Makaleler 01 Ocak 2014
Cesurhan
TAŞ
Ortadoğu
coğrafyası, tarih boyunca uluslararası siyasetin ana
gündem konusu ve mücadele alanı olmuştur. Özellikle son yarım yüzyıldır yaşanan olaylar ve 2010 yılının sonunda Ortadoğu’da Arap Baharıyla başlayan değişim dalgası, bölgede yeni denklemler ortaya çıkarmıştır. Ortadoğu’da yaşanan bu gelişmelerle birlikte Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik ilgi ve etkisinde de değişiklikler kendini göstermeye başlamıştır.
gündem konusu ve mücadele alanı olmuştur. Özellikle son yarım yüzyıldır yaşanan olaylar ve 2010 yılının sonunda Ortadoğu’da Arap Baharıyla başlayan değişim dalgası, bölgede yeni denklemler ortaya çıkarmıştır. Ortadoğu’da yaşanan bu gelişmelerle birlikte Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik ilgi ve etkisinde de değişiklikler kendini göstermeye başlamıştır.
Bu
bağlamda, Ortadoğu’da yaşayan yerleşik halkların hak, özgürlük ve hayati
çıkarları da yeniden tasarlanmaya başlamıştır. Araplar, Kürtler, Süryaniler,
Şiiler, Sünniler bazında mikro düzeye inen politik tercihler, Ortadoğu’nun
yüzyıllardır yerleşik halkı olan Türkmenleri gündeme taşımıştır. Başta Irak
olmak üzere, Suriye, Lübnan, Yemen, Libya, İran, Filistin gibi ülkelerde
bölgenin asli unsuru olarak yaşayan Türkmenler, Türkiye’nin bölgeye yönelik
politikasında ne derece yer almaktadır? Bu konu, derinlemesine incelenmesi
gereken bir konu olarak karşımızda durmaktadır ve bu çalışmanın da konusunu da
teşkil etmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu günden bu yana
Musul ve Kerkük bölgesindeki Türkmenlere özel bir ilgi göstermiş, Ortadoğu
bölgesine yönelik ürettiği politikalarda Türkmenleri önceleyen bir pozisyonu
korumuştu. Ancak, son zamanlarda Türkmenlerin bir öncelik olmaktan uzaklaştığı,
Türkmenlerin yerine Kürtlerin ve Arapların öncelendiği politikaların tercih
edildiğine dair karşı savlar de dile getiriliyor.
IRAK
TÜRKMENLERİNİN DURUMU
2013’ün
ikinci yarısında Irak Türkmeneli bölgesinde yoğun saldırılar gerçekleşmiş ve
yüzlerce Türkmen katledilmiştir. Son zamanlarda Tuzhurmatu’da meydana gelen
patlamalarda, daha çok Türkmenler hedef olmuş, binlerce Türkmen Tuzhurmatu’yu
terk etmek zorunda kalmış, daha güvenli bölgelere göç etmeye başlamışlardır.
(1)
Hatta Irak
Türkmen Cephesinin başkanı Erşat Salihi’ye suikast girişiminde bulunulmuştur.
Irak Türkmenlerinin büyük bir kısmı; Kerkük, Selahattin ve Musul’da
yaşamaktadırlar. Bugüne kadar özellikle radikal grupların birçok kez
saldırısına uğramışlardır. Güvenlik koşulları son derece olumsuz durumdadır.
(2)
Irak'taki
Türkmen varlığı, Osmanlı’dan bile daha eskiye dayanmaktadır. Türklerin
Horasan’dan geliş yolu üzerinde bulunması sebebiyle Abbasiler döneminde birçok
Türkmen ve Kıpçak boyu Ortadoğu coğrafyasına gelip yerleşmiştir. Yani,
Türkmenler, Irak’taki üçüncü unsur değil ana unsurdur konumundadır.
Irak
Türkmenleri, yüzyıllardır bölgedeki yoğun Arap baskısına, uygulanan asimilasyon
politikasına karşı direnmekte, dilleri ve kültürlerini muhafaza etmek için tüm
yollara başvurmaktadırlar. Her şeye rağmen Türkmen kimliğini ve kültürünü
bugünlere kadar getirmeyi başarmışlardır. (3)
Saddam
Hüseyin sonrasında, Irak’ın fiilen üçe bölünmesi karşısında Türkmenler için
stratejik bir karar alınması zarureti ortaya çıkmıştır. Irak’ı bölen iradenin
Kürtleri yeknesak bir şekilde ayrı tutup ülkenin kuzeyinde özerk bir statüye
kavuşturması, Arapları ise mezhep ekseninde bölerek Şii ve Sünni Araplar
şeklinde ayırması, Türkmenleri ise hiç hesaba katmaması, yeniden yapılanan
ülkede Türkmenlerin yok sayılması sonucuna yol açmıştır. Ülkenin kuzeyi, etnik
durum gözetilerek etnik temelde yapılandırılmış, diğer bölgeler ise mezhep
temelinde yapılandırılarak çifte standartlı ve sakat bir yaklaşım
sergilenmiştir. Etnik temelde ülke bölümlenecek ise Arap, Kürt, Türkmen
şeklinde; mezhep temelinde bölümlenecek ise şii, sünni, yezidi şeklinde yeniden
yapılandırılması gerekirdi. Ancak çifte standartlı davranılarak kürtlerin
ayrıştırılıp özerk kılınması, fiilen Irak’ta iki devletin oluşmasına sebep
olmuş, Türkmenler için ise herhangi bir yapılanma öngörülmemiş adeta arap ya da
kürt olmak yönünde tercihte bulunmaya zorlanmışlardır.
Türkmenlerin
çoğunlukla yaşadığı Musul-Kerkük bölgesinin yasal statüsünün belli olmaması
Türkmenler arasında kaygı yaratmaktadır. Önemli petrol kaynaklarına sahip
olması sebebiyle hem kuzeydeki kürtlerin hem de merkezi Irak yönetiminin
çekişme ve çatışma sahası durumuna getirmiştir. Kuzeydeki kürt yönetimi
Kerkük’e müdahale edebilmek için her türlü fırsatı değerlendirmektedir. Son
zamanlardaki Kerkük’teki saldırılardan hareketle Kerkük şehrinde asayiş
durumunun bozulduğunu belirten Kürdistan Bölgesi Başbakanı Neçirvan Barzani
"terörist" saldırılarda bir değişimin yaşandığını ve Kürdistan Bölgesi'nin
teröre karşı yardıma hazır olduğunu ifade etmiştir.(4)
Türkiye’nin
2000’li yıllardan sonra Türkmenleri önceleyen politikasını terk ederek kürt ve
arapları önceleyen politikalara yönelmesi, Türkmenlerin sahipsiz kalmasına,
kendilerini öksüz ve yetim hissetmelerine yol açmaktadır. Türkmenlerin
çoğunlukla veya yoğunlukla yaşadığı bölgelerde özerk Türkmen yapılanmalarına
gitmek, Türkmenlerin siyasi, sosyal ve kültürel haklarını garantiye almak
yerine sünni araplar ile kürtlerin haklarını önceleyen bir politik tercih
ortaya konmuştur. Bu politik tercih, Türkiye’nin bölgesel çıkarlarını ne denli
koruduğu ve kolladığı 10 yıllık uygulamalar sonunda görülmeye başlamıştır.
Sonuç ne yazık ki Türkiye lehine görünmemektedir.
SURİYE
TÜRKMENLERİNİN DURUMU
Hâlihazırda
Suriye’de yaşayan Türkmenlere ilişkin net bir rakam bulunmamaktadır. Suriye
Türkmenlerine göre nüfusları dört milyon, Türkiye’deki muhtelif kaynaklara göre
iki milyon civarındadır. Türkiye ile Irak Türkmenlerine benzer bir ilişki
Suriye Türkmenleri arasında kurulamamıştır. Irak Türkmen Cephesi benzeri bir
teşkilatlanma Suriye Türkmenleri arasında yakın zamana kadar kurulamamıştır.
Suriye’de yaşanan iç savaşın belki de bu anlamda olumlu bir etkisi olmuş,
Suriye Türkmenlerini Türkiye’nin gündemine sokmuştur.
Suriye
Türkmenlerinin genel olarak iki önemli meselesi bulunmaktadır. Örgütsüz ve
sahipsiz oluşları ve Türk dilini unutmuş olmaları. Örgütsüzlük ve sahipsizliğin
yol açtığı teslimiyet psikolojisi, çok ciddi kültür erozyonuna sebep olmaktadır.
Cumhuriyet döneminde kurulan hükümetler yayılmacı bir dış politika takip
etmemeyi genel bir dış politika tercihi olarak kabul edip dışarıdaki Türklerin
varlığını Türkiye adına bir güç odağı konumuna getiremediler. Suriye
Türkmenlerinin ikinci en büyük sorunu ana dillerini unutuyor olmalarıdır.
Özellikle Hama ve Humus’un iç kısımlarında huzuru Arap gibi yaşamakta bulanlar,
yeni nesillere Türkçe öğretmekten uzak durmaktadırlar. Suriye’de Türkmen olmak
iyi bir gelecek vaat etmediği için Araplaşmak onlara daha cazip görünmektedir.
Şu anda, kimliklerini reddetmemekle birlikte, yakın bir gelecekte unutacaklar
gibi görünmektedir.
Suriye’deki
iç savaş sırasında Türkiye’nin ilgisini çeken Suriye Türkmenleri, örgütlenme
çabaları içine girmişlerdir. Suriye Türkmen Platformunu oluşturarak Suriye
Türkmenleri Meclisi Kuruluş Toplantısını 30.03.2013 tarihinde Ankara’da
gerçekleştirmişlerdir. Toplantıya katılan Ahmet Davutoğlu Suriye
Türkmenlerine “büyük bir şemsiye altında
toplanın” çağrısında bulunarak, bu şemsiyenin bugün adının Suriye Ulusal
Koalisyonu olduğunu kaydederek, orada etkin olmalarını talep etmiştir. Arap
kardeşleri ile Kürt kardeşleri ile her konuda oturup konuşulması çağrısında da
bulunan Davutoğlu, Hıristiyan kardeşleri ile kucaklaşmalarını, Alevi kardeşlerinin
de gönüllerinin alınması isteğini dile getirmiştir.
Dış İşleri
Bakanının ifadelerinde de görüleceği üzere Türkmenler, Suriye politikasında
öncelik olmaktan ziyade Suriye Ulusal Koalisyonu içinde yer alan bir renk
olarak algılanmaktadır. Esad yönetimine muhalif Sünni Arap koalisyonu içinde
yer alarak rejimin devrilmesi sonrasına kendilerini hazırlamaları
beklenmektedir. Sık sık Suriye Türkmenlerinin dağınıklığından bahisle
Türkmenlerin Türkiye’nin dış politikasında işe yarar bir aktör olamadıkları
vurgulanmaktadır. Hâlbuki Türkmenlerin örgütlenmesi, Türkiye ile yakın
ilişkiler kurmalarını sağlamak üzere kültür merkezleri kurmak, sosyal ilişkiler
ağları kurmak gibi faaliyetler geliştirmek Türkiye için politik araçlar olarak
kullanılabilirdi. Onları örgütlemek işini Türkiye pekala yapabilirdi.
LÜBNAN’DA
TÜRKMEN VARLIĞI
Orta Doğu
Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) 2010 yılında Lübnan’ın Türkmen köyleri
konusunda ayrıntılı bir araştırma yaparak Lübnan’da yaşayan farklı Türkmen
gruplarını ortaya koymuştur. Bu gruplar, Kavaşra sakinlerini de kapsayan Akkar
Türkmenleri, Baalbek Türkmenleri, 19. Yüzyılın sonlarına doğru Yunanistan’ın
Girti Adası'nı işgalinden sonra kaçan Girit Türkmenleri, 1940’larda ekonomik
nedenlerle Lübnan’a göç eden Suriye Türkmenleri ve 1870’lerin sonlarında
yaşanan Osmanlı-Rus Savaşı'ndan sonra bölgeye yerleşen Çerkezler. Bu Türkmen
topluluklarının her birinin farklı göç dalgaları ile Lübnan’a geldikleri
bilinmekle birlikte Lübnan’a ilk kez ne zaman geldikleri kesin olarak bilinmemektedir.
Bazı
tarihçiler, bugün Lübnan’da yaşayan Türkmenlerin bölgeye Mısır seferi sırasında
Yavuz Sultan Selim’in ordusuyla birlikte getirildiğine ve lojistik amaçlı
olarak Halep’ten başlayarak fethedilen yerlere yerleştirildiğine inanıyor.
Diğer bir araştırmaya göre ise Türkmenlerin bölgeye gelmeleri, 1500’lerden çok
daha öncelere, Memlûkların Lübnan coğrafyasına hâkim oldukları 12. Yüzyıla
dayanıyor.(5)
Türkiye’nin
Ortadoğu politikasında çok fazla yer tutmasa da Lübnan’da Türkmenlerin varlığı Türkiye
için önem arz edebilir. En azından Lübnan ile daha iyi geliştirilmesi açısından
Türkmenler bir köprü olabilir. Lübnan’da yaşayan Türkmenlerin karşı karşıya
kaldığı sorunları sıralamak gerekirse, Türkmenlerin tek bir kurum çatısı
altında toplanmamaları, Lübnan toplumu tarafından kabul görmemeleri, topluma
aktif bir şekilde katılmayı ihmal etmeleri, daha da önemlisi medeni ve siyasi
haklarının tanınmaması, parlamento ve belediye meclislerinde temsil
edilmemeleri ve Lübnan vatandaşlığına sahip olmamaları başlıca sorunlar olarak
ifade edilebilir. Çoğunluğu Akkar bölgesinde olmak üzere Lübnan’da 30 bin
civarında Türkmen yaşamakta ancak parlamentoda temsil edilmemektedirler.
Türkiye, Türkmenlerin Lübnan’da bir lobi yapısına kavuşmalarını sağlamalıdır.
Türkmenlere Türkçe eğitimi vermek, Lübnan vatandaşlığı kazanmalarını sağlamak,
onları kucaklayan sosyal ve eğitim kurumları inşa etmek Türkiye’nin Lübnan’daki
Türkmenlere yönelik diğer faaliyetleri olabilir. (6)
GENEL
DEĞERLENDİRME
Ortadoğu
coğrafyasındaki Türkmenler, bölgesel güç olma iddiasındaki Türkiye’nin en yakın
müttefiki olacaktır. Türkmenler, yerleşik oldukları ülkelerin vatandaşları
olmakla birlikte Türk’türler. Türkiye dışında sadece Türkçe konuşan insanlar
değil, Türk milletinin bir parçasıdırlar. Sadece Irak, Suriye, Lübnan değil,
tüm Ortadoğu coğrafyasında yaşayan Türk olmakla birlikte Türkçeyi unutan
kitlelerin de ortaya çıkarılmasını sağlayarak Türkiye’ye müzahir hale
getirilmesinde stratejik yarar bulunmaktadır.
Kıpçak
Türklerinin kurduğu Memluk Türk Devletinin egemenliğinde yaklaşık 300 yıl
kalan, sonra da Osmanlı Türk Devletinin egemenliği yaklaşık 500 yıl kalan
Mısır’da dahi yoğun bir Türk kitlesinin bulunduğu düşünülmektedir. Arapça
konuşuyor olsalar bile köken itibarıyla Türk olduklarının bilincine varmaları
halinde Türkiye ile stratejik ortaklıklar içine girebilecekleri
değerlendirilmektedir.
Ortadoğu
ülkeleri ile kurulacak ilişkilerde dini ve mezhepsel mülahazaların gözetilmesi
elbette ki mümkündür. Ancak Türk kökenli kitleler arasında mezhep ve din
farklılığı gözetilerek tavır geliştirilmesi son derece tehlikeli ve
sakıncalıdır. Türkmenler ister şii olsun ister sünni olsun bizim eşit derecede
değerli kardeşlerimizdir. Kan kardeşliğinin gönül kardeşliği ile de
birleştirilmesi elzemdir. Araplar ile gönül kardeşliği ve din kardeşliğine
sahip olabiliriz. Türkmenler ile hem kan, hem gönül hem de din kardeşliğimiz
vardır. Türkmenlerin bize yakınlığı diğerlerine göre hep bir adım öndedir; önde
olmak zorundadır. Bu bilinç dışında geliştirilecek her politik yaklaşım, eksik
ve sakat kalacaktır.
Ortadoğu coğrafyasında önder ülke olma
iddiasını taşıması, Türkiye’nin en temel hakkıdır. Abbasilerden,
Selçuklulardan, Tolunoğullarından, Memlüklülerden, Osmanlılara kadar bu
coğrafya, yaklaşık 1000 yıldır Türkleri tanımaktadır. Çoğunlukla da Türklerin
egemenliği altında bulunmuştur. Bundan sonra da önderlik iddiası ve talebi
olacaktır. Ancak bu iddiayı gerçekleyebilmek için Araplaşmak değil, Türkleşmek
gerekmektedir. Bölgede Araplaşarak değil Türkleşerek liderlik mümkün
olabilecektir.
SONUÇ
2000’li
yıllara kadar Atatürk’ün tercih ettiği politikaların bir sonucu olarak
Türkiye’nin yönetici ve aydın elitleri kendilerini Avrupalı addediyorlardı. Bu
sebeple de Ortadoğu bölgesinin karmaşık sorunlarından uzak kalmaya
çalışmışlardı. Ancak 2002’den sonra hükümet bu yaklaşımı değiştirdi. 2002
yılında AK Parti iktidara gelince Ankara, Orta Doğu’ya yönelerek yeni ve çok
yönlü bir dış politika izlemeyi seçti. Türkiye’nin, AK Parti döneminde ekonomik
alanda önemli gelişmelere imza atmasıyla bölgedeki olayların şekillenmesinde
rol alma isteği de paralel olarak yükseldi. Bu hedefe ulaşmak için Ankara’da
iktidar olan yeni kesim, Irak, İran, Lübnan, Ürdün, Suriye ve Mısır olmak üzere
civar ülkelerle derin ekonomik ve politik ilişkiler kurma yoluna gitti.
Türkiye’nin
2002 yılından itibaren Orta Doğu bölgesine odaklanması onun sadece bölge
hükümetlerine değil, İhvan-ı Müslimin düşüncesine yakın olan partilere de
yakınlaşmasını sağladı. Bazıları bunun, Avrupa Birliği üyesi olması hususundaki
umutsuzluktan kaynaklandığını düşünürken diğerleri, Türkiye’nin Avrupa’da
bölgeyi etkileyecek güçlü araçlara sahip olduğu intibasını yaratma planı olarak
değerlendirdi. Böylece Türkiye, Avrupa’ya daha kolay bir şekilde girmiş
olacaktı. Üçüncü bir grup ise bu eğilimin, İslamcı AK Partinin iktidar
olmasıyla yönetim kadrosunda, bölgeyi yüzlerce yıl hükmeden Osmanlı
İmparatorluğu'nun rüyasını canlandırdığını düşünüyor. Bu rüyanın sahipleri,
Mısır’da İhvan-ı Müsliminin iktidara gelmesiyle hayallerinin gerçekleşmeye
yakın olduğunu hissetti.(7)
Hangi
yaklaşım doğru olursa olsun bu dönemde Türkmenler bir öncelik olarak
görülmemiştir. Türkmenler ile aynı milletin menbusu olma bilincinden mahrum bir
şekilde politikalar geliştirilmiş, Türkmenler, müstakilen ve münhasıran muhatap
alınmamış, araplar ya da kürtlere eklemlenmiş olarak Türkiye ile görüşmeleri
istenmiştir. Adeta Türkmenler, araplaşmak ve kürtleşmek tercihleri arasında
kalmışlardır. Hâlbuki Türkiye için Türkmenler birincil öncelik olmalı, diğer
unsurlar Türkmenler üzerinden Türkiye ile görüşmek durumunda olmalıydı.
Türkmenler, içinde yaşadıkları toplumlar ile Türkiye arasında köprü görevi
görüyor olmalıydı.
KAYNAKÇA:
1-Necat
Husen: Türkiye, Türkmenlere Yalan Söylüyor, Basnews, 01 Ağustos 2013,
Tuzhurmatu, Irak
2-Irak
Türkmen Cephesi Başkanı Erşet Salihi'ye Bombalı Saldırı, Rûdaw, 01 Aralık
2013,Erbil,Irak
3-Davutoğlu:Iraklı
kardeşlerimizle birikte Irak’ın geleceğinin şekillenmesi konusunda katkıda
bulunmaya hazırız, El Kuds El Arabi, 07 Aralık 2013, İngiltere
4-Silahlı
Bir Grup, Kerkük İstihbarat Binasını Ele Geçirdi-2, Rûdaw, 04 Aralık
2013,Erbil,Irak
5-Brooke
Anderson ,Lübnan'ın Kuzeyinde Bir Parça Türkiye, The Daily Star, : 05 Ekim
2013,Lübnan
6-Türkler
Lübnan’da Lobi Kurmak İçin Uğraşıyor, El Kabas, : 09 Ekim 2013, Kuveyt
7-Atıf El
Gumari ,Türkiye’nin, “İhvan” İle Evlilik Gerçeğine Yönelik Bakışı, El Halic, 18
Aralık 2013, Birleşik Arap Emirlikleri