Göktürkler’in (Kutlug) devri denilen üçüncü ve son devrinde
(682-745) yıllarından kalma abidevi taş kitabe (yazıtlardır.) Kitabelerin
bulunduğu yer, Baykal Gölünün tam güney ucundan yaklaşık Moğolistan’ın başkenti Urgan’ın 160 km. batısındadır.
Burası Cengiz Han’ın başkenti Karakurum harabelerinin de karşısına
düşmektedir.
Orhun Nehri’nin karşılıklı iki yakasında Karakurum ve Abideler bulunmaktadır. Türk Başkenti Ötüken’e yakın olan Orhun ırmağının eski yatağının kenarına dikilmiş
oldukları için, ırmağın ismi bu yazılı taşlara da isim olmuştur. Bunların birer
kitabe oluşları nedeniyle “Orhun Abideleri”, “Göktürk Kitabeleri” isimleri ile
zikredilmektedirler. Gerek şekilleri, büyüklükleri ve gerekse dikiliş
maksatları ile muhtevaları bakımından “Orhun Abideleri” şeklinde isimlendirilmeleri isabetlidir.
Orhun Abidelerinin bulunduğu aynı çevrede, Göktürk veya Orhun Yazısı (Alfabesi) denilen yazı ile yazılmış daha
bir çok taş, tuğla, kemik kitabe bulunmuştur; Ancak bunlar arasında belli
başlıları “Orhun Abideleri” diye bilinen en mühimleri üç tanedir. Bunlar; Tonyukuk, Kültigin, Bilge Kağan anıtlarıdır.
Bu
Abideler Yollug Tigin tarafından yazılmıştır. Orhun Abidelerinden
ilk defa Alaeddin Ata Melik Cüveyni Tarihi Cihanküşasında bahsetmiş ise de bu
kayıtlar kimsenin dikkatini çekmemiştir. Abidelerin ortaya çıkmasından sonra
birçok bilgin çözmek için uğraşmış, nihayet ilk defa Danimarkalı Wilhem Thomson
1893’de alfabeyi çözmüştür. Thomsen Abidelerin tümünü okumaya çalışırken, 1895’de
Radloff kitabelerin Almanca tercümesini yayınlamıştır. Thomsen ve Radloff arasındaki yarışı Thomsen 1922’de Abidelerin
tam tercümesini yaparak sonuçlandırmıştır.
Orhun
Abideleri Türk adıyla ortaya çıkan ilk yazılı kaynak olması açısından
önemlidir. Aynı zamanda kitabeler Türk Dilinin ve Edebiyatının ilk ölümsüz
eserleridir. Ayrıca Abideler Türk Kültürü, Tarihi ve Edebiyatı açısından da
büyük öneme sahiptir. Abideler yazıldıkları dönemin sosyal hayatı, dünya görüşü
ve insanların inançları hakkında bilgi vermektedir. Belki de en önemlisi de
Türk Milletine bir vasiyet bir uyarı niteliği taşımasıdır. Abidelerde
kullanılan dil ise, yer yer realist bir tarih lisanı kullanılmış, yer yer milli
ve içtimai tenkit ve güven cümleleri, yer yer de kuvvetli bir hitap dili
kullanılmıştır. Abidelerde kullanılan Türkçe'nin devrinin aydınları
tarafından işlenmiş bir edebiyat dili olduğu açıkça görülmektedir. Abidelerde
asırlarca işlenmiş gelişmiş, o kadar ki Türkler arasında ortak söyleyiş değeri
kazanmış milli bir destan lisanı bulunduğu kat'iyetle söylene
bilir.
Orhun
Abidelerinin İçeriği: Kültiğin ve Bilge Kağan Abideleri adeta birer cülus
nutkudur. Halkı uyarma, eski şerefli günler ve düşüş ve yeniden toparlanmanın
kısa bir tasviri niteliğindedir. Yeniden toparlanma (kalkınış) kısmını Tonyukuk
kaleme almış ve uzunca anlatmıştır. Her üç Kitabede de milli duygular ve milli
teşkilatlandırma kabiliyetini ihtiva etmektedir. Ayrıca Abideler Türk siyasi
hayatı kadar toplum yaşantısının da birçok yönünü aydınlatmaktadır. Kültiğin ve
Bilge Kağan anıtlarında söylenenler bazen cümle cümle birbirinin aynısıdır.
Çünkü Kültiğin Anıtına yazılanlar Bilge Kağanın sözleridir. Kendi Bengü taşına
Kültiğinin ölümünden sonra meydana gelen bazı olaylar ilave edilmiştir. Her iki
anıtta aynı cümlelerin bulunması, Bilge Kağanın unutulmaması gereken olayları
ve kendisinden sonra takip edilmesi gereken yolu ısrarla vurgulamak
istemesinden kaynaklanmaktadır. Orhun Abideleri Türk Tarihi açısından büyük bir
öneme sahiptir. Çünkü Abideler Türk adının, Türk Milleti’nin adının geçtiği ilk
Türk metnidir. Taşlar üzerine yazılmış ilk Türk tarihidir. Türk devlet
adamlarının görev ve sorumluluklarının, Devletle Milletin karşılıklı
vazifelerinin ortaya konduğu belgelerdir. Ayrıca Abideler, Türk nizamının, Türk
Töresinin, Türk Medeniyetinin, yüksek Türk Kültürü’nün canlı vesikalarıdır.
Türk askeri dehasının, Türk askerlik sanatının esaslarını ve Türk gururunu
ortaya koyan önemli belgelerdir. Türk içtimai hayatının ulvi tablosu, Türk
Edebiyatı’nın ilk şaheseri, Türk hitabet sanatının mükemmel bir
örneğidir.
Orhun
Abidelerine Göre Türklerde Devlet Anlayışı: Türklerin dünyayı tasavvurlarına
baktığımızda karşımıza şöyle bir manzara çıkmaktadır. Türklere göre uzaydaki ve
dünyadaki varlıklar şöyle sıralanıyordu, en yukarıda Tanrı ve gök, onun
aşağısında yağız yer, bu ikisinin arasında insan oğlu bulunuyordu. İnsan
oğlunun üzerinde de “Türk kağanı” oturuyordu. Bu inanca göre de Türk Milletinin
Kağanı bütün insanlığın kutsal kağanı oluyordu. Türkler de İl deyimi bugünkü
modern devlet anlayışını karşılayan bir sözdür. Göktürkler de ve Uygurlar da İl
deyimi devlet anlamında kullanılmıştır. Thomsen’e göre Eski Türkçe de İl siyasi
bakımdan müstakil, muntazam, teşkilatlı “Millet” anlamına gelmektedir.
Abidelerde
İl’in devlet anlamında kullanıldığı çok yerde görülmektedir. Bir örnek verecek
olursak; “Türk kara kemikli budun şöyle der imiş.” “İlli bir millet idim, İlim
şimdi hani”. “Kime il kazanıyorum? der imiş” Bilge Kağan Türk devlet ve
istiklalinin devamlılığına inancını şu sözlerle dile getirmiştir. “Ey Türk
Milleti, üstte gök çökmez altta yer delinmezse İlini, Töreni kim bozabilir” Bu
tarihi ifadelerde, devletle gerçek istiklal kavramının dayandığı temellerin çok
iyi bilindiğini ortaya koymaktadır. Bilindiği gibi devlette gerçek istiklal
yalnız idareci kesim tarafından istenmesi ile mümkün olmamaktadır. Yani halkın
da aynı şuura sahip olması, istiklal düşüncesinin bütün toplumda ortak bir arzu
olarak varolması ile mümkündür. Yine Abidelerde töre kelimesi çoğunlukla il ile
birlikte kullanılmaktadır. Devletin varlığı törenin varlığına bağlanmaktadır.
Kısaca Töre nedir ona değinelim. Töre: Türk kabile toplumunun gelenek ve
göreneklerinin bütünü; dar anlamda da yazıya geçmemiş toplumsal davranış
kuralları anlamına gelmektedir. Orhun Abidelerinde Töre gelenek, örgütlenme
düzeni yazısız yasalar anlamında kullanılmaktadır. Ayrıca Kutadgu Bilig’de de
töre sözü yasa ve düzen anlamında çok sık geçmektedir. Abidelerde Budun İl ve
Töre, sözcükleri genellikle birlikte kullanılır. İl tutulup kazanılınca töreye
göre düzenlenir. Töre hep Türk ilinden, Türk budunundan doğmuştur. Töre
hükümleri değişmez kalıplar değildi. Bir hukuki- sosyal normlar bütünü olarak
töre, çevre ve imkanlara uygun yaşayabilmenin gerekli kıldığı yeniliklere
açıktı. Töre’yi yani kanunlar ile “Örf Hukukunu” düzenlemek Türk kağanlarının
vazifesi idi. “Türk Töresi” bir nevi “Türk Örf Hukuku” idi.
Türklerin
benliklerine sinmiş olan bu Örf ve Hukuk kuralları, toplumu yöneten ve yaşatan
yegane kaynaktı. Orhun Abidelerinde Töre kelimesi 11 yerde geçmekte bunun 6 sı
il ile birlikte kullanılmaktadır. Örfün Türk toplum hayatındaki yeri büyüktü,
onun için Türkler “İl Gider, Töre Kalır” derlerdi. Çinliler de Türkler
açısından Törenin önemini bildiklerinden, Türklere karşı uyguladıkları
politikaları Türklerin İllerinden çok Törelerini hedef alıyordu. Türk Töresi
yok edilemedikçe Türk Milleti yok edilemez, savaşlarda mağlup da olsa güçlü
Töresi sayesinde yeni devletler kurmayı başarırdı. Bundan dolayıdır ki, İlterişKağan ilk iş olarak Türk Töresinin yeniden kurulmasını görmüştü. Bu
özelliklerinden dolayı da kendisine (İli devleti derleyip topladığı) için
İlteriş ismi verilmiştir. Bununla ilgili olarak Kültiğin Yazıtında şöyle
denilmektedir. “Türk Örf ve Adetlerini bırakmış halkı atalarımın dedelerimin
töresince (yeniden) yaratmış ve eğitmiş”[8]. Türkler de İl ve Kün (Devlet ve
Halk) kelimelerini de bir arada kullanmak alışkanlık haline gelmişti. Devlet ve
Milletin birbirinden ayrılamayacağı Türklerin şuuruna yerleşmişti. Abidelerdeki
Bilge Tonyukukun sözleri buna güzel bir örnektir. “İlteriş Kağan kazanmazsa ve
ben kendim kazanmazsam ilde, millet de yok olacaktı, kazandığı için ve
kazandığım için ilde il oldu, millet de millet oldu.” Bunun yanında Türk
Devletlerinin Türk halkının isteği ile kurulduğu ve halkın yararına hizmetlerde
bulunduğu görülmektedir.
Türk
tarihinde müşterek bir faydacılık ve kazançları paylaşma söz konusu idi. Türk
devletini oluşturan halkı manevi ve sosyal bakımdan sınıflara ayırırken
insanları kan birliğine değil, kemik birliğine göre sınıflandırılırdı. Ayrıca
Türklerde akrabalıklarda kemik birliğine dayanıyordu. Abidelerde halk
tabakasına “Kara kamıg budun” yani kara kemikli millet denirdi. Ak kemikliler
ise beyler ve kağanlardı. Türkler bazen halk tabakasına yalnızca “Kara Budun”da
derlerdi. Türkler devletin Tanrı tarafından verildiğine inanırlardı. Zaman
zaman Tanrı için “İl birigme tengri” İl veren Tanrıda derlerdi. Kötü Kağanlar
ile yolundan çıkmış Türk Milletini Tanrı zaman zaman cezalandırıyor ve onun
ilini elinden alıyordu. Abidelerden anladığımıza göre Göktürkler devletlerinin
bir “Dünya İmparatorluğu”olduğuna inanırlardı. Bütün dünyadan elçilerin gelmesi
ve bütün büyük törenlerin elçilerin katılımı ile yapılmasına özen
gösteriliyordu.
Bu
sebeplerdendir ki Büyük Türk Kağanlarının ölümleri dolayasıyla, her taraftan
birçok elçinin geldiği kitabelerde belirtilmektedir. Abidelerden anladığımıza
göre Türk süslemecileri olmasına rağmen, özellikle mezar taşlarında, yazıtlarda
ve mezarın yanında yapılan küçük tapınaklarda Çin gibi büyük İmparatorlukların
ustalarının çalışmasına büyük önem veriliyor. Her yandan elçilerin gelmesi gibi
yabancı ustaların çalışması da tören ve anıta uluslar arası bir anlam
kazandırıyordu. Çünkü Göktürk Devleti bir “Cihan İmparatorluğu” idi. Cihan
şümul bir devlet anlayışına sahip olduklarını Kültiğin Abidesinin güney
cephesinde yer alan şu sözlerden anlamak mümkündür. “Doğuda gün doğusuna,
güneyde gün ortasına, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar. Onun
içindeki millet hep bana tabidir. Bunca milleti hep düzene soktum.”
Orhun
Abidelerine Göre Millet Anlayışı: Türkler de Millet anlayışının çok eski
dönemlerde de var olduğunu görmekteyiz . Orhun Abidelerinde geçen Budun
kelimesi modern anlamda millet anlayışını karşılayan gelişmiş bir deyim idi.
Yine Eski Türkler de “bod” sözü “Bağımsız illi ve Kağanlı” bir Türk toplumu
anlamına geliyordu. Abideler de “Türk budun” yani “Türk Milleti” sözüne çok sık
rastlanmaktadır. Örnek verecek olursak; “Dokuz-oğuz budunu, kendi budunum idi”
“Gök ve yer karıştığı için (o da bize) düşman oldu” - “Türk Sir Budun” deyimi
özellikle Vezir Tonyukuk’un yazılarında sık olarak geçmekte “Sir” sözü
“Birleşik Türk Milleti” şeklinde açıklanmaktadır. Devlet kurucusu olan İlteriş
Kağan Türkleri milli şuur etrafında toplamak için ilk akınını Çine yapmış ve
Çin yenilgisi Türkler için büyük bir ders olmuştur. İlteriş Kağan, doğuya ve
batıya seferler yapmış Türkleri derleyip toplamış ilsiz ve Kağansız kalmış
milleti, Çine kul ve cariye olmuş milleti, Türk töresini kaybetmiş milleti,
atalarım, (Bumın ve İstemi Kağanların) töresine göre yeniden yaratmış ve
yeniden düzenlemiş.
Ayrıca
Türk Milletini Tanrının koruduğuna inanılıyor Türk Milletinin yok olmasını
istemediğine ilişkin fikirlerde sahip olunduğunu görmekteyiz. Bu görüşü
destekleyecek bir örnek vermek gerekirse, kitabelerde geçen şu cümleler
gösterilebilir. “Türk Milleti yok olmasın diye” bir millet olsun diye babam
İlteriş kağan ile annem İl-Bilge Hatun’u Tanrı tepelerinden tutmuş ve (insan
oğlunun) üzerine çıkarmış. Kağanlar Türk Milletini kalkındırmak için adeta
Tanrının yeryüzündeki temsilcileri gibi idiler. Türk Milletinin adı ve ünü yok
olmasın diye Tanrının Türk Milleti üzerine iyi kağanlar gönderdiği
belirtilmektedir. Yine Abidelerden örnek verecek olursak. “Türk Milletinin adı
ve ünü yok olmasın diye” “Babam kağanı, Annem hatunu (yukarı )götürmüş
Tanrı”
Orhun
Abidelerinde Esaret ve Bağımsızlık: Türkler 630-680 yılları arasında
hürriyetlerini kaybettikleri bir matem devridir. Devam eden bu 50 yıl içinde
Türkler millet olarak varlıklarını, dillerini inanç ve geleneklerini muhafaza
etmişlerse de müstakil bir devletten yoksun kalmışlardır. Abidelerde de geçtiği
gibi “Beylik erkek evladın kul, hatunluk kız evladın cariye” olması Göktürkler
için haysiyet kırıcı bir olay olmuştur. Türk Milleti karşılaşılan bu kötü ve
haysiyet kırıcı durum için, yine kitabeler de görülmekte olduğu üzere şöyle
diyor. “Ülkeli bir kavim idim şimdi ülkem nerede? Hakanlı bir kavim idim şimdi
hakanım nerede”?. Abidelerde Türk Milletini bu esaret felaketine sürükleyen
sebepler şöyle ifade edilmektedir.
Devlet
adamlarının yetersizliği gerekli bilgi ve tecrübeye sahip olmaması Türk
Milletine bu kötü sonu hazırlayan sebeplerden biridir. Bu durum kitabelerde
şöyle anlatılmaktadır. “Kağan bilge imiş cesur imiş, buyrukları bilge imiş,
cesur imiş, beyleri de kavimleri de iyi imiş, böylece ülkeyi tutup töreyi
düzenlemişler...., Sonra kardeşler oğullar kağan olmuş küçük kardeş büyüğü gibi
yaratılmadığı oğul babası gibi yaratılmadığı için bilgisiz kağanlar tahta
oturmuşlar, buyrukları da bilgisiz, kötü imişler, Türk beyleri, Türk adını
bırakmışlar Çin beylerinin adlarını almışlar, Çin hakanına boyun eğmişler elli
yıl ilerini güçlerini (ona) vermişler.”
Türk
Milleti’nin bu duruma düşmesindeki bir diğer sebep olarak kitabelerde Türk
Milleti’nin yanlış tutumu gösterilmekte ve şöyle ifade edilmektedir. “Türk
budunu..... sen aç olduğun zaman tokluğu düşünemezsin , tok olduğun zaman açlık
nedir bilmezsin. Bu sebeple hakanının iyi sözlerine kulak vermedin, yurdundan
ayrıldın harap bitkin düştün, kutlu yurt Ötüken’i terk ederek gittiğin yerlerde
ne yaptın? Su gibi kan akıttın, kemiklerin dağlar gibi yığıldı devletine karşı
hata ettin kötü hale soktun” - “Türk bodunu kendi hakanını bıraktı, hüküm
altına girdi, hüküm altına girdiği için, tanrı ona ölüm verdi Türk bodunu öldü,
mahvoldu.”
Türk
milletinin çektiği ıstırapların dış sebebi olarak da kurnaz Çin siyaseti ve
yıkıcı propagandaları Abidelerde üzerinde durulan bir başka sebep olarak ortaya
çıkmaktadır. “Çin kavmi hilekar ve kurnaz olduğu için küçük kardeşle büyük
kardeşi birbirine düşürdüğü için, beylerle kavim arasına nifak girmesi
yüzünden, Türk bodunu devletini ve kağan yaptığı kağanını kaybedivermiş.” -
“Çin kağanı Türk kavmi (ona) bunca işini gücünü verdiği halde, Türk kavmini
öldüreyim, soyunu mahvedeyim der imiş mahvetmeye yürürmüş..”
Orhun
Abidelerine Hakimiyet Menşei ve Hükümdar: Türkler kağanlarını göğün altındaki
bütün ülkelerin tekbir hükümdarı tek sahibi gibi düşünüyorlardı. Türk kağanları
“Tanrının yarlığı ile dünyanın bütün ülkelerini idare ederlerdi” Bu düşünce,
cihan şümul devlet anlayışının bir göstergesi olarak algılanabilir. “Kut” Türk
kağanı “Göğün yerdeki bir temsilcisi” gibi tasavvur edilmektedir. Ayrıca
Göktürkler kağanlarını çoğu zaman kitabelerde geçtiği ifadeyle “Tengri de
bolmuş”, yani “Gökte olmuş” gibi tasavvurlara sahiplerdi. Bir Türk soylusunun
başarılı bir kağan olabilmesi için, Tanrı tarafından verilmiş başlıca üç
özelliğe sahip olması gerekmektedir.
Tanrı
kendisine “Kağanlık” ve başarı için “yarlık” vermeli idi.
Tanrı
diğer insanlardan ayrı olarak onu iyi talih yani “Kut” ile donatmalı idi.
Ayrıca
insanların bir “kısmet” payı, yani tanrının vermiş olduğu “Ülüğ”lere de sahip
olması lazımdı.
İşte
bu sebeplerden dolayı Bilge Kağan, hükümdar oluşunu şöyle anlatmaktadır. “
Tanrı yarlık verdiği için, özüm tahta oturdum”, “Dünyanın dört köşesindeki
milletleri, düzenledim yarattım.” Ayrıca hakimiyet Telakkisine baktığımızda,
ilahi kaynaklı olduğunu görmekteyiz. Yönetme hakkının hükümdara Tanrı
tarafından ilahi bir lütuf olarak verildiği bir başka deyişle, Hakan Tanrı
irade ettiği, kendisine Kut (devlet, baht, iyilik, talih) ve ülüğ (kısmet)
verdiği için yönetme hakkına sahiptir. Dolayısıyla Türk hakanı adeta göğün
yeryüzündeki temsilcisi gibidir. Göktürkler de bu anlayışın olduğunu Bilge
Kağanın milletinin esaretten kurtuluşunu anlatırken Orhun Abidelerinde şöyle
diyor. “----Ben Tanrıya benzer gökte doğmuş Türk Bilge Kağan tahta oturdum----
Türk Tanrısı Türk Milletinin ad ve sanı yok olmasın diye babam kağan ve anam
hatun’u tahta oturttu... Tanrı irade ettiği kutum olduğu için kağan oldum.” Bu
telakki yani hakimiyetin kutsiyeti halk nazarında o kadar yerleşmişti ki isyan
“yerin gökle karışması”, “Göğün çökmesi” olarak nitelendiriliyordu. Milletin
inancına göre Tanrı vergisi Kuta sahip olan tahta çıkardı. Başarılı olamadığı
zamanda düşerdi. Görevini yapabildiği sürece orda kalırdı.
Önemli
bir hususta Türklerde ilahi menşeli olan hakan değil görevlendirmedir. Hakan
iyi veya kötü, bilgili veya bilgisiz olabilen bir kişidir. Ayrıca Türk
hakimiyet telakisine göre Kut babadan oğula geçerdi. Bunun yanında Kut ile Töre
arasında ilişkide kurulmaktadır. Töre ilahi nizam olduğu için Tanrı, kendi
nizamına uygun kişiye Kut vermekte yani onu kendisine yaklaştırmakta, Töre
istikametindeki davranışlarının mükafatı olarak taltif etmektedir. Türklerin
inançlarına göre Türk kağanlarını yalnızca gök değil yerde aynı önemde
desteklemekteydi. Bundan dolayıdır ki Bilge Kağan başarılarının sebeplerini hem
göğe hem de yere bağlıyordu. Bu düşünce kitabelerde şu ifadelerle
yansıtılıyordu . “Yukarıdaki gök ve aşağıdaki yer, bana yarlık verdiği için ,
“Milletimin gözünün görmediği, kulağının işitmediği, “Sağımdaki gün doğusuna,
“Arkamdaki gün batısına, akınlar yaptım.”
Hükümdarda
Bulunması Gereken Özellikler: Türk toplumunda hükümdarlara büyük önem verildiği
için onların diğer insanlardan farklı olması ve birtakım üstün meziyetlere
sahip olmalarına özen gösterilirdi. Bundan dolayı hükümdarlarda bulunması
gereken özelikleri şöyle sıralamışlardır. Türk kağanlarında aranan olmazsa
olmaz iki özellik, “Bilge”lik ve “Alp”lik Türkler açısından çok önemlidir. Eski
Türkler deki devlet anlayışına göre iyi bir kağanın “Bilge” yani bilgili olması
gerekliydi. İkinci olarak da “Alp” yani cesur ve savaşçı olmalıydı bunlar
hükümdarlığın olmazsa olmaz iki şartı idi. Abidelerden anlaşıldığına göre
“Bilge Kağan” bilgelikle, “Kültiğin” ise Alpliği cesareti ile şöhret
kazanmıştır. Bu özelliklerle ilgili örnek verecek olursak, yine kitabelerde,
“Alp”likle ve “Bilge”likle ilgili olarak şu ifadeler görülmektedir. “Bilge
kağan imişler, Alp kağan imişler” “Buyrukları (yani vezirleri) de Bilge imiş
Alp imiş.”
Orhun
Abidelerine Göre Türklerde Tanrı Anlayışı: Türklerin çok erken çağlarda “Tek
Tanrı”ya inandıkları görülmektedir. Bu inanç ve düşüncelerindeki birlik
toplumda dirlik ve düzen doğurmuştur. Ayrıca toplumdaki birlik ve disiplin,
düşünceleri törpülemiş ve tek bir hedefe yöneltmiştir. “Tek Tanrılı dinler,
ancak yüksek içtimai bir seviyeye erişmiş milletlerde görülürdü” Bu tarih
ilminin değişmez bir kaidesidir. Türklerde “Tanrı anlayışı” gelişmiş bir
durumda idi. Türkler Tanrının şeklini biçimini nasıl düşündüklerini Kitabelerde
görebiliyoruz onlar Tanrıyı “Tenriteg Tenri” yani Tanrıya benzer Tanrı veya
kendine benzer Tanrı anlamında ifade edilmektedir. Yazıtlarda yer, gök ve
insanlığın yaratılışı şöyle ifade edilmektedir: “Yukarıda gök-Tanrı, “Aşağıda
Yağız-Yer yaratıldığında, “İkisi arasında kişioğlu yaratılmış!, “Kişioğlunun
üzerine de, Atam, Amcam, Bumın Kağan ve İstemi Kağan, “Oturmuş! Kitabelerden
alınmış olan bu ifadeler Türk düşünce tarihi açısından çok önemlidir. Türkler
göğün kendisine “Gök Tanrı” derlerdi. Türklerin inancına göre gök ve yer
kendileri yaratıcı değillerdi. Neticede onlarda yaratılmış birer kutsal varlık
idiler. Bütün bunları yaratan bütün varlıkların üstünde ayrı kutsal bir gücün
varlığına inanılıyordu. Türkler hem yerin hem de göğün insanlara iyilik
getirdiğine inanırlardı. Yardım isteyecekleri zaman hem gökten hem de yerden
ikisinden birden yardım dilenirlerdi. Yeminlerinde de aynı yöntemi takip
ederlerdi.
VI-VIII.
yüzyıllarda Büyük Göktürk İmp. başında bulunan Türk sülalesinin Gök-Tanrı
hakkındaki inanç ve telakilerinin epeyce gelişip olgunlaştığı bıraktıkları
kitabelerden anlaşılmaktadır. Abidelerde geçen ifadelerde hakan ve beyleri,
Türk Milletine yaptıkları yardım ve iyilikler için Tanrıya içten gelen minnet
ve şükranlarını ifade ediyorlar. Hakanları tahta çıkaran, Türklere zafer
kazandıran, felaketlerden koruyan Türk Tanrısı Gök-Tanrıdır. Türklerin büyük
başarılarından bahsederken hakan veya beyler daima “Tanrının inayeti ile”
demeyi ihmal etmezlerdi. Önemli bir hususta kitabelerin bir çok yerinde “Tanrı”
adı tek başına başka tanrılarla karıştırılmadan söylenmektedir. Tanrı adı bazen
“yer” “gök” ve bazen “yer su” ile beraberde zikr olunmaktadır. Tonyukuk yazıtının
bir yerinde Tanrı ile beraber Umay, yer-su zikr olunuyor. “tengri umay, yer-sub
basa berti”.