, ok atmada, kargı kullanmada, kılıç çalmada, bilgi hususunda âleme ün
salacak şekilde gelişme gösterir. Babası, evlenme çağı gelince onu iki amca
kızıyla sırayla nişanlar. Oğuz, önce onları Allah'a inanmaya davet eder. Onlar,
bunu kabul etmeyince; Oğuz, onlardan uzaklaşır. Or-Han'ın kızı Allah'ı kabul
ettiği için Oğuz, onu alır. Onu herkesten çok sever. Oğuz'un avda olduğu bir
zamanda eski eşleri, Oğuz'un Allah'a inandığını ve bunun için kendilerinden
uzaklaştığını babasına anlatırlar. Oğuz'un babası ve akrabaları, Oğuz'u
öldürmeye karar verirler. Oğuz, avdan dönünce durumu anlar. Babası ve amcaları
Kür-Han ve Küz-Han'ı öldürür. 75 yıl amcalarının uruğlarıyla savaşır. Onları
yendikten sonra Oğuz yönünü dışa çevirir. Oğuz, cihangirlik için sefere çıkarak
muhtelif yerleri ülkesine katar. 1000 yıllık bir hayattan sonra yerini oğlu Kün
Han'a bırakır.[45]
Reşideddin'in
"Cami'üt-Tevarih"indeki bir destanda Türklerin ilk hükümdarının Nuh
peygamber oğlu Yafes olduğu ifadesi ile başlanmakta ve Yafes'in Türkçe
"Olcay Han" adını taşıdığı söylenmektedir. Olcay sözünün Moğolca
olduğu malumdur.[46] B. Ögel, kaynaklarda "Ebülce" ve
"Abulca" olarak da geçen bu ismin en doğru şeklinin “Bulca” olması
sonucuna varmıştır. Sonradan düzülen bir çok soy kütükleri, Peygamberler
tarihine göre, Nuh Peygamber'e bağlanmışlardır. Çingiz-Han çağında yazılan Oğuz
Destanları, Peygamberler tarihine pek itibar etmemişler ve kendilerinin
menşelerini, ilk-ata Bulca Han ile başlatmışlardı. Bununla beraber, ne de olsa
İslamiyet'in tesiri altında olan yazarlar, Bulca Han'ın Nuh'un oğlu Yafes
olduğunu da söylemeyi ihmal etmemişlerdi. Fakat sonraki destanlar (mesela
Ebu'l-gazi), Türklerin soy kütüğüne Yafes ile başlamış ve Bulca Han'ı da onun
soylarına bağlamıştı.[47][48]
Ebülgazi Bahadır Han'ın “Şecere-i
Terakime”sinde Oğuz, anasını doğrudan Müslüman olmaya davet etmiştir. Ebülgazi,
Türk halkının ta Yafes'ten Alınca-Han'a kadar Tanrı'nın birliğine iman
ettiklerini, fakat Kara-Han döneminde büsbütün kâfir olduklarını
söylemiştir.[49]
Ebülgazi, Reşideddin ve ekibinin
yeğledikleri “biricik Tanrı'yı ikrar ve itiraf” ifadesini açıklama ve zenginlik
ve paraya dayalı bir “Cahiliye Dönemi” manzarası çizme gereği duymuştur:
“-Müslüman ol ve hak dinine gel! Yok gelmezsen, ben de senin sütünü emmem”,
diyordu. Bunun üzerine annesi oğlunun bu isteğine dayanamadı ve Tanrının
birliğine iman getirdi. Bunun üzerine Oğuz-Han annesinin memesini emmeğe
başladı. Fakat annesi ne gördüğü rüyaları ve ne de oğlunun isteği üzerine
Müslüman olduğunu hiç kimseye açmadı. Çünkü Türk halkı, Yafes'ten ta
Alınca-Han'a kadar Tanrının birliğine iman etmişti. Ama Alınca-Han'dan sonra
Türkler çok zengin olmuşlar ve servetle paraya esir olmuşlardı. Bütün memleket
Tanrı'yı unutarak kâfir olmuş ve kötü yola sapmışlardı. Kara-Han zamanında ise
büsbütün kâfir olmuşlar ve küfre sapmışlardı. Meselâ bir baba, oğullarından
birinin veyahut da bir oğul, babasının Hak dinini kabul ettiğini duysa idi,
hemen onu düşünmeden öldürürdü.[50][49]
Türkmenistan devlet başkanı Saparmurat
Türkmenbaşı'nın "Ruhnâme" adlı eserinde Hz. Nuh'a ve onun öğütlerine
ayrıcalıklı bir yer verilmiştir. Bunun nedeni, Türkmen halkının Nuh (a.s)'a
kadar uzanan tarihî geçmişi olduğuna inanılması ve Nuh Peygamberin,
oğullarından Yafes'in soyuna yurt olarak Türkistan bölgesini verdiğinin kabul
edilmesidir.[51] Ruhname'de yer alan bu düşünce, tarih kaynaklarınca da teyit
edilmektedir. Örneğin Abu'l Farac Tarihi'nde yer alan bilgilere göre, Hz Nuh
tufan olayından sonra dünyayı Sam, Ham ve Yafes adındaki üç oğlu arasında
taksim etmiş; [39]
Sam oğullarına meskun dünyanın ortasından
doğudaki ucuna kadar uzanan bölge düşmüştü. Bu bölge Filistin, Arabistan,
Fenike ve Suriye ile iki nehir arasındaki bütün bölgeleri (Mezopotamya'yı),
Asur, Babil, İran ve Hindistan'ı ihtiva ediyordu.
Ham oğullarına doğudan batıya kadar
bütün güney ülkeleri; Orta ve Güney Hindistan, Mısır, Libya, Afrika ile kuzeye
doğru Kilikya, Lidya ve Akdeniz adalarından Kıbrıs, Sakız, Sicilya ve daha
yirmi ada düştü.
Yafes oğullarına ise doğudan batıya
kadar bütün kuzey; Almanlar, Türkler, Kapadokya, Asya, Tarki (Trakya),
Yunanlılar (İyonya), Roma (Bizans), Slavlar, Bulgarlar ve İspanyollar
düştü.[52][39]
"Ruhname"ye göre, yüce
Allah, kutsal emriyle Hz. Nuh'a bazı sayfalar göndermiş, [53] Hz. Nuh da
bunları kendi soyundan gelen insanlar arasında, oğlu Yafes aracılığıyla da
Türkistan halkına yaymıştır. Bu kutsal sayfaların özü tamamen “ahlâk
güzelliği”ne aittir.[54][39]
Osmonaalı Sıdıkov'a göre insanoğlu
Adem ata ile Havva anadan türemiş, daha sonra Nuh ve Nuh'un üç oğlu Ham, Sâm,
Yafes olarak nesil devam etmiştir. Yafes'in oğulları ikiye: Arîler ve Turaniler
olarak ikiye ayrılır. Yazar Turanilere Asya kıtasında yaşayan kavimlerden
Çinlileri, Hint-Çinlilerini, Japonları, Finleri, Osmanlıları, Tatarları,
Kırgızları, Kazakları, Kalmukları, Tunganları dahil etmiştir.[9]
Kırgızistanlı öğretim üyesi Prof. Dr.
Ömürkul Yasayev'e göre Kırgızların kendi beylerinin hakimiyeti önünde
birleşmesinin (bir araya gelmesinin ) sebebi aşağıdaki gibidir: O beyin aslı
Slav'dır ve Slavların beylerinden biridir; onun Slavyan ülkesinde yaşadığı
dönemde, oraya Rum elinden1 elçi gelir; (derebeyi) gelen elçiyi öldürür. (Onu)
öldürmesinin sebebi Rumların Noydu'nun oğlu Simden, Slavyanlarında Yafes'den
çoğalıp yayılmasıdır.
Rumların adı, "Sag köpek"
sözüyle ilgilidir. Çünkü onlar, köpeğin sütü ile beslenmişlerdir. Bu işin esası
şöyledir: Yafes için karıncanın yumurtasını alıp geldiğinde, karınca, Yafes'in
çocuğunun rahat görmemesi için Allah'a yalvarır. Yafes'in çocuğu doğduğunda ona
Emka [55] adı verilir. Onun iki gözü kördür. O zamanlarda köpekler, dört
gözlüdür. Yafes'in bir köpeği olur. O, bir yavru doğurur. Yafes, bu köpeği
öldürüp atar. Yafes'in çocuğu kör olduğu için dört yıl boyunca köpeğin
kulağından tutup onun sütünü emer. Köpek, ikinci yavrusunu doğurduğunda
Yafes'in çocuğunu atıp ondan kurtulmak için Allah'a yalvarıp O'na şükrünü
bildirir. Ertesi gün, bu köpeğin iki gözü, kör olan çocuğa geçer ve iki gözü de
kendinde kalır. Onlar, yine köpeğin burnunda kalır. Bu sebepten onlar,
"Saklablar" (Slavyanlar) diye adlandırılır.[56]
Yafes ve Sam Kompleksi
Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat'a
göre; doğru ve kusursuz bir insan olan Nuh'un, Yafes, Sam ve Ham adında üç oğlu
bulunmaktadır. Tevrat'ta ve İncil'de konu edildiği üzere, çiftçilik yapan ve
diktiği bağdan elde ettiği şarabı içerek sarhoş olan Nuh, çadırının içine
çırılçıplak uzanmış ve babasını bu durumda gören Ham dışarı çıkıp gördüklerini
iki kardeşine anlatmıştır. Yafes ve Sam, bir giysiyle babalarının üzerini
örtmeye çalışmış ve bunu yaparken ona bakmamışlardır. Ayıldığında küçük oğlu
Ham'ın kendisine yaptıklarını hatırlayan Nuh, onu lanetlerken Yafes ve Sam için
güzel dualar etmiştir.[57][58]
Yafes ve Sam Kompleksi; gazetecilerin
gerçekliği tüm çıplaklığıyla yazıp yazmamaları gerektiğine ilişkin
tartışmalarda oto-sansürü, diğer bir ifadeyle göz kapatma tavırlarını
tanımlamaktadır. Bu bağlamda Yafes ve Sam Kompleksi, olaylara dışarıdan bakma ve
onlardan söz etme güçlüğü ya da bu kapasiteden yoksun olmak anlamına
gelmektedir. 1968 yılında Vietnam'da gelişen My Lai katliamının ardından
Amerika'da açılan davalarda olayın tanıklarının aylarca suskun kalmaları, Yafes
ve Sam Kompleksi'nin en önemli ve çağdaş örneklerindendir.[59][58]
Kaynaklar ve Dipnotlar
[1] tr.wikipedia.org/wiki/Yafes
[2] "İsimler Sözlüğü",
http://www.1insaat.com/.../pdfs/5665_1181034643_644.pdf
[3] Ebülgazi Bahadır Han,
"Şecere-i Terâkime" (Türkmenlerin Soykütüğü), Hazırlayan Zuhal Kargı
Ölmez.- Ankara: Simurg, 1996.– s.474; Şakarim Hudayberdi ulı. Rodoslovnaya
tyurkov, kirgizov, kazahov i hanskih dinastiy/Perevod Bahıta
Kairbekova.-Alma-Ata: Jazuşı, 1990.
[4] Prof.Dr. Sulayman Kayıpov,
"Folklor Üzerine Yazılar", ISBN 978-9967-25-581-4.
[5] Abdullah Bakır, "Tevârih-i
Al-i Selçuk Oğuznamesi",
turkishstudies.net/sayilar/sayi13/7bakirabdullah.pdf
[6] Mehmet Doğan, "Kurân ve Tarih
Önünde Türkün Muhasebesi", www.bagpinar.net/kuran_tarih.pdf
[7] Ahmet Cevdet Paşa, "Faideli
Bilgiler", Hakikat Yayınevi, 28. Baskı, İstanbul 2001.
[8]
http://www.turkansiklopedi.com/.../20156-araf-suresi...
[9] Cıldız Asanbaeva,
"KIRGIZİSTAN'DA ŞECERE VE KIRGIZ TARİHİNİ YAZAN İLK YAZARLAR VE ONLARIN
ESERLERİ (1849-1949)" (Yüksek Lisans Tezi), Tez Danışmanı: Prof. Dr. Remzi
Ataoğlu, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, Bişkek 2005.
[10] Deguıgnes, "Histoire
Générale II", 5.
[11] Hammer Tarihi, s. 1-2.
[12] Saffet Bilhan, "ASYA EĞİTİM
FELSEFESİNE TARİHSEL BİR YAKLAŞIM", Çin Eğitim Felsefesi, EBF. Dergisi, C.
16, sa. 77-112,1984; Mezopotamya ve Sümerler Eğitimi EBF. Dergisi, C. 17, Sayı:
1-2, sa. 303-339, 1985; Hint Eğitim Felsefesi, Gazi Eğitim Dergisi, C 1, sayı:
1, 1985.
[13] Yaşar Kalafat, “Halk Bilimi
İtibariyle Türkmen Milli Kültüründe Devamlılık”, Serhat Kültür, Mayıs 2005, S.
2005/5, s. 48.
[14] tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS00489.pdf
[15] Bu konuda Hikmet Tanyu ile aynı
düşünmektedir. Bakınız: Hikmet Tanyu, "İslamlıktan Önce Türklerde Tek
Tanrı inancı", Ankara 1980.
[16]
http://www.turkansiklopedi.com/.../16437-samanilik.html
[17] Yeni Rehber Ansiklopedisi,
"Türkler" maddesi, İhlas Gazetecilik, İstanbul 1993.
[18] Sinan Meydan, “Türk Tarih Tezinin
Doğuşu”, Atatürk ve Kayıp Kıta Mu, Truva Yayınları, İstanbul 2005, s.25-26.
[19] Vânî Mehmed Efendi,
"Arâisü'l-Kurân", Süleymâniye Ktp.,Yeni Câmii 100, vr. 543 a.
[20] Doç. Dr. Erdoğan Pazarbaşı (E. Ü.
İlahiyat Fakültesi), "OSMANLI DÖNEMİ KUR‘AN TEFSİRLERİNDE TÜRKLERLE İLGİLİ
DEĞERLENDİRMELER", sbe.erciyes.edu.tr/dergi/sayi_11_06_Pazarbasi_1.pdf
[21] Mehmet Faruk Gübtunca,
"Peygamberler Tarihinden Seçilmiş Kıssalar", Sağlam Yayınevi,
İstanbul.
[22] Elif Çiftçi, "Kahraman
Maraş'ta Büyüyle İlgili Karşılaştırmalı Bir Araştırma" (Yüksek Lisans
Tezi), KSÜ, Kahraman Maraş Şubat 2007.
[23] Yrd. Doç. Dr. Mehmet Emin Şen
(Batman Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü), "FAHREDDİN OSMAN B.
EBİ BEKİR B. EŞ-ŞEYH MUHAMMED ZÜREYG'İN KİTABÜ'L-BUSTAN Fİ BA'ZI AHBÂRİ ÂL-İ
OSMAN ADLI YAZMASI", mukaddime.artuklu.edu.tr/documents/Makaleler/10.pdf
[24] Cemal Kutay,
"Sohbetler", Aralık 1968, S.1., s.33.
[25] Yrd. Doç. Dr. Ali Çavuloğlu,
"“Türk” Adı ve Mevlâna'daki Anlamları", Selçuk Üniversitesi / Selçuk
University Mevlâna Araştırma ve Uygulama Merkezi / Rumi Research and
Application Center, Mevlâna Araştırmaları Dergisi / Journal of Rumi Studies,
Yıl / Year: 2007, Sayı / Number:1, s. 101-119.
[26] Erşat Hürmüzlü, "Türkmenler
ve Irak", img6.imageshack.us/img6/3507/erathrmzltrkmenlerveira.pdf
[27] Öğretim Görevlisi Ali Yayla,
"Türk Kültür ve Medeniyet Tarihi Ders Notları",
web.itu.edu.tr/~yayla/tkm.pdf
[28] Orhan Gökdemir, "Türkçülüğün
Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş", Fabrika Dergisi, Aralık 2005,
s.12.
[29] Şükran Fazlıoğlu, "Mekkeli
Şair İbn el-Uleyf'in Sultan II. Bayezid'e Yazdığı Kasîde",
www.ihsanfazlioglu.net/Sukran_Fazlioglu/Uleyf.pdf
[30] Yrd. Doç. Dr. Bekir Şişman
(Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü), “Defter-i Çingiznâme” ve Türk Destanlarındaki Kahraman Tipolojisi
Açısından “Cengiz Han”, http://www.sosyalarastirmalar.com/.../sisman_bekir.pdf
[31] Hakkı Yılmaz,
"Meal-Tebyîn", Hûd Sûresi,
http://www.oltugazetesi.com/.../tebyin.../hudsuresi.pdf
[32] Kurtubi; "el-Camiul Ahkami'l
Kurân".
[33] İbn Hacer,
"Fethu'l-Bâri", VI. 203.
[34] Prof. Dr. Talat Sakallı (S.D.Ü.,
İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilimdalı Öğretim Üyesi, Isparta/Türkiye),
"Hadislerde “Türk” Mefhumu Ve Rivayetlerdeki Çağrıştırdığı Zihniyetin
Analizi", ilahiyat.sdu.edu.tr/Turkler Sempozyum/sempozyum pdf/3 oturum b
salon.pdf
[35] Mesudi, "Murûc
ez-Zeheb", Çev. A.Batur, İstanbul 2004, s.39-41.
[36] Prof. Dr. Saadettin Gömeç (A.Ü.
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi), "Location Names In Divanü Lugat-it
Türk" (DİVANÜ LUGAT-İT-TÜRK'DE GEÇEN YER ADLARI), www.ergenekun.com/DLT'DE
YER ADLARI.pdf
[37] Joseph Deguignes, "Büyük
Türk Tarihi", Hazırlayan: S. Alpay, İstanbul 1976, c.I, s.122.
[38] a.g.e., c.I, s.126-127. Ayrıca
bkz. Hikmet Tanyu, Türklerin Dinî Tarihçesi, İstanbul 1978, s.17-18.
[39] Yard. Doç. Enver Uysal (U.Ü.
İlâhiyat Fakültesi), "Ruhnâme ve Ahlâkî Boyutu", T.C. ULUDAĞ
ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ Cilt: 12, Sayı:2, 2003 s. 115-131.
[40] Ayşehan Deniz Abik, "Ali Şîr
Nevâyî'nin Zübdetü't-Tevârîh'i Üzerine", turkoloji.cu.edu.tr/ESKI TURK
DILI/1996_1_Abik.pdf
[41] İbrahim Kafesoğlu, "Türkmen
adı, manası ve mahiyeti", Jean Deny Armağanı, Haz. J. Eckmann, Agâh Sırrı
Levend, Mecdut Mansuroğlu, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1958, s.127-128.
[42] Ahmet Suphi Fırat,
"Yâfes" maddesi, İslâm Ansiklopedisi, C. 13. İstanbul 1986, s. 333.
[43] Bahattin Ögel, "Türk
Mitolojisi", I. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1993, s.373.
[44] Doç. Dr. A. Melek Özyetkin
(Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü Öğretim Üyesi), "14. Yüzyılda Arap Filolog Ebû Hayyân'ın Bilgisi
Dahilindeki Türk Dünyası", A.Ü. DTCF Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
tarafından düzenlenen Cumhuriyetin 80. Yılını Kutlama Etkinlikleri çerçevesinde
Türk Dili ve Edebiyatı Sempozyumu (Ankara, 18 Aralık 2003) bildirisi,
dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/12/921/11486.pdf
[45] Mehmet Emin Bars (Atatürk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Halk Bilimi Doktora Öğrencisi),
"Oğuz Kağan Destanı Üzerine Yapılan Çalışmalar", Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish
or Turkic, Volume 3/4 Summer 2008, http://turkoloji.cu.edu.tr/.../mehmet_emin_bars_oguz...
[46] Sümer'e göre, ilk Türk
hükümdarına böyle bir adın verilmesi, zamanın hükümdarının Olcaytu adını
taşıması ile ilgili olabilir. İlk Türk hükümdarlarının Nuh Peygamber'in oğlu
Yafes olduğu hususu da İslami bir rivayettir. Bakınız, Sümer, a.g.m., s.360,
367.
[47] Bahaeddin Ögel, a.g.e.,
s.145-146.
[48] Gülşen İnci Yılmaz,
"İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK DESTANLARININ TARİHİ AÇIDAN DEĞERLENDİRİLMESİ"
(Yüksek Lisans Tezi), ANKARA ÜNİVERSİTESİ, SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ, TARİH
(GENEL TÜRK TARİHİ) ANABİLİM DALI, Ankara 2006.
[49] Doç. Dr. Mehmet Aça (Balıkesir
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Balıkesir),
"Woman in “Reshideddin's Oguzname",
www.millifolklor.com/en/sayfalar/76/76-92.pdf
[50] Bahattin Ögel, "Türk
Mitolojisi (Kaynakları ve Açıklamaları İle Destanlar)", 1. c., 2. b., Türk
Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1993, s.157.
[51] Saparmurat Türkmenbaşı,
"Ruhnâme", Aşkabad 2001, s.9, 79.
[52] Abu'l Farac, Abu'l Farac Tarihi
(Çev. Ö. Rıza Doğrul), Ankara 1945, c.I, s.74-75. Kitab-ı Mukaddes'in Tekvin
bölümünde de -böyle detaylı olmamakla beraber- Hz. Nuh ve oğulları hakkında
bilgi verilmektedir. (Bkz. Kitab-ı Mukaddes, Tekvin 9/18-29 ve 10. Bab.)
[53] Oysa dinler tarihi kaynaklarında,
kendisine sayfa verilen peygamberler arasında Nuh Peygamber geçmemektedir.
Örneğin bkz. Mutahhar b. Tahir el-Makdisî, Kitâbu'l-Bed' ve't-Tarîh, Paris
1899-1919, c.III, s.2-3. Ama Kurân-ı Kerim'in “Biz Nuh'a ve ondan sonraki
peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik.” (Nisa 4/163) ifadesinden
Hz. Nuh'un vahye mazhar olduğu anlaşılmaktadır. Ancak burada vahyin, “kendisine
kitap ya da sayfa verilmesi” anlamında değil, “Allah'ın, kullarına dilediğini
söylemesi ve bildirmesi için seçtiği özel iletişim yolu” (Bkz. Komisyon,
Kurân-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara
1993, söz konusu ayetle ilgili açıklama.) olarak anlaşılması daha doğru bir
yaklaşım olacaktır. Ayetin devamında da “Ve (nitekim) İbrahim'e, İsmail'e
İshak'a Yakub'a, esbata (torunlara), İsa'ya, Eyyub'a Yunus'a, Harun'a ve
Süleyman'a vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik.” buyrulmaktadır.
[54] Saparmurat Türkmenbaşı, a.g.e.,
s.10.
[55] Yafes'in çocuğunun adı Emka, Türk
dillerinde emici manasına gelir. Demek ki, Gerdizi bu efsaneyi Türk
halklarından aldı.
[56] Prof. Dr. Ömürkul Yasayev
(Kırgızistan Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsü), "Kırgızların Ortaya
Çıkışı", Türkiye Türkçesine Aktaran: Mehmet Kıldıroğlu (Kırgızistan
Türkiye Manas Üniversitesi Modern Diller Yüksekokulu), Manas Sosyal Bilimler
Dergisi, yordam.manas.kg/ekitap/pdf/Manasdergi/sbd/sbd1/sbd-1-17.pdf
[57] Tevrat, 1958, s.10.
[58] Yard. Doç. Dr. Emet Gürel (Ege
Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü E.Ü. Kampüsü
35100 Bornova / İZMİR) & Araş. Gör. Canan Muter (Celal Bayar Üniversitesi
Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu MANİSA), "Psikomitolojik Terimler:
Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması",
http://www.anadolu.edu.tr/.../pdf/2007-1/sos_bil_28.pdf
[59] Nuri Bilgin, "Sosyal
Psikoloji Sözlüğü – Kavramlar, Yaklaşımlar", Bağlam Yayıncılık, İstanbul
2003, s.412.
Google, Facebook, Türk, Türk Tarihi, Yafes, Nuh, Noah,