İngilizlerin 16 Mart 1920 sabahı
İstanbul Şehzadebaşı Mızıka Karakolu baskınında, uykudayken şehit ettiği Türk askeri
İşgal altında bir İstanbul…
İşgale gelen Avrupa devletlerinin
orduları, İstanbul'daki Müslüman halkın şerefi ve namusuyla oynamaktan
çekinmiyordu. Hatta ''keyfi'' olarak insanların canlarını dahi alabiliyorlardı.
Fransız askerleri tarafından öldürülen Galata Köprüsü'nde görevli Şuayip Efendi
(1) ve Yeşilköy'deki Mustafa adlı bir kişi (2), bu keyfi ölümlere örnekti.
Yunan askerleri, İstanbul'da
olmanın sarhoşluğu içindeydi. Caddelerde dolaşırken ''Ayasofya'yı alacağız.
Türkleri kovacağız'' diye şarkılar söylüyor ve bunları halkın da duyabileceği
bir şekilde yüksek sesle söylüyorlardı. (3) Ayrıca gördükleri insanları darp
etmekten çekinmeyen bu askerler, yolda denk geldikleri insanların feslerini
yere atarak çiğnemekten de büyük keyif alıyorlardı.(4) Bununla yetinmeyen Yunan
askerleri, Tuzla'da ezan okuyan bir müezzine ateş ederek, dini değerlerimizi de
ayaklar altına almaktan çekinmediklerini gösterecekti.(5) Üstelik Ümraniye'de
ezan okuyan müezzine ateş açan İngiliz askerleri de, bu alanda Yunan
askerlerini geride bırakmayacaktı.(6)
Müslüman halk, İngiliz askerleri
tarafından sanki Türk olmak suçmuş gibi
''Sen Türk, Türk'' denilerek aşağılanmaya çalışılıyordu.(7) Spor
müsabakalarında, binaya asılı olan Osmanlı sancağı indiriliyor ve yere
atılıyordu.(8) Üsküdar'da ise bir evin penceresine asılı Osmanlı sancağı yine
indiriliyor ancak bu defa İngiliz askerlerinin kılıçları ile parçalanıyordu.(9)
Kadıköy'de Rüsumat memuru Süleyman
Efendi'nin elleri 3 Yunan askeri tarafından bağlanıyor ve ailesine gözlerinin
önünde tecavüz ediliyordu.Bu sırada Yunan askerleri, ''Defolun gidin buradan.
Biz sizi birden öldürmeyeceğiz. Her gün birer parçanızı kesme suretiyle
öldüreceğiz.'' diyerek tehdit ediyorlardı.(10) Bir İngiliz polis de,
İçerenköy'de bir kasabın yaşadığı evin kapısını kıracak ve karısına tecavüz
etmeye kalkacaktı.(11)
İtilaf devletlerinin Galata'daki
pasaport dairesinden izin almadan İstanbul halkından kimse Anadolu tarafına
gidemiyordu. (12) Edirne tarafına gitmek istediğinizde de Fransız zabıtasından
vize almanız gerekiyordu. 29 Haziran 1920'den itibaren de artık Yunan
konsolosluğundan da izin almanız gerekecekti.(13)
Tüm bu yaşananlar
İstanbul halkının zihninden silinmeyecekti. İşgal kuvvetleri, İstanbul'dan
gittikten yıllar sonra, 30 Kasım 1925 günü İstanbul'da yayımlanan Halk
Gazetesi, halkı işgal döneminde yaşadıkları anılarını yazmaya davet etti. Türk
askerinin İngiliz askeriyle kavgasına şahit olan bir vatandaşın anısı şu
şekilde idi:
''Güzel İstanbul'un işgal altında
inlediği bir gün Beyoğlu'ndan geçiyordum. Karşı kaldırımda bir Türk askeri
dikkati çekti. Elindeki çıkından ve sefer tasından anlaşıldığına göre bu,
zabitin evine yemek götüren bir emir eri idi. Düşük omuzları, hayattan bezgin,
kasvetli çehresiyle ve ayağında yırtık çarıklarıyla kendisini bırakmış, başını
eğmiş, gözleri öne müteveccih, sessiz, sedasız yürüyordu. Birdenbire karşıki
barın kapısı açıldı. Üç İngiliz askeri göründü.
Uzun boyları ve kanlı gözleriyle bu
mukaddes toprakların geçici hakimleri birbirleriyle kaba kaba şakalaşarak Türk
askerinin önüne kadar geldiler. İçlerinden en kuvvetlisi ve vücutlusu hiç yoktan
Türk askerinin önünde bir boksör vaziyeti takındı ve saniye geçmeden sağ eliyle
Türk askerinin yüzüne dehşetli bir yumruk indirdi. Bu şiddetli yumruğun yakıcı
tesiratı altında şaşalayan Türk askeri, hiç bozmadan, hiç ses çıkarmadan
yolunda devam etmek istedi. Fakat bu yumruğu sağdan soldan iki darbe daha takip
etti. İşte o zaman Türk yoluna devamdan vazgeçti. Elindeki çıkını ve sefer
tasını, dökülmemesi için kaldırımın bir kenarına itinalı bir surette
yerleştirdi. Başını kaldırdı, İngiliz askeri bir boksör gibi yumruklarını
hazırlamış, karşısındakinin can alacak bir yerine vurmak için vaziyetler
alıyordu. Arkadaşları da katılırcasına gülüyorlardı. Fakat dördüncü darbede
karşılık geldi. Artık işgal, mahpus, zindan, ölüm tanımayan Türk, karşısında
kendisinin iki misli büyüklükte olan İngiliz askeriyle kavgaya girişti.
İlk nazarda bu etli, kanlı İngiliz
askerinin hayatından bezgin bir Türk erinin bir anda hakkından geleceğini
tahmin eden ve eğlenceli bir manzara seyredeceklerine emin ve memnun olan
İngiliz askerleri seyirci vaziyeti takındılar ve etraftan mücadeleye iştirake hazırlanan Rum
palikaryalarına da mani oldular. Kavga iki dakika kadar devam etti. Ta
çocukluğundan beri boks talimleri yapan, daima vücudunu konserve ve havyarla
besleyen bu İngiliz askeri, Türk'ün vurduğu talimiz bir iki yumrukla, tramvay
yoluna boylu boyunca uzandı.
Kim bilir hangi sebeplerle Sakarya
ve İnönü zaferlerine iştirak edemeyen kahraman Türk askeri, yine eski haliyle,
sefer tasını ve çıkınını bıraktığı yerden aldı ve kendisini yutacakmış gibi
bakan yüzlerce düşman nazarı önünden uzaklaştı, gitti...''(14)
Ve Sultan Vahdettin…
O sultan ki, atası Fatih Sultan Mehmet'in kemiklerini sızlatırcasına,
tecavüze uğrayan, ezan okuyan müezzinine ateş açılan, bayrağı yakılan İstanbul
halkının dramını sarayından izliyordu.
İzlemekle kalmıyordu...
60 yaşına merdiven dayamış Sultan
Vahdettin, devletin başında bin türlü bela varken, Türk milleti kan ağlarken,
saray bahçıvanı Şaban Efendi'nin 19 yaşındaki kızı Nimet Nevzat hanımla
evlenmeyi de unutmuyordu...
İstanbul'un fethi sırasında Osmanlı'ya
ölümü pahasına direnen ve bu sırada can veren Bizans Kralı kadar bile olamamış
Sultan Vahdettin, tahtını kaybetmemek uğruna aynı Anadolu halkına yaptığı gibi
İstanbul halkını da işgalcilerin kollarına bırakmıştı.
Dipnotlar:
1. Başbakanlık Osmanlı
Arşivi(BOA),DH-EUM-AYŞ,No:39/47,lef 2. (9 Şaban 1338)
2. BOA,DH-EUM-AYŞ,No:36/64,lef 1. (14
Receb 1338)
3. BOA,DH-KMS,No:60-3/4,lef 2. (5
Zilhicce 1339)
4. BOA,DH-KMS,No:60-1/81,lef 7. (20
Receb 1339)
5. BOA,DH-EUM-AYŞ,No:53/80,lef 2. (23
Ramazan 1339)
6. BOA,DH-EUM-AYŞ,No:42/43,lef 2. (11
Şevval 1338)
7. BOA,DH-KMS,No:62/65,lef 8. (13
Safer 1341)
8. BOA,DH-EUM-AYŞ,No:62/77,lef 1. (18
Zilhicce 1340)
9. BOA,DH-KMS,No:62/65,lef 8. (13
Safer 1341)
10. BOA,DH-EUM-AYŞ,No:53/11,lef 3. (5
Şaban 1339)
11. BOA,DH-EUM-AYŞ,No:40/74. (29 Şaban
1338)
12. Alemdar,17 Mart 1336,No:455-2755
13. BOA,DH-KMS,No:59-1/40,lef 2. (16
Şevval 1338)
14. Bedi Sehil;''Beyoğlu Caddesi'nde
Bir Türk Neferi'',Halk Gazetesi,26