Bazen büyük milletlerin tarihleri
incelendiğinde çeşitli zamanlarda yaşamış, onların adının bu kadar ünlü
olmasına aracılık eden kahramanlarla karşılaşırız. Bu insanlar o devletin veya
topluluğun tarihinde önemli roller oynamışlar ve hayatlarında müspet izler
bırakmışlardır. Bu yüzden her halk kendi içerisinden çıkardığı bu milli
kahramanlara, âlimlere, sanaatkârlara büyük değer vererek, onları saygı ve
hürmetle anarlar. Çünkü varlıklarının sebebi onlardır. Dolayısıyla bunlar
hakkında kötü birşeyler söyleme saygısızlığında bulunmadıkları gibi,
başkalarının da bu kıymetli şahsiyetlere hakaret etmesine şiddetle karşı
çıkarlar.
Türk milleti, dünyaya bugünkü şeklini veren
en eski ve asil halklardan birisidir. Bir zamanlar dünyada adaleti ve düzeni
sağlayan, zalimin düşmanı, masumun koruyucusu olan bir millettir. Vatanı için
seve seve ölümü göze alan bu halkın bağrından nice adsız kahramanlar çıktı. Bu
insanlar, bizim övünç kaynağımızdır. Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi;
“Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet
bulacaktır”. Yeter ki ona bu değerlerini unutturmayalım. Yeter ki insanın
dünyaya sadece yemek, gününü gün etmek için gelmediğini öğretelim.
Son
zamanlarda bize birşeyler oldu. Kendimizi kaybetttik. Çocuklarımız elin
yabancılarını örnek alıyor, sanaatkârlarına özeniyor. Başkaları tarihteki ünlü
hırsızlarını bile kahraman olarak göstermeye çalışırken, ülkemizde kendi
kıymetlerimiz görmezden geliniyor. Bazı gençlerimizin dini öğretilerle gözleri
öyle körleşmiş ki, Attila (Ata İllig) Müslüman değil diye, onu reddediyorlar.
Attila (Ata İllig) devrinde İslamiyet mi vardı da seçmedi? Kendilerinden
olmadığı halde Avrupalıların Attila’ya (Ata İllig) nasıl sahip çıktığına şahit
olmuyor muyuz?
Mo-tun’u
(Börü Tonga), Attila’yı (Ata İllig), Bilge Kagan’ı reddedenlerin elbette soyu
ve sütüne bakmak gerekir. Şah İsmail Şii diye, Sünni Türk ona nasıl küfreder?
Bir vakitler Türk Dünyasının iki mümtaz şahsiyeti iktidar yüzünden savaşmışlar ve
mücadeleyi biri yitirmiştir. Bizim için Yavuz da büyüktür, Şah İsmail de! Hatta
devletinin idaresinde çoğunlukla Türkmenlere yer veren Şah İsmail daha şuurlu
bir Türkçü olup, Türkçe konuşup, Türkçe yazmıştır. Herhalde yüzlerce yıl sonra
bu iki büyük insan Türk Dünyasında kanayan yaralara sebep olacaklarını
bilselerdi, mutlaka bir uzlaşma yolu bulurlardı.
Ya Emir
Temür ile Yıldırım Bayezıd’a ne diyeceğiz? İkisinin de kahramanlığı
tartışılmaz. Ama onlar da kavga yaptı. O zamanın şartlarında belki bu durum
kaçınılmazdı. Fakat Türkistan Türkleri Temür’ü kahraman gibi gösterirken,
Yıldırım’ı aşağılıyorlar. Anadolu Türklerinin çoğunluğu hiçbir vakit Osmanlı’ya
büyük bir darbe vurdu diye Temür’ü kötülemez. Yobaz miskinlere inat çocuklarına
Timur ve Cengiz adını vermekten çekinmez.
Geçmişin
düşmanlıklarını bir kenara bırakma zamanı gelmiştir. Avrupalılar binlerce yıl
birbirlerini katlettikten sonra bugün siyasi beraberlik meydana getirmişken,
biz neyi bekliyoruz?
Bütün bunlar bir yana bu millet için
gece-gündüz çalışan, yemeden-içmeden savaş meydanlarında ömrü geçen, yok
olacakken bir ülkeyi yeniden ayağa kaldırarak, müthiş bir şevk ile dirilten
Atatürk’e bile sataşan kişiler var! Bir vakitler başımıza gelenleri unutmayan
veya azbuçuk bilen, Türkiye’de yaşayan bir insanın Atatürk’e sövmesi nasıl
mümkün olabilir?
Acaba bütün hayatları mücadele ile geçen
Mustafa Kemal ve silah arkadaşları olmasaydı, günümüzde Orta Doğu’daki
kişiliksiz ve kukla devletlerden bir farkımız olur muydu? Türk milleti ve
Atatürk’e Sevr’de diz çöktüremeyenlerin işbirlikçileriyle, onların dışarıdaki
hamileri bu asil halkı zora düşürmek amacıyla herşeyi yapmaktalar. Yakın
mazimizde Türk Devletinin ve milletinin başına gelenler hatırımızdadır. Eğer
Mustafa Kemal ve ona inanan Türkçüler çıkmasaydı, bugün Atatürk’e sövme
cesaretinde bulunan kişiliksizler acaba hayatta olabilirler miydi? Kendilerinin
dediği gibi olurlardı belki ama adları ya Aleksandros ya Apostolos ya Eleni
veya İren olurdu.
Kendini bilmezler bugün gemi azıya almış
vaziyetteler. Sadece Atatürk’e değil, Türk milletinin bütün kutsal değerlerine
hakaret ediyorlar. Milli devletin yapı taşları ile oynanıyor, fakat kimse
kılını kıpırdatmıyor. Artık bayrağın ve İstiklal marşının bile üç paralık
kıymetinin kalmadığı bir zamanı yaşıyoruz. Eğer bunlara saygısızlık yapanlar
hala bu ülkede hoşgörü ile karşılanıyorsa devlet ve millet bitmiş demektir.
Herşeyin bir sınırı yok mudur? Bir milletin
sabrıyla bu kadar fazla oynanılır mı?