An
Lu-shan 安禄山(703-757)
Hiç
şüphesiz Türk destanlarının en muhteşemlerinin başında Oğuzname gelir. Bunun
yanı sıra Türklerin Türeyişi ve Ergenekon, Tölöslerin Türeyişi, Sır Tarduş
Boyunun Yok Olması, Uygurların Türeyiş ve Göç Destanları, Kimek, Başkurt, Alp-Er Tonga, Hun Liu Yüan (Yügen), Attila (Ata İllig), Çor Destanı bizim sözlü edebiyatımızın en eski bakiyeleridir. Bir nevi Oğuzname olan Dede Korkut Hikayeleri de Türk kültürünün bir şaheseridir.
Boyunun Yok Olması, Uygurların Türeyiş ve Göç Destanları, Kimek, Başkurt, Alp-Er Tonga, Hun Liu Yüan (Yügen), Attila (Ata İllig), Çor Destanı bizim sözlü edebiyatımızın en eski bakiyeleridir. Bir nevi Oğuzname olan Dede Korkut Hikayeleri de Türk kültürünün bir şaheseridir.
Bununla
beraber ismi hususunda şimdiye kadar herhangi bir deneme yapılmayan tarihte
önemli olaylara imza atmış Türk beylerinden birisi de, An Lu-shan’dır. Maalesef
Çin dili uzmanları veyahut da bizdeki sinologlar, böyle meselelere kafa
yormadıklarından dolayı Türk tarihinin ve kültürünün pek çok tartışmalı
problemini halledemiyoruz. Zamanında,
büyük Atatürk tarafından kurulmuş olan Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesinde eski Türk tarihinin kaynaklarının araştırılması ve Türklere ait
yabancı belgelerin çevrilmesi için bir Sinoloji (Çin Dili) Kürsüsü açılmış ise
de, tıpkı diğer bölümlerde olduğu üzere burası da esas görevini unutarak,
sadece günümüzde basit tercümanlar yetiştirmeye yönelik çağdaş Çin dilini
öğretmekle yetiniyor.
An
Lu-shan, 8. asırda Uygur Kağanlığı zamanında karşılaştığımız bir Türk beyidir.
Onun kimliği konusunda bugüne kadar değişik görüşler ortaya atılmıştır. Bunun
da başlıca nedeni Çin dilinin öğrenilmesi, onun sorunları ve Çinlilerin
yeterince bilgi vermemeleri yüzündendir. An Lu-shan’ın bir Moğol veya Sogdlu
olduğu söyleniyorsa da bizce bu doğru değildir. Bununla birlikte onun bugünkü
Çin’in Ying-chou eyaletinde, 703 senesinde bir Türk prensi baba ile Sogdlu bir
anneden doğduğunu söyleyenler de mevcuttur. Ama Çin kaynaklarına göre, annesi
Arslanlar (A-shih-te) soyundan gelen bir kamdı ve babası öldüğünde bir müddet
Kök Türk topraklarında kaldılar. Dolayısıyla yabancı bir halktan gelme ihtimali
yoktur. Yine An Lu-shan’ın atalarının Kapgan Kağan’ın 7. yüzyılın sonlarına
doğru yaptığı seferlerde devletin merkezine yerleştirildiğini, fakat 716’da da
Kök Türk Kağanlığı’ndaki iktidar değişikliği sırasında yaşanan olaylar ve
isyanlar yüzünden Çin’e kaçtıkları belirtilir.
Belgelerden
anlaşıldığı kadarıyla An Lu-shan’ın ailesi kamlık sanatıyla uğraşıyordu. Son
derece zeki olan bu Türk liderinin, 742 senesinde Çin imparatoruyla tanışması
onun önünü açtı ve imparatorun güvenini kazanarak; Çin’de iyi bir mevki edindi.
Para ve sefahate düşkün Çinli memurları çok iyi kullanıyor, onlara verdiği
rüşvetler sayesinde sürekli yükseliyordu. Kendine ait bir idari bölgeye de
sahip olan An Lu-shan, imparatorun sarayına istediği zaman girip çıkıyor;
kraliçe ve prenseslerle çok yakın ilişkilerde bulunabiliyordu. Hatta
imparatoriçenin ona aşık olduğu yolunda dedikodular da çıkmıştı. An Lu-shan’ı
çekemeyen Çinli vezirler ve komutanlar ileride başlarına bela olacağını işaret
ettilerse de, bunun pek işe yaramadığını görmekteyiz. Herhalde, Çin hükümetiyle
vakti geldiğinde münasebetlerini koparmayı planlayan An Lu-shan birtakım
hazırlıklarda bulunuyordu. Arasında yabancıların da yer aldığı, ama temelini
Türklerin oluşturduğu ve Çin başkentine çok yakın bir mevkide, sayısı 150 bine
varan kuvvetli bir ordu topladı.
Nihayet
755’te, o dönemdeki Çin baş vezirini sevmediğini ileri sürerek isyan bayrağını
açtı. Çinliler belki onu hafife aldılar ve taktiksel bir hata olarak, bu
ayaklanmaya karşılık, An Lu-shan’ın çocuklarından birini öldürdüler. Fakat iki
büyük Çin ordusu An Lu-shan’ın adamları tarafından yenildi. Çin imparatoru
yerini oğluna bırakarak, kaçmak zorunda kaldı. Yine tarihi vesikaların
haberlerine göre; imparatorla beraber firar eden askerler başlarına gelen bütün
bu felaketlerin sorumlusu olarak gördükleri imparatoriçeyi yolda boğarak
öldürdüler.
Türkler
karşısındaki bu büyük hezimet üzerine Çinliler, başka bir Türk idaresinden,
Ötüken Uygur Kağanlığından yardım talebinde bulundular. Ne yazık ki Uygur
hakanı bu isteğe olumlu cevap verdi. Kuzeyden gelen dinamik ordu ve mukaddes
kağana karşı, An Lu-shan’ın yanındakilerin bir bölümü savaşmak istemeyince,
Çin’deki Türkler de ona cephe almaya başladı. Bu sırada Çin’e giden ordunun
önünde Uygur kağanı bulunuyordu ve o ilk önce An Lu-shan’ın en güvendiği
müttefiki olan Tongra Türklerini sindirdi. Daha sonra bu mükemmel askeri
kıtanın komutanlığını Börü Kun (Moyun Çor) Kağan’ın oğlu Ulug Bilge Yabgu
üstlendi. Türk-Uygur ordusu Çin ülkesine büyük bir ihtişamla girmişti. Onları
karşılayan Çinli yetkililer kurt başlı sancağın önünde eğilip, onu
selamlıyorlar ve öpüyorlardı.
Çin
tarihinde bir dönüm noktası olan An Lu-shan maalesef kuzeyden gelen bu
akrabalarına karşı başarısız olup, bozgunlar peşi sıra gelince, nihayet kendi
adamları tarafından öldürüldü. Söylendiğine göre, 60-70 bin civarında insanın
öldüğü An Lu-shan hareketini, vefatından sonra oğulları ve komutanları devam ettirmeye
çalıştılar.
An
Lu-shan’ın ölümü hususunda çeşitli rivayetler vardır. Bunlardan bir tanesi,
hastalanarak kör olması yüzünden, danışmanları tarafından öldürüldüğü
şeklindedir. İşte buna binaen bazı ilim adamları An Lu-shan ile tarihteki
Kör-oglu’nu birleştirmektedirler. Bu ne dereceye kadar doğrudur, bilemeyiz; ama
bir hakikat söz konusu ki, Köroglu Destanı sadece Türkiye topraklarında yaşayan
bir halk hikayesi değildir. Ona ait izlere Azerbaycan ve Türkistan gibi diğer
Türk coğrafyalarında da rastlıyoruz. Bu yüzden Kör-oglu Destanı’nı da umumen
Türk dünyasına mal etmek yerinde olur.
Başka
bir mevzu da, An Lu-shan ayaklanmasından bütün Orta Asya Türklüğünün etkilenmiş
olmasıdır. O, çalkantılı yıllarda Çinliler bu hadiseler için şarkılar
yazmıştır. Yani, Asya’daki pek çok kavim şöyle veya böyle, bu toplumsal
harekete katıldılar. Hatta An Lu-shan olaylarının doğrudan veya dolaylı
Çinlilerden daha çok Türklere tesiri olduğunu da söyleyebiliriz. Mesela, bu
isyanı bastırmak için Çin’e gittiği esnada, Bögü Kagan’ın orada tanıştığı Mani
rahiplerini ülkesine getirerek, Maniheizmi resmen devlet dini olarak seçmesi
önemlidir. Bunun yanı sıra bazı Uygurların Çin’e yerleşerek ticaret hayatına
meyletmeleri, insanların yerleşik hayatın nimetlerine ve zaaflarına kapılmaları,
tembelliğin hastalık şeklini alması, toplumun bel kemiğini oluşturan
kadınların, Çinli hanımlara özenmeleri, hırsızlık, dolandırıcılık ve rüşvet
gibi kötü alışkanlıklar, Türk sosyal hayatında bir çöküşe sebep oldu.
AN
LU-SHAN’IN DOĞUMU HİKAYESİ
Büyük
Arslanlar (A-shih-te) ailesinin kadın kamlarından birisi sürekli savaşçı bir
oğlan sahibi olmak için Tanrı’ya yakarıyordu. Dilekleri Tanrı katında kabul
oldu ve bundan kısa bir süre sonra hamile kaldı. Nihayet doğum günü geldiğinde,
beklenmedik bir anda çadırın tepesinden giren bir ışık her tarafı aydınlattı.
Bu sırada kurt, kuş, bütün yabani hayvanlar uludu. Sanki onun doğumunu hep
birlikte kutluyorlardı. Obada bulunan kamlar bunu gökteki birtakım olaylara
yordular ve şans getireceğini söylediler.
Fakat
o zaman onların yaşadığı yer Çin imparatorluğunun kontrolü altındaydı. Çinli
görevliler bu hadiseyi duyduklarında hemen oraya vardılar. Tanrı’nın
gönderdiğine inanılan bu çocuğun ortadan kaldırılması lazımdı. Çadırı kuşatarak
içindekileri öldürmek istediler. Ama anne ve çocuk durumdan haberdar olunca
oradan kaçtılar ve saklanarak, ölümden kurtuldular. An Lu-shan’ın annesi de
Tanrı tarafından esirgendiklerine inanıyordu. Onu Tanrı’nın bir lütfu olarak
gören kadın çocuğuna Batır/ Urungu (savaşçı anlamına gelen Ya-lo-shan) adını
verdi.
An
Lu-shan’ın doğumu hikayesinde ki bazı motifler, diğer Türk destanlarında da
karşımıza çıkan ana temalardır. Bunlardan birisi, yukarıda da gördüğümüz üzere,
aşırı derece de bir erkek çocuğa sahip olma hayalidir. Bunun da sebebi, ailenin
ve soyun devamı için evlat şarttır. İşte o zaman aile anlamlı bir bütün haline
gelir. Ailenin esas gayelerinden birisi de nesli çoğaltmadır.
Bir
diğer unsur ise, ışıktır. Destanların büyük kahramanları; bu kahramanlara
kadınlık ve kutsal Türk çocuklarına annelik yapan hanımlar, çoğu kere ilahi bir
ışıktan doğarlar. Oğuz Kağan Destanı’nın baş kahramanı Oğuz dünyaya geldiği
zaman onun yüzü gök, yani aydınlık idi. Oğuz’un Kün, Ay, Yılduz adlı büyük
oğullarını doğuran ilk karısı, ortalığı karanlık bastığı zaman gökten inen bir
ışıktan peyda olmuştu. 4. asrın başlarında Çin’in kuzeyinde, Ordos’taki Chao
bölgesinde teşekkül eden Hun hanedanlığının kurucusu Şad İlli (She-le)
doğduğunda, annesinin etrafında ışıklar parlamıştı. Ayrıca Uygur destanlarında,
Uygurlara baş seçilen Bögü (Bugu) Han, diğer dört kardeşiyle beraber Togla ve
Selenge ırmakları arasında bir ağaç üzerine düşen semavi bir ışıktan yaratılmıştır.
İslamiyetten
sonraki destanlarda da ısrarla sürecek bu kutlu ışık, Türk inanışına ve
düşüncesine; var olmanın temel unsurlarından güneşin ve ışığın yansımasından
başka bir şey değildir. Eski Türk dininin cennete gitmeyi ifade eden “uçmak”
hadisesi ve “sonsuzluk” da bir ışık alemidir. Uygur Kağanlığı zamanında kabul
olunan Maniheizmin de temel tanrısı iyilik, yani ışık tanrısıdır. Çünkü Bögü
Han’ın rüyalarına giren kız bir nur gibidir.
Bütün
bu ışık motifleri bize eski Türk inanış ve düşüncesinde ışığın önemli bir unsur
olduğunu göstermektedir. Türklerin Müslümanlığı seçtikten sonra İslam nuruna
neden bu kadar sarıldıkları bunu ortaya koymaktadır. Onlar, İslamın aydınlığını
karanlıkta kalmış ülkelere yaymak için yüzlerce yıl canını vermişlerdir.
İslamdan önce de bu Türk adaletinin ışığı ve temizliğinden başka bir şey olmasa
gerek.
Destanların
teşekkül ve kayda geçiş yerleri neresi olursa-olsun, bunların muhtevasında aynı
düşünüş ve anlayışa rastlanılması, bu insanların hepsinin ortak bir kültüre
sahip bulunduklarının bir göstergesidir.
Kaynak:
Saadettin Gömeç, Türk Tarihinde An Lu
Shan ve Destanı, Tarih Peşinde Dergisi,
Sayı 5, 2011, s. 191-196.
genelturktarihi.net
yenidenergenekon.com