Düşünce
İklimi -
Prof. Dr. Ayşe İlker
Prof. Dr. Ayşe İlker
24 Ocak Yazar
E-Posta:Ayseinceilker@Gmail.Com
Suriye
Türkleri, dört yıldan bu yana devam eden savaşın bu son yılında “Suriye Türkleri Eğitim ve
Yardımlaşma Derneği” adıyla bir dernek kurdu. Dernek kurulduğu kısa zaman
aralığında üç faaliyet yaptı. Bir İstanbul’da, iki Denizli’de ve üç Salihli’de
olmak üzere şiirli, sazlı sözlü yapılan bu toplantılarda, Suriye
Türkmenlerinden ozanlar, şairler; kendilerine neden sahip çıkılması gerektiğini
anlatıyorlar.
23 Ocak
2015 Cuma günü , Salihli Öğretmenevinde yapılan Suriye Türkleri Dayanışma
Gecesi, hem gözyaşlarıyla hem de umutların yeşerttiği sözlerle doluydu.
Toplantıda önce Suriye Türkmenleri Eğitim ve Yardımlaşma Derneği başkanı Yusuf
Mahli konuştu. Mahli, Suriyedeki savaşın olanca tahribat ve acıyla devam
ettiğini söyleyerek başladı konuşmasına. Suriye savaşının en büyük mağdurunun
Suriye Türkmenleri olduğunu, yüzyıl önce
Anadolu’dan koparılmış bu insanların, şimdi bir ölüm-kalım mücadelesi
verdiklerini ve özellikle yapılan baskınlar, bombalamalar ve sürgünlere karşı mukavemet edebilmek için pek çok yardıma
ihtiyaç duyduklarını anlattı.
Mahli’den
sonra, Suriye Türkmen Meclisi Başkan yardımcısı Tarık Sülo Cevizci konuştu. O
da, 1000 yıldır Orta Asya’dan gelip yurt tutan ve yüzyıl önce koptuğu coğrafya
ile bütünleşme mücadelesi veren Türkmenlerin, kaderine terkedilmemeleri
gerektiğini, Türkiye’de kendilerini hatırlayanlar bulunmasından büyük gurur duyduklarını anlattı. Sömürgeci ve
işgalci güçlerin araya çektiği suni setlerle akrabalarından , kardeşlerinden
koparılmış olan Türkmenlerin, Türkün namusunu sonuna kadar koruyacaklarını,
bekledikleri mühim bir şey olmadığını; sadece yüzyıl sonra, toprakları için
nasıl mücadele ettiklerinin hatırlanmasının, kendilerine yeteceğini söyledi.
Bu
konuşmalardan sonra Türkmen ozanlar çıktı sahneye. Millî Türkmen kıyafetiyle ve
sazıyla hitap eden Adil Şan, önce dertleşti salondakilerle. “Biz Suriye
Türkmenlerini yalnız bırakmadınız, soydaşlarımızla bir şeyler yapmaya
çalışıyoruz naçizane; biz Esat rejimi
altında göğsümüzü gere gere Türküm/Türkmenim diyemedik; herkesin özgürlük
mücadelesi başladı, elbette bizim özgürlük mücadelemiz de başladı; artık
göğsümüzü gere gere Türküm/Türkmenim diyoruz” dedi ve sazını eline alarak
Dombra müziğine yazdığı sözlerle başladı çağlamaya: Horasandan çıktık yola,
İskan ettik şol dağları biz / Culap Çölü
geliş yurdu, Bayır Bucak Türkmen Elimiz / Bölük bölük göçler ile atlar ile
kervan ile düştük gurbet ellerine biz / Hama, Humus, Halep, Şamda; Horan, Colan
tepelerinde / Beğdilli, Elbeyli, Barak, Bayat, Türkmen aşiretimiz / Bölük bölük
göçler ile atlar ile kervan ile düştük gurbet ellerine biz / Yüklendi kervanlar
göçe, seksen dört bin otak evimiz / Asya, Avrupa, Afrika, üç kıtaya nam
salmışız biz/ Bölük bölük göçler ile atlar ile kervan ile düştük gurbet
ellerine biz/ Seçuklulardan, Memlüklerden, Zengilerden, Osmanlıdanız / Fırat
Suyundan geçtik biz Süleyman Şahtır önderimiz / Bölük bölük göçler ile atlar
ile kervan ile düştük gurbet ellerine biz
Adil Şan,
sazıyla ve dombra müziğinin eşliğinde bunları söyleyince, yüreklerimiz kabardı;
kasabası Çoban Bey’i hiç unutamadığını ve onun için de bir beste yaptığını
anlattı gözlerinden yaşlar akarak. Yurtlarını kaybeden adamlar, yollarda, karda
kışta, tipide, sıcakta, ayazda yitip gidiyorlar. Cengiz Dağcı, yurdunu hiç
unutmadı; Suriye Türkmenleri de hiç unutmayacak ve inşallah onlar dönecek yurtlarına.
Onun en
dikkat çekici dizelerinden birisi de “Gel Kerküküm, Gel Türkmenin birlik
olalım” dizesiydi.
Türkmenlerin
millî sanatçısı Mahmut Coşkun geldi sonra sahneye sazıyla: Yüzyıldan beri bizi
kimse sormadı/ ne tarihimiz belli, ne yaşadığımız/ Ne bir poyraz esti, ne de
bir ses çıktı/Elimizden tutan, tutan olmadı vay oy oy! / Nice olur da Türkmen
nice olur / El yurdunda ah anam sabah geç olur / Türkmenler el ilinde, özünde
hiç olur/ Elimizden tutan, tutan olmadı vay oy oy!
O kadar
dokunaklıydı ve öyle bir ağıt yakar gibi titretti ki nağmeleri Mahmut Coşkun,
yarılan yüreklerden döküldü “hayf”lar, “vay”lar, “oy”lar...
Daha sonra
Türkiyeden bir ozan, Kara Ozan aldı sazı eline;
tok sesiyle, hicvedici üslubuyla Türkmen kardeşlerimize sahip çıkmamız
gerektiğini anlattı.
Gecenin en
ağır Türk ozanı, Osman Öztunç’tu. Üsküdar, Birader gibi bestelerini okudu,
Türkiye’deki değişik üniversitelerde okuyan genç Türkmen öğrencilerin coşkuları
görülmeye değerdi. Osman Öztunç, o kadar hissederek okuyor ki, onun coşan
seline kapılıp gitmemek mümkün değil...
Gecenin son
Türkmen konuğu, Ali Molla Musa idi. Lazkiye’de komutan, çadırlarda aşçı,
sınırda güvenli geçişi sağlayan bir asker! Onun hikâyesini Yeni Düşünce’ de
anlatacağım!