Necdet BAYRAKTAROĞLU
Dil, bir milleti oluşturan ve
milliliği sağlayan önemli unsurlardan biri olup o milleti oluşturan fertler
arasında anlaşmayı sağlar. O milletin atalarının yüzyıllar boyunca elde ettiği
tecrübeleri muhafaza eder ve onları nesillerden nesillere aktarır. Kültürün ve
millet olmanın temel taşıdır ve milletlerin en aziz kıymetli servetidir.
Yüce Allah Kur’an’ının Hucurat suresi
13. ayetinde “Ey insanlar! Sizi millet ve kabileler hâline koyduk ki
birbirinizi kolayca tanıyasınız.” diyerek insanları, milletler ve kabileler
hâline getirdiğini belirtmektedir. Yine Rum suresi 22. ayette “Gökleri ve yeri
yaratması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olması O’nun varlığının
belgelerindendir.” denilerek, Yüce Allah dil ile milleti, renk ile de ırkı
anlatmaktadır.
Hz. Peygamberimiz, “Kişi kavmini
sevmekle suçlandırılamaz. Kavminin efendisi kavmine hizmet edendir.” demiştir.
Demek ki dil, hem dini hem de millî vasıflıdır. Dili korumamız ve geliştirmemiz
ilk önce dini bir vazifedir.
Dünya üzerinde geniş bir coğrafyada
yaygınlık gösteren Türkçemiz, tarih boyunca birçok devlet kurmuş olan Türk
milletinin dilidir. Bu kadar geniş bir coğrafyaya yayılmış olmasının sebebi ise
Türk milletinin hiç durmadan fetih ruhu ile hareket etmesindendir. Asya
kıtasından başlayarak birçok millet üzerinde iktidarını sürdürmüştür.
Macar Türkolog V. Vambery:
“Balkanlardan çıkan birisi, Türkçe konuşa konuşa Çin’e kadar seyahat edebilir.”
diyerek Türkçe yurdunun büyüklüğünü anlatmıştır[1].
Fetihlerini nizamıâlem için yapan Türk
milleti, binlerce yıllık tarihinde vardıkları ülkelerin kültürleri ile
karşılaşmış, kültür alışverişinde bulunmuş, bu ülkelerin dillerinden
beğendikleri kelimelerini alıp Türkçeleştirmiş, başka dillere de kendisinden
kelimeler vermiştir. Dünyanın hiçbir yerinde öz dil diye bir dil yoktur.
Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonra, dilimize özellikle Arapçadan ve
Farsçadan birçok kelime girmiştir. Daha sonra Fransızca ve İngilizceden de
birtakım kelimeler girmeye başlamıştır.
Ziya Gökalp, Türkçeleşen kelimeler
hakkında “Türkçeleşmiş Türkçedir.” diyerek düşüncelerini ortaya koymuştur.
Dil, kültür ve mekân çeşitliliğine
sahiptir. Kültürler arası ilişkilerde, dillerden alış da olur, veriş de
olur. Arı Türkçe diye bir dil olması da
mümkün değildir. Türkçe, tarih içinde birçok dilden kelimeler alarak
şekillenmiş, hazinesini genişleterek zenginleşmiştir. Atalım dediğimiz bu
kelimeleri atarsak, geçmişimizle ve dünya Türkleri ile bağımızı koparırız. Her
türlü baskıya rağmen Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan,
Özbekistan varlıklarını Türkçeye borçludurlar. Doğu Türkistan, Irak
Türkmenleri, Kırım Türkleri, Batı Trakya’daki soydaşlarımızı ayakta tutan
Türkçeden başka bir şey değildir.
Dilimiz son 60-70 yıl içinde, uydurma
dil politikası ile gençlerimiz, insanlarımız mazisi ile eski kültürü ile bağı
koparılmaya çalışılmış ve Türkçede millîleşmiş kelimeler atılmak istenilmiştir.
Dil anlaşılabilirse, anlaşma vasıtası olur.
Bugün yabancı kelimeler istila hâlinde
dilimize girmeye başlamış, tehlikeli bir kirlenmeye doğru sürüklenmektedir.
Ülkemizde, şehirlerimizin ana caddelerinden, ara sokaklarına kadar
işyerlerinde, yabancı isimlerle donatılmış her yeri kaplamış ışıklı levhalar,
panolar, reklamlar ve markalar; sokaktaki insanı yabancıya dönüştürmektedir. Bu konuda idari olarak sorumlu ve görevli
makam sahipleri, dilin korunmasında gerekli hassasiyeti bir an önce
göstermelidirler. Sokak ve caddeler şehirlere, şehirler de toplumun genel
yapısına ışık tutar.
Düşünür Emerson: “Dil, yapılması için
herkesin bir taş koyduğu bir şehirdir.” demektedir.
Ayrıca Türkçeyi doğru ve güzel konuşan
ve yazanların sayısı gittikçe azalmaktadır. Toplumda bugün gençlerimizde, güzel
Türkçe ile konuşmak yerine, yabancı dil hayranlığı ve anlamı bilinmeyen
uygunsuz argo kelimeler kullanma alışkanlığı başlamıştır.
Cemil Meriç, Argo başlıklı yazısında:
“Argo kanundan kaçanların dili; uydurma dil, tarihten kaçanların.” demiştir.[2]
Taklitçilik önemli bir hâl almış durumdadır. Yabancı kelime bir bilgiçlik ve
saygınlık değildir.
Günümüzde İngilizce bilim dili olarak
kabul edilmektedir. Yabancı dil bilme, bir ihtiyaç olabilir. Ancak eğitim dili
İngilizce olmamalıdır. Son yıllarda ve artan bir şekilde, ilköğretimden
yükseköğretime kadar bazı öğretim kurumlarında eğitim dili olarak İngilizce
kullanılmaktadır. Hâlbuki eğitimdeki yabancı dil, amaç değil araç olmalıdır.
Yabancı dil bilmek faydalıdır. Ancak yabancı dilde eğitimin sonucu
tehlikelidir.
Tarihte en büyük devletlerden olan
Selçuklu ve Osmanlı, kimsenin dilini değiştirme gibi bir maksadı olmamıştır.
Özellikle İngiltere, Fransa, Rusya başta olmak üzere Avrupalılar, başka
milletlerin kültürel varlıklarını bozarak kendi kültürleri ve dillerini zorla
uyguladılar. Fransızlar Afrika da, Ruslar Ortaasyada, İngilizler her yerde
zorla dillerini öğrettiler.
Kırım atasözünde “Dilini kaybeden
milliyetini de kaybeder.” denilmektedir. Bir çocuğun beyninde temel bilgiler
ana diliyle olmalıdır.
Şair Bahtiyar Vahabzade, Kendimden
Şikâyet başlıklı şiirinde:
“Bir zaman Rusçaydı reklam, ışıklar /
Şimdi İngilizce dürttüler göze / İtin de diline hürmetimiz var / Yalnız öz
dilimiz yaramır bize” diyerek bu hassasiyeti ortaya koymuştur.
Atatürk de “Ülkesini, yüksek
bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan
kurtarmalıdır.” demiştir.[3]
19.yüzyılın ikinci yarısından itibaren
Türkçemiz, ilk önce Fransızcanın daha sonra da özellikle İngilizcenin etkisi
altında kalmış bulunmaktadır. Türk dili yalnız bu dillerin değil, yüzyıllar
öncesinden Arapça ve Farsçanın ayrıca Rumca, İtalyanca, Sırpça ve Ermenicenin
de etkisi altında kalmıştır. Fethedilen topraklarda kültür ve medeniyet
buluşması yaşanmıştır.
Türkler İslamiyet’i kabul ettikten
sonra, Arapça ve Farsçanın Türk diline ve kültürüne etkisi fazla olmuştur.
Selçuklular zamanında ise Türkçe devlet dili olarak kullanılmasına rağmen 13.
yüzyıl ortalarında devlet işlerinde ve sarayda Arapçayı, edebî dil olarak da
Farsçayı kullanmışlardır. Karamanoğlu Mehmet Bey de Türk dilinin korunmasını
sağlamış, Türkçeyi resmî dil ilan ederek bu hususta ferman
yayınlamıştır.(13.5.1272) Millet olarak birlikte yaşamanın ancak dil birliği
sayesinde olacağına inanarak fermanın da şöyle demiştir:
“Bugünden sonra divanda, dergâhta ve
bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır.”[4]
Anadolu’da Yunus Emre, Karacaoğlan gibi gönül erenlerinin katkıları ile
dönemlerinde Türkçe olgunlaşmış ve yayılmıştır.
Osmanlı Beyliği döneminde Türk diline
milli şuurla kıymet verilmiş, orduda, saray çevresinde ve halk içinde Türkçe
konuşulmuş, Türkçe devlet ve edebiyat dili olmuştur. Sultan Osman, Orhan,
Yıldırım Bayezıd ve II. Murat Türk diline gereken önemi vermişler, milli
lisanlarını korumuş ve yaşatmışlardır. Sultan II. Murat, kendi dönem
yazarlarına sade Türkçe ile yazmalarını söylemiş “Gönüller ancak açık Türkçeden
haz alır.” Demiştir.[5] Daha sonra Fatih Sultan Mehmet ve onu takip eden
Osmanlı padişahları, Türkçeye sadık kalmaya çalışmışlardır. Ancak gerek
Selçuklular gerekse Osmanlılar, İran’ın fethi ile Farsçayı, Irak ve Mısır’ın
fethi ile de Arapçayı benimsemişler, saray,ilim ve ulema çevrelerinde bu iki
dil konuşulur olmuştur. Padişahlardan Sultan II. Abdülhamit Türk diline önem
vermiş, maarif hayatında Türkçe konuşulması için emir yayımlamış, dilimizdeki
Arabi ve Farisi kelimeler yerine, Türkçe kelimeler kullanılmasını isteyerek
şöyle demiştir:
“Sözün güzel ve doğru söylenme
kaidelerine uygun olabilmesi, diğer şartlarla birlikte alışılmamış kelimelerle
söylenmeyişine bağlıdır. Yazı dilinde Arabi ve Farisi kelimelerin hepsi birden
kullanılırsa bilinmeyen, alışılmayan birçok kelimeye rastlanmış olur. Mümkün
olduğu kadar Türkçe kelimeler kullanılarak açık yazılmış sözler ise meramı ve
maksadı tamamıyla anlatır. Böyle sözlerde daha ziyade kolaylık ve akıcılık
bulunacağı meydandadır.
Bu hâl, birçok zararlarıyla birlikte,
dilimizde mevcut çok sayıda Türkçe kelimenin terkine ve unutulmasına sebep
olmuştur. Arapça kelimeler Araplar için, Farsça kelimeler İranlılar için,
me’nus sözlerdir. Şimdiye kadar bu usule uyulmayıp Arapça, Farsça lügatlerin
hemen hepsi yazı dilinde kullanılmış ve bu da Türkçenin vaziyetini
güçleştirmiştir. Bu sebeple talebeye bu kabil eserler gösterilmeyip mümkün
olduğu kadar Türkçe açık ibareler okutturulup yazdırılmalıdır. Bu tamim işte bu
hususun kitabet hocalarına tembih edilmesi maksadıyla yazıldı.”[6]
Tanzimat ve II. Meşrutiyet’in
ilanından sonra “Türk Derneği”, “Genç Kalemler”, “Yeni Lisan” gibi adlar
altında çıkan yayınlarda; İstanbul Türkçesinin esas alınması ve kullanılması
istenilmiştir.
Namık Kemal, Ziya Gökalp, Yahya Kemal, Ömer
Seyfettin, Orhan Şaik Gökyay, Mehmet Emin Yurdakul ve günümüzde Yavuz Bülent
Bakiler; halkın anlayacağı anlaşılır Türkçe ile konuşulması ve yazılması için
çalışmışlardır.
Ziya Gökalp, Lisan adlı manzumesinde
de şöyle demiştir: “Güzel dil Türkçe bize / Başka dil gece bize / İstanbul
konuşması / En saf en ince bize”[7]
12 Mayıs 1932 tarihinde de Türk Dili Tetkik
Cemiyeti kurulmuş, daha sonra Türk Dil Kurumu adını almıştır.
Atatürk, 1931 yılında“Türk milletinin
dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek
dildir. Onun için her Türk dilini çok sever ve yükseltmek için çalışır. Bir de
Türk dili Türk milleti için mukaddes bir hazinedir. Çünkü Türk milleti
geçirdiği nihayetsiz badireler için de ahlakını, ananelerini, hatıralarını,
menfaatlerini elhasıl bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde
muhafaza olduğunu görüyor. Türk dili, milletin kalbidir, zihnidir.” diyerek
dilimizin önemini belirtmiştir.[8]
Dil bizim varlık sebebimizdir. Dilimize
önem vererek doğru, yerinde ve çok kelime ile konuşmalıyız. Düşünür Heidegger
de“ Dil varlığın evidir.” demiştir.
Namık Kemal ise ”Bir insanı zekâsı
bildiği kelimelerle, dil zenginliğiyle orantılıdır.” demiştir.
Batı dünyası ilk eğitimden itibaren
çocuklarına çok zengin bir dil eğitimi vermektedir. ABD’de ilköğretimden geçen
çocukların kitaplarındaki kelime sayısı 71.000’dir. İngiltere ve Almanya’da
70.000 civarında, İtalya’da 33.000, Suudi Arabistan’da 12.500 iken ülkemizde ve
çocuklarımızın kitaplarında, kelime sayısı 7.000’dir. Çocuklarımız, bu 7.000
kelimenin de ancak %5’i ile konuşup düşünüyorlar. 300 kelime ile düşünen,
konuşan çocuklarımızın, bir edebiyat meydana getirmeleri, onu zevkle okumaları,
kavramaları mümkün mü? Zengin dilimizi aşağı yukarı 300 kelimeye hapsetmiş,
dilimizi fakirleştirmişiz.
Balzac da şöyle demektedir: “Millet
edebiyatı olan topluluktur. Bir milletin edebiyatını yok ettiniz, edebiyatını
okunamaz hâle getirdiniz mi, o millette dirlik, birlik, dillik kalmaz.”
Namık Kemal, dilimiz hakkında “Zengin
diller, deniz kadar derindir.” demiştir. Avrupalı ve Amerikalıların
dağarcığında 40-60 bin arası kelime var iken bizim insanımızda 10-15 bin arası
kelime vardır. Bu bizim için üzücüdür.
Bizim ilk sözlüklerimizden birisi olan
ve 1072 yılında Kaşgarlı Mahmut tarafından hazırlanan Divan-ı Lügati’t-Türk’te
9.200 kelime tespit edilmiştir. Bu sözlükten sonra 1901 yılında Şemsettin Sami
Bey Kamus-ı Türki adında sözlük hazırlamıştır ki içinde 18.000 kelime
bulunmaktadır. Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan Türkçe sözlükte ise bugün
104.481 kelime yer almaktadır. (Ankara, 2005)
Biz hazine sandığının üzerine oturan
ama altındaki sandığın altınlarla dolu olmasına rağmen karnı aç olan ve fakir
olduğunu zanneden adama benziyoruz. Korunması sevgimiz, alakamız ve tedbirimiz
sayesinde olur. Hürmet ettiğimiz kadar yüceltiriz ve yüceliriz.
Fazıl Hüsnü Dağlarca “Türkçem benim
ses bayrağım.” demiş, Yahya Kemal ise “Bu dil (Türkçe) ağzımda annemin
sütüdür.” diyerek kıymetini ne güzel ifade etmişler.
Türk Bayat Boyundan olan Azeri Türk
divan şairi Fuzuli (1483-1556), ellerini Allah’a kaldırır yalvarır:
“Ey Arap, Acem ve Türk milletlerine
feyiz veren Rabbim! Sen Arap kavmini dünyanın en fasih konuşan kavmi yaptın,
Acem hatiplerinin sözlerini İsa’nın nefesi gibi cana can katan bir güzelliğe
ulaştırdın! Ben Türk’üm ve Türkçe söylemek istiyorum! Tanrım, benden iltifatını
esirgeme!” diye Türk dili tarihinin en güzel duasını yapmıştır.[9]
Devletimizin, ailelerimizin, okullarımızın,
basın ve medyamızın, yazarımızın, sanatçımızın görevi; Fuzuli’nin Türkçeyi
sevdiği gibi çocuklarımıza da sevdirmek, onları zengin bir dille düşündürmek ve
konuşturmak olmalıdır. Dile hâkim olmanın yolu ana dili ile eğitimle, iyi
planlanmış, sağlıklı Türk dili ve edebiyatı dersleri vererek olur. Varlığı,
güzelliği ve kültür hazinesi olduğu anlatılmalıdır.
1926-1929 yıllarında “Türkçe kullan,
konuş, yaz.” kampanyası yapılmış ve çok ilgi görmüştür. Milletçe yine dile
sevgimizi göstermek için böyle bir kampanyalar düzenlemeliyiz. Çeşitli yasal
düzenlemelerle Türkçe kelimelerle konuşmaları sağlanmalıdır. Dil belirli
kurallara, yasalara, tedbirlere bağlanmazsa canlılığını yitireceği bir
gerçektir.
Namık Kemal “Ülkenin kalkınması ve
yükselmesi bizim dilimizin zenginliğine bağlıdır.” demektedir.
Konfüçyus’a dilin önemi konusunda
sormuşlar: “Bir memleketi yönetmeye çağrılsaydınız, yapacağınız ilk iş ne
olurdu?”
Büyük düşünür şöyle cevap vermiş: “Hiç
kuşkusuz dili gözden geçirmekle işe başlardım.” Dinleyenlerin şaşkın bakışları
arasında sözlerine devam etmiş: “Dil kusurlu olursa kelimeler düşünceyi
anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmazsa yapılması gereken işler doğru yapılamaz.
Ödevler gereği gibi yapılmazsa töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa
adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa şaşkınlık içine düşen halk; ne
yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. İşte bunun içindir ki hiçbir şey dil
kadar önemli değildir.”[10]
Anayasa’mızın 3. maddesinde resmî dilin Türkçe
olduğu belirtilmiştir. Ayrıca, Anayasa’nın eğitim ve öğretim hakkını düzenleyen
42. maddesinin son fıkrasında, “Türkçeden başka hiçbir dil eğitim ve öğretim
kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.”
denilmektedir. Böyle amir ve kesin hüküm olduğu hâlde, devlet organları ve
yetkililer Türkçemize gereken önemi vermemektedir.
Türk kültürünün yaşaması, Türk dilinin
gelişmesine ve devamlılığına bağlıdır. İnsanla, tarihi ve geçmişi arasında bir
kültür irtibatı kuran dilimiz, gelecek nesillerimize kalıcı bilgileri sunar.
Türkçe bizim millî ruhumuz, kültür coğrafyamız, tarih ifademiz, ortak inanç ve
yol gösterenimizdir. Dil milletimizin adıdır.
Yahya Kemal “Her halk, kendi ikliminin
lisanını söyler.” demiştir. Dili milletten ayrı görmek gaflettir. Dilimiz soylu
bir dildir. En büyük hazinemiz, bağımsızlığımızın teminatıdır.
Türkçeyi sevmek, Türk milletini sevmek
demektir.
[1] Nihat Sami Banarlı, Türkçenin
Sırları, Kubbealtı Neşriyatı, İst., 1999, s. 25.
[2] Cemil Meriç, Bu Ülke, Ötüken Yay.,
İst., 1975, s. 17.
[3] Afet İnan, Milliyetin Temeli Olan
Dil Türk Dili, 1966, c. 16.
[4] Türkler Ansiklopedisi, Yeni
Türkiye Yay., VI. cilt, Ank., 2002, s. 705.
[5] Nihat Sami Banarlı, Türkçenin
Sırları, Kubbealtı Neşriyatı, İst., 1999, s. 210.
[6] Nihat Sami Banarlı, Türkçenin
Sırları, Kubbealtı Neşriyatı, İst., 1999,
s. 212.
[7] Nihat Sami Banarlı, Türkçenin
Sırları, Kubbealtı Neşriyatı, İst., 1999, s. 177.
[8] Afet İnan-Milliyetin Temeli Olan
Dil Türk Dili-1966.C.16
[9] Nihat Sami Banarlı, Türkçenin
Sırları, Kubbealtı Neşriyatı, İst., 1999, s. 103.
[10] İstanbul Türkçesi, Seyyar Kitap,
İst. Büyük Şehir Bel. Kültür Yay., 2006, s. 37; Yavuz Bülent Bakiler- Sözün
Doğrusu 1,2, Yakın Plan Yay., İst., 2012; Nejat Muallimoğlu, Türkçe Bilen
Aranıyor, İst., 1999; Şiar Yalçın, Doğru Türkçe, Metis Yay., İst., 199; İsmail
Doğan, Sokaktaki Yabancı, Sistem Yay., İst., 1999.
.