Atatürk'ten Bandırma
vapurunun kaptanına: “Düşman görürseniz gemiyi en yakın sahile oturtunuz!”
19 Mayıs
2015
Yolculukta
ilk emir: Düşman çıkarsa...
Yazar
Abdullah Özkan, ‘1919-Atatürk’ün Anlatımıyla Kurtuluş’tan Cumhuriyet’e adlı
kitabında, Nutuk’u daha sade bir dille, açıklamalarla anlatıyor. Kitapta Ulu
Önder’in Samsun’a çıkışına ilişkin çarpıcı detaylar var. Atatürk, yola
çıkarken, batırılma tehlikesine karşı Bandırma vapurunun kaptanına şöyle diyor:
“Düşman görürseniz gemiyi en yakın sahile oturtunuz!”
“1919 yılı
Mayıs’ının 19. günü Samsun’a çıktım.” Atatürk’ün kendi kaleminden Kurtuluş
Savaşı’nı anlattığı eseri ‘Nutuk’, bu cümleyle başlıyor. Bizzat kendisi
tarafından Cumhuriyet Halk Partisi’nin 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında
Ankara’da toplanan İkinci Kurultayı’nda 36.5 saat süren ve altı günde okunan
tarihi bir hitabeye dayandığı için ‘Nutuk’ adını aldı. İlk defa 1927 yılında,
biri asıl metin, diğeri belgeler olmak üzere Arap harfleriyle iki cilt olarak
yayımlandı. Yazı inkılabından sonra 1934’te Milli Eğitim Bakanlığı’nca üç cilt
olarak ve Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma
Merkezi’nce yeniden basıldı. Abdullah Özkan’ın hazırladığı ‘1919- Atatürk’ün
Anlatımıyla Kurtuluş’tan Cumhuriyet’e’ kitabıysa Nutuk’a bambaşka bir boyut
katıyor. Özkan, kitapla ilgili, “Nutuk çok satar ama az okunur. Kurtuluş
Savaşı’nın en iyi anlatımını Atatürk yapmış ama Samsun’a ayak bastığı andan
itibaren anlattığı metnin açıklanmaya muhtaç yanları var” diyerek ekliyor: “Örneğin,
her aşamada kişilerden bahseder ama o dönemde soyadı kanunu olmadığından
isimlerle söz eder. Biz kutularla o isimleri tanıtıyoruz.” Kitaptaki
açıklamalar için, Kaynak Yayınları’ndan çıkan 34 ciltlik Atatürk koleksiyonuyla
birlikte Kurtuluş Savaşı hakkında yazılmış 500’e yakın eserden faydalanıldı.
‘İSTANBUL’DA
KALMAKTANSA...’
Kitapta
Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı çarpıcı detaylarla anlatılıyor. 13 Kasım
1918’de Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’nın kaldırılması üzerine Adana’dan
İstanbul’a gelen Mustafa Kemal’in yetkililerle yaptığı görüşmelerden çıkardığı
sonuç, ülkeyi İstanbul’dan kurtarmanın artık mümkün olmadığıydı. Bu nedenle
Anadolu’ya geçmek, milli bir teşkilât kurup mücadeleyi Anadolu’dan başlatmak
kararındaydı. Samsun ve dolaylarında meydana gelen karışıklıkları önlemekle
görevlendirilen Mustafa Kemal, 9. Ordu Müfettişi olarak Bandırma Vapuru ile
İstanbul’dan Samsun’a doğru hareket etti. Atatürk yola çıkış öyküsünü şöyle
anlatmaktadır: “İstanbul’dan ayrılmak üzere, evimden otomobile bineceğim sırada
Rauf Bey yanıma gelmişti. Bineceğim vapurun izleneceğini ve beni
İstanbul’dayken tutuklamadıklarına göre, belki de Karadeniz’de batırılacağımı
güvenilir bir yerden işitmiş, onu haber verdi. Ben, İstanbul’da kalıp
tutuklanmaktansa, batıp boğulmayı tercih ettim ve yola çıktım. Kendisine de,
eninde sonunda İstanbul’dan çıkmak zorunda kalırsa benim yanıma gelmesini
söyledim.”
Yola çıkan
Atatürk, gece Bandırma vapuru kaptanına “Düşman devletlerinin herhangi bir
vasıtasının gadrine uğramamak için sahile yakın bir rota tutunuz! Şayet kesin
tehlike görürseniz gemiyi karaya, en yakın sahile oturtunuz!” direktifinde
bulundu. Bazı kaynaklarda, Atatürk’le beraber Samsun’a çıkan heyetin 18 kişi
olarak geçtiğini, ancak bu sayının 48 olduğunu belirten araştırmacı Murat
Bardakçı, Bandırma vapurunda, Mustafa Kemal Paşa ile 22 kişilik kurmay
heyetinin yanı sıra er, onbaşı ve çavuşlardan oluşan 25 kişilik bir grubun da
bulunduğunu ifade eder.
Fikre
dayanmayan zafer payidar olmaz
ATATÜRK,
zaferden sonra kendisini Ankara’da karşılayan Ruşen Eşref Ünaydın’a Büyük
Taarruz’u ve taktiklerini ayrıntılarıyla anlatır: “Bak buraya, birâder. Ben bu
muhârebede iki şey keşfettim ki bunlardan biri askerlik târihinde şimdiye kadar
formüle edilmemiştir. O da şudur: Daha iyi hamle etmek için iğreti çekilmeler
yaptırdığım bir sırada sırt vere vere tâ Ankara kıyılarına gerilediğimizi göz
önünde tutarak: ‘Bu hat da elden giderse, hangi hattı müdafaa edeceğiz’ diye
benden teessürle soran bir değerli kumandana, Yusuf İzzet Paşa’ya: ‘Vatanı
korumakta hattı müda¬faa yoktur, sathı müdafaa vardır. Bu satıh bir baştan bir
başa vatanın bütün yüzüdür. Vatanın bu sathı, en son kayasına kadar düşmanla
boğuşularak müdafaa edilecektir’ cevâbını verdim ve bu formülü bir emri yevmî
(gündelik emir) ile bütün orduya tebliğ ettim. İşte, bu, ilk benim keşfim,
benim buluşum, benim harb târihine bir ilâvemdir. İkincisi de bana Sakarya’da
doğan şu düşüncedir: Hiçbir zafer gaaye değildir. Zafer ancak kendisinden daha
büyük olan bir gayeyi elde etmek için gerekir en belli başlı vâsıtadır. Gaye,
fikirdir. Zafer, bir fikrin istihsâline (üretilmesine) hizmet nisbetinde kıymet
ifade eder. Bir fikrin istihsâline dayanmayan bir zafer pâyidâr olamaz.”
Atatürk
hariç herkese deli saçması gibi geldi
ESERE geniş
bir sunuş yazısı hazırlayan Prof. Dr. M. Celal Şengör de 19 Mayıs 1919’un
sürekli ve kalıcı çözümün başlangıcı olduğuna vurgu yapıyor: “19 Mayıs, 700
yıldır oradan kovulmuş olan eleştirel aklı Anadolu’ya iade etmenin ilk
adımıydı. Türk milletinin sorunlarının ancak milli egemenliğe dayanan tam bir
bağımsızlıkla çözülebileceği fikri, o zaman Atatürk hariç hemen herkese tam bir
deli saçması gibi geliyordu. Halbuki Atatürk’ün mantığı ne denli duru ve
doğrudur. Nutuk’ta kendisine karşı olanları imâ ederek düşüncesini şöyle
açıklar; “Bir an için, bu kararın tatbikatında ademi muvaffakiyete
(başarısızlığa) du¬çar olunacağını farz edelim! Ne olacaktı? Esaret! Peki
Efendim. Diğer kararlara mutavaat (itaat etmek, baş eğmek) halinde netice bunun
aynı değil miydi.”