Yeryüzünde 350 milyonu aşan
sayıları ile çok geniş bir bölgeye yayılan Türklerin ilk anayurdu'nun tespiti
birçok bilim adamını asırlarca meşgul eden büyük bir konu olmuştur. Bilim
adamları ve araştırmacılar yaptıkları çalışmalar sonucu Türklerin ilk Anayurdu
ile ilgili bir çok iddialar ortaya atmışlardır.
- Tarihçiler, Çin kaynaklarına
dayanarak Altay Dağları'nı,
- Etnologlar, İç Asya'nın kuzey
bölgelerini,
- Dil araştırmacılar, Altayların veya
Kingan Dağları'nın doğu ve batısını,
- Kültür tarihçileri, Altay - Kırgız
Bozkırları arasını,
- Sanat tarihçileri, Kuzeybatı Asya
sahasını,
- Antropologlar ise Kırgız Bozkırı -
Tanrı Dağları arasını ilk Türk Anayurdu olarak iddia etmişlerdir.
Bütün bu araştırmalara göre ilk Türk
yurdunun kesin sınırlarını çizmek mümkün olmamaktadır. Zira Türklerin ilk
zamanlardan itibaren çok geniş bir sahaya yayılmaları bu tespitte güçlük
çıkartmaktadır.
Bununla beraber son yıllarda yapılan
dil araştırmaları ve yukarıda yapılan çalışmalar göz önüne alındığında , ilk
Türk yurdunun "Altay Dağları'ndan, Urallara kadar uzanan, Hazar Denizi
Kuzeydoğu Bozkırlarından, Tanrı Dağları'nı kapsayan çok geniş bir bölge"
olduğudur.
Tarihi akış içerisinde meydana gelen
göçler sonucu Anayurtları'ndan çok uzak mesafelere ve geniş bir coğrafyalara
yayılan Türkler, bugün Balkanlar'dan doğuya Çin Seddi’ne, Kuzeyde Sibirya
Bozkırları'ndan Güneyde Horasan, Afganistan, Tibet'e kadar olan bölgeleri yurt
tutmuşlardır.
Anayurtta Kurulan İlk Uygarlıklar
- Anav Kültürü (M.Ö. 4500-1000)
Anav kültürü, bu günkü
Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat yakınlarındaki Anav bölgesinde yapılan
kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Orta Asya’nın en eski kültürü olan Anav
Kültürü’ne mensup insanların yerleşik hayata geçtikleri, tuğlalardan yapılmış
evlerde oturdukları yapılan araştırmalar sonucunda öğrenilmiştir. Elde edilen
bulgulardan da tarım kültürüne sahip oldukları, koyun, keçi, sığır ve deve gibi
hayvanları da besledikleri anlaşılmaktadır. Nitekim buluntular içinde yer alan
dokuma parçaları, nakışlı seramik parçaları ve süs eşyaları insanlık tarihinin
en eski eserleri olması bakımından dikkat çekicidir. Ancak, ele geçen bu
eserler bu dönem insanlarının dokumayı ve seramikten eşya yapmayı bildiklerini
göstermekle birlikte, onların hangi etnik topluluğa dâhil oldukları hakkında
yeterli bilgi vermemektedir.
- Afanasyevo Kültürü (M.Ö. 3000-1700)
Altay ve Sayan dağlarının
kuzeybatısındaki bozkırlarda gelişen bu kültür Türklerin en eski kültürüdür.
Afanasyevo toplumunun avcı ve savaşçı bir toplum olduğu, koyun ve at gibi
hayvanları beslediği bilinmektedir. Ayrıca onlar, kartalı kutsal bir hayvan
olarak kabul ediyorlar, mezar taşlarına bu kuşun şeklini oyuyorlardı.
Mezarlarının içine de kartal pençesi bıraktıkları, Altay yöresinde iki kurganda
yapılan kazılar sonucu ele geçen buluntulardan anlaşılmaktadır. Yapılan
kazılarda ayrıca çeşitli bakır eşyalar, çakmak taşından yapılmış ok uçları,
kemikten yapılmış iğnelerde bulunmuştur. Afanasyevo kültürü geniş bir bölgeyi
etkileyerek Orta Asya uygarlığının temelini oluşturmuştur.
- Kelteminar Kültürü (M.Ö.
3000’ler)
Kelteminar kültürüne ait buluntular
M.Ö.3000 yıllarına tarihlenmektedir ve Harezm bölgesinde (Aral Gölünün güneyi
Ceyhun Nehri havzası) yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Bu kültürün
mensuplarının balıkçılık ve hayvancılık ile geçimlerini sağladıkları, esas
olarak yerleşik bir hayat şekli yaşadıkları anlaşılmaktadır.
- Andronova Kültürü (M.Ö.
1700-1200)
Altay-Tanrı dağları, Güney Sibirya ve
Hazar Denizi’nin doğusuna kadar olan bölgede oluşmuş bir kültürdür. Orta Asya
kültürleri içinde yayılma alanı en geniş olanıdır. Afanasyevo kültürü ile olan
benzerliğinden dolayı onun gelişmiş devamı olarak da kabul edilebilir. Bu
kültürün en önemli buluntuları; geniş ağızlı kulpsuz ve süslü kaplar, taş
kaşıklar, ok uçları, kemik iğneler, kabzalar, hançerler, saplı baltalar ile
inci, küpe gibi süs eşyalarıdır. Bakırdan yapılan eşyalar yanında, ilk defa
tunçtan ve altından yapılmış eşyalara bu kültürde rastlanır. Bu kültürün
insanları, atı binek ve yük hayvanı olarak kullanmışlardır. Bu kültürün
izlerine Batı Türkistan’da da rastlanmaktadır.
- Karasuk Kültürü (M.Ö. 1200-700)
Yenisey Irmağı’nın kollarından biri
olan Karasuk Nehri’nden adını alan bu kültür, Orta Asya’nın uygarlık tarihi
yönünden büyük önem taşır. Orta Asya uygarlığında demir madeni ilk olarak bu
kültürde işlenmiştir. At, deve, koyun ve sığır besleyen bu topluluklar, yün
eğirmesini ve dokumasını, keçeden çadır yapmasını öğrenmişler ve üzeri çadırla
örtülü dört tekerlekli arabalar yapmışlar ve kullanmışlardır.
- Tagar Kültürü (M.Ö. 700-100)
M.Ö. 700-100 yılları arasında Karasuk
kültüründen sonra Altay dağları bölgesinde (Abakan ve Minnissk - Minusinsk
bölgesinde) görülmüş olan bu kültür, bu bölgedeki diğer kültürlerin içinde en
genci ve en gelişmiş olanıdır. Bu kültüre ait tunçtan iki yanı keskin bıçaklar,
hançerler, çok sayıda ok uçları, altın süs eşyaları, iğne, tarak gibi eşyalar
bulunmuştur. Ayrıca eşya üzerinde görülen kabartma hayvan başları, gelecekteki
Orta Asya sanatlarına temel teşkil etmiştir.
Hunlardan Önceki Türklerin
Yaşayışları
Hunlardan önce, henüz teşkilâtlı bir
topluluk haline gelememiş olan Türkler, toplayıcılık, avcılık ve göçebelik
aşamalarını takiben yerleşik hayata geçmişlerdir. Bozkırın zor koşulları
Türklerin karakterini etkilemiş, bu zor koşullar, onlara güven, güçlü bir
irade, dayanıklılık ve kanaatkârlık gibi özellikleri kazanmalarını sağlamıştır.
Bozkırlar tarımdan daha çok
hayvancılığa elverişli alanlardır. Bozkır yaşamında, hayvan sürülerinin
otlatılması ve korunması için mutlaka bir binek hayvanına ihtiyaç vardır ki,
Türkler atı ehlileştirerek, bozkırda yaya olarak gidilemeyecek yerlerde atı
binek hayvanı olarak kullanmışlardır. Batılıların eski Türk medeniyetine
atlı-göçebe medeniyeti ismini vermelerinin nedeni budur. At, bozkır insanının
hayat mücadelesinde en büyük yardımcısı olmuştur.
Türklerin, hayvanları evcilleştirmesi ile
başlayan döneme "çoban medeniyeti" adı verilir ki; at, sığır, deve ve
ren geyiği Türklerin ilk dönemlerde evcilleştirdikleri hayvanlardandır.
Evcilleştirdikleri hayvanların sadece etinden değil, sütünden yoğurt ve peynir
yaparak da yararlanmışlardır. Türkler ayrıca deriden eşyalar da imal etmeyi,
kilim, keçe ve halı dokumasını da biliyorlardı. Bilim adamlarının, halının ana
yurdu olarak Orta Asya’yı göstermelerinin nedeni de budur.
Türkler hayvancılığa geçişle yarı
göçebe bir hayat tarzına girmişlerdir. Ekonomik hayatları hayvancılığa dayalı
olan Türkler, hayvanlarına ot ve su bulmak için konar - göçer hayat yaşamak
zorunda kalmışlardır. Zamanla evcilleştirilen hayvanların beslenmeleri için
ekilen bazı bitkiler, Türkleri tarımla tanıştırmış, tarım hayvancılığın yanında
ikinci bir geçim kaynağı olmuştur. Türkler tarımla uğraşmaya başladıktan sonra
toprağa büyük önem vermişler, saban kelimesi, Türkçede bilinen ilk ziraat aleti
sözcüğü olarak bu dönemde ortaya çıkmıştır. Türkler, hayvanları için yoncayı,
tanıdıkları ilk gıda maddesi olarak ta kendi beslenmeleri için mısırı
yetiştirmişlerdir.
Türklerin Orta Asya'dan Çıkışı ve
Göçler
Göçler
Türklerin tarih içerisinde çok geniş
bir coğrafyaya yayıldıkları ve göç ettikleri bölgede güçlü devletler
kurduklarını biliyoruz. Bu Türk göçleri, atalarımızın ilkel göçebe bir toplum
yapısına sahip oldukları gibi, yanlış ve haksız bir iddianın da mesnedi olarak
gösterilmeye çalışılmıştır. Halbuki bu göçlerin sebep ve sonuçları göz önüne
alındığında, Türklerin ilkel göçebe bir anlayışla değil, aksine, kendine has
yüksek bir kültür ve medeniyetin sahibi ve yayıcısı olarak göç ettikleri
görülür. Dünya üzerinde atı ilk kez ehlileştiren ve onu binek hayvanı olarak kullanan
Türkler, atın sağladığı hız ile yüksek devlet ve toplum telâkkilerini geniş
coğrafyalar üzerinde hâkim kılmıştır. Konar göçer, atlı yaşantının temelinde
büyük oranda hayvancılık ve kendine yeterli bir ziraat kültürü yer alır.
Dolayısıyla, Türk göçleri bu yaşantıya uygun olan sahalara doğru olmuştur. Hem
Türk tarihi hem de Dünya tarihi üzerinde çok büyük tesirleri olan bu göçlerin
birçok sebepleri vardır. Bu sebepleri şöyle sıralayabiliriz:
Göçlerin Sebepleri
İktisadî ve Sosyal Sebepler: Daha çok
hayvancılıkla geçimlerini sağlayan Türkler, kuraklık, salgın gibi tabiî
olayların etkisiyle göç etmek zorunda kalmışlardır. Otlakların yetersiz kalması
veya nüfusun artması, Türkleri, iklimi ve coğrafyası müsait yeni bölgelere sevk
etmiştir. M.S.IV. yüzyıldaki Hun göçlerinde, Orta Asya'da hüküm süren
"kuraklık"ın etkili olduğunu biliyoruz.
Toprağın artan nüfusu besleyemez hâle
gelmesi veya hayvanlar için yeterli otlakların kalmaması, iktisadî düzeni
sarstığı zaman, Türkler, kendi yaşantılarına uygun, tabiatın zengin ve nispeten
nüfusun az olduğu bölgelere yönelmişlerdir. Selçuk Bey ve Arslan Yabgu'ya bağlı
Türkmenlerin Horasan ve Harezm'e göçmeleri veya XI.-XII. yüzyıllarda,
Anadolu'nun Selçuklular tarafından fethinde bu durumu görebiliriz. Siyasî
Sebepler: Yabancı kavimlerin baskısı veya kendi aralarındaki hâkimiyet
mücadelesi göçlerin diğer bir sebebidir. Meselâ XI. yüzyıldaki Kitanlar'ın
hücumu Türklerin batıya göçlerini beraberinde getirmiştir. Orhun-Yenisey'deki
Uygur Devleti'nin 840 yılında yine bir Türk kavmi olan Kırgızlar tarafından
ortadan kaldırılması, Kutlu yurt Ötügen'in elden çıkmasıyla neticelenmiş ve
Uygurlar, Turfan, Kansu, Tarım Havzası gibi daha güneydeki bölgelere göç etmek
zorunda kalmışlardır. Belki de Uygurların meşhur "Göç" destanı bu
olayın hatırasını taşımaktadır.
Destanda vatanı sembol eden
"Kutlu Dağ"ın Çinlilere verilmesi ve Çinliler tarafından dağın
parçalanarak Çin'e götürülmesi, ülkede felâket ve kuraklığa sebep olur ve bütün
canlı cansız mahlûkat "göç, göç" diye inler. Bu ilâhî emre uyan
Uygurlar, Beşbalıg'ın olduğu yere gelerek beş ayrı şehir kurarlar. İlkel
göçebelerde görülmeyen bu mukaddes vatan anlayışı, istiklâl ile
perçinlenmektedir. Türkler, istiklâlini kaybetmektense göç etmeyi yeğlemişler
ve kendilerine yeni vatan aramışlardır. Türklerdeki bu güçlü vatan oluşturma ve
devlet kurma geleneği, atalarımızı yeni fetihlere sürükleyen diğer önemli bir
sebeptir. Zaman içerisinde, dünyayı huzur ve sükûna kavuşturmayı, insanları
adalet ve eşitlik içinde yönetmeyi töresinin bir hususiyeti olarak hedefleyen
bu fütuhat anlayışı, Türklerde, "Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi"nin
doğmasını sağlamıştır.
Dolayısıyla Türk göçleri ilkel göçebe
anlayışından farklıdır. Göçebeler vatan kavramını tanımayan, nerede duracağı
belli olmayan ilkel topluluklardır. Türkler ise vatan kabul ettikleri ülkede,
belirli yaylak ve kışlaklar arasında yaşayan "töreli" bir millettir.
Bu sebeple eski Türkler konar göçer bir hayat yaşamaktaydılar.
Türklerin Yaşadıkları Yerler
Milâttan Önce Türklerin Yayıldıkları
Sahalar: Altay-Sayan dağlarının kuzey-batı kesimlerinde yaşayan Andronovo
kültürü insanı, M.Ö.1700'lü yıllarda Altay, Tanrı dağları ve Maverâünnehir' e
kadar olan bölgelere uzanmaktaydı. M.Ö. 1100 yıllarında aynı kültür Çin'in
kuzeyindeki Ordos ve Kansu bölgesinde görülmekteydi. M.Ö. IV. yüzyıldan
itibaren Hazar ve güney Rusya da Türklerin yaşadıkları bölgeler arasına
girmiştir. Bu duruma en iyi örnek mühim bir kısmını Türk kabilelerinin
oluşturduğu, konar göçer, atlı kültüre sahip bir kavimler topluluğu olan
İskitler (Sakalar)dir. İskitler, M.Ö . VIII. yüzyılda, Orta Asya'nın Tanrı
dağları ile Hazar denizi arasında kalan geniş bozkırlarında yaşarlarken, daha
sonra göç ederek, Karadeniz'in kuzeyinde, İtil ve Tuna nehirleri arasındaki
düzlüklere yayılmışlardır. M.Ö. VI.-IV. yüzyıllarda Dinyeper ve Dinyester
sahasındaki bazı Slâv zümrelerini hâkimiyetleri altına alan İskitler,
Karadeniz'in kuzeyinde varlıklarını M.Ö.II. yüzyıla kadar devam ettirmişlerdir.
Aynı sahada bulunan ve M.S. II. yüzyıla kadar Don ve Tuna boylarına kadar
uzandıkları bilinen Sarmatlar ile onların içinden çıkan Roksalan ve Yazığların
da en azından yönetici sınıflarının Türk olduğu da iddia edilir. Bu kavimler
Slâv ve Cermen zümreleri üzerinde derin tesirler bırakmıştır.
Bozkır medeniyeti diye adlandırılan
atlı-nomad yaşayışın öncüleri İskitler olmuşlardır. Hun sanatıyla büyük
benzerlik gösteren, geometrik şekiller ve hayvan figürlerinin dikkat çektiği
İskit sanatı, M.IV. ve III. yüzyıllarda doruk noktasına ulaşmıştır. Milâttan
sonra Türklerin yayıldıkları sahalar: Türk göçleri bu dönemde batı yönünde
gelişmeye başlamıştır. Hunlar Orta Asya'dan, Hindistan'ın kuzeyine ve güney
Rusya'ya kadar genişlediler. Bir kısmı Orta Avrupa'ya kadar ilerledi. Sabar,
Avar, Bulgar, Peçenek, Uz ve Kuman boyları Hazar ve Karadeniz'in kuzeyi ile
Orta Avrupa ve Balkanlara kadar uzandılar. Kalabalık Oğuz boyları X .-XI.
yüzyıllarda Maverâünnehir üzerinden İran, Irak, Azerbaycan ve nihayet
Anadolu'ya hâkim oldular.
Türk Göçleri, tarih boyunca doğudan
batıya doğru gerçekleşmiştir. Bu istikamet içerisinde bazı Türk kavimleri
Hazar'ın kuzeyinden Avrupa'nın içlerine kadar yönelirken-Bulgar-Kuman-Kıpçak ve
Çağatay dil grubu-, bir kısmı da İran üzerinden Anadolu ve Orta Doğu'ya göç
etmişlerdir- daha çok batı Türkleri'nden Oğuz boyları-. Bu iki göç yolu
üzerinde değişik dil, din ve medeniyetten topluluklarla temasa geçen Türk
kavimleri yüzyıllar boyu bu coğrafyalarda varlığını sürdürmüştür. Türk
bünyesine uymayan inanç sistemlerinin, hayat tarzlarının benimsendiği ya da
zaman içerisinde nüfus bakımından beslenemediği yerlerde bulunan bazı Türk
kavim ve boyları tarih sahnesinden çekilmişlerdir. Çin'deki Tabgaç'lar, Orta
Avrupa'daki Hunlar ve Balkanlardaki Bulgarlar buna örnektir. Ancak bu
olumsuzluklardan etkilenmeyen Türk toplulukları büyük bir coğrafyada
varlıklarını devam ettirmektedirler.
Türk Boylarının Yaşadıkları Yerler
Aynı zamanda son durum için 27.konuda
Türk Toplulukları maddesini inceleyebilirsiniz Günümüzde varlıklarını devam
ettiren Türk boyları, ana kütlesini Anadolu, Azerbaycan ve İran ile Büyük
Türkistan'ın oluşturduğu çok geniş bir coğrafyaya yayılmışlardır. Bu ana
kütleden zaman zaman taşan Türkler, daha nispî de olsa, bugün başka devletlerin
elinde bulunan topraklarda da yaşamaktadır. Dolayısıyla 170 milyonu aşan bu
büyük Türk Dünyası içerisinde bağımsız yaşayanlar olduğu gibi, daha az da olsa,
başka devletlerin hâkimiyetinde bulunanlar da mevcuttur. Osmanlı devletini
oluşturan Türkiye Türklerinin devamı ve bakiyesi durumundaki bir kısım Türk
nüfusu, bugün, eski Yugoslavya'da; Makedonya ve Üsküp'te, Bulgaristan'da;
Mestanlı, Deliorman, Plevne, Varna, Filibe, Kızanlık'ta, Yunanistan'da; Batı
Trakya ve Ege Adaları'nda, Polonya ve Romanya'da; Dobruca ve Baserabya'da,
Irak'ta; Musul-Kerkük'te, Suriye'de; Münbiç, Azez ve Lazkiye'de yaşamaktadır.
Bu bölgelerdeki toplam Türk nüfusu yaklaşık 7 milyondur.
1991 yılında Sovyetler Birliği'nin
dağılmasıyla birlikte, komünizmin boyunduruğundan kurtulan Türk boyları büyük
oranda bağımsızlıklarını ilân etmişlerdir. Bu tarihî olay neticesinde
Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan Türk Cumhuriyetleri ortaya
çıkmış ve böylece 40 milyona yaklaşan toplam nüfusuyla, Türkistan'ın bir bölümü
(Batı) yeniden istiklâline kavuşmuştur. Ancak bazı Türk toplulukları Sovyetler
Birliği'nin yerine oluşturulan Rusya Federasyonu'nun sınırları içerisinde, İdil (Volga)- Ural
bölgesinde, muhtar cumhuriyetler olarak kalmıştır; Tataristan, Başkurdistan ve
Çuvaşistan. Sibirya'da ise Yakut, Tuva ve Altay özerk bölgeleri
oluşturulmuştur. Buradaki Yakut (Saha), Tatar, Hakas, Tuva, Dolgan gibi Türk
boylarının nüfusu bir milyonu geçmektedir.
Kafkasların haritası da Sovyetler
Birliği'nin dağılması neticesinde değişmiş ve Azerbaycan Cumhuriyeti ortaya
çıkmıştır. 7 milyonu aşan nüfusları ile Azerî Türkleri, Orta Asya ile Anadolu
Türklüğü arasında önemli bir köprü vazifesini görmektedir. Rusya Federasyonuna
dahil olan Kuzey Kafkaslar, pek çok etnik grubun yaşadığı bir bölgedir. Ancak
Ermeni ve Gürcülerin dışında kalan toplulukların çoğu ortak yaşayış, kültür ve
inançlara sahiptir. Bu bölgenin toplulukları için İslâmiyet belirleyici bir
unsurdur. Dağıstan, Çeçenistan, Osetya, Karaçay gibi muhtar cumhuriyetler ile
Oblastlarda yaklaşık 6 milyon Kafkas akraba topluluğu yaşamaktadır. Bunların
bir milyondan fazlasını ise Kumuk, Karaçay, Balkar, Nogay ve Kundurlar gibi
Türk boyları oluşturmaktadır. Kuzey Kafkaslardan, Moldova'ya kadar uzanan
bölgelerde ise II. Dünya Savaşı sonrasında yurtlarından sürülen Kırım ve Ahıska
Türkleri ile Hristiyan Gagavuz ve Musevî Karaim ve Kırımçakla bulunmaktadır. Bu
toplulukların toplam nüfusunun bir milyona ulaştığı tahmin edilmektedir.
Doğu Türkistan'da yaşayan Türkler, Batı
Türkistan'daki soydaşları kadar şanslı değillerdir. Sovyetler ile birlikte
Türkistan'ı bölen Çinliler, Doğu Türkistan'ı, Sincang (sonradan kazanılmış
topraklar) adıyla işgal ederek, büyük çoğunluğunu Uygurların oluşturduğu
Türkleri tam bir baskı ve zulme tâbi tutmuşlar ve tutmaya devam etmektedirler.
Doğu Türkistan'da, Sincang-Uygur muhtar bölgesinde, Uygur, Kazak, Kırgız, Özbek
ve Tatar asıllı yaklaşık 20 milyon Türk yaşamaktadır. Çin'in Kansu bölgesinde
de yüz bin dolayında Salar Türkü bulunmaktadır.
internetten