Her şey, 1983 yılının sıradan bir
gününde tarlasını karasabanla sürmekte olan bir çiftçinin, toprak altında
bulduğu oymalı taş ile başladı!
İhtiyar çiftçi, dünyanın gelmiş
geçmiş en ‘gizemli’ arkeolojik kazılarından birini başlatacağından habersizdi.
1996 yılında Şanlıurfa Müze
Müdürlüğü’nün başkanlığında Alman Arkeolog Harald Hauptmann danışmanlığında
başlatılan çalışmalar, başlangıçta sıradan bir arkeoloji çalışmasını
andırıyordu! Kazı devam ettikçe, klasik bir arkeoloji araştırmasından
beklendiği gibi, ortaya çıkan bulguların soru işaretlerini aydınlatacağı
umuluyordu.
Fakat soru işaretlerini gidereceği
düşünülen bulgular, tam tersine kafa karıştırmaya başladı! Kazı alanı
belirginleşmeye başladıkça, arkeologların şaşkınlığı daha da arttı! Ortaya
çıkan yapılar, heykeller ve simgeler, insanlık tarihiyle ilgili bildiğimiz
hiçbir şeyle uyuşmuyordu!
23 Nisan 2008’de The Guardian’ın
attığı başlık kafa karışıklığını oldukça iyi anlatıyordu: “Arkeologları
Sersemleten Kazı Alanı!”
Şanlıurfa’nın 17 kilometre doğusunda
yer alan Göbekli Tepe’nin ünü bir anda dünyaya yayıldı! Konuyla ilgili haber ve
köşeyazıları katlanarak artmaya başlamıştı! Herkes, hiçbir tarihçi ve
arkeologun tatmin edici bir açıklama getiremediği Göbekli Tepe’yi konuşmaya
başladı!
Peki neydi Göbekli Tepe’yi bu kadar
esrarengiz kılan?
Göbekli Tepe kafa karıştırıcıydı
çünkü, her şeyden önce tamı tamına 12.000 yaşındaydı!
Bu, insanlık tarihiyle ilgili bugüne
kadar bildiğimiz her şeyi yerle bir ediyordu! Yazılmış on binlerce kitap ve yüz
binlerce makaleyi çöpe attıracak bir bilgiydi bu!
Çünkü bugüne kadar yaptığımız
arkeolojik kazılar ve buna dayalı olarak geliştirdiğimiz tarih bilimi,
insanlığın 12.000 yıl önce henüz ’emekleme’ çağına bile geçmemiş bir bebek
olduğunu söylüyordu!
Tarih kitaplarına göre o çağlarda
yaşayan insanın, henüz avlanarak ve bitki toplayarak hayatını sürdüren, dili,
dini, kültürü, sanatı olmayan, yerleşik yaşama bile geçmemiş bir ‘sürü’ olması
gerekiyordu!
Halbuki Göbekli Tepe’de devasa
büyüklükte kayaların ayağa dikilmesiyle oluşturulmuş, özenle inşa edilmiş,
özenle süslenmiş 8 ila 30 metre çapında 20 adet tapınak bulunmuştu! Tapınakta 3
ila 6 metre büyüklüğünde, 60 ton ağırlığa ulaşabilen T biçiminde dev heykeller
yer almaktaydı!
Tarih bilimi altüst oluyor!
Klasik tarih biliminde, insanlığın
büyük dönüşümünün M.Ö. 10 bininci yıllarda, tarımın bulunuşuyla başladığı
varsayılıyordu!
Tarım yerleşik hayatı, yerleşik
hayat da “binlerce yıl içinde” kültürü, sanatı ve dini, yani “Uygarlığı”
meydana getirmişti.
Klasik uygarlıklar sıralaması
şöyleydi:
Sümer Uygarlığı (İÖ.4000): Dicle ve
Fırat
Mısır Uygarlığı (İÖ.3500 ): Nil
Nehri
Maya Uygarlığı (İÖ. 2600): Güney
Amerika
Hint Uygarlığı (İÖ.2500): İndüs
Irmağı
Çin Uygarlığı (İÖ.1500): Sarı Irmak
Dikkat edilirse, ilk uygarlık olarak
bilinen ve taş yapılar yapabilme kapasitesine sahip ilk topluluk olduğu
düşünülen Sümer Uygarlığı’nın bile İ.Ö. 4000 yılında ortaya çıktığı
görülmektedir!
O halde Sümerler’den 7.000 yıl önce,
insanlığın henüz ok ve zıpkınlarının ucuna keskin taşlar bağlamayı bile yeni
öğrendiği düşünülen bir çağda, bu büyüklükte yapılar nasıl inşa edilebilmişti?
Bilim insanları, aynı soruların
benzerini daha önce İngiltere’deki “Stonehenge” ve Mısır’daki “Piramitler” için
de sormuşlardı! “Teknolojinin bu denli geri olduğu bir çağda, insanlık bu
büyüklükteki yapıları nasıl inşa edebilir?” sorusu, başlıca merak konusuydu!
Göbekli Tepe bulguları, bu soruları
bile ‘anlamsız’ hale getirdi!
Zira Şanlıurfa’da ortaya çıkarılan
tapınaklar, Stonehenge’den 7000, Piramitler’den 7500 yıl eskiydi!
Bazı taşlar Stonehenge’dekinden çok
daha iriydi ve Stonehenge taşları kabaca oyulmuş, özelliksiz kayalardan
oluşurken, Göbekli Tepe’dekiler ince resim ve işlemelerle donatılmıştı!
Göbekli Tepe’deki dev
kaya-heykelleri inceleyen National Geographic araştırmacısı, konuyla ilgili
belgeselde meseleyi özetleyen şu cümleyi kuruyordu: “Bu dönemde yaşayan
insanların bu tapınakları yapabilmesi, üç yaşında bir çocuğun elindeki oyuncak
tuğlalarla Empire States’i inşa etmesine benziyor!”
Anlaşılması güç sembolizm!
İnsanlığın Sümer ve Mısır yazısını
daha yeni çözdüğünü ve bu toplumları anlamak için bu yazılı metinleri
kullandığı düşünülürse, Göbekli Tepe’nin daha uzun süre “gizem” olarak
kalacağını söyleyebiliriz.
Zira 12 bin yıl önce yaşayan bu
insan topluluklarıyla ilgili elimizde “yazılı” hiçbir bulgu yok!
Günümüzden o kadar eskide
yaşamışlardı ki, “Kimdiler, neye inanırlardı, nasıl yaşarlardı ve ne düşünürlerdi?”
gibi sorulara verebileceğimiz hiçbir yanıt bulunmuyor!
Kayalar üzerine işlenen motiflerin
anlamını çözmek bu yüzden oldukça zor.
T şeklindeki sütunların tümü, ‘insan
şeklinde’ resmedilmiş. Ellerini kasıklarının üzerinde birleştiren dev insanlar.
Yine Göbekli Tepe’de bulunan ve dünyanın en eski heykeli kabul edilen heykel
figürü de, yine ellerini kasıklarında birleştirmiş bir insanı betimliyor. Bu ve
buna benzer sembolizmlerin ne anlama geldiğini kimse bilmiyor!
Üstelik, Göbekli Tepe’deki gizem ve
bilinmezlikler bu kadarla da sınırlı değil. 20 tapınak, inşa edilmelerinden tam
1000 yıl sonra tonlarca toprak taşınarak örtülüyor ve üzerleri tamamen
kapatılıyor.
Yapımı için büyük çaba harcandığı
belli olan bu muhteşem tapınakların neden daha sonra yine muazzam bir emek
harcanarak gömüldüğünü anlamak mümkün değil!
Göbekli Tepe’nin gizemi o denli
büyük ki, ona gösterilen uluslararası ilgi her geçen gün daha da büyüyor!
Geçtiğimiz günlerde Göbekli Tepe’yi manşete taşıyan İngiliz Guardian Gazetesi,
bölgenin yakında “Mısır Piramitleri” kadar ünlü olacağını açıkladı!
Belli ki, önümüzdeki yıllarda
Göbekli Tepe daha çok konuşulur, daha çok tartışılır olacak. Türkiye’de yaşayan
herkes, bunun ülkesi için ne kadar büyük önem taşıdığının bilincinde olmalı!
Yörükhan Ünal
.