Osmanlı
ordusu Kudüs'ten çekilirken (9 Aralık 1917) Mescid-i Aksa'yı koruması için
nöbetçi bırakılan Onbaşı Hasan'ın yürekleri titreten öyküsü
Tam
57 yıl nöbetine sâdık kalan Osmanlı askerini, merhum tarihçimiz İlhan Bardakçı
1972 yılının 12 Mayıs günü Mescid-i Aksa'nın merdivenlerinde görür ve yıllar
sonra bu inanılmaz karşılaşmayı kaleme alır.
Onu
o merdivenin başında gördüm. İki metreye yakın bir boy… İskeletleşmiş vücudu
üzerinde bir garip giysi… Palto?.. Hayır, kaput, pardösü veya kaftan?.. Değil.
Öyle bir şey, işte.
Başındaki
kalpak mı, takke mi, fes mi? Hiçbirisi değil. Oraya dimdik, dikilmiş. Yüzüne
baktım da, ürktüm. Hasadı yeni kaldırılmış kıraç toprak gibi. Yüz binlerce
çizgi, kırışık ve kavruk bir deri kalıntısı.
Yanımda
İsrail Dışişleri Bakanlığı Daire Başkanı Yusuf var. Bizim eski vatandaşımız.
İstanbul'lu. “Kim bu adam” dedim. Lâkaydi ile omuz silkti. “Bilmem.” diye cevap
verdi. “Bir meczup işte. Ben bildim bileli, yıllardır burada dururmuş. Çakılı
gibi, hâlâ duruyor ya… Kimseye bir şey sormaz. Kimseye bakmaz, kimseyi görmez.”
Kan
mı çekti nedir. Nasıl, neden, niçin hâlâ bilmiyorum. Yanına vardım. Türkçe
“Selâmünaleyküm baba” dedim.
Torbalanmış
göz kapaklarının ardında sütrelenmiş gibi jiletle çizilmişçesine donuk
gözlerini araladı. Yüzü gerildi. Bana, bizim o canım Anadolu Türkçemizle cevap
verdi:
-
“Aleykümüsselâm oğul…
Donakaldım.
Ellerine sarıldım, öptüm öptüm…
-
“Kimsin sen, baba” dedim.
Anlattı
ki, ben de size anlatacağım.
Ama
evvelâ biliniz. O canım Devlet çökerken, biz Kudüs'ü 401 yıl 3 ay 6 günlük bir
hâkimiyetten sonra bırakırız. Günlerden 9 Aralık 1917 Pazar günüdür. Tutmaya
imkân yok. Ordu bozulmuş, çekiliyor, Devlet, zevalin kapısında. İngiliz
girinceye kadar geçen zaman içinde yağmalanmasın diye oraya bir artçı bölük
bırakırız. Âdet odur ki kenti zapteden galip, asayiş görevi yapan yenik ordu
askerlerine esir muamelesi yapmaz.
Anlattı,
dedim ya. Gerisini tamamlayayım.
-
“Ben, dedi, Kudüs'ü kaybettiğimiz gün buraya bırakılan artçı bölüğünden…”
Sustu.
Sonra;
-
“ 20. Kolordu, 36. Tabur, 8. Bölük, 11. Ağır Makineli Tüfek Takım Komutanı
Onbaşı Hasan'ım”
Ellerine
bir kerre daha uzandım. Gürler gibi mırıldandı:
-
“Sana, bir emanetim var oğul. Nice yıldır saklarım. Emaneti yerine teslim eden
mi?”
-
Elbette, dedim, buyur hele…
Konuştu:
-
“Memlekete yolun Tokat Sancağı'na düşerse… Git, burayı bana emanet eden
kumandanım Önyüzbaşı Musa Efendi'yi bul. Ellerinden benim için öp. Ona de ki…
-
Gönül komasın. “11. Makineli Takım Komutanı Iğdırlı Onbaşı Hasan, o günden bu
yana, bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Tekmilim tamamdır kumandanım dedi,
dersin…”
Sonra
yine dineldi. Taş kesildi. Bir kez daha baktım. Kapalı gözleri ardından, dört
bin yıllık Peygamber Ocağı ordumuzun serhat nöbetçisi gibiydi. Ufukları
gözlüyordu. Nöbetinin başında idi. Tam 55 yıl kendisini unutuşumuzdaki
nadanlığımıza rağmen devletine küsmemişti.
İlhan
Bardakçı