Osmanlı Devleti I. Cihan Harbinden
mağlup olarak çıktı ve 30 Ekim 1918’de İmzaladığı Mondros Mütarekesi’yle siyasi
hâkimiyetine son vermiş ve ülkesinin düşman işgaline açık bir hale getirmişti.
Nitekim İtilaf devletleri, anlaşmanın 7. maddesine dayanarak kendileri için
stratejik bölgeleri işgal etmeye başlamışlardı.
Anadolu’dan yükselen ses, bu işgalleri
kabul etmedi. Mustafa Kemal İstanbul’da bazı arkadaşlarıyla görüştükten sonra
burada bir siyasi faaliyetin mümkün olmadığını görmüş ve Anadolu’ya geçmeye karar
vermiştir. 15 Mayıs 1919’da 9. Ordu Müfettişi vazifesiyle Samsun’a hareket
etmiştir. Samsundan Havzaya oradan da Amasya’ya geçen Mustafa Kemal, 28
Haziran’da “Amasya Genelgesi”ni yayınlayarak hem işgalleri protesto etti hem de
“İstanbul hükümeti görevini icra edemediğinden geçici bir hükümet
kurulacaktır.”, “Türk milletinin kurtuluşu ve mukadderatı yine milletin azim ve
kararında olacaktır.”, gibi maddelerle parlamentoya dayalı yeni bir hükümetin
kurulacağını duyurmuştu
“Ya İstiklal ya ölüm” parolasıyla
Atatürk’ün liderliğinde milli mücadeleye başlayan Türk Milleti, mücadelede
başarılı olmak için teşkilatlı bir şekilde hareket etmek mecburiyetindeydi.
Bunun için Mustafa Kemal, ilk önce halkı örgütleyerek yapılan işgallerin
protesto edilmesini sağladı. 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında
toplanan Erzurum Kongresi 9 kişilik bir temsil heyeti seçerek başkanlığına
Mustafa Kemal’i getirdi. Bu kurul Sivas'a hareket ederek Sivas Kongresi için
delege göndermelerini her ile telgrafla bildirdi. 4-11 Eylül’de yapılan Sivas
Kongresinin ardından bu kurulun üye sayısı 16çıkarıldı. Temsil Heyeti Meclis
açılıncaya ve hükümet kuruluncaya kadar Milli mücadeleyi sistemli bir şekilde
idare etti, teşkilatlandırdı.
Sivas ve Erzurum Kongreleriyle “tam
bağımsızlık” kararı alındı. Manda ve himaye reddedildi ve Anadolu’da ve
Rumeli’de kurulmuş Müdafaa-ı Hukuk Cemiyetleri birleştirildi. Bu derneklerin
illerde de şubesi açıldı.
Heyet-i Temsiliye, Meclisin bir an
önce açılmasını istiyordu. Mustafa Kemal ve arkadaşları meclisin Ankara
açılmasını, muhalif bir gurup ise İstanbul’da açılmasını istiyordu. Nihayetinde
muhalif gurubun fikirleri kabul edildi ve her ilden seçilen delegeler
İstanbul’a gönderildi. İstanbul’a giden heyet, Misak-ı milliyi meclise kabul
ettirmeyi başardı. Bu haber üzerine İşgal kuvvetleri 16 Mart 1920’de İstanbul'u işgal ettiler. Meclisi dağıttılar ve Anadolu’daki harekâta taraftar olan bir
kısım milletvekillerini tutuklayarak Malta adasına sürgüne gönderdiler.
Mustafa Kemal ve her ilin temsilcileri
işgal kuvvetlerini protesto ederek bu işgali tanımayacaklarını, vatanın
kurtuluşu için var güçle savaşacaklarını bildirdiler. Konya’da İstanbul’da
protesto mitingleri yapıldı.
Heyet-i Temsiliye adına Mustafa Kemal,
meclisin 23 Nisan’da Ankara’da toplanacağını, İstanbul’dan kaçabilen
milletvekillerinin de katılabileceklerine dair bir beyanname yayınladı. Her
ilden seçilen delegeler ve İstanbul’dan katılan milletvekillerinin de
katılımıyla 23 Nisan 1920’de Cuma günü Hacı Bayram Camii’de kılınan Cuma
namazının ardından dualar ile meclis açıldı.Anadolu ve Rumeli Müdafaa-ı Hukuk
Cemiyeti ve Meclis-i Mebusan azalarından oluşan 324 milletvekili ile kurulan
meclis, zorluklar nedeniyle 115 milletvekiliyle açıldı. Aynı gün gerçekleşen
toplantıda meclisin adının “Türkiye büyük Millet Meclisi” olmasına karar
verildi. Hükümet kuruldu ve bu hükümet 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilip
Mustafa Kemal Paşa reis-i Cumhur seçilinceye kadar milli mücadeleyi idare etti.
Batı Cephesi açıldı ve Anadolu’da
Yunan ilerleyişini durdurmak içinKuvay-ı Milliye tarafından milis kuvvetler
organize edildi. Daha sonra düzenli ordular kuruluncaya kadar bu milis
kuvvetlerden faydalanıldı. Düzenli ordu kurulup aşiret kuvvetleri düzenli
ordunun emrine girmek istemeyince yeni kurulan, daha doğrusu yaşama mücadelesi
veren milli teşkilata cephe aldılar. İstanbul hükümetinin ve işgal
kuvvetlerinin fitneleriyle zihinleri ifsad edilen bazı illerde isyan çıkınca
Ankara Hükümeti hem padişahın gönderdiği Hilafet ordusuyla, hem İtilaf
devletlerinin askerleriyle hem de çeşitli illerde isyan eden asilerle uğraşmak
zorunda kaldı.
Cumhuriyet kurulmadan önde Milli
Hâkimiyetin kazanılmasında motivasyon olması için saltanatın kaldırılıp
parlamenter sisteme geçişin bir nişanesi olarak 1 Kasım 1921’de kutlanmaya
başladı. Cumhuriyet kurulduktan sonra da bu şekilde kutlanmaya devam edilen
Hâkimiyet Bayramı kutlamaları, 1927 yılında Himaye-i Etfal Derneğinin ilan
ettiği çocuk bayramı, Hakimiyet Bayramı ile birleşerek 23 Nisan Ulusal
Egemenlik ve Çocuk Bayramı adını aldı. Bu isimle ilk defa Atatürk’ün
himayesinde kutlanmış oldu.
Atatürk çocukları çok seviyordu.
Kendisinin hiç çocuğu olmamasına rağmen Türkiye'nin bütün çocukları onun çocuğu
sayılıyordu. Bu yüzden çocuklara gereken sevgi ve şefkati göstermiş, pek çok
öksüz ve yetim çocuğu yanına alarak onları büyütmüş, okutmuş, meslek sahibi
yapmış, evlenme çağına gelen kızlarını de çeyizlerini hazırlayarak düğünlerini
yapmıştır. Atatürk bu bayramı çocuklara hediye ederek yarının büyükleri olan
çocuklarımıza değer vererek ülkemizi emanet edeceğimiz gençlere parlamenter
yaşam, demokrasi ve cumhuriyetin faziletini, 23 Nisanın anlam ve önemini onlara
özümsetmeyi gaye edinmiştir.
Bütün bunları neden anlattım dersiniz?
Günümüzde, saltanat dönemine dönme özlemiyle yanıp tutuşanlar tarafından
“başkanlık” sistemi allanarak pullanarak vitrinlere konulmakta ve parlamenter
sistemden vazgeçilmesi için Türk halkının beyni ipotek altına alınmak
istenmektedir. Cumhuriyet ve onun getirdiği değerlere “tu kaka” denilerek
aşağılanmakta ve gözden düşürülmektedir. Cumhuriyetin getirdiği özgürlüklerin
ve hakların korunması için Parlamenter sistem elzemdir. Bu sistemin devamı ve
korunması için akl-ı salim ve eli kalem tutan herkesin bir şeyler yapması şart
olmuştur. Bunun için parlamenter sistemin temeli ve başlangıcı olan 23 Nisan
hafife alınmamalı, milli bayram olarak coşkuyla ve ciddiyetle kutlanmalıdır.
Türk öğretmenlerine ve aydınlarına
devletin bekası ve milletin varlığı için çok iş düşmektedir.
Selam ve hürmetlerimle mutlu yarınlar
efendim.
.