KÜR ŞAD VE 40
YİĞİT TÜRK
"Büyük günler
geliyor... Kıtlık olunca ay paralanacak... Kara Kağan’ı öldürmeyeceksin... Onu
tasa öldürecek... Bir ulu şehirde toplanmış kırk er görüyorum... Aralarında sen
de varsın... Yağmur yağıyor... Irmağın kıyısında dövüşüyorsunuz... Budun
kurtuluyor... Bin üç yüz yıllık ölümden sonra dirileceksiniz... Acunun batımına
dek adınız gönüllerde kalacak..."
KÜRŞAD İHTİLALİ
–YILLARCA ÖNCEYE -
“Siganfu
sarayından Vey Irmağına kadar korku sarmıştı geceyi…
Tarihin nabzına kırk düğüm attık, kim çözer bu
bilmeceyi…”
Irmağın kıyısında göğü delmiş kılınçları
Birlikte ant içmişler ölüm kutlu doğuşları
“SONUNA KADAR” Deyip saldırmışlar düşmana
Kutlu bir ihtilal dağıtmış karanlıkları
Her yan kan içinde , Yürekler kin içinde vuruşmuş
Yiğitler özgürlük düşündeYıllar önceye, Dönsek O geceye olsaydık arkadaş,
KIRK YİĞİT KİŞİYE
Yamtar, Gökbörü, Yağmur, İl kaya, Sungur, Üç oğul, Utar,
Kızılbuka Karaozan, Karabudak, Böğüalp ve Yumru KIRK YİĞİT O GECE ÖLÜMSÜZ OLDU
Her yan kan içinde ,
Yürekler kin içinde vuruşmuş
Yiğitler özgürlük düşünde
Yıllar önceye,
Dönsek O geceye olsaydık arkadaş,
KIRK YİĞİT KİŞİYE
Gurup Orhun
Bilge Kağan, Kürşat, Alparslan kimdir bilmiyorsan Sana
öğretilen tarihi baştan silmelisin.
Bir "KÜRSAD" Gerek. "Sevda-ı Vatan"
ruhu can atan, ve yalnızca Kırk çeri inandıkları yolda, ölüme yar gözü ile
bakan. Kür Şad ve kırk çerisinin ınandığı yol ile yüceltsin bizi
"YARADAN" Selam ve dua ile,
KÜRŞAD KİMDİR
Kür Şad Hüseyin Nihal Atsızın dediği üzere resmi
unvanıdır ismidir. Asıl ismi şudur. Dünya tarihinin gelmiş geçmiş en büyük
kahramanıdır. Hüseyin Nihal Atsız bozkurtların ölümü romanında onun bütün silah
arkadaşları öldükten sonra Tanrılaşan bir savaşçı haliyle Tanrı dağına varışını
yani şehit olmasını şu şekilde anlatmıştır.
1300 yıllı geçkin zaman sonrasında bile tekrardan
hayattalar...
Türkün, ölümle imtihanı... Kürşad ve 40 Yiğit
Türklüğün esir olamayacağı gösterildiği bir olaydır tarih
boyunca da esir edemediler ve bundan sonrada esir edemeyecekler. Ruhlarınız şad
olsun mekânınız Tengri dağları olsun
Çin bir daha rahat yüzü görmedi. İzleri silinmeyecek
korkunun gölgesinde yaşamak zorunda kaldı. Gecenin karanlıkları hep bir
başkaldırının işaretince gölgeler kuruyordu. O kutlu geceden beri Çin,
gölgelerden korkuyordu.
Kür Şad’ın ve kırk yiğidinin gölgesi…
Yazık ki o gölgeleri bugün biz arar olduk!
Hem aynı yerde hem uzaklarda…
Destanlara muhtaç olduk!
“Kür Şad” adını unutulmaz kılan destanı yazan bilgenin
ruhu, bu adın tarihi yazıtlarda geçen gerçek karşılığının, “AŞİNA
CHİE-SHİH-SHUAİ” adlı Türk soylusu olduğunun açıklanmasından, onun yaşadığı
çağın bütün gerçek yönleri ile anlatılmasından elbette kut bulacaktır.
Kür Şad’a ad veren, onu destan kılan ve unutulmazlara
erdiren Ulu Bilge Nihal Atsızın ruhuna kut ile ithaf olunur… Ahmet Haldun Terzioğlu
40 KİŞİYLE ÇİN SAYRAYINI BASAN KÜRŞAD – KÜRŞAD İHTİLALİ.
TÜRK EVLADI OKU!...
Kürşad, 621
senesinde Çinli eşi İ-çing Katun tarafından zehirlenerek öldürülen Doğu Göktürk
Devleti kağanı, Çuluk Kağan'ın küçük oğludur. Çuluk Kağan'ın ölümünden sonra
kardeşi Bağatur Şad, Kara Kağan adını alarak hükümdar oldu ve ağabeyinin Çinli
eşi ile evlenerek Ötüken'deki Türkler arasında huzursuzluğa yol açtı...
Bir tarafta
Çinliler, diğer yanda da Sırtarduş Bayurku, Dokuz Oğuz, Uygur gibi Türk
boylarının Göktürklere başkaldırıp savaşmaları ve ayrıca İ-çing Katun'un
Ötüken'de esir durumda yaşayan Çinli azınlığa destek çıkarak bunların
zenginleşmesini sağlaması sayesinde giderek zayıflayan ve kıtlık tehlikesiyle
karşı karşıya kalan Türkler, 629 senesinde Çinlilerle yaptıkları savaşta tuzağa
düşerek yenilince Doğu Göktürk Devleti yıkıldı.
Başta Kara
Kağan ve Kürşad olmak üzere binlerce Göktürk Çinlilere esir düşerek Çin'in
başkenti Siganfu'ya götürüldüler ve orada kendilerine tahsis edilen bölgede
yaşamaya mecbur edildiler. Türkleri asimile edebilmek amacıyla Göktürk
soylularını hassa ordusunda subay olarak görevlendiren Çinlilerin bu taktiği
bir işe yaramamış, Türkler bağımsızlıklarına kavuşup yeniden devlet kurmak
amacıyla fırsat kollamaya başlamışlardır.
Kürşad da Çin
hükümdarının ordusunda subay durumundadır fakat kılıcını milletinin özgürlüğü
için çekeceği günü beklemektedir. Esaretin beşinci yılında Kara Kağan kahrından
ölür. Esaretin onuncu yılında, yani 639 senesinde, Bozkurt soyunun en büyüğü
konumundaki Kürşad durumun iyice kötüye gittiğini görerek kırk çerisi ile
birlikte ihtilal yapmaya karar verir.
Geceleri kılık
değiştirerek Siganfu sokaklarında tek başına dolaşma adeti olan Çin hükümdarı
Tay-tsung'u yakalayarak rehin almaya ve bu sayede Çin sarayına girerek orada
bulunan Kürşad'ın ağabeyinin oğlu Urku Tigin'i kurtarıp, toplayabildikleri
kadar Türk ile birlikte Ötüken'e giderek tekrar devlet kurmaya, Urku Tigin'i de
kağan ilan etmeye karar verirler.
Bu uğraşta
başarılı olurlarsa budun kurtulacak, başaramazlarsa da dökülecek kanları geride
kalanlara ödevlerini hatırlatacaktır. Fakat ihtilal için harekete geçtikleri
gece sağanak halinde yağan yağmur yüzünden Çin hükümdarı sarayından dışarı
çıkmaz.
İhtilali
ertelemenin sakıncalı olacağını düşünen Kürşad, kırk çerisiyle birlikte Çin
sarayına yürür, amacı sarayı basarak hükümdarı esir almaktır.
O gece Yamtar
eve çok geç döndü. Gök Börü’nün karanlık odasından hafif bir ses geliyordu.
Yamtar, pencereden giren ay ışığının biraz aydınlattığı odaya sessizce yaklaşıp
baktı: Andası yüzünü doğuya döndürmüş, ellerini göğe kaldırmış oldupu halde
yavaş yavaş yakarıyordu:
Allah’ım yarın
için bana güç ver. Öcüm yağıda kalmasın. Budun tutsak olmasın. Allah’ım eşimi
alıp on iki yıldır gönlümü kara kıldın. Gözlerimi alıp on yıldır dünyamı
karanlığa saldın. Yüksünmedim. Yarın için bana ululuğunu saç. Savaş bitinceye
kadar gözlerimi aç! Kana kana vuruşayım. Doya doya çarpışayım. Can gövdeme yük
oldu. Bir umudum sende kaldı. Sonsuz karanlığımı aydınlat! Sönmez ışığından bir
damlasını yoluma fırlat! Ocağımı söndür de budunu yaşat! ...
Allah’ım can
senin olsun, gözlerimi ver! Yıllarca neler çektim, kimse bilmedi. Gözlerim ışık
aradı, ama bulamadı. Gözsüz at koşturdum, gönül tat almadı. Her şeyden
vazgeçtim. Yalnız bir savaşlık ışık ver. Allah’ım Göğün rengini, güneşin
parlaklığını, gecelerin süsü olan yıldızları, yeşil ağaçları, hattâ arkadaşlarımı,
yakınlarımı, oğlumu bile gösterme. Yalnız ben dövüşüp ölünceye kadar yağıyı
göster. Sadağımdaki ok, kolumdaki güç, damarımdaki kan tükeninceye kadar yağıyı
göster...
Büyük gece gelip çattı:
Kür Şad,
yapılacak saldırışın bütün inceliklerini tasarlayıp son buyruklarını verdikten
sonra konçuyunun yanına geldi. Ona her zamankinden daha sert bir sesle:
- “Konçuy! Bu
gece budunu kurtarmak için kanlı bir iş yapacağız. Ölürsem bildiğin gibi yap”
dedi.
Sonra onun
yanaklarından öperek çocuklarını çağırdı. Sarılıp kucakladı.
Evinden çıktığı
zaman yüzüne çarpan serinlikte başını göğe kaldırdı. Bulutlar umulmadık bir
hızla koşuyor, rüzgâr beklenmedik bir sertlikle esiyordu. Kür Şad’ın kaşları
çatıldı. Çabuk adımlarla yürüyerek saray ahırlarına doğru yöneldi. Ahırlardan
iki yüz adım kadar ilerde birbirine dikey iki duvar vardı. Yarıda kalmış bir
yapının duvarları olan bu iki duvar, iki üç ağacın da yardımıyla kendi arasına
sığınanları çevredekilerin gözlerinden saklıyacak bir sığınak gibiydi. Kavşıt
(randevu) orada olacak. Yarım kalmış duvardan bakınca saray ahırlarını, Çin kağanının
her gece geçtiği yolu görmek kabildi.
Kür Şad oraya
varırken yağmur çiselemeğe başlamıştı. Kendinden önce kavşıta gelenler yere diz
vurarak onu selâmladılar. Şimdi kimi duvarların dibinde, kimi ağaçların altında
sessiz, hareketsiz bekliyorlar, bir yandan da havada bulutlar çoğalarak evreyi
karartıyor, her kısa anda bir iki kişi daha gelerek Kür Şad’ı selâmladıktan
sonra bir kıyıya çekilerek sessizce duruyordu.
Kür Şad vaktin
geldiğini hesaplamıştı. Arkadaşlarını adlarıyla çağırarak yoklamağa başladı:
- Binbaşı Bögü Alp!
- Buyur!
- Yüzbaşı Yamtar!
- Buyur!
- Yüzbaşı Yağmur!
- Buyur!
- Yüzbaşı Üçoğul!
Kür Şad bu seslenişe cevap alamadı. Bir an sustuktan sonra
tekrarladı:
- Yüzbaşı Üçoğul!
Yine cevap yoktu. Üçoğul gelmemişti. Üzerinde durmıyarak
yoklamağa devam etti:
- Onbaşı Gök Börü!
- Buyur!
- Onbaşı Ay Kutluk!
- Buyur!
- Onbaşı Emen!
- Buyur!
Şimdi sıra yeni onbaşılara, Kür Şad’ın onbaşılık verdiği
genç Türk beğlerine gelmişti:
- Onbaşı Sungur!
- Buyur!
- Onbaşı Göktaş!
- Buyur!
- Onbaşı Barmaklak!
- Buyur!
- Onbaşı Kızıl Buka!
- Buyur!
- Onbaşı karabudak!
- Buyur!
- Onbaşı Çıgay Börü!
- Buyur!
- Onbaşı Tanrıvermiş!
- Buyur!
Beğler bitmiş, sıra karabuduna gelmişti:
- Kara Ozan!
- Buyur!
- Gümüş!
- Buyur!
- Yumru!
- Buyur!
- İl Kaya!
- Buyur!
- Çağrı!
- Buyur!
- Kalalduruk!
- Buyur!
- Utar!
- Buyur!
- Tunga!
- Buyur!
- Küçlük!
- Buyur!
- Ilaçın!
- Buyur!
- Yeke!
- Buyur!
- Arbuz!
- Buyur!
- Abı!
- Buyur!
- Turumtay!
- Buyur!
- Tuğrul!
- Buyur!
- Çobayıkmış!
- Buyur!
- Kaban!
- Buyur!
- Toluk Tüge!
- Buyur!
- Alp Aya!
- Buyur!
- Çengşi!
- Buyur!
- Öküş Kara Açkı!
- Buyur!
- Yığaç!
- Buyur!
- Kutan!
- Buyur!
- Yırım!
- Buyur!
- Badruk!
- Buyur!
- Tokuş!
- Buyur!
Yoklama
bittikten sonra bir an, çıt bile çıkmadan bir susuş oldu. Sonra Kür Şad’ın
biraz öfkeli gibi dikleşen sesi yükseldi:
- Yüzbaşı Üçoğul!
Üçoğul hâlâ gelmemişti. O zaman Kür Şad onu oğullarına
sormağa karar verdi:
- Onbaşı Karabudak!
- Buyur!
- Baban nerede?
- Bilmiyorum Şad!
- Onbaşı Kızıl Buka!
- Buyur!
- Sen de bilmiyor musun?
- Bilmiyorum Şad!
Artık
karanlıkta birbirlerinin yüzlerini seçemiyorlar, ancak karaltılarını
görüyorlardı. Deminden beri Üçoğul üzerinde kafa yoran Bögü Alp, günlerdir
içini kemiren şüpheyi Kür Şad’a açmak için yaklaştı:
- Kür Şad! Son
günlerde onu bir Çinlinin evine geceleri girerken görmüştüm. Olmaya ki...
Bögü Alp sözünü
tamamlamadan sustu. Bir Türk beği hakkındaki kuşkularını açığa vurmaktan
utanıyor, fakat bu kadar önemli bir anda her hangi bir umulmadık tuzağa
düşmemek için de her tedbire başvurmağa kendisini mecbur sayıyordu.
Karanlıkta Kür
Şad’ın sesi yeniden yükseldi:
- Yüzbaşı Üçoğul’un nerde olduğunu bilen var mı?
Bir ses cevap verdi:
- Biraz önce kendisini gördüm.
- Nerde gördün?
İhtilâlcilerin en
yaşlısı olan altmış yaşındaki Badruk, Yüzbaşı Üçoğul’u gördüğü yeri birkaç
sözle anlattı. Burasının, geceleri evine girdiği zengin Çin tüccarının dükkânı
olduğunu Bögü Alp ve Yumru anlamışlardı. Kür Şad’la Bögü karanlıkta bakıştılar.
Şimdi karar vermesi için Kür Şad’ı bekliyorlardı.
Yağmur
artmıştı. Rüzgâr pek sert esiyordu. Böyle bir gecede Çin kağanının sokağa
çıkmasına imkân yoktu. Üçoğul da burada bulunsaydı Kür Şad, yapacakları işi
birkaç gün sonraya atabilirdi. Fakat şimdi durum değişiyordu. Ya bir ihanete
uğradılarsa?... Kür Şad uzun boylu düşünmedi. Kesin bir sesle arkadaşlarına:
- “Çin kağanı bu
gece sokağa çıkmıyacak. Onu tutmak için biz saraya saldıracağız” dedi.
Kırk kişi
oraya zaten ölüme kadar çarpışmağa and içerek gelmişlerdi. Onlar için, sokakta
tek yaverler giden Çin kağanını tutsak etmekle, binlerce çerinin koruduğu
saraya saldırmak arasında hiçbir ayrım yokru. Yaptıkları işin büyüklüğüne,
kendilerinden yüzlerce yıl sonra gelenlerin şaşacağı da akıllarına gelmiyordu.
Bildikleri tek şey Türk şerefini kurtarmak için pusata davrandıkları idi.
Kür Şad
başına tulgasını geçirmiş, en çok okla iş göreceğini bildiği için, ağırlık
yapmasın diye zırh giymemişti. Bögü Alp da zırh giymemiş, fakat kılıç ve yaydan
başka kemerine iki bıçak takmıştı.
Yamtar’ın iri
kalkanı yanında idi. Kolunun altında bir de çok ağır taş vardı. Bu taşı demir
kapıları kırmak için kullanacaktı. Kendisi gibi güçlü olan Yumru’da da böyle
bir taş bulunuyordu.
İçlerinde hem
tulgalı, hem zırhlı, hem de kalkanlı olan yalnız Gök Börü idi. Gözleri
görmediği için onu baştan başa savunma pusatlarıyla donatmışlardı. Fakat Gök
Börü dün geceki yakarıştan sonra gözlerinin yağıyı gördüğüne inandığı için
yanına sadak ve yay almasını da unutmamıştı.
Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında yüce
dileğe doğru yürüyen kırkbir Türk yiğidi sarayın kapısına vardıkları anda cenk
başlar.
Yüzlerce Çinli askeri öldürürler ama binlercesi
üzerlerine saldırmaya devam eder. Göktürklerin bir kısmı sarayın içinde
savaşırken şehit olur, sağ kalanlar ise Kür Şad'ın önderliğinde saraydan
çıkarak Vey ırmağına doğru ilerlerler, niyetleri ırmağı geçerek Ötüken'e doğru
at koşturmaktır. Ama sağanak halinde yağan yağmur yüzünden yükselen sular
köprüyü sürükleyip götürdüğü için karşıya geçemezler ve peşlerinden gelen Çin
ordusu ile son kez cenke tutuşurlar.
Binlerce Çinli askere karşı savaşan bir avuç Türk yiğidi
peş peşe uçmağa varırlar. Sadece Kürşad sağ kalmıştır, tek başına Çin
hükümdarlığına karşı savaşmaktadır. En sonunda O da şehit olur fakat elinde
kılıcıyla atının üzerinde durmaktadır, öldüğü halde yere düşmemiştir... Kürşad
ölmüş fakat yenilmemiştir...
Kürşad ve kırk çerisinin yaptıkları ihtilalden sonra
korkuya kapılan Çinliler, Siganfu'daki bütün esir Göktürkleri mecburen serbest
bırakırlar. Göktürkler kırküç yıl boyunca dağınık bir şekilde yaşarlar, bazı
Göktürk soyluları yeniden devlet kurma girişiminde bulunsalar dahi başarılı
olamazlar... Fakat 682 senesinde Bozkurt başlı sancak tekrar kaldırılır ve
Kutluk Şad (İlteriş Kağan) ile Bilge Tonyukuk İkinci Göktürk Devleti'ni
kurarlar.
"Kür Şad, ölmüş Çinli yığınları üzerinde tek başına
Çin kağanlığına karşı vuruşuyordu. Yalın kılıçtı. Börkü düşmüş, kaftanı parça
parça olmuştu. Göğsü açıktı. Göğsünden, alnından, yanaklarından, boynundan kan
sızıyor, fakat o yine vuruşuyor, dövüşüyor, çarpışıyordu.
O şimdi yarı tanrı gibi bir şeydi. Ölümü de başka türlü
olmalıydı. Kırk kahraman birer birer düştükten sonra o hâlâ ayakta idi. Uzun
saçları omuzlarında uçuyor, gözleri kıvılcımlar saçıyor, kolu yıldırım hızıyla
kalkıp iniyor, her inişte bir Çinliyi deviriyordu.
En sonra ölüm kızı onun eline bir sağrak sundu. Kür Şad
bu acı sağrağı gözünü kırpmadan içti. Atının yelesine kapandı. Başını dayadı.
Sağ elinde kılıç hâlâ sımsıkı duruyor, sol eli sarkıyordu.
Kür Şad ölmüş, fakat attan düşmemişti." Ölmüş, fakat
yenilmemişti...
KÜRŞAD ATANIN ARDINDAN
1300 yıllı geçkin zaman
sonrasında bile tekrardan
hayattalar...
Türkün, ölümle
imtihanı...
TÜRK budunu
yaşasın diye kıyamete dek ...Birleşti Burada Kırk Yürek..
Bilge Kağan,
Kürşat, Alparslan kimdir bilmiyorsan Sana öğretilen tarihi baştan silmelisin.
Haritada Virgül
Kadar Olan Memlekette Devrim Yapan Che'nin Değil,
Milyarlık Çin'de İhtilal Yapan Türk, Kür Şad'ın Ruhunu
Taşıyorum..!!!
Kanı TÜRK olanın tek ülküsü KUTLUKŞAD gibi yaşayıp KÜR
ŞAD gibi ölmektir...
Ya Kutluk gibi yaşa, ya da Kürşat gibi öl,
“Kim Derdi ki O Etten Ve Kemik'den di
Topu Topu 40 Kişilik Ordusu ile
Koskoca Cin Ordusunu Yendi..”
Yanardağ ruhlu,çelik iradeli kahraman.
Türklüğün esir
olamayacağı gösterildiği bir olaydır tarih boyuncada esir edemediler ve bundan
sonrada esir edemeyecekler.Ruhlarınız şad olsun mekanınız Tengri dağları olsun.
Bilirler'di niçin
dogdular,,nerde ôlecekler'di..
At ûstûnde dogmuslar'di yerde ôlecekti..
ilk kez Yaya dôgûseceklerdi....
Isırıyordu
Rüzgar, Kırbaçlıyordu Yağmur Kan kokuyordu karanlığın kara dişlerin'de.
.Kurtuluşun Tûrkûsû uluyordu BOZKURTLAR'in YAY Kirişlerinde.
Ya Kutluk gibi yaşa, ya da Kürşat gibi öl,
Tarihte yoktur, görülmedi emsali yeri,
Başta Komutan Kürşat, dört yanında kırk çeri,
Çin’in sarayını basarak, girdi içeri,
Kahramanca savaştı, oldu Türk’ün önderi.
Delinse yer; çökse
gök; yansa, kül olsa dört yan
Yüce dileğe doğru yine yürürüz yayan.
Yıldırımdan, tipiden, kasırgadan yılmıyan;
Ölümle eğlenen tunç yürekli Türkleriz!...
O sarayda bulunca Tanrılaşan erleri
Artık gözüm arkaya bir daha dönmeyecek.
Hepsi sussa da “Kür şad” uzatarak elini;
“Hoş geldin oğlum ATSIZ, kutlu olsun! ” diyecek.
KAHRAMANLIK
Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmemektir.
Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir;
Kahramanlık: saldırıp bir daha dönmemektir.
Sızlasa da gönüller düşenlerin yasından
Koşar adım gitmeli onların arkasından.
Kahramanlık: İçerek acı ölüm tasından
İleriye atılmak ve sonra dönmemektir.
Yırtıcılar az yaşar... Uzun sürmez doğanlık...
Her ışığın ardında gizlidir bir kahramanlık;
Adsız sansız olsa da, en büyük kahramanlık:
Göz kırpmadan saldırıp bir daha dönmemektir.
Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir.
Ne de güneşler gibi parlayıp sönmemektir.
Bunun için ölüme bir atılış gerektir.
Atıldıktan sonra da bir daha dönmemektir...
Hüseyin Nihal
ATSIZ
Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…
Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…