Doç. Dr. Yusuf Erbay
Özellikle 20.yy.'ın ikinci yarısında
hızlanan ve "Küreselleşme" olarak adlandırılan süreçte ortaya çıkan
ve ülkeleri yakından etkileyen önemli bir eğilim ülkelerarası bloklaşmalardır.
Batı Avrupa'da AB ve EFTA, Kuzey Amerika'da ABD ile Kanada arasında Serbest
Ticaret Bölgesi Anlaşması, Uzak Doğu'da ASEAN ve buna ek olarak Japonya
öncülüğünde 12 Pasifik ülkesinin bir ticari blok kurmak üzere yola çıkması,
Ortadoğu'da Körfez Ülkeleri İşbirliği Konseyi yanında Magrep'te Tunus, Cezayir,
Fas, Libya ve Moritanya'nın arasında kurulan işbirliği teşkilatı, Latin
Amerika'da LAFTA gibi, oluşumlar, bir bloklaşma eğiliminin giderek
yaygınlaştığını gösteriyor. Ekonomik, teknolojik, siyasal ve kültürel ilişkiler
artırılarak ülkelerarası ilişkilerin bloklar içinde yoğunlaştırılması eğilimi
sürdürülmeye çalışılmaktadır.1
Önümüzdeki yıllarda dünya ticareti ve
ticaret anlaşmaları bloklar arasında olacaktır. Dış ticarette bölgeselleşme
eğiliminin başta gelen sebepleri, küresel sanayileşme ve hızlı gelişen yeni
teknolojilerdir. Dış ticaret alanındaki bu bölgesel gelişme şu sebeplere de
bağlanabilir.2
1) Bloklaşan ülkelerin gerek öteki
ticaret blokları ve gerekse bağımsız ekonomilerle ilişkilerinde yüksek pazarlık
gücüne sahip olma potansiyeli vardır.
2) Çok taraflı ticaret sınırlıdır;
belirsizliklerle doludur. Bölgesel ticaret bu konularda daha avantajlıdır.
3) Serbest ticaret bölgelerinin dünya
ticaretini geliştirme şansı oldukça büyüktür.
Bloklaşmanın Türkiye'ye etkileri ve
gerektirdiği uyum ise çok açıktır. Blokların dışında kalan ülkelerin ihracatı,
teknolojik, kültürel ve ihtiyaçlarının karşılanması sınırlanacağı gibi, ülke
yalnızlığa da itilebilir.3 Değişime uyum için Türkiye, AB ile ilişkilerini
sıkılaştırmaya devam ederken, başka girişimler de yapmak durumundadır. Ortak
çıkar alanlarını paylaştığı ülkelerle, AB ile olan ilişkilerinden farklı
nitelikte ilişkilere girmek zorundadır. Doğu blokunda ortaya çıkan siyasal ve
ekonomik liberalleşme, artık buna imkan da vermektedir. Kendi öncülüğünde
Karadeniz'i çevreleyen ve Orta Asya'ya uzanan "Karadeniz Ülkeleri Arasında
İşbirliği Örgütü" kurulması bu girişimlerden biridir. Çevre koruması,
ulaştırma, turizm, balıkçılık, sınır ticareti, ortak yatırım gibi alanlarda işbirliği,
Karadeniz çevresi ülkelerde olabileceği gibi, Doğu Akdeniz Ülkeleriyle de
olabilir. Arasıra gündeme gelen, su sıkıntısı içindeki Orta Doğu Ülkelerine su
satma projesi buna bir diğer örnektir. Bu girişimler doğrudan ekonomik
katkılarının yanı sıra ülkelerarası barışı da güçlendirecektir.
Şüphesiz, Türkiye'nin, özellikle bir
ekonomik işbirliğine ve bütünleşmeye gidebileceği bölgelerden en önemlisi, yeni
ortaya çıkan Türk Cumhuriyetleridir. Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla
birlikte, Orta Asya'nın Türk Cumhuriyetleri en gelişmiş Türk Devleti olan
Türkiye'nin çevresinde bir "Türk Bölgesi" oluşturmaya yönelik
girişimlere başlamışlardır.4
2. Yeni Türk Cumhuriyetlerine Genel
Bir Bakış
Sovyetler Birliği'nde Gorbaçov'un
"açıklık" ve "yeniden yapılanma" politikalarıyla başlayan
yeni dönem, bütün dünyada ideolojilerin değişmesine, duvarların yıkılmasına,
demokratikleşme ve milliyetçilik hareketlerinin yoğunlaşmasına, iktisadi üretim
tarzlarının ve mülkiyet anlayışlarının, piyasa mekanizması kurallarına ve
verimlilik ilkelerine doğru kaymasına yol açmıştır. Gorbaçov, bir anlamda,
tarihi devamlılığı sağlayamayan kuvvetleri serbest bırakmıştır.5
İmparatorluk dağıldıktan sonra bu
topraklar üzerinde yaşayan halklardan bir kısmı bağımsızlıklarını kazanmış ve
dünya politikasına yeni güçler olarak katılmış bulunmaktadırlar. Bunlardan Türk
olanlar Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan ve Kırgızistan
Cumhuriyetleridir.
2.1. Siyasi Yapı
Uzun yıllar boyunca Sovyetler
Birliği'nin kontrolü altında yaşamış olan Yeni Türk Cumhuriyetlerinin siyasi
yapısı, bu devirde oluşturulmuş yapının bir devamı görünümündedir. Bağımsızlığı
kazanan Cumhuriyetlerde henüz tam anlamıyla bir istikrardan söz etmek zordur.
Sömürüden kurtulmalarına rağmen, Komünizmin ve çeşitli etkilerinin bütünüyle
ortadan kalkmadığı ileri sürülebilir. Halklar kendi özgür iradesiyle
hükümetlerini kuramamışlardır. Çünkü demokratik kurumlar mevcut değildir ve
henüz bu ülkelerden tam anlamıyla elini çekmemiş olan Rusya ile mücadele devam
etmektedir.6
Yeni Cumhuriyetlerde devam eden
politik karmaşıklığın nedeni olarak, uzun süren yıllardan sonra Türk dünyasının
yakınlaşma imkanının ortaya çıkması ve bunun dünyadaki güç dengesinin yeniden
düzenlenmesine varabilecek kadar önemli sonuçlar doğurma potansiyeli
gösterilebilir. Eski egemenlik alanını elinden çıkarmak istemeyen Rusya başta
olmak üzere, dünya siyasal dinamiklerini yönlendiren sanayileşmiş devletlerin
müdahaleleri, yeni Türk Cumhuriyetlerinin şu andaki durumunu ve çizecekleri
rotayı etkilemektedir.7
2. Doğal Kaynaklar ve Ekonomik Yapı
Yeni Türk Cumhuriyetleri doğal
kaynaklar yönünden oldukça zengindir. Bu ülkelerin yer altı ve yer üstü
zenginlikleri hakkında sürekli ve sıhhatli istatistiki bilgi verilmemesine
rağmen, yinede bazı kaynaklardan Türk Dünyası'nın bir doğal kaynaklar ve
hammadde cenneti olduğu anlaşılmaktadır.8
Doğal kaynakların çeşitleri itibarıyla
baktığımızda, petrol ve doğalgaz üretiminin Azerbaycan, Kırgızistan, Türkmenistan
ve bugünkü Rusya Federasyonu içindeki bazı bölgelerde yoğun olduğu
görülmektedir. Sadece Azerbaycan'ın petrol rezervleri yaklaşık 2 milyar tondur.
Eski Sovyetler
Birliği'nin en önemli kömür merkezi
Türkmenistan'ın Karagan bölgesindedir ve rezervi 53 milyar tondur.
Türkmenistan'da bol ve çeşitli maden kaynakları mevcuttur. Özellikle demir
madeni rezervi açısından dünyanın en önde gelen ülkesidir ve bakır madeni
açısından da eski Sovyetler Birliğini'nin ihtiyaçlarını tümüyle karşılayacak
seviyededir.9 Başta pamuk, ipek ve hububat olmak üzere tarımsal ürünler ve bir
yerüstü zenginliği olarak ormancılık Türk Cumhuriyetlerinde oldukça yoğun bir
potansiyele sahiptir.10
Çarlık döneminde olduğu gibi,
Sovyetler Birliği döneminde de Türk Cumhuriyetleri ham madde üreticisi ve
deposu olarak görülmüştür. Sürekli kontrol altında tutulan bu bölgede uygulanan
başlıca Sovyet politikalarından biri, bu devletlerin ekonomilerini birbirinden
tecrit etmek olmuştur. Uzun yıllar boyunca, Türk halklarının ekonomisi, bir
diğerinden tam tecrit edilmiş bir yapıda kurulmuştur. Hatta normal ekonomik
ilişkilerin kesildiği bile gözlenmiştir. Bu yolla Türk dünyasının ekonomik ve
kültürel yakınlaşması engellenmiştir.11
İzlenen bazı yöntemlerle Slav kökenli
nüfusun gelir ve refahı artarken, Orta Asya Cumhuriyetlerininki sürekli
gerilemiştir. Orta Asya'da kişi başına düşen gelir Slav Cumhuriyetlerindeki
oranın çok altındadır. Doktor, hastane ve yatak sayısı gibi sosyal göstergeler
karşılaştırıldığı zaman da dengesiz bir oran ortaya çıkmaktadır. Bu bölgede,
eski Sovyet idaresi kendi sömürgeci politikasını Çarlık dönemi politikalarına
benzetmiştir. 1991 yılında yapılan bir Rus araştırmasında, "Orta Asya
Cumhuriyetleri onbeş kardeşin en fakiridir." diye belirtmektedir (Gumpel,
1994, s.19).12
Bu sebeplerden dolayı, Yeni Türk
Devletleri, ayrı ayrı bakıldığında ekonomik olarak güçlü görünmemektedir. Fakat
birbirini tamamlayıcı tarzda bir bütün olarak ele alındıklarında, çok güçlü bir
ekonomik potansiyel ortaya çıkmaktadır. Rusya'nın ekonomisinin ihtiyaçları
doğrultusunda oluşturduğu eski yapının, bu ülkelerin kendi çıkarlarına göre,
serbest ve açık bir yapı haline dönüştürülmesi zaman isteyen bir süreçtir.
Türkiye gibi belli tecrübelere sahip bir kardeş ülkenin yardımlarıyla, böyle
büyük bir potansiyelin akılcı bir biçimde değerlendirilmesi sonucu, yakın bir
gelecekte Türk dünyasının güçlü bir ekonomik blok haline dönüşmesi mümkündür.
Böyle bir aşamaya ulaşılabilmesi için,
Yeni Türk Cumhuriyetlerinin siyasi bağımsızlıklarının yanı sıra ekonomik
bağımsızlıklarına da kavuşmaları gerekmektedir. Merkezden yönetim sayesinde
eski Sovyetler Birliği tarafından gerçekleştirilen ekonomik sömürüyü tamamen
kaldırıp serbest bir yapıya kavuşmak için, bağımsız ekonomiler oluşturmak,
üretim yapısını değiştirmek, maliye, döviz ve ödemeler bilançosu
düzenlemelerini çağın ekonomik gerçeklerine uygun biçimde hayata geçirmek
gerekmektedir.13
Sovyet sömürgeciliğinin bu ülkelerde
bıraktığı bir diğer ekonomik miras, sermaye birikimindeki yetersizlik ve
çarpıklıklardır. Yeniden yapılanma ve gelişme aşamasının başlangıcında olan
Yeni Türk Cumhuriyetlerinde sermaye birikimi çok önemli bir rol oynayacaktır.
Fakat, bu ülkelerde şu ana kadar sermayenin dağılımına yeterli önem
verilmediğinden, mevcut sermayenin etkin kullanımı sağlanamamıştır. Ekonomik
sömürü altında bulunduklarından dolayı, sermaye birikimi de
sömürgecilik ilkelerine uygun olarak
yerine getirilmiştir. Planlı ve maksatlı olarak Türk Cumhuriyetlerinde
fabrikalar yerine yalnız Sovyet çıkarlarına hizmet eden üretim siloları
geliştirilmiştir. Bu ülkelere gerektiği kadar sermaye dağıtılmamış, tersine
kazandıkları paralar diğer bölgelere ve özellikle Rus bölgelerine
aktarılmıştır.
3. Bağımsızlık Sonrası Yeni Türk
Cumhuriyetlerinin Ekonomik Yapıları
3.1. Karşılaşılan Zorluklar
Orta Asya Cumhuriyetlerinin ekonomik,
yeniden yapılanma süreci yavaş ve zor ilerlemektedir. Komünist gelişme
stratejisi çerçevesinde, ulaşım, enerji sektörü ve sosyal alt yapılar, sadece
üretilen ham maddeye cevap verecek ölçüde gelişmiştir. Verimli bir iletişim
sistemi mevcut değildir ve kırsal bölgelerde niteliksiz iş gücü vardır. Bu
olumsuz göstergelere, Yeni Cumhuriyetlerin aralarındaki kavgalar ve kendi
ülkelerindeki karışıklıklar da eklendiğinde, dış yatırımcılar için cazip
olmayan bir görüntü oluşmaktadır.
Pazar ekonomisine geçiş sürecinde
ortaya çıkan işsizlik ve mevcut ekonomik ilişkilerden ani kopuşun vereceği
zarar nedeniyle, bu ülkeler genel olarak kademeli bir geçişi tercih
etmektedirler. Bu sürecin, her ülkede farklı zamanları gerektirdiği hesaplanmaktadır.
Ancak birleşilen nokta, pazar ekonomisine geçişin yavaş gerçekleşecek
olduğudur. Bunun sebeplerini şöyle sıralayabiliriz:14
1) Eski Sovyetleri Birliği'nin
dağılmasıyla var olan ekonomik sistemin yıkılması, ekonominin büyük oranda
tekelleşmesi;
2) Sovyet sömürgeciliğinin mirası
olarak ekonomik yapının eksiklikleri;
3) Ekonomik kalkınma için gerekli olan
insan sermayesinin yokluğu;
4) Yeniden yapılanma ve altyapının
kurulması için gerekli sermayenin bulunmaması;
5) Üretim araçlarında özel mülkiyetin
ve gelişmiş bir girişimciliğin eksikliği;
6) İstikrarlı bir para ve verimli bir
banka sisteminin olmaması;
7) Devlet ve ekonomi yönetiminde
kabiliyetli kadroların bulunmaması;
8) Sanayileşmiş ülkelerden
hissedilebilir bir ekonomik yardımın gelmemesi;
9) Eski Sovyet Cumhuriyetlerini
imparatorluk sonrası devlet düzeninde birleşmeye zorlayan Rusya'nın uyguladığı
siyasi ve ekonomik baskılar.
Değişim süreci içinde ortaya çıkan
bazı diğer problemler de pazar ekonomisine geçişi zorlaştırmaktadır. Özellikle
aşırı yüksek enflasyon ve devasa bürokrasi, gelmesi muhtemel olan yabancı
sermayeyi korkutmaktadır.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen,
bağımsızlıklarını kazanan yeni devletler ekonomik olarak dünya ile
bütünleşmelerini sağlayacak ve yabancı yatırımları ülkelerine çekecek olan bir
dizi ekonomik, yönetsel ve yasal tedbiri gerçekleştirmişlerdir. Bunun
neticesinde, uzak-yakın pek çok ülke bu yeni pazar ile yakından ilgilenmeye
başlamıştır. Örneğin, şu anda Çin, Orta Asya ülkelerine zirai ürünler ihraç
etmekte ve "küçük ölçekli işler" alanında yatırımlar yapmaktadır.
Yeni Cumhuriyetler, özellikle Japonya, Güney Kore, Taiwan, Hong Kong, Singapur,
Hindistan ve Pakistan'dan gelecek yatırımlarla ilgilenmektedirler.
3.2. Rusya'nın Yeni Türk
Cumhuriyetlerine Bakışı
Yeni Türk Cumhuriyetlerinin dünyayla
bütünleşmek amacıyla başlattıkları girişimlere rağmen bu bölgenin geleceği,
belli oranda Rusya'nın tavrına ve milletlerarası toplumun bu bölgede olup
bitenlere duyacağı ilgiye bağlıdır. Sovyetler Birliği dağıtıldıktan sonra, Rusya'nın
eski politikasını terkedip, tekrar süper devlet rolü oynamaya niyeti olmadığını
ifade eden sözleri ve tavırları, Batı'nın bazı çevrelerinde artık "Soğuk
Savaş" döneminin sona erdiği kanaatını yaratmıştır.
Fakat kısa bir süre sonra, Rusya'dan
Batı'nın beklentilerine ve kurduğu varsayımlara pek uymayan işaretler gelmeye
başlamıştır. Rusya'nın siyasi kültürü ve dış politika gelenekleri, bu ülkeye
dünya çapında gücünü göstermek ve olaylara kendi ölçülerine göre karışma
alışkanlığı vermiştir. Rusya, "Bağımsız Devletler Topluluğu" adı
altında yeniden örgütlenen devletleri, her bakımdan bağımsız ve eşit haklara
sahip, özgürlükleri ve toprak bütünlükleri güvence altında olan devletler
olduğunu söyleyebilmiş olsa bile, bu devletlere her alanda müdahalede bulunmaya
devam etmektedir.
Orta Asya ülkelerinin yol, demiryolu,
telekominikasyon, petrol boru hattı inşaası gibi alanlarda, petrol ve maden
imtiyazları konularında da bölge cumhuriyetlerine devamlı baskı yaptığı
gözlenmektedir. Rusya'nın bu faaliyetleri Batılı ve Türk işletmelerinde, bu
ülkelerde yapabilecekleri yatırımlar açısından endişeler oluşturmaktadır.
Fakat, Rusya içindeki ve dışındaki gelişmeler ve Birleşik Devletler
Topluluğu'nun aldığı mesafeler çerçevesinde bakıldığında, geçmişi canlandırmak
için ne derece kararlı olsalar da, Rusların bunu gerçekleştirmede ciddi
engellerle karşılaşacakları ileri sürülebilir.15
Bir kere Rusya'da reform hareketleri,
geriye dönülmesi mümkün olmayan bir mesafeye ulaşmıştır. Bu ülkelerde ortak
mülkiyete geri dönülerek, herkesi devlet memuru ve kamu personeli haline
getirecek bir kollektivisit sistemi yeniden oluşturmak imkansızdır. Son
yıllarda iletişim teknolojisinde meydana gelen devrim niteliğindeki gelişmeler,
bütün dünyayı birbirine bağlamıştır. Bu yüzden Birleşik Devletler Topluluğu ve
Rusya'yı dış dünyadan tümüyle tecrit etmek mümkün değildir. Rusya'yı tek bir
merkezden yönetmek ve kontrol altında tutmak artık imkansızdır. Dış dünya ile
artan iktisadi, ticari fikri bağlar; ülke içinde vatandaşların artan hareketliliği;
her şeyi öğrenme ve olup bitenlerden haberdar olma imkanları telekomünikasyon
ağının yayılması, bilgisayar kullanımının artması, dış dünyadan insan ve
malzeme taşıyan kara, deniz ve hava yollarının ulaştırma alanında yarattığı
kolaylıklar, eski Sovyetler Birliği ülkelerinde bile bir "İletişim
Devrimi" meydana getirmiştir.
Bütün bu gelişmeler sonucu, dünyanın
diğer bölgelerinde olduğu gibi, bu bölgede de "bilgi toplumu" ve
"Küresel bütünleşmenin zorlayıcılığı" ön plana çıkmaya başlamıştır.
Teknolojik gelişme ve değişme sürecinde geri kalmış olan ve dünya ölçüsünde
cereyan eden rekabete yenilip yok olan eski Sovyet sisteminden arda kalan
kurumların ve toplum düzenini, bu yeni süreçlerin etkisiyle değişime
uğramasının kaçınılmaz olduğu ileri sürülebilir.
4. Eski Sovyetler Birliği'nde Yabancı
Yatırımlar
İkinci Dünya Savaşı'nın hemen
ertesinde artmaya başlayan uluslar arası sermaye hareketleri Sovyetler
Birliğini de etkilemiştir. Başlangıç yıllarındaki kapalı ekonomi devrinde
karşılaşılan zorluklar, bu ülkede özellikle ortak girişimler türünde yatırımların
gündeme gelmesini sağlamıştır.16
4.1. Eski Sovyetler Birliği'nde
Faaliyette Bulunan Ortak Girişimler
1990'lı yıllara doğru sistemde ve
yapısal sınırlamalarda meydana gelen değişmeler, ortak girişimlerin sayısını
hızla artırmıştır. Ortak girişimlerle ilgili yasal düzenlemeler
basitleştirilmiş ve yumuşatılmıştır.
Eski Sovyetler Birliği'nde ortak
girişimleri hızlandıran evsahibi ülke politikalarının üç ana hedefi vardı.
Birincisi döviz girdilerini artırmak, ikincisi ileri teknoloji ve ekipmanlarda
ilerlemeler kaydetmek ve üçüncüsü başarılı yönetici uzmanlar transfer etmektir.
Ortak girişimler, iki ayrı ekonomik sistem (sosyalizm ve serbest pazar
ekonomisi) bütünleşmesinde ve özellikle eski Sovyet ekonomik sistemin günümüz
açık ekonomik sistemine yakınlaşmasında çok etkili roller oynayabilecek
kurumlar olarak görülmektedir.
Eski Sovyetler Birliği'nde kurulan
ortak girişimlerin önemli kısmının merkezi Rusya Cumhuriyeti'nde ve özellikle
Moskova'dadır. Bu gelişmelerde yabancıların ve turistlerin bu bölgelerde yoğunlaşmış
olması nedeniyle hizmet sektörünün gelişmiş hale gelmesi ve etnik çatışmaların
az olması ihtimalinin payı vardır. Öte yandan, eski Sovyetler Birliği'nin
uyguladığı sömürü politikasının doğal sonucu olan gelişmişlik farkları, yabancı
sermayenin ilk etapta bu bölgelerde yoğunlaşmasının en önemli sebeplerinden
birini oluşturmuştur.Bu yüzden, Türk Cumhuriyetlerinde kurulan ortak
yatırımlarım oranı %2 gibi çok düşük bir seviyededir.17
Batılı ülkelerin Eski Sovyetler
Birliği'nde ortak girişimlerde bulunma konusunda, bu ülkelerin mevzuatındaki
yasak ve sınırlamalar sebebiyle, başlangıçta bazı şüpheleri vardı. Daha sonra,
bu ülkedeki yenilik arayışları ve yerel ortakların katkıları sonucu yapılan
bazı değişiklikler Batılı sermayenin işini kolaylaştırmıştır. Geniş pazarı ve
doğal kaynaklarıyla aslında çekici bir gücü olan bu bölgelerde, ortak
girişimlerin kurulmasında en büyük rolü bankalar oynamıştır. Bankalar, ortak
girişim kurmak isteyen işletmeleri, ortaklığa küçük bir oranda hissedar olarak
ve kredi vererek teşvik etmişlerdir.18
Batılı devletler Sovyetler'de ve diğer
ülkelerde ortak yatırımları bulunan işletmeleri bir araya getirerek, ortak
girişim kulüpleri oluşturmuşlardır (Joint Ventures Clup). Bu yolla
tecrübelerini bir araya toplama ve bunlardan ortak bir biçimde yararlanma
yollarını geliştirmişlerdir. Ayrıca, Batılı ülkeler, karşılarına çıkan risk ve
zorlukları aşmak için, ticari alanda ortak teşebbüsler (Trading Joint Venture)
ve konsorsiyumlar oluşturma yollarını denemişlerdir.19
4.2. Ortak Girişimlerin
Karşılaşacakları Bazı Riskler ve Zorluklar
Pazar ekonomisine geçiş sürecini
başlatan eski Sovyetler Birliği ülkeleri ile veya bu ülke işletmeleri ile
yapılan ortak girişimlerin aşamaları konusunda ortaya çıkan bazı risk ve
zorlukları şöyle sıralayabiliriz.20
1) Yeni kurulan Cumhuriyetler, Sovyet
idaresi altında yapılan ortaklık anlaşmalarını yeniden görüşmek istemekte, bu
anlaşmalardaki kazançla ilgili bazı hükümleri kendi lehlerine çevirmeye
çalışmaktadırlar.
2) Yerel ortaklığın çoğu ortak girişimlerin
yurt dışına seyahat ve yabancı pazarlara ulaşmak için bir fırsat olarak
görmektedirler. İşletmenin kendisine sık sık ikinci derecede önem
verilmektedir.
3) Uygun bir ortak bulmak, anlaşma
konusunda görüşmeler yapmak, ortak girişim anlaşmasının yapılması, genelde bir
yılı bulmaktadır. Bu gecikmelerin ana sebebi, bu ülke yöneticilerinin ortak iş
anlaşmaları yaparken temel aşamalar konusuna bile yabancı olmalarıdır.
4) Ruslar ve Eski Sovyet Ülkelerinde
bu anlaşmalara taraf olanlar, ortak girişimin sahasını ilgisiz alanlara doğru
genişletmek istemektedirler. Yabancı yatırımcılar ise, riskin en aza
indirgenmesi ve faaliyetlerin fazla yayılmasını önleme konularında
yoğunlaşmaktadırlar.
Karşılaşılan politik risklere ve
zorluklara karşı, Batılı ülkeler kendi işletmeleri için "politik risk
uygulamaları" yapmışlar ve özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeler için
"ekonomik risk" teşvikleri verme yollarını geliştirmişlerdir. Bu
uygulamalar sayesinde Batılı ortak girişimler giderek güçlenmiş ve gelişmişlerdir.
Bütün bu zorluklara rağmen, merkezi
planlamanın yıkıldığı yerlerde ve yeni ortaya çıkan pazar ekonomilerinde ortak
girişimlerin başarılı oldukları gözlenmektedir. Bu bölgelerde, diğer şirketlere
verilmeyen öncelikler, teşvikler ve muafiyetlerin ortak girişimlere tanınması
ve bu başarıların nedenleri arasında sayılabilir. Ortak girişimlerin
başarısının devamı ve artması, bu ülkelerde piyasa mekanizması şartlarının bir
an önce oluşturulmasıyla yakından ilgilidir.
Bununla birlikte, pazarın istenen mal
ve hizmetler için yeteri kadar geniş olup olmadığı, tarafların sorumluluklarını
tam anlamıyla anlayıp anlamadıkları ve tarafların girişimin genel faaliyetleri
hususunda anlaşıp anlaşmadıkları konularında kesin bir bilgiye sahip olmak için
dikkatli incelemeler yapılmalıdır. Ortaya çıkabilecek bu çeşit problemler
çözüldüğünde, girişimler daha fazla başarı şansına sahip olabilmektedirler.21
Batılı ülkelerin Eski Sovyetler
Birliğine ortak girişimler yoluyla girerken uyguladıkları yöntemler, bu
topraklar üzerinde varlıklarını devam ettiren ve düzenlemeler açısından hala
eskinin tesirinden önemli oranda kurtulamamış olan yeni Türk Cumhuriyetlerine
yönelik faaliyetler gerçekleştirilirken dikkate alınmalıdır.
4.3. Türkiye'nin Eski Sovyetler
Birliği'ndeki Ekonomik Girişimleri
1937 yılında yapılan anlaşmayla
başlayan Türk-Sovyet ticari ilişkileri 1982 yılına kadar kliring (bir tür takas
anlaşması) esasına göre ve geleneksel ürünlere dayalı olarak yürütülmüştür.
Eski Sovyetler Birliği'ndeki ilk Türk-SSCB ortak yatırım uygulaması 1989
yılında gerçekleşmiştir. 1990 yılında tescilli ortak girişimlerin sayısı 89
rakamına ulaşmıştır. Bankalar arası işlemlerde ise, ilk olarak 13 Temmuz
1990'da Türk Eximbank ile Sovyetler Birliği Dış Ekonomik İlişkiler Bankası
arasında 350 milyon Dolarlık uzun vadeli yatırım (Müteahhitlik) kredisi
anlaşması imzalanmıştır.
Rusya ile girişilen ihracat-ithalat
rakamlarına bakıldığında ise bu pazarla ilişkilerimizin istenilen düzeyde
olmadığı görülmektedir. 1990 yılı itibarıyla Türkiye'nin toplam ihracatının
ancak binde 4'ü pazara yöneliktir. İthalatta ise binde 5 dolaylarındaydı. Öte
yandan Türkiye'nin bu yıllarda Sovyet ticaret hacmindeki payı %1 rakamına bile
ulaşmamıştı.22 Gerek Rusya, gerekse yeni kurulan Cumhuriyetlerdeki nüfus ve
satın alma gücü ile oluşturmaya başladığı büyük pazarda yeterli pay
alınabilmesi için, ticaret hacmi ve ortak girişim sayısı sağlıklı bir biçimde
artırılmalıdır.
5. Türkiye'nin ve Türk İşletmelerinin
Yeni Türk Cumhuriyetleriyle Ekonomik İlişkilerinin Genel Bir Değerlendirilmesi
5.1. İlişkilerde Karşılaşılacak
Zorluklar
Bilindiği gibi, bugün bağımsızlığını
yeni kazanmış Türk Cumhuriyetleri, Eski Sovyetler Birliği'nde kapalı bir
ekonomik ve politik yapı içinde yaşadıklarından, dış dünya ile ilişkileri son
derece sınırlı olmuştur. Yıllardır Sovyet diktatörlüğünün sömürüsü altında
kalmış bu genç Cumhuriyetler, merkezi bir ekonomik yapıya sahip olduklarından
piyasa ekonomisine son derece uzaktır. Bu nedenle de piyasa ekonomisinin
kurumlarına, girişimcilerine, uzmanlarına, mekanizmalarına ve çağdaş
teknolojiye sahip değildirler.23
Öte yandan, ekonomilerinin eski Sovyet
ekonomisi gibi bir bütün olarak değil, tek tek bağımsız cumhuriyetler olarak
radikal yapılanmaya ihtiyaçları olduğu açıktır. Eski moda, kullanılmayan ve
ekonomik olmayan üretim dallarını gözden geçirmeleri ve kaynaklarını mukayeseli
avantajlar ilkesine göre transfer ederek, üretimlerini modernize etmeleri
gerekmektedir. Sözü edilen bu gelişmelerin kısa sürede gerçekleştirilmesi
ihtimali azdır. Bu süreçte belirleyici olan faktörler, ülkelerin ulaşmaya
çalıştıkları serbest piyasa ekonomisinin dinamikleri olacaktır. Hangi
faaliyetin gerektiğini, hangisinin gerekmediğini serbest ekonominin şartları
belirleyecektir. Bu durum, dünyayla bütünleşme sürecinde bir takım sancılara
sebep olabilecektir.
Serbest piyasa ekonomisine geçiş
sürecinde, cumhuriyetlerin belli bir dönem için yatırım ve teknolojiye olan
ihtiyaçları ön plana çıkmaktadır. Ellerindeki hammaddenin ve kaynakların
üretime geçmesinin sağlanması için, dış sermaye yatırımlarına ihtiyaçları
vardır. Bu ise, Türkiye ve onun aracılığı ile Avrupa, Japonya veya diğer
ülkeler tarafından gerçekleştirilebilir.24 Türk sanayicisi ortak yatırımlar
yaparak, doğrudan Türk sermayesi ile girerek veya batılı ve Japon işletmelerle
işbirliği yaparak bu pazarda yerini alabilir.
Türkiye'nin yeni cumhuriyetlerle
başlattığı ekonomik yakınlaşmanın karşılaştığı zorluklardan birisi taşıma
alanında ortaya çıkmaktadır. Türkiye'nin Azerbaycan ve Orta Asya Ülkeleriyle
sınırları yoktur ve geçilecek üçüncü ülkelerde Türkiye ile bu devletler
arasındaki yakınlaşmaya sıcak bakmamaktadırlar. Bu durum, Türk girişimcilerini
bu ülkelerde üretim yapmaya, yani doğrudan dış yatırıma zorlayan unsurlardan
biri olarak da değerlendirilmektedir.
Ticaret ve yatırım alanındaki bir
diğer zorluk, bu ülkelere gidecek işletmeler ve iş adamlarının birbirleriyle
irtibatının sağlanması ve ihtiyaç duyulan alanların belirlenmesi konusundaydı.
Bu zorluğu aşmak için, Türkiye 1992 yılında yarı resmi nitelikli bir kuruluş olan
Türk İşbirliği Kalkınma Ajansını (TİKA) kurmuştur.
Yeni Türk Cumhuriyetlerinin karşı
karşıya oldukları ekonomik zorlukların aşılması, yüksek bir potansiyeli olan bu
ülkelerin ekonomik bir blokta bütünleştirilerek küresel rekabete
yönlendirilmesi ve dolayısıyla dünya sisteminde önemli bir oluşumun ön plana
çıkarılması gündemdedir. Dünya güç dengesinin değişmesine yol açabilecek böyle
bir süreç içinde Türk devletlerinin biraraya gelmesinde ve uzun dönemde bir
"birlik" oluşturmasında Türkiye gibi etkin bir güce görev
düşmektedir. Fakat, böyle bir görev için "Ağabeylik" rolüne soyunmak
olumsuz neticelere ve zorluklara yol açabilir. Bilindiği gibi Rusya
federasyonunun "ağabey"liğini tatmış olan Türk Cumhuriyetleri, yeni
bir ağabey istememektedirler.
Olayın bir başka yönü de,
bağımsızlıklarını henüz kazanmış devletlerin, binbir güçlükle kazanılan bu
bağımsızlıklarından taviz verme anlamına gelecek oluşumlara sıcak
bakmayacakları gerçeğidir.25 Ancak sayılan bu zorlukları hesaba katarak ve
doğru çözümlerini bularak başlatılacak bir oluşuma girişirken ise çekingenliğe
gerek olmadığı savunulmaktadır. İngiliz olmayan uluslardan bir İngiliz
Milletler Topluluğu (Commonvealth) yaratan İngiltere örneği varken, Türk
Cumhuriyetlerinden bir Türk Uluslar Topluluğu oluşturmaya çalışmak, Türkiye
için doğal bir davranış biçimi olarak algılanabilecektir.26
Dikkat edilmesi gereken diğer bir
nokta'da, yalnızca tarihi, kültürel ve duygusal unsurlara dayandırılarak bir
Türk dünyası dayanışmasının oluşturulamayacağı gerçeğidir. Ortak kültür
temellerine sahip olmakla birlikte, yüzlerce yıl devam eden ayrı Coğrafyalar ve
ayrı sistemler içinde yaşamanın doğal sonucu olarak, Türk uluslarının yapısında
büyük farklılıklar ortaya çıkmıştır. Şiveler büyük ölçüde farklılaşmıştır. Tek bir
dine bağlı gibi görünen Türk dünyasında, tarih boyunca çeşitli zıtlaşmaların
temelini oluşturmuş mezhep farklılıkları ve komünist sistemin etkisiyle ortaya
çıkan yorum farklılıkları söz konusudur. Bu nedenlerden dolayı, Azerbaycan
dışındaki diğer Türk ülkeleriyle olan ilişkilerde, Türkiye çok ciddi çabalar
göstermek zorundadır diyebiliriz.
5.2. İlişkilerde Türkiye'nin Rolü ve
Gerçekleştirdiği Faaliyetler
Hükümetlerin aktif tavırlar alması
gerçeğinin bilincinde olan Türkiye, kendi ulusal politikasına uygun olarak, bu
ülkeler arasındaki ekonomik, siyasi ve teknik işbirliğinde aktif bir rol
oynamaktadır. BDT içindeki Orta Asya Cumhuriyetlerinin ekonomik ve sosyal
açıdan yeniden yapılanma çabalarına yardımcı olmak üzere teknik yatırımda
bulunmakta anlaşmalar yapmakta ve krediler açmaktadır.
Bağımsızlığını kazanan Türk
Cumhuriyetlerinin temsilcisi gibi görülen Türkiye, tüm bu Cumhuriyetleri
Birleşmiş Milletlere, AGİK'e ve diğer bazı uluslararası örgütlere kabul
ettirmiştir. Bağımsızlıklarını ilk tanıyan ülke olmuş ve hemen ekonomik
yardımları başlatmıştır. Türkiye ile Orta Asya Cumhuriyetlerinin hükümetleri
arasında yapılan görüşmelerin peşinden, Türk Hükümeti bu kritik dönemde
ülkelerin zorlukları aşmasına yardımcı olmak üzere mali ve teknik işbirliğinde olduğu
kadar uzman yardımında da bulunmaya karar vermiştir.27
Oldukça karmaşık bir yapı arzeden bu
şartların getirdiği zorlukları aşmak için Türkiye'nin başlattığı girişimlerden
bir diğeri de, daha önce kısaca değinilen bir kurumun oluşturulup, hayata geçirilmesidir.
Sovyetlerin dağılmasıyla ortaya çıkan yeni uluslararası yapıda, rehber
konumunun gereklerini yerine getirmek ve özel sektörün bu ülkelerdeki faaliyet
ve yatırımlarına yardımcı olmak amacıyla 24 Ocak 1992 tarihinde Türk İşbirliği
ve Kalkınma Ajansı (TİKA) yarı resmi bir kuruluş olarak Ankara'da kurulmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığına bağlı ayrı bir tüzel kişiliğe sahip
olan bu kuruluş, geç kalmış olmakla birlikte, Türkiye ile gelişmekte olan
devletler ve özellikle Yeni Türk Cumhuriyetleri arasındaki ilişkilerde önemli
bir boşluğu doldurmaya adaydır.
Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı,
Türkiye ile gelişmekte olan ülkeler arasında ekonomik, ticari, teknik, sosyal,
kültürel ve eğitim alanlarında işbirliğini, projeler ve programlar aracılığı
ile geliştirmek ve ilgili işlemleri yürütmek üzere kurulmuştur. Sovyetler
Birliği'nin dağılması sonucunda bağımsızlıklarını kazanan devletlerin ve
bunların arasında özellikle Türk kültür ve dilini paylaşan ülkelerin, geçiş
döneminde içinde bulundukları durum, Türkiye'nin işbirliği faaliyetlerini
geliştirmesi için stratejik bir fırsat penceresi oluşturmaktadır.28
5.3. İlişkilerin Geleceği Ne Olabilir
Türkiye, öncelikle bölgesel dengeler
ve Sovyet sisteminden geriye kalanlarla ilişkiler açısından, Türk
Cumhuriyetlerinin kendisine nasıl baktığını iyi analiz etmek zorundadır. Sovyet
sisteminin sona ermesinden sonra, bir geçiş süreci olarak uygulamaya konulan
Bağımsız Devlet Topluluğu'nun fazla uzun sürmesi beklenmemektedir. Birazda
Rusya'nın zorlaması sonucu ortaya çıkan bu yapının muhtemel çöküşünden sonra,
Türk Cumhuriyetleri için dikkate alınması gereken yollardan biri, siyasi ve
daha büyük oranda ekonomik bir birlik haline dönüşmektedir. Bu varsayım,
küresel gidişin kaçınılmaz ürünleri olan bölgesel bloklaşmalar gerçeğine uygun
düşmektedir.
Zaten gelecekte milyarlık bir Çin
gücüyle, gücünü büyük ölçüde koruyan Rusya arasında beş ayrı devletin bağımsız
statüsünü sürdürebileceğini düşünmek biraz zordur. Bu büyük güçler arasında
dengeyi sağlayabilecek tek çözüm, mümkün olduğu ölçüde siyasi nitelikli veya en
azından ekonomik nitelikli bir Türk Topluluğu oluşturulması olacaktır.
Günümüzde siyasi bağımsızlık, bir ülkenin gelişmesinde önemli bir etken olmakla
birlikte, tek başına yeterli olmamakta, dünya pazarındaki aşırı rekabete direnç
gösterebilecek sağlam bir ekonomiyle desteklenmesi gerekmektedir. Türk
Cumhuriyetlerinin ayrı ayrı bu işi başarabilmeleri çok güç görülmektedir.29
Böyle bir topluluğun oluşmasında en
önemle faktör, Yeni Türk Cumhuriyetlerinin sahip olduğu zengin iktisadi
kaynaklarını, piyasa ekonomisi tecrübesini yıllardır yaşayan Türkiye ile
birlikte değerlendirme isteklerinin olup olmadığıdır. Cumhuriyetlerin her biri
kendi başına hareket ettiğinde, iktisadi gelişme çabalarında yeterli derecede
başarı sağlayabilmeleri oldukça şüpheli görülmektedir. Sahip oldukları
imkanları birleştirdikleri takdirde, söz konusu ülkelerin iktisadi ve politik
gelişmelerinin çok daha kolay ve hızlı bir şekilde gerçekleşebileceği tahmin
edilmektedir.
Türkiye'nin uzun yıllardan beri
kazandığı piyasa ekonomisi tecrübesi, bu ülkelere aktarılabilir ve
uygulanabilir. Tecrübeye ve bilgiye sahip kurum ve kişilerden bu konuda
istifade edilebilir. Bu karşılıklı dayanışma ve yardımlaşma hareketi belli bir
program çerçevesinde yürütülebilirse, kuşkusuz çok daha yararlı sonuçlar
doğurabilecektir.
Türkiye, müslüman bir ülke olması
sebebiyle Orta Asya Devletleri'ne, Slav devletlerinden daha yakındır. Türkiye,
ayrıca laik bir ülke olarak, İran ve Suudi Arabistan gibi kökten dinciliğin
hakim olduğu ülkelerle kıyaslanınca, 70 yıl boyunca Ataist düşüncelerle
yoğrulmuş ülkeler açısından yeni politik düşüncelere geçişte, daha iyi bir
model olarak görülebilir. Türkiye'nin faaliyetleri, bölgedeki kökten dinci
etkiyi geriletmek amacıyla Avrupa Birliği'ne üye devletler ve ABD tarafından da
zaman zaman desteklenmektedir.30
Uzun dönemde gerçekleştirilmesi
düşünülen bir Türk Topluluğu'nun ilk ve temel adımı ekonomik alanda
gerçekleştirilebilir. Özellikle kâr amaçlı yaklaşımı esas alan özel sektör
desteklenmelidir. Böylelikle, serbest piyasa ekonomisinin gerçeklerine uygun
ekonomik yapılar vasıtasıyla daha sağlıklı ilişkiler oluşturulabilir. Yeni Türk
Cumhuriyetleriyle Türkiye arasında mevcut olan, fakat tek başına yeterli
olmayan kültürel ve tarihi yakınlık hayata daha canlı bir biçimde
geçirilebilir. Türkiye, özel sektörün bölgedeki siyasi istikrarsızlıktan
korkmadan yatırım yapabilmesini sağlamak için, devlet tarafından garanti
mekanizmalarını işletmelidir. Aksi halde bunu gerçekleştiren ve bölgeye bizden
daha uzak olmayan Avrupa ve Uzak Doğu ülkeleri, Türkiye'nin bu bölgeye,
ekonomik olarak etkin bir şekilde girmesine izin vermeyeceklerdir.31
6. Türk İşletmelerinin Yeni Türk
Cumhuriyetleri Pazarına Giriş Sebepleri ve Giriş Yöntemleri 6.1. Giriş
Sebepleri
Türk işletmelerinin Yeni Türk
Cumhuriyetlerinde faaliyette bulunmalarını teşvik edici uygun bir ortamın
varolduğu ileri sürülmektedir. Bu ortamı hazırlayan sebeplerin bazıları ülkeler
arasındaki ortak değerlerden; bazıları ise Türk işletmelerinin ya da gidilecek
ülkelerin kendi özel istek ve hedeflerinden kaynaklanmaktadır.
6.1.1. Ortak Değerler
Küreselleşme sürecinin önemli alt
sistemleri içinde sayabileceğimiz bloklaşma hareketlerinden birinin, Türkiye
önderliğindeki yeni cumhuriyetler arasında gerçekleşmesi ihtimali ileri
sürülmektedir. Ülkelerin tarihi, kültürel ve etnik yakınlıkları ve birbirlerine
sıcak bakışları böyle bir bölgesel birliğin alt yapısını oluşturabilir. Ülkeler
arasındaki kültürel yakınlıklar, bu ülkelerde faaliyette bulunacak olan işletmelerin
yönetimsel davranışlarıyla ve yönetimsel felsefeleriyle uyumun sağlanmasına
destek olabilir. Bu yakınlık, geniş anlamıyla teknik bilginin aktarılmasını da
içeren teknoloji transferini kolaylaştırabilir ve işletmelerin hükümetle olan
ilişkilerinde olumlu sonuçların alınmasını sağlayabilir.
Küresel işletmelerin faaliyetlerini
etkileyen çevresel unsurların içinde yer alan sosyo-kültürel unsurlar yönünden
bakılınca Türkiye ile Yeni Cumhuriyetlerin pek çok benzer yönü görülebilir.
Gerek Türkiye, gerek bu ülkeler yüksek güç aralıklı toplumlardır; belirsizlik
çekinceleri yüksektir; düşük bireyselcilik anlayışına sahiptirler ve geleneksel
erkek değerleri ön plandadır. Sayılan bu ortak sosyokültürel yönler nedeniyle,
Türk işletmelerinin bu toplumlara uyum sağlaması ve daha rahat hareket etme
imkanı bulmaları mümkün olabilir.
Öte yandan, küresel işletmelerin
faaliyette bulundukları ülkelerden en çok dikkat ettikleri "politik
risk" faktörü açısından, bu ülkeler Türk işletmeleri için oldukça uygun
bir yapı arzeder. Çünkü, politik riskin temelinde kültür farklılıkları, milli
ideolojilerin uyuşmazlıkları, siyasi ufuk farklılıkları ve milli egemenlik
anlayışındaki farklılıkların doğurduğu çatışmalar yatmaktadır. Ayrıca, Türkiye
ile Yeni Türk Cumhuriyetleri arasında yapılan ve politik risklere karşı
işletmelere güvenceler veren ikili anlaşmalar göstermektedir ki, bu ülkeler
arasında karşılıklı bir güven ortamı ve işbirliği için istek mevcuttur. Bu da
politik riskin aza indirgenmesinde önemli bir faktör olarak görülmektedir.
Ülkeler arası bloklaşmalara giden bir
yolun ilk adımının genellikle ekonomik birliklerden geçtiği, dünyanın çeşitli
yerlerinde yaşayan örneklerden gözlenmektedir. Serbest rekabet ve açık pazar
ekonomisi kuralları içinde gerçekleştirilmesi gereken ekonomik bütünleşme
sürecinin önemli bir adımı ise sermaye ve teknoloji gibi üretim faktörlerinin
bölge içinde dolaşımını sağlayacak olan özel sektör işletmelerinin etkin
biçimde devreye sokulabilmesidir. Daha geniş ekonomik sınırlara ulaşmayı
hedefleyen bu tip bloklaşmaların oluşturulmasında, ulus-devlet sınırlarını
aşabilen ve çeşitli ülkelerdeki faaliyetlerini birbirleriyle ilişkilendirebilen
küresel nitelikli işletmelerin önemli rollerüstlenebileceği sanılmaktadır.
Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri arasında oluşturulabilecek olan böyle bir
ekonomik işbirliği sayesinde, tarafların birinde mevcut olan teknoloji, sermaye
ve bilginin, diğerlerinde mevcut olan doğal kaynaklar ve ucuz emekle
birleştirilmesi mümkün olabilir.
6.1.2. Türk İşletmelerinden Kaynaklanan
Sebepler
Ülke içinde yeterli büyüklükteki
pazara sahip olmayan, dolayısıyla yeterli talebe ulaşamayan Türk işletmeleri
için, Yeni Türk Cumhuriyetleri daha geniş bir pazar ve büyük bir tüketici
potansiyeli demektir. Türkiye'deki taleple tam istihdama ulaşamayan ve ölçek
ekonomilerinin avantajlarından faydalanamayan gelişmiş Türk işletmeleri için
daha büyük bir pazara açılma işlemi, hem kendi başına önemli bir aşama
sayılabilir, hem de gelişmiş ülkelerin işletmeleriyle küresel bazda girişilecek
olan rekabetin ilk etabı olarak görülebilir.
Ülke sınırı dışında oluşan yeni
pazarlara kavuşmanın dışında, bu ülkeler Türk işletmeleri için yeni sermaye
imkanları da yaratabilir. Özellikle orta ve küçük ölçekli işletmelerin, bu
ülkelerin aynı nitelikteki işletmeleriyle gerçekleştirecekleri ortak girişimler
sayesinde yeni sermaye adacıkları oluşturulabilir.
Yeni küresel işletmeler niteliğinde
değerlendirilebilecek olan Türk işletmelerin, bu pazarın içinde veya dünyanın
başka bir bölgesinde, geleneksel küresel işletmelerle rekabet edebilmesinde
temel avantajlardan biri uygun maliyet ve uygun fiyattır. Yeni Cumhuriyetlerin
büyük doğal kaynaklar potansiyeli, bu ülkelerde girişimlerde bulunacak Türk
işletmeleri için ucuz hammadde anlamına gelmektedir. Buna, bu ülkelerdeki ucuz
işgücü faktörünü de ilave ettiğimizde, düşük maliyetlerle üretim yapılabilmenin
mümkün olduğunu görebiliriz.
Türk işletmelerinin karşılaştırmalı
avantajlarını oluşturan unsurlardan bir diğeri uygun yer seçimidir. Küresel
işletmeleri açıklayan teorilerden biri olan yerleşim teorisi, işletmelerin
yerleşmek için seçtikleri pazarları tercih etme sebepleri üzerinde durur.
Yukarıda sözü edilen ucuz emek ve hammaddenin yanı sıra, taşıma masraflarını da
azaltan böyle yakın bir pazara yönelen Türk işletmelerinin nispi avantajlarını
artırabilecekleri öne sürülmektedir.
Bilindiği gibi geleneksel küresel
işletmelerin doğrudan dış yatırımlarının çok önemli bir bölümü gelişmiş
ülkelere akmaktadır. Dolayısıyla, az gelişmiş bölge özellikleri taşıyan bu
pazarlara, kısa zamanda çok yoğun bir biçimde büyük Batılı girişimcilerin
girmesi beklenmemektedir. Geleneksel küresel işletmelerin egemen olduğu
bölgelerde, bunlarla rekabet etmesi güç olan Türk işletmelerinin, henüz ortaya
çıkan bu pazarlarda böyle bir zorlukla yoğun biçimde karşılaşması uzak
ihtimaldir.
Meseleye sektörel bazda bakıldığında,
Türk işletmelerinin yüksek teknolojiyi ve çok büyük sermayeyi gerektirmeyen
alanlarda faaliyetlerini yoğunlaştırmakta olduğunu görüyoruz. Batılı küresel
işletmelerle doğrudan rekabete girişilmesi zor olan sektörlerde de, kültürel
yakınlığın kendilerine verdiği avantajlar Türk işletmeleri tarafından
değerlendirilmektedir. Özellikle, bu ülkelerde kendilerine olan güveni arkasına
alan işletmeler, Batılı işletmelerin'de içinde bulunduğu çok taraflı büyük
ortaklık
ve konsorsiyumlara katılmakta, hatta
bunların yönlendiricisi olmaktadırlar.
6.1.3. Yeni Türk Cumhuriyetlerinden
Kaynaklanan Sebepler
Gelişmekte olan ülkeler grubunda yer
alan Yeni Türk Cumhuriyetlerinin ülkelerinde yapılacak yatırımlar konusunda
tercihlerinin yeni küresel işletmelerden yana olacağı ileri sürülebilir.
Özellikle ilişkileri göz önüne alındığında, Türk işletmelerinin bu konuda şansı
olduğu söylenebilir. Bu durumun sebeplerini şöyle sıralamak mümkündür.
1) Rusya tecrübesini taşıyan bu
ülkeler, kendilerini yeniden sürekli dış bağımlılık tehlikesi ile karşı karşıya
bırakabilecek dev boyutlu yatırımlara şüphe ile bakmaktadırlar. Küresel
yatırımlar konusunda çok büyük tecrübeleri ve ortaklıklarda kesin söz
sahipliğini isteyecek belirgin ekonomik ve teknolojik üstünlükleri olmayan Türk
işletmeleri bu endişeleri azaltabilir. Bir başka deyişle, gelişmekte olan Yeni
Cumhuriyetler, yeni gelişmekte olan küresel bir ülke kökenli Türk
işletmelerini, eski sömürgeci efendilerinin işletmelerinden bir kurtuluş olarak
görebilir ve sıcak karşılayabilirler.
2) Türk işletmelerinin getireceği
teknoloji, Batılı işletmelerinkinden daha fazla emek yoğundur. Bu teknolojinin,
bir yandan, benzer altyapıya sahip olan bu ekonomilere uyarlaması kolaylıkla
yapılabilirken; öte yandan, bu ülkelerde yaşanan istihdam problemlerinin
çözümüne katkıda bulunulabilir.32
3) Yeni küresel işletmeler yerel
problemler konusunda, geleneksel küresel işletmelerden daha duyarlıdır. Kendi
ülkelerinde yabancı sermayeye karşı oluşan hassasiyeti bildiklerinden, aynı
şeye gittikleri ülkede dikkat ederler. Öte yandan, yeni küresel işletmeler de,
yerel ortaklarından daha az çekinirler. Çünkü, bunlar gelişmiş teknoloji ve
stratejilerin yerel ortaklar tarafından öğrenilmesi gibi konularda, küresel
işletmeler kadar endişelere sahip değildirler.
Gelişmekte olan evsahibi ülkeler, dış
yatırımların kendilerini sürekli dış bağımlılığa maruz bırakmasını istemezler.
Geleneksel küresel işletmelerin giriştiği yatırımlar bu açıdan daha uzun vadeli
ve bağlayıcı olarak görülmektedir.33
4) Bazı iddialara göre, yeni küresel
işletmeler ilk ilişkilerini etnik bağlar vasıtasıyla kurarlar. Pek çok durumda
bu ilişki, yeni küresel işletmelerin sosyal problemlere sebep olan, yerel
azınlık gruplarıyla yakından ilgili olması anlamındadır. Örneğin, ekonomik
yönden avantajlı olmalarına rağmen, Hindistanlı işletmeler B. Afrika'da,
Taiwanlı ve Singapurlu işletmeler Endonezya'da soğuk karşılanırlar. Bunlar,
hükümetler tarafından, yerel azınlık gruplarının güçlenmesine katkıda
bulunuyorlarmış gibi değerlendirilebilirler. Bu durumun aksine, dünyanın bazı
yönlerindeki az gelişmiş ülkeler, diğer az gelişmiş ülkelerin işletmelerini ve
özellikle etnik yakınlıkları olanları, tanıdık ABD veya eski sömürgeci
efendilerinin işletmelerinden bir kurtuluş olarak görüp, sıcak bir şekilde
karşılayabilirler. (Wells,1977, s.152)
Yeni küresel işletmelerin ilk
ilişkilerini kurarken, gelişmekte olan ülkelerdeki etnik bağlardan
yararlandıkları iddiaları ve bu ülkelerin eski sömürgeci efendilerinden
kurtulma arzuları birlikte değerlendirildiğinde, Türk küresel işletmelerinin,
Sovyetler Birliği'nin baskısından kurtulan yeni Türk Cumhuriyetlerindeki
avantajlı konumları ortaya çıkmaktadır.
6.2. Giriş Yöntemleri
Yeni pazarlara giriş kararı veren
küresel işletmelerin izleyecekleri bazı yöntemler vardır. İlk yöntem işletmenin
kendi ülkesinde ürettiği malı ihraç etmesi, yani ticaret yapmasıdır.
İşletmelerin ikinci olarak lisans ve teknik anlaşmalar yoluyla dış pazarlarda
etkinliklerini arttırabilirler. Ticari marka, patent ve teknolojik süreci
kullanma haklarıyla ilgili olduğundan lisans ve teknik anlaşmalar daha çok
gelişmiş ülke küresel işletmelerinin başvurduğu bir yöntem olarak gelişmiştir.
Türk işletmelerinin yeni Cumhuriyetlerde asıl kullandıkları yöntem ise,
doğrudan yatırımlar olarak ortaya çıkmaktadır.
6.2.1. Ticaret
Türk dünyasının ekonomik işbirliğinin
önemli sahası, başlangıçta ticaret olarak görülmektedir. Yeni Türk
Cumhuriyetleri arasında ticaret ilişkilerinin kurulması ve hızla arttırılması
için oldukça büyük ve elverişli imkanlar vardır. Çünkü bu ülkelerin
ekonomileri, ticaret açısından tamamıyla biri diğerini tamamlamaktadır. Türkiye
ise, nispeten gelişmiş teknolojik yapıya ve sanayi ve tarım ürünleri üretimi
potansiyeline sahiptir. Fakat bazı hammaddelere ihtiyaç duyulmaktadır. Diğer
Türk Cumhuriyetleri büyük hammadde kaynaklarına sahip iken teknoloji ve sermaye
konusunda yetersizdirler. Bütün bunlar göstermektedir ki, bu ülkelerin açıkları
ve fazlalıkları ticaret yoluyla birbirinin ihtiyaçlarını karşılayacak
durumdadır. Bu şekilde bir ticaret, bütün taraflara fayda sağlayacak ve Türk
dünyasının hızla güçlenmesine yardımcı olacaktır.34
Sovyetler Birliği içinde bulundukları
dönemden başlayarak Yeni Türk Cumhuriyetleriyle geliştirilen ticari ilişkiler,
bağımsızlık döneminde artarak devam etmiş ve önemli bir potansiyele ulaşmıştır.
Buna karşın Yeni Türk Cumhuriyetlerindeki yasal düzenlemelerin, bankacılık,
sigortacılık ve kambiyo sisteminin henüz yetersiz olması ticareti zorlaştıran
unsurlar olarak ortaya çıkmaktadır. Nakliye konusundaki problemler, geçilmesi
gereken üçüncü ülkelerin takındığı olumsuz tavırlar ve ülkelerdeki döviz kıtlığının
sebep olduğu takas sistemi, bu ülkelerle yapılan ticareti zorlaştıran diğer
faktörlerdir.35
6.2.2. Doğrudan Dış Yatırımlar
Başta ihracatta karşılaşılan
korumacılık tedbirleri olmak üzere, ulaştırmadaki problemleri ve diğer
zorlukları aşmak için başvurulan doğrudan dış yatırım yöntemlerinden ilki
"Bağlı İşletmeler" kurmak, ikincisi "Ortak Girişimler"' de
bulunmaktadır.
Yerel ortaklıklara güvenmeyen,
bunların yönetiminde kabiliyetli olmadıklarını gören, yerel işletmelerin
yetersiz olduğunu tespit eden ve yerli ortaklarla çatışmaya girebileceğini
düşünen girişimciler yatırımda bulunacakları ülkelerde kendilerine bağlı işletmeler
kurarlar. Yeni Türk Cumhuriyetlerindeki belirsiz yapı ve geçiş döneminin
zorlukları karşısında, bu ülkeye giden diğer yabancı girişimciler gibi, Türk
işletmeleri de bağlı işletmeler kurmuşlardır. Bununla birlikte yapılan
araştırmalar göstermiştir ki, Türk işletmeleri doğrudan dış yatırım yöntemi
olarak gittikçe belirginleşen bir tarzda Ortak Girişimler kurma eğilimine
yönelmektedirler. Bu eğilimin temel sebeplerin şöyle sıralanabilir.
1) Uzun süreli ülke dışı tecrübesi
olan büyük ölçekli geleneksel küresel işletmeler, kontrolün tamamen
kendilerinde olması isteğiyle, bağlı işletme türü doğrudan dış yatırımların
kurulmasını arzu etmektedirler. Oysa Türk işletmeleri gibi dış yatırım
tecrübeleri yeterince gelişmemiş olan yeni küresel işletmeler, politik ve
ekonomik riski azaltmak için ortak girişim yöntemine eğilim göstermektedirler.
Yeni küresel işletmelerin sınırlı kapasiteleri de, bu eğilimde belirleyici rol
oynamaktadır. İşletme sermayesi, fabrika ve bazı ekipmanlar gibi eksiklikler
yerel ortaklar sayesinde giderilmeye çalışılmaktadır.
2) Serbest piyasa ekonomisine geçiş
dönemini yaşayan ve politik risk açısından sakıncalar taşıyan Yeni
Cumhuriyetlerde, kamulaştırma gibi risk ihtimallerini en aza indirgeyecek
önlemlerden biri olarak, yine ortak girişimler gündeme gelmektedir.
3) Küresel işletme stratejileri
konusunda geliştirilen yöntemler göstermiştir ki: Uluslar arası ortamda,
geleneksel küresel işletmelere karşı, yönetim, ar-ge, pazarlama gibi içsel;
ekonomik ve sosyal değişimlere uyum gibi dışsal alanlarda zayıf olan yeni
küresel işletmelerin uygulayacakları en uygun strateji "ortak
girişimlerde" bulunmaktadır.
Sayılan bütün bu faktörler göz önüne
alındığında, Türk işletmelerinin Yeni Türk Cumhuriyetleri pazarlarına girerken
kullanacakları en uygun yöntemin "ortak girişimlerde bulunmak" (Joint
Venture) olacağı ileri sürülebilir.
7. Sonuç
Küresel sürecin rasyonel gerçekleri
çerçevesinde gerçekleştirilecek akılcı yaklaşımlar sayesinde, yakın bir
gelecekte Türk dünyasının güçlü bir ekonomik blok haline dönüşmesi mümkündür.
Türkiye'nin uzun yıllardan beri kazandığı piyasa ekonomisi tecrübesi bu
ülkelere aktarılıp uygulanmalıdır.
Türk sanayicisi ortak yatırımlar
yaparak, tamamen Türk sermayesi ile girerek, Batılı veya Japon işletmelerle
işbirliği yaparak, bu ülkelerin sermaye ve teknolojiye olan ihtiyaçlarını
karşılayabilir ve bu pazardaki yerini gerektiği ölçüde alabilir ve almalıdır.
Yeni Cumhuriyetler için uygun bir
model özellikleri taşıyan Türkiye, bu ülkelerle karşılıklı dayanışma ve
yardımlaşma hareketlerini belli bir program çerçevesinde yürüttüğü takdirde,
yararlı sonuçlar elde edebilir. Bu sürecin alt yapısı oluşturulurken, atılacak
ilk ve en gerekli adımlardan biri, Türk işletmelerinin bu ülke pazarlarına
sağlıklı bir biçimde girmeleri olarak değerlendirilebilir.
Özellikle kâr amaçlı yaklaşımı esas
alan özel sektör vasıtasıyla, serbest piyasa ekonomisinin gerçeklerine daha
uygun ve tutarlı ilişkiler kurabilir. Yeni Cumhuriyetlerle Türkiye arasında
mevcut olan, fakat tek başına yeterli olmayan kültürel ve tarihi yakınlık,
ekonomik işbirliğinin öncülük ettiği bir "Türk Bölgesi"ne
dönüştürülebilir.
1 Kazan, G., "Yeni Dünya
Düzeninde Ekonomik Yapı ve Türkiye", Şen, Sebahattin, (ed), Yeni Dünya
Düzeni ve Türkiye, Bağlam Yayıncılık, Ankara 1992, s. 217.
2 Esin, A., Dünyada Globalizasyon ve
Avrupa Topluluğunun Sanayi Politikası, İ. K. V. Yayınları, İstanbul 1992.
3 Toffler, A., Yeni Güçler, Yeni
Şoklar, Altın Kitaplar, İstanbul 1992, s. 459.
4 Drucker, P., Gelecek İçin Yönetim,
Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara 1993, s. 212.
5 Brzezinsky, Z., Büyük Çöküş, Türkiye
İş Bankası Kültür Yayınları, No: 309, Ankara 1992, s. 213; Kennedy, P., Büyük
Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yanyınları, No: 306,
Ankara 1991, s. 575-605.
6 Yalçın, A., "Tarih
Perspektifinden Orta Avrasya'nın Geleceği", Avrasya Etüdleri No. 1,
İlkbahar, 1994, s. 33-34.
7 Çandar, C., "Değişmekte Olan
Dünyada Türkiye'nin Bağımsızlığını Kazanan Yeni Türk Cumhuriyetleriyle
İlişkileri", 1992, s. 133-141.
8 Mütercimler, E., 21. YÜZYILIN
Eşiğinde Uluslar arası Sistem ve Türkiye Türk Cumhuriyetleri İlişkiler Modeli,
Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul 1993. s. 197.
9 Avşar, Z., vd, Yeni Bir Yüzyılın
Eşiğinde Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri, Vadi Yayınları, Ankara 1994, s. 109.
10 Saray, M., Azerbaycan Türkleri
Tarihi, Yeni Türk Cumhuriyetleri Tarihi Serisi-1, Nesil Matbaacılık, İstanbul
1993, s. 8.
11 Memedov, S., "Türk Dünyası
Ülkelerinin Ekonomik ve Kültürel Açıdan Yakınlaşmaları", Uludağ, Süleyman
(ed), Sovyet Birliği Sonrası Bağımsız Türk Cumhuriyetleri ve Türk Gruplarının
Sosyo-Ekonomik Analizi, Türkiye ile İlişkileri, İstanbul 1992, s. 456.
12 Gumpel, W., "Orta Asya Türk
Cumhuriyetlerinde Ekonomik ve Politik Gelişme", Avrasya Etütleri, No. 2,
1994, s. 19.
13 Mehmedov, a.g.e., s. 458.
14 Gumpel, a.g.e., s. 25.
15 Yalçın, a.g.e., s. 24-32.
16 Mütercimler, a.g.e., s. 224.
17 Uludağ, I., Sovyetler Birliği
Sonrası Bağımsız Türk Cumhuriyetleri ve Türk Gruplarının Sosyo-Ekonomik
Analizi, Türkiye ile İlişkileri, TOBB, Yayınları, İstanbul 1992, s. 470.
18 A.g.e., s, 408.
19 A.g.e., s, 409-410.
20 Hodgetts, R., vd. International
Management, 2 Ed., Mc Graw Hill, Singapour, İnternational Edition, 1994, s.
144.
21 Rosten, K., "Soviet-V. S.
Joint Ventures: Pioneers on a New. Frontier", California Management
Review, Winter, 1991, s. 88-108.
22 Uludağ, a.g.e., 438-439.
23 Mütercimler, a.g.e., s. 219.
24 Mehmedov, a.g.e., s. 466.
25 Mütercimler, a.g.e., s. 218.
26 Avşar, a.g.e., s. 146.
27 A.g.e., s. 151.
28 TİKA, 1994, s. 10-11.
29 Avşar, a.g.e., s. 149.
30 Gumpel, a.g.e., s. 15-16.
31 Mütercimler, a.g.e., s. 204.
32 Wells, L., (), "The
Internationalization of Firms from developing Countries"in Agmon, T.,
vd. (ed) Multinationals from Small
Countries, The MIT Press, Cambridge, Mass 1977, s. 150.
33 A.g.e., s. 152.
34 Mehmedov, a.g.e., s. 464.
35 A.g.e., s. 464.
Kitaplar
AVŞAR, Z., vd, (1994) Yeni Bir
Yüzyılın Eşiğinde Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri, Vadi Yayınları, Ankara.
BRZEZİNSKY, Z., (1992), Büyük Çöküş,
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, No: 309, Ankara.
DRUCKER, P., (1993), Gelecek İçin
Yönetim, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara.
DUNNING, J. H., (1974), Economic
Analysis and the Multinational Enterprise, George Allen and Unwin Ltd., London.
ESİN, A., (1992), Dünyada
Globalizasyon ve Avrupa Topluluğunun Sanayi Politikasi, İ. K. V. Yayınları,
İstanbul.
HODGETTS, R., vd. (1994),
International Management, 2 Ed., Mc Graw Hill, Singapour, İnternational
Edition.
KENNEDY, P., (1991), Büyük Güçlerin
Yükseliş ve Çöküşleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yanyınları, No: 306, Ankara.
KINSEY, J., (1988), Marketing in Developing
Countries, Macmillan Education Lt., London.
LEONTİADES, J. C., (1985),
Multinational Corporate Strategy: Planning for World Markets, Lexington Books,
Mass.
MÜTERCİMLER, E., (1993), 21. YÜZYILIN
Eşiğinde Uluslar arası Sistem ve Türkiye Türk Cumhuriyetleri İlişkiler Modeli,
Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul.
PORTER, M., (1990), The Competitive
Advantage of Nations, The Free Press, New York.
ROBOCK, S., vd. (1983), International
Business and Multinational Enterprises, 3. Ed, Richard D. Irwin, İnc., Homewood
İllinois.
SARAY, M., (1993), Azerbaycan Türkleri
Tarihi, Yeni Türk Cumhuriyetleri Tarihi Serisi-1, Nesil Matbaacılık, İstanbul.
TEKELİ, H., (1994), Bilgi Çağı, Simavi
Yayınları, İstanbul.
ULUDAĞ, I., (1992), Sovyetler Birliği
Sonrası Bağımsız Türk Cumhuriyetleri ve Türk Gruplarının Sosyo-Ekonomik
Analizi, Türkiye ile İlişkileri, TOBB, Yayınları, İstanbul.
VERNON, R., (1977), Storm over the
Multinationals: The Real Issues, Mac Millan, London.
WELLS, L. T., (1986), Third World
Multinationals, The MIT Press., Mass.
ZURAWICKI, L., (1979), Multinational
Erterprises in the West and East, S. And N. Int, Pub., The Hetherlands.
Makaleler
ÇANDAR, C., (1992) "Değişmekte
Olan Dünyada Türkiye'nin Bağımsızlığını Kazanan Yeni Türk Cumhuriyetleriyle
İlişkileri" Şen, Sebahattin, (ed), Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye, Bağlam
Yayıncılık, Ankara.
DILLON, L., (1993), "West Meets
East", Training and Development Journal, March.
GERINGER, M., vd. (1991) "Measiring
Performence of Internatıonal Joint Venture", Journal of Internatıonal
Business Studies, C. 22, No. 2.
GUMPEL, W., (1994), "Orta Asya
Türk Cumhuriyetlerinde Ekonomik ve Politik Gelişme", Avrasya Etütleri, No.
2. Yaz.
JENKINS, R., (1988),
"Transnational Corporations and Third World. Consumption", World
Development, Vol. 16, No. 11.
KAZAN, G., (1992), "Yeni Dünya
Düzeninde Ekonomik Yapı ve Türkiye" Şen, Sebahattin, (ed), Yeni Dünya
Düzeni ve Türkiye, Bağlam Yayıncılık, Ankara.
KOBRİN, S. J., (1984), "Assessing
Political Risk Overseas", Grub, P. D., vd. (ed), The Multinational
Erterprise in Transition, The Darwin Press Inc., New Jersey.
KOICHUYEV, T., (1994), "Sovyet
Sonrası Dönemde Orta Asya'nın Dünya Toplumuna Girişi", Avrasya Etüdleri,
No. 1, İlkbahar.
LALL, S., (1982), "The Emergence
of Third World Multinationals", World Development, Vol. 10, No. 2.
LALL, S., (1983), "The Rise of
Multinationals From the Third World", Third. World Quarterly, Vol. 5, No.
3.
MEMEDOV, S., (1992), "Türk
Dünyası Ülkelerinin Ekonomik ve Kültürel Açıdan Yakınlaşmaları", Uludağ,
Süleyman (ed), Sovyet Birliği Sonrası Bağımsız türk Cumhuriyetleri ve Türk
Gruplarının Sosyo-Ekonomik Analizi, Türkiye ile İlişkileri, İstanbul.
ROSTEN, K., (1991), "Soviet-V. S.
Joint Ventures: Pioneers on a New. Frontier", California management
Review, Winter.
ÜÇIŞIK, H., (1993), "21. Yüzyıla
Girerken Türkiye'de Teknoloji ve. İnsangücü Yapılanması", Standart, Sayı
383, Kasım.
WELLS, L., (1977), "The Internationalization
of Firms from developing. Countries"in Agmon, T., vd. (ed) Multinationals
from Small. Countries, The MIT Press, Cambridge, Mass.
WORTZEL, H. V., vd. (1988),
"Globalizing Strategies for Multinationals From Developing
Countries", Columbia Journal of World Business, Spring.
WRIGHT, P., vd. (1982), "The
Developing World to 1990", Long Range Planning, Vol. 15, No. 4.
YALÇIN, A., (1994), "Tarih
Perspektifinden Orta Avrasya'nın Geleceği", Avrasya Etüdleri No. 1,
İlkbahar.
.