Ey Tanrı Dağları'nda doğup bu acunda
at koşturan şanlı akıncı, yüreklerinde ozanların kopuz çaldığı Dede Korkut
ruhlu bilge, bir günde devlet yıkıp bir gecede hanlık kuran yiğit çeri, bengü
taşlar yazdıran Bilge Kağan'ın torunu, gök mavisi bayraklarla kurt başlı
sancakları göklere çektiren alp kişi, korkaklara Çin Seddi'ni yaptıran Mete
Han'ın ve onların sarayını kırk kişiyle basan Kürşad'ın soyundan gelen yüce
TÜRK, sözüm sanadır.
Bugün dünyadaki birçok millet henüz
ortada yokken biz TÜRKler devlet kuruyor, bu dünyanın düzenini sağlıyorduk.
Binlerce yıl öncesinde Hunlar ve Göktürkler ile Türk adını tüm acuna duyurmuş
ve dünya egemenliğine kavuşmuştuk. Mavi gök çadırımız, güneş de bayrağımız olmuştu.
Gücümüzü yalnızca kılıcımızın keskin, bileğimizin de güçlü olmasından
almıyorduk; yüce töremiz, inancımız, devletimize bağlılığımız ve eşsiz
kültürümüz bizi diğer milletlerden üstün kılıyordu. Kaşgarlı Mahmud Atamız da,
"Tanrı’nın devlet güneşini Türk burçlarında doğurduğunu ve onların üzerine
göklerin bütün ışıklarını döndürmüş olduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını
verdi ve onları yeryüzüne ilbay kıldı." diyerek Türklüğün kutluluğunu bin
yıl öncesinden bize bildirmişti.
İkinci Göktürk Devleti'nde TÜRK soylu bütün kişiler tek bayrak altında toplanmıştı ve sonrasında Türk göçleriyle kandaşlar acunun farklı bölgelerine yayılmaya başladı. Birbirinden ayrı düşen soydaşların aralarındaki mesafeler, Rusların, Çinlilerin ve sayısız düşmanların bizleri bölmek için yaptıkları çalışmalarla arttı. Ruslar "Siz TÜRK değilsiniz. Siz, Kırgız, Azeri, Özbek, Kazak, Tatar...'sınız." dediler ve önce kutlu dilimizi parçaladılar. Her Türk lehçesi için uydurma birkaç kural oluşturup, onları ayrı ayrı diller durumuna getirdiler. Ağzımızdaki ana sütü kadar ak olan Türkçemizi bölüp, yirmiden fazla parçaya ayıran Ruslar, binlerce yıllık töremizi ve kültürümüzü de yozlaştırmak için ellerinden geleni yaptılar.
Türk dünyası üzerinde oynanan bütün
oyunlar, Türklük güneşini her geçen gün soldurdu. "İl gider, töre
kalır." dedik, fakat töremiz de bozuldu. Kırgızistan, Özbekistan,
Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Tataristan, Gagauzya, Yakutistan,
Çuvaşistan, Başkurdistan...'daki Türklerin bir kısmı, Türk olmadıklarını
söyleyenlere inandılar ve bunlar bugün dünyada yaşayan 300 milyona yakın
soydaşından habersiz yaşamaya başladılar. Bu yabancılaşmalar sonucunda Türk
illeri "yabancı ülkeler" haline geldi. Fakat doğru sözü, Bilge
Kağan'ın bengü taşlarında arayanlar, atamızın 1300 yıl önce bize şöyle
seslendiğini göreceklerdi: "Ey Türk budunu, üstte mavi gök çökmedikçe,
altta yağız yer delinmedikçe, senin ilini ve töreni kim bozabilir?"
Bütün ayrılıklar, gönüllerimizdeki
Türklük aşkını yıpratmadı, tam tersine yüreklerimizdeki bu büyük ateşi daha da
alevlendirdi. 1990'lı yılların başında soydaşlarımızın bağımsızlığına
kavuşmasıyla, kutlu TÜRK birliğine kavuşacağımız gün, düşlerimizi süslemeye
başladı. Bugün, sömürgeci devletlerin göz diktiği yurtlarımızı korumanın ve
TÜRK adını binlerce yıl daha yaşatabilmek için gelecek kuşaklara taşıyabilmenin
tek yolunun, bütün TÜRKlerin aramızdaki kutlu kardeşliğin farkına varması ve bu
temelde birleşmeyi sağlaması olduğu anlaşılmalıdır. Bu yüce ülkü, biz TÜRKler
için geleceğin anahtarı, yurtlarımızın güvenliği için Türk gücünün ve
bağımsızlığımızın ilk adımıdır.
Türk dünyası içinde yaşayan Türkler
olarak, kimimiz Oğuz, kimimiz Kıpçak boyundanız. "Sen kimsin?" diye
sorduklarında, "Türk men." diye yanıtlamış kandaşlarımız ve "Türkmen"
olarak kalmış adları. Kimimiz Gök Oğuzlar'dan gelen "Gagauz"
Türklerindeniz. Oğuz Türkleri atlarıyla Anadolu'ya gelmiş; fakat Kırgız
Türkleri atlarını kesip yediği için atalarımızın yurdu olan Tanrı Dağları'nda
kalmışlar. Baş kurt biziz, Kazak yine biz. Biz, bir kere ölüp Ergenekon'da bin
defa dirilen Göktürkler'iz! Biz, aynı kazanda pişen aş; aynı kökte büyüyen koca
bir ağacın dallarıyız.
Atalarımız Altaylar'da oturup,
Ötüken'de savaşmış; Isık Göl gibi kımız sağıp, Ala Dağlar kadar et yığmışlar.
Toylar düzenleyip, ana yurdu şen kılmışlar. Fakat zamanı geldiğinde bir ölüp,
bin dirilmeyi görev bilmişler. "Rahat yatakta ölmek acep olmaz mı çile, /
Kanlı sınır boyları bize mezar olmalı." düşüncesiyle hareket edip, demir
dağları eriterek, damarlarımızdaki asil kanın bugünlere dek taşınmasını
sağlamışlar.
Şimdi, binlerce yıldır saklayıp
bugünlere taşıdığımız töremizi, dilimizi, soyumuzu, yani bütün Türklük
değerlerimizi gelecek kuşaklara aynı gücüyle ve saf bir biçimde aktarabilmek
için, bu yüzyılda yaşayan TÜRKler olarak bizlere çok büyük görevler düşüyor.
Eğer bir gün Tanrı Dağları'nın tepesinde Oğuz Kağan'ın otağına girip, onun
otağında oturan Kürşad gibi nice erlerin önünde diz vurabilmeyi düşlüyorsak,
atalarımızdan devraldığımız kurt başlı sancağı taşımayı hak edebilmeliyiz. Eğer
Altaylar'ın başında uluyan bir kurt veya ana yurdun üstünde süzülen bir kartal
olmak istiyorsak, önce bir kurt kadar yol gösterici ve bir kartal kadar keskin
görüşlü olmalıyız.
Yüce Tanrı, Türk dünyasındaki
kardeşlik bağlarının güçlenmesini ve kardeşliğimizin gücüyle Türklük ruhunu
sonsuza kadar yaşatabilmemizi sağlasın.
Tanrı, TÜRK'ü korusun!