Anadili Anadolu

 


Yazan: İsmail Hakkı CENGİZ

 

Türkçeyi kılıç gibi keskin ve düzgün kullanmaya çalışıyordu.  Bu dilde olağanüstü bir güzellik görüyor, onu kurallarına uygun kullanmaktan, güzel konuşanları dinlemekten, güzel yazanları okumaktan tarif edilemez, gizemli bir haz duyuyordu.

Tarih öğretmenliğinden emekli Balamir Barhan, kendisi de bir kalem erbabıydı. Anadilini doğru, güzel, akıcı yazmak, onda bir tutku halindeydi. Bunun için yazım kılavuzu, Türkçe sözlükler, deyimler sözlüğü hatta kocaman bir “Osmanlıca Lügat” daima elinin altındaydı. Ayrıca, güzel ve akıcı yazmak için en doğru başvuru kaynakları olarak Türk Edebiyatı’nın zirve yazar ve şairlerini görüyordu. Onların yazım şekillerine, ifade tarzlarına, noktalama işaretlerini kullanımlarına son derece dikkat ediyor, eserlerinden uzun parçaları, satır satır defterine geçiriyordu.

Anadilini bozanlar, yamuk-yumuk konuşanlar, hoyratça yazanlar tüylerini diken diken ediyor, yanlış kullanımlar kulağını ve beynini tırmalıyor, bunlara tahammül edemiyordu.

Her sabah aynanın karşısında tıraşını olurken, Balamir endişeyle, “Bugün bakalım, hangi allame yazarlar, çok seyredilen kanallar, sosyal medyanın şöhretleri ne çamlar devirecek, Türkçenin kanına nasıl girecek? Dilimi, kimler, nasıl dilim dilim doğrayacak?” diye kendi kendine konuşarak güne başlardı.

Onun sesini duyan, kendisinden on yaş küçük, iş insanı olan kardeşi Görkbörü,

-       Günaydın abi. Sabah sabah derdini aynaya mı döküyorsun?

-       Nereye dökeyim? Derdimi kimseye anlatamıyorum?

-       Bırak abi ya, kafayı yiyeceksin!

Anneleri Umay Hanım mutfaktan seslendi:

-       Hadi, çay hazır!

  *   *   *

Türk ve Türkçe başka başka yönlere gidiyordu.

Balamir dil merdiveninde yukarı doğru tırmanmaya çabalarken, televizyonlar, gazeteler, sosyal medya ve bazı çok ünlü köşe yazarları aynı merdivenden aşağı doğru kayıyordu. Hem de elleri ceplerinde, ıslık çalarak.

O Türkçeyi her geçen gün biraz daha düzgün ve güzel kullanmaya çalışırken, basının, medyanın ve sosyal medyanın Türkçesi gittikçe bozuluyor, yozlaşıyordu. En çok seyredilen kanalların sunucu ve konuşmacıları, en çok satan gazetelerin tecrübeli, “duayen” yazarları feci yanlışlar yapıyordu. Bu fırtınanın en zararlı, en tehlikeli tarafı, yanlış kullanımların hızla yayılmasıydı.

Meselâ, “terfi etmek”, ülke sathında en çok satılan gazetenin yazarı Sedat Ergin’in ağzında, “terfi almak” şekline giriyor, Ergin yazı ve TV programlarında yanlışında ısrar ediyor, bu yanlış kitlelere, dalga dalga yayılıyordu. Balamir, bunun yanlış, doğrusunun “terfi etmek” olduğunu söylüyor ama kimse inanmıyordu.

-       Yani, koskoca Hürriyet yazarı yanlış, sen doğrusun öyle mi? diye kendisiyle alay ediliyor, çevresi tarafından gülünç bulunuyordu.

Bunun gibi daha pek çok yanlış kullanım ve yoz sokak ağzı ekranlardan başta “aydınlar”, bütün halka, kurumlara, hanelere yayılıyor, yazı, konuşma, TV programları çekilmez, seyredilemez bir hale geliyordu

2009-2010 Ergenekon-Balyoz davaları dönemi:

Subaylar, generaller, aydınlar yargılanıyor. Hürriyet yazarı Sedat Ergin, her akşam çok seyredilen kanallarda konuk, neredeyse “bilirkişi” konumunda… Mevzu askerlik olunca tabii terfiler daima gündemde ve Ergin sürekli olarak,

-       O terfi aldı.

-       Bu terfi alamadı.

-       Terfi alırlar, terfi alamazlar gibi bilgiler veriyor, yorumlar yapıyor.

O böyle konuştukça Balamir kahroluyor. Ruhu, zihni örseleniyordu. Ben mi yanlış biliyorum acaba diye tekrar tekrar Türkçe sözlüklere, yazım kılavuzlarına bakıyordu. Hayır. Hepsi,

-       Terfi etmek, terfi etti, terfi edemedi şeklinde yazıyordu.

Yazıyor ama onlara kim bakacak? Onlarla kim ilgilenecekti?

Ülkenin en büyük gazetesinin, en kıdemli yazarı söylüyorsa, hele hele ısrarla, her akşam söylüyorsa, sütununda tekrarlıyorsa, şüpheye mahal var mıydı?

Yanlış kullanımı, hiç sorgulamadan doğru kabul eden milyonların dili değişiyor, yozlaşıyordu.

Balamir, 1500-2000 okurunun takip ettiği haber sitelerinde, bloglarda, sosyal medyada Ergin’i eleştiren, tamlamanın doğrusunun, “terfi almak” değil, “terfi etmek” olduğunu anlatan bir yazı yayımladı. Terfi meselesini yakından bilen asker ve polis okurlarından destek geldi ama büyük çoğunluk şüpheyle yaklaştı!

“Ne yani?” diyorlardı;

- Koskoca Hürriyet yazarı yanlış da sen mi doğrusun?

Bir süre sonra sosyal medyada şu tür paylaşımlar yaygınlaştı:

- Bugün terfi aldım arkadaşlar!

- Kanka terfi almak çok kolay, çok ucuz yaa!

- Hocam terfi almanın püf noktaları nedir?

Balamir’in yüreğine bir bıçak saplandı.

O bıçak “değil mi”nin “diilmi”ye dönüşmesi,

- Ve de…

- Tabi ki de…

-  Hele ki...

- Eğer ki…

- Elbette ki…

- Geldik ki…

- Aldık ki…

- Maalesef ki …

- Yaparaktan, ederekten, tekrardan gibi feci yanlışların yaygın kullanımlarıyla daha da derine girdi.

Balamir ağlıyor muydu, yoksa yanaklarından süzülen Türkçenin gözyaşları mıydı, kimse emin olamadı.

Balamir çevresine durumu sükûnetle anlattıkça;

Cevap hep aynıydı:

- Yani şimdi… Koskoca yazar yanlış biliyor, sen mi doğru biliyorsun?”

Sadece “koskoca” kelimesinin bile böyle bir tartışmaya alet edilmesine ayrıca içerledi. Sanki yanlış bilgi büyüklüğün, şöhretin hakkıydı.

 

Zamanla Balamir Türkçe kullanımı konusunda aşırı duyarlı bir hale geldi. Farkına varmadan, elinde olmadan Dil Polisi oldu. Yanlış duyduğu her cümlede sirenleri çalıyordu:

 

-       Haziran’dan Eylül’e kadar olan süreçte…

-       Süreçte değil sürede.

-       Şöyle bir atmosfer oluştu…

-       Atmosfer değil, hava! Niye cümleye Fransız havası katıyorsun?

-       Sorularınızı cevaplamak adına buradayız.

-       Adına değil, için. Sorularınızı cevaplamak için buradayız.

En yakınları bile bıkmıştı:

-       Yahu Balamir, insanları düzeltmezsen ölür müsün?”

-       Evet ölürüm, benim ölmem bir şey değil, Türkçe ölüyor!

Bu cevaptan sonra çevresi sessizliğe büründü.

            *   *   *

Yazı, konuşma, medya ve sosyal medya dili öyle çığırından çıkmıştı ki artık kural-kaide kalmamıştı.

Bir yandan noktalama işaretleri emekliye ayrılmış, öte yandan, bağlaçların önüne veya arkasına virgül koyma moda olmuş,

Devrik cümleler yağmur gibi yağmış,

“Bilmiyorum” yerine “bildiğimi sanmıyorum ama kesin böyledir”ler türemişti.

2022 yılında, Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Sosyoloji Bölümüne kaydolmuştu. Bir akşam, internet aracılığıyla yapılan canlı ders esnasında, soru-cevap çalışması yapılıyordu. Doktor unvanlı kadın hoca soruyu sordu. Cevap tercihleri arasında, A şıkkında,

-  Terfi almak istiyorum, şeklinde bir seçenek vardı!

Balamir onu görünce gözlerine inanamadı, büyük bir hayal kırıklığına uğradı, moral olarak çöktü.

-  Demek artık üniversite kalesi bile düştü, diye mırıldandı.

Bunu düzeltmek için defalarca başvuruda bulundu. Balamir’i anlamak, dinlemek dahi istemiyorlardı. Kimse sorumluluk almıyor, boyuna topu taca atıyorlardı.

 *   *   *

Bir gün, uzun süredir görmediği, kırk yaşlarındaki bir yakınıyla çay içiyorlardı. Sohbet esnasında yakını;

-  Geçen ay terfi aldım, dedi.          

Balamir’in canı fena halde sıkıldı, göğsü sıkıştı. Umutsuzluk, öfke ve hüzünle gözlerini yakınının gözlerine dikti, kara mizah damarı kabardı;

- Kaça aldın? 250 gram da bana alsana!

Yakını şaşkınlıkla bakakaldı. O günden sonra bir daha buluşmak istemedi.

Balamir, Türkçenin geldiği noktayı tahammül edilmez buluyor fakat bu durumdan, kendisinden başka şikayetçi yokmuş gibi görünüyordu. Sanki kimse yozlaşmanın bilincinde değildi. Türkçenin büyüleyici güzelliğinin duyarsız ellerde, ağızlarda çirkinleştirildiğini fark eden yoktu.

Dayanamadığı yanlışları düzeltmeye kalkınca; kötü, sorunlu, huysuz, ukala birine dönüşüyor, çevresi hızla tenhalaşıyordu. Bir toplantıya, etkinliğe onun da katılacağı biliniyorsa, arkadaşları, “Ne konuşacaksanız, Balamir gelmeden konuşun, sonra her yanlışı düzeltiyor” diye birbirini uyarıyordu.

*   *   *

Televizyonu açmaya korkuyordu. Haberleri, haber programlarını, dizileri izlemeyi çoktan bırakmıştı. Ekonomi haberlerini, sesi kısıp, sadece rakamlara bakarak seyrediyordu. Spor programlarını ve maçları da ancak kanalın sesi kısılmış olarak seyredebiliyordu. Dildeki yozlaşma her alandaydı. Sunucuların, muhabirlerin, uzmanların dili akıl-mantık almaz, akla durgunluk verecek derecede bozulmuştu.

Feci yozlaşmadan kaçınamıyordu. Her gün, her ortamda, ekranlarda, sayfalarda, çarşıda, pazarda, alışverişte, en yakın dostlarıyla sohbette… Bozulma her an, her yerdeydi! Bu feci yozlaşma dalgası Balamir’i gittikçe bunaltıyordu. Bunalımdan kaçabileceği tek sığınak vardı: Eski ustaların sinesi… Onların ölümsüz eserleri…  Türkçenin olağanüstü güzelliğini ortaya koyan, okurken büyülendiği, onu büyülü âlemlere götüren, Türkçenin güzelliğine sevdalandıran yazarlar, şairler…

O üstatların eserlerini eline alınca içi huzurla dolar, ferahlar, göğsü taptaze bir oksijenle şişer, bütün vücudu zevkle ürperir, zihninin, ruhunun bayram ettiğini hissederdi.

Balamir derinden bir iç geçirdi:

“Ustaların cümleleri şelale gibi akıyor…

Zamane yazarlarının cümleleri bozuk musluk gibi tıp tıp damlarken insanın sinirlerini bozuyor. Bozuk musluğu kapatmaya kalkınca, daha fazla bozulurcasına, sinir edici damlalar sel oluyor. İnsanı boğuyor.”

Anadilini savunma, Türkçenin güzelliğini ortaya çıkarma, inadına güzel konuşma ve yazma çabalarıyla geçen yıllar sonunda, Balamir bir gün Gökbörü’ye;

-       Sanırım, bu ülkede, Türkçeye en saygılı… Onun değerini en iyi bilen… Türkçeyi en doğru kullanan kişiyim.” dedi.

Gökbörü, abisinin Türkçe hassasiyetini, anadilini doğru kullandığını, güzel yazdığını kabul ediyordu. Kendisi de bunu abisine sık sık söylerdi. Fakat yine de şaşırdı:

-       Seksen beş milyonluk ülkede, “en iyi” olduğunu söylemek, fazla iddialı değil mi? bu biraz böbürlenmek, büyüklenmek olmuyor mu?

-       Valla kardeşim, böyle düşünmenin büyüklenmek, kendini beğenmek gibi olacağını ben de düşündüm. Koca memlekette mutlaka Türkçe duyarlılığı benden daha fazla olan, dilimizi benden daha güzel kullanan kişiler vardır. Kendimi gündemde olanlarla, güncel yazarlarla, sunucularla, sanatçılarla, yorumcularla kıyaslıyorum. Bunlar içinde Türkçeyi benden daha doğru kullanan, anadilimize benden daha fazla sahip çıkan, onun için titizlenen birini göster, bütün sözlerimi geri alayım.

Gökbörü düşündü. Çok beğendiği, takip ettiği yazarlar, seyrettiği diziler vardı.

-       Şimdi aklıma gelmiyor, dedi.

  *   *   *

Umay Hanım, günün büyük bölümünü televizyon seyretmekle geçirirdi. Gündüz programları, haberler, tartışmalar, dinî kanallar, diziler… Vs.

Bir akşam Balamir’le birlikte oturuyorlar, Umay Hanım elinde kumanda, kanalları geziyordu. Düzinelerce kanalı gezdikten sonra, Kemal Sunal’ın filmini veren kanalda durdu.

-       Şunu seyredelim bari! Balamir çok şaşırdı. Umay Hanım devam etti:

-       Televizyonlarda hiçbir şey yok, dedi.

-       Doğru, ne varsa eskilerde var.

-       Şimdi, kimse böyle filmler çekemiyor, eskiler gibi yapamıyor, dedi.

Filmi seyretmeye başladılar. Mizah gereği yapılan abartmalar dışında, filmin Türkçesi şahaneydi. Köylüler, ağalar, eşkıyalar, esnaf, kadınlar Türkçeyi tam kurallarına göre; doğru, düzgün konuşuyorlardı.

Bu yarın asırlık bir Anadolu filmiydi. Yozlaşma öncesi dönemlerin yadigarıydı. Balamir mutlulukla fark etti; o yıllardan günümüze ulaşan ve artık yaşlanan Anadolu insanı hâlâ o günün güzel Türkçesiyle konuşuyordu. Bozulma medyada, medyacılarda ve onlardan etkilenen gençlerdeydi.

 *    *   *

Balamir, annesinin diline daha fazla dikkat etmeye başladı. Eskiden, çok konuştuğundan şikâyet ettiği Umay Hanım’ı, şimdi kendisi konuşmaya teşvik ediyordu.

Günler ve geceler boyu, en bozuk Türkçeyle yayın yapan kadın programlarını, haberleri, tartışmaları seyreden Umay Hanım’ın dilinde zerrece bozulma yoktu. Balamir onu uzun uzun konuşturuyordu. Annesi iç Ege şivesiyle ama arı-duru bir Türkçeyle, çok zengin bir kelime haznesiyle, açık seçik, teklemeden, oldukça akıcı bir biçimde kendini ifade ediyor, meramını anlatıyordu. Konuşmasına,

-       Kul azdı, Hak yazdı,

Her akıl bir olsa, sığıra çoban bulunmaz,

O (kadın/adam) bir atçalık,

Yayan yörümez, yavan yemez,

Davulun dom dediği yerde biter,

Çıkdı gızı gibi ortaya çıkar,

Bi’nöbet (devir) de böyle gidicek gibi pek yaygın olmayan, kimisi kafiyeli deyişler katıyor, sözleri daha akılda kalıcı, ibret verici, neredeyse bilgece bir sanat eseri haline geliyordu.

Demek, süreç/ ve de/ tabi ki de/ adına/ eğer ki/ hele ki/ maalesef ki/ tekrardan/ yaparaktan/ ederekten …ve bunlar gibi yoz, gecekondu, ucube sokak ağzını kullanmadan da konuşmak mümkündü. Umay Hanım, gün boyu izlediği bozuk dilden, yozlaşmış sunum ve konuşmalardan hiç etkilenmiyordu.

Kaynak Balamir’in yanındaydı, yanı başındaydı. Annesiydi. Boşuna, “anadil”, “anadili” demiyorlardı. Anadili, annesinin arı-duru dili, zengin Türkçesiydi. Anadolu Türkçesiydi. İstanbul Türkçesi bozulurken Anadolu Türkçesi kaya gibi ayaktaydı.

Bunu fark edince Balamir’in içi cesaretle doldu. Hayır, kesinlikle yalnız değildi. Türkçenin yozlaşmasına karşı mücadelesinde bütün Anadolu yanındaydı. Daha doğrusu, o, asil Anadolu’nun bir ferdi, bir neferiydi. Kendisiyle birlikte bütün Anadolu yozlaşmayla mücadele ediyordu. Bütün Anadolu’nun gücünü içinde, kaslarında, beyin hücrelerinde, damarlarında hissetti. Nefsinde yenilmez, yok edilemez bir kuvvet buldu. Ümitle, cesaretle, moralle doldu. Bütün dünyaya meydan okurcasına haykırdı:

-       Türkçe benim. Ben Türkçenin ta kendisiyim. Anadolu’yum, ana doluyum. Yenilemez, yok edilemez Anadolu!

Akşam, Gökbörü işten dönünce, Balamir, bir müjde verecekmiş gibi onu sevinçle kapıda karşıladı.

- Gökkbörü, Ben Türkçeyi annem kadar, bir Anadolu insanı kadar iyi kullanıyorum. Benim yozlaşan entellerden üstünlüğüm annemin Türkçesi kadar. Ben büyüklenmiyorum. Anadolu insanının Türkçesinin büyük. Bizimki normal ama bozulanlarla kıyaslanınca en iyi, en doğru, en güzel Türkçe oluyor.

Gökbörü güldü;

- Bu önemli bir tespit, bak bu benim de dikkatimden kaçmış, dedi.

Yemeklerini neşeyle yediler.

  *   *   *

O gece rüyasında Atatürk’ü gördü. Ankara kalesinin burçlarında bir güneş gibi parlıyor, bütün yurdu aydınlatıyordu. Sanki,

-       Geldikleri gibi giderler, diyordu.

Balamir heyecandan, sevinçten titriyordu. Koşarak Atatürk’ün önüne geldi. Beş adım kala durdu. Çakı gibi bir selâm verdi. Atatürk, Balamir’in elini sımsıkı tuttu. Alnından öptü.

-       Endişelenme çocuk, dedi. Anadolu insanında bu sağduyu, şuuraltına işlemiş bu Türkçe sevdası, bu bilgelik, sende de bu Türkçe duyarlılığı, anadilini korumak için gösterdiğin bu azim ve kararlılık varken hiç korkma! Geldikleri gibi giderler!

Uyandı. Atatürk hakikati ve başarı yolunu göstermişti. Bu bir Kurtuluş Savaşı’ydı. Bütün kaleleri zapt edilen, bütün tersanelerine girilen, bütün orduları dağıtılan Türkçenin kurtuluş savaşı. Enteller, ünlüler, tatlı su balıkları teslim olmuş, İstanbul Türkçesi yozlaşmış fakat Anadolu direniyordu. Direnecek, mutlaka kazanacak, Türkçeyi kurtaracaktı.

 x   x   x

İLGİLİ YAZILAR

Büyüleyen TÜRKÇEYİ Yozlaştırma, Fakirleştirme Girişimleri

Büyüleyen TÜRKÇE ve TÜRKİYE’nin Büyüleyici İstikbali

‘Süreç’ ‘Adına’ ‘TERFİ Aldık’ ‘İzliyor Olacağız’ da ‘Lüksümüz Yok'

Güzel TÜRKÇEMİZİ Yozlaştıran Amansız Bir SÜREÇ!

x   x   x

TAVSİYE, Video

BÜYÜLEYEN TÜRKÇE-YOZLAŞTIRILAN TÜRKÇE  - YouTube

hacengiz@gmail.com

Genel Haberler


Büyüleyen TÜRKÇEYİ Yozlaştırma, Fakirleştirme Girişimleri


Yazar: İsmail Hakkı Cengiz
-
Türk demek Türkçe demektir. Onun için her Türk, dili üzerinde titremeli, titizlenmelidir. Anadilini kıskançlıkla korumalıdır.

Bugün Türkçemiz bilinçli veya bilinçsiz korkunç bir saldırı altındadır. Dil konusunda hiçbir duyarlılığı, derinliği hatta bilgisi olmayan ama bir şekilde ekranlarda, sayfalarda yer bulabilen, kimliksiz ve yetersizlerin kullandığı çirkin sokak ağzı hızla yaygınlaşmakta, Türkçemizi yozlaştırmaktadır.

Bu yozlaştıran, anadilimizi kemiren, sokak ağzına, Türkçeye bu feci saldırıya birkaç örnek verelim:

“Ki” ekinden başlayalım. Olumsuz veya soru cümlelerinin sonunda veya cümlenin ortasında bağlaç olarak kullanılan “ki” eki, yerli-yersiz karşımıza çıkıyor. “zaten yaptım ki”, “geldim ki” gibi olumlu cümle sonlarında, kulağımızı tırmalayacak şekilde kullanılabiliyor. Ekranda yer bulabilen biri, “eğer ki siz de benim gibi teknoloji özürlüyseniz…” şeklinde bir cümle kuruyor. Bu cümlede “ki”ye gerek var mı? “Eğer siz de benim gibi teknoloji özürlüyseniz” demek neyine yetmiyor. Böyle kullanmak çok daha güzel değil mi?

Başka yaygın ve yanlış kullanımlar;

Hele ki, meselâ, “hele ki temmuz sıcağında…” Doğrusu, “hele temmuz sıcağında…”

Elbette ki, meselâ, “elbette ki kazanacağız.” Doğrusu, “elbette kazanacağız.”

En feci yanlışlardan biri, “Maalesef ki” şeklindeki kullanım. Maalesef kelimesi, Türkçedeki “ne yazık ki” kavramının karşılığıdır. “Ki” ekini illa kullanacaksanız, “ne yazık ki” şeklinde kullanabilirsiniz ama “maalesef ki” olmaz. Sadece, “maalesef” olur.

En yaygın yanlış kullanımlardan biri, “tekrardan” şeklindeki, “tekrar” kelimesinin bozulmuş hali! Bu kullanım, “yaparaktan”, ederekten, “giderekten” gibi yanlış kullanımların aynısıdır. Daha Türkçe olarak, “yeniden” diyebilirsin ama “tekrardan” olmaz. Anlamı kuvvetlendirmek istiyorsan, “tekrar tekrar” diyebilirsin fakat “tekrardan” diyemezsin.

Son zamanlarda yoz bir kullanım daha ortaya çıktı: “Sonrasında”! Bir konuşmacı veya yazar bir şey anlatıyor; “şöyle oldu, böyle yaptık, ‘sonrasında’ şu oldu”. Peki, ben de soruyorum: “Sonra” kelimesine ne oldu? Yine soruyorum: “Ardından”, “arkasından” kelimelerimize ne oldu? Hayır, “sonrasında” yoz ve yanlış bir kullanımdır. “Sonra”, “ardından”, “arkasından” gibi, bir olay zincirini anlatacak pek çok kelimemiz var.

Diğer yanlış kullanımlara geçmeden bir soru sorayım: Biz yozlaşmanın bir parçası mı olacağız yoksa yozlaşmayla mücadele mi edeceğiz?

Yozlaşmaya dikkat çekmeye devam ediyorum: Diğer bir yanlış kullanım; “adına”! Sattıkları bir üründen şikâyetçi olduğum şirketin halkla ilişkiler görevlisi bana aynen şu iletiyi gönderdi: “Size cevap verebilmek adına telefon numaranızı yazar mısınız?” “Adına” ne yahu? “Adına”, temsilen demek. Hiç buraya uyar mı? “İçin” olacak. “Size cevap verebilmemiz için telefon numaranızı yazar mısınız?” “İçin” kelimesi gelmesi gereken yerlerden, “için” kelimesini atıp, kendilerince daha havalı gözüken “adına” terimini kullanıyor ama dilimizi de feci biçimde bozuyorlar.

Şimdi, kulağımı en çok tırmalayan iki yoz kullanıma geliyorum:

İlki, “süper”, “süppeeer”… Bu ne yahu?

“Çok iyi”, “çok güzel”, “üstün”, “olağanüstü…” İşte onun ifade etmek istediğini fazlasıyla karşılayan birçok Türkçe kelime…

Yetmedi mi? Peki; müthiş, harika, şahane, muhteşem, harikulade… Ben bunları söyleyince, kimileri, “bunlar da Arapça, Farsça, ne far var diyor”!

Fark şurada: Bunlar edebiyatımıza, müziğimize girmiş. Edebiyatımızın zirve yazarları, şairleri hatta annelerimiz bunları kullanmış, kullanıyor.

Biz ırkçı değiliz. Kültürümüze girmiş olan tren, otobüs, telefon, telgraf, televizyon gibi kelimelere bir itirazımız yok. Gerek doğudan gerek batıdan gelen, benimsediğimiz kelimeleri atalım demiyoruz. Ana dilimizi annelerimizin dilini kullanalım diyoruz.

Gelelim, yozlaşmanın en yoğun ve yaygın olduğu meseleye; “süreç” meselesine, süreç yangına… Süreç, her yere uyan bir maymuncuk… Bir moda kelime… Öyle bir moda ki modern olmak için sanki her cümleye girmeli!

Zaman içinde elbette yeni kavramlar, yeni kelimeler üretilebilir, üretilmeli, bunlardan biri de süreç olabilir. Fakat bu ürettiğiniz kelime yerli yerinde kullanılmalı! Unuttuğunuz, aklınıza gelmeyen her kelimenin yerine yapıştırılmamalı! Yüzlerce kelimemizi bir tek “süreç” kelimesiyle ifade edip dilimizi fakirleştirmemeli. Bu “moda” kelime, en başta kendisinin de türetildiği “SÜRE”yi yedi. En çok seyredilen kanallardan birinde sunucu şu cümleyi kurdu: “Haziran’dan Eylül’e kadar olan süreçte…” Hayır, süreçte değil yahu, SÜREDE!

Ayrıca bu süreç seli; dönem, devir, safha, devre, aşama, merhale, olay, hadise, vaka, dava, sorun, mesele, dönemez, müddet, mühlet, iş, işlem, işlev, hamle, adım, girişim, durum, hal, vaziyet gibi hemen aklıma gelen ve şimdi aklıma gelmeyen yüzlerce kelimeyi yuttu. Hepsini atıyorsunuz yerine, “süreç” i koyuyorsunuz. Süreç kullanılan yerlere bakın bu kelimelerden birinin yerine kullanılmış olduğunu fark edeceksiniz. Tam bir yozlaşma, feci bir fakirleşme. Süreç, kelime yiyen kelime…

Dilimizdeki yozlaşma bunlarla sınırlı değil. Diğer bazı yaygın yanlışları, öte yandan, Türkçenin büyüleyici güzelliğinden örnekleri aşağıdaki bağlantılarda görebilirsiniz.

Türkçe ürkütücü bir saldırı altında. Bunu durdurmak, yozlaşmayla mücadele etmek her Türk’ün birinci ve kaçınılmaz görevidir.

x x x

İLGİLİ YAZILAR

Büyüleyen TÜRKÇE ve TÜRKİYE’nin Büyüleyici İstikbali

‘Süreç’ ‘Adına’ ‘TERFİ Aldık’ ‘İzliyor Olacağız’ da ‘Lüksümüz Yok’

Güzel TÜRKÇEMİZİ Yozlaştıran Amansız Bir SÜREÇ!

 

İsmail Hakkı Cengiz

Edebiyat Defteri

hacengiz@gmail.com

DOSTLARIM KISACA TÜRK DİYOR BANA


ŞAİR: Ahmet Çıtak

-

Azeri, Türkmenim, Özbek’im beyler

Dostlarım kısaca Türk diyor bana.

Dünyada eşsizim, ben tekim beyler

Dostlarım kısaca Türk diyor bana.

-

Çin Seddi’ni Çin’e kurduran benim

Haliç’i zincire vurduran benim

Asırlar boyunca yenilmeyenim

Dostlarım kısaca Türk diyor bana.

-

Hiç taviz vermedim bu yüce özden

Özgürlük üstüne verdiğim sözden

Esaret ölümdür, işte bu yüzden

Dostlarım kısaca Türk diyor bana.

-

Anka kuşu gibi kendi külümden,

Doğarım yeniden korkmam ölümden

Kaç bent nasip aldı kopan selimden

Dostlarım kısaca Türk diyor bana

-

Hesap edemezsin bir Türk ne yapar

Sabrı nerde biter sükûttan sapar

Ayağa kalkınca kıyamet kopar

Dostlarım kısaca Türk diyor bana.

-

"NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE"

Ahmet Çıtak


DÜNYA BİZİM KADAR

            




          ŞAİR: Haşim Kalender

                  -
            Yapılanı duyarım, elim varmaz yazmaya.

Ağlanacak halimiz, ağlamam, ağlayamam.

Müslüman’sa bir tek Türk, yeter ordu bozmaya.

Kara bana yakışmaz, bağlamam, bağlayamam.

 

Yüreğimi yoklarım, Uygur’un kanı akar.

Çeçenya’da sümbülde, kokla şehidim kokar.

Musul, Kerkük bekliyor, Karabağ mahzun bakar.

Ululemri beklerim, çağlamam, çağlayamam.

 

Çin zulmüyle boğuyor, doğu Türkistan tutsak.

Gölgemizden korkardı, surlar der biz unutsak.

Türk dünyası kurulmuş, kalkıp el ele tutsak.

İmkânsızım imkânı, sağlamam, sağlayamam.

 

Ben ki! Anadolu’da, ölümü öldürmüşüm.

Zalimin önünde sur, mazlumu güldürmüşüm.

Şahadet arzusuyla, yüreği doldurmuşum.

İçim yanar içini, dağlamam, dağlayamam.

 

Kardeşi esir olan, hürriyeti yaşamaz.

İmanda zayıflayan, dorukları aşamaz.

Ölümü korkutmayan, bentlerini aşamaz.

Geçmiş ile gönlümü eğlemem, eğleyemem.

 

Hangi yöne bakarsam, dost görünür düşmanlar.

Ortadoğu kan ağlar, ihanete pişmanlar.

Çin’i, Rus’u, Coni’si, bilsinler ki şişmanlar.

Bu çağlayan coşacak, bağlamam, bağlayamam.

 

Sur üstüne sur yapsan, geleceğiz bilesin.

Batan güneş doğacak, gözlerini silesin.

Müslüman’san ve Türk’sen, onlar için çilesin.

Kalender’im aczimi, söylemem, söyleyemem.

 

23. Şubat 2019

Haşim Kalender

Kalan Ne Der Kalender kitabımdan

TÜRKÇE'MİN BEŞ BİN YILLIK YÜRÜYÜŞÜ

 

ŞAİR: Himmet Cansız

-

Türkçe düşünürüm, Türküm hey Türküm!

Güneyde kuzeyde, çakınlar çaktım

Kimlik ana özüm, coğrafya kürküm

Doğudan batıya, dört nala aktım

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm!

 

Pazırık dibinde, halım dokulu

Anav, Abakan'ım, kültür okulu

Orhun anıtlarım, Bilge kokulu

Dikili taşlara, betik bıraktım

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm!

 

Köklerim dayanır, Saka'dan Hun'a

Tomris'ten Mete'ye, kutlu Orkun'a

Atilla kağanımın, çimeği Tuna

Ana karalarda, şahlanıp sektim

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm!

 

Balasagun ovam, tarım ağları

Arkımla sulandı, Turfan bağları

Buzuldan bu yana, gördüm çağları

Tanrı dağlarında, ateşler yaktım

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm!

 

Kopuz, ıklığ, tanbur, bağlama telim

Baksılar, Ozanlar, türküler selim

Kağanlar otağı, Ötüken elim

Kurultaylar kurup, kımızlar çektim

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm

 

Dedem Korkut öyküm, Kaşgalı'm dilim

Yunus Emre'm ışık, Biruni'm bilim

Sermişim dünyaya, bin düşlü kilim

Hazarfen olup da, göklere çıktım

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm!

 

Pir Sultan Abdal'ım, ulu nefesim

Karac'oğlan türküm, Kul Himmet sesim

Hünkar Bektaş Veli'm, ne yüce resim

Hocam Nasretin'le, mizahlar ektim

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm

 

Arapça, Acemce, yollar araman

Çöllerde onamam, soluğum orman

Mehmet Bey Türkçe'mle, buyurdu ferman

Ulus bayrağıma, ay yıldız diktim

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm!

 

Benim Oğuz, Hazar, Kıpçak, Karaylar

Ceyhun, Seyhun, İtil, karlı Altaylar

Toroslarda Yörük, topak saraylar

Atı tımar edip, sürüler baktım

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm!

 

Olmuşum Tengrici, Alevi, Şaman

Musevi, Hristiyan, Budist, Müslüman

İnançlar özelim, biline aman

Bağnaz bakışlardan, inanın bıktım

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm!

 

Ala, konur, kara, gök mavi gözüm

İmece, eşitlik, bölüşüm özüm

Ne mutlu ki Türküm, kime yük sözüm?

Ayrık otlarını, dibinden söktüm

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm!

 

Beş bin yıldır Türktür, dört yanda adım

Bağımsızlık doğam, özgür kanadım

Zorlama adlarla, bozulur tadım

İçim pek daraldı, yumruğu sıktım

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm!

 

Türkiye'mi dişle, düşle kim kurdu?

Samsun'un güneşi, Afyon'un kurdu

Ulusal bilinçle, bezedi yurdu

Yedi düveli dün, daha dün yıktım

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm!

 

Karamanoğlu'yum hey, Serikli ozan

Cengim Dadaloğlu, bir ucum Kozan

Önder'im Atatürk, kan damgam Lozan

Kuvvacılar ölmez, kalpağı taktım

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm!

 

Şiir: Himmet Cansız

ÖZLEDİK ATAM

 

♥️ 

ŞAİR: Himmet Cansız

-

Güneyin, kuzeyin, çıngı ateşi

Üşüdük nerdesin, çakmağı çak gel!

Doğunun, batının, umut güneşi

Karanlıkta kaldık, şafağı sök gel!

 

Özledik Atatürk, özledik çık gel!

Gözledik yolların, gözledik çık gel!

 

Vatanın hızırı, ey Türk'ün kurdu

Sen gittin gideli, nefesler durdu

Kaçaklar, kaçkınlar kuşattı yurdu

Sığıntıya döndük, kaşları dik gel!

 

Özledik Atatürk, özledik çık gel!

Gözledik yolların, gözledik çık gel!

 

Ağacın kurtları, özünde pustu

Devşirme zihniyet, ağular kustu

Laiklik düşerken, mankurtlar sustu

Kaleler satıldı, yumruğu sık gel!

 

Özledik Atatürk, özledik çık gel!

Gözledik yolların, gözledik çık gel!

 

Başağın, ekinin, kurak tabanı

Köylünün, çiftçinin, yetim sabanı

Ulu Torosların, öksüz çobanı

Çatladı topraklar, su gibi ak gel!

 

Özledik Atatürk, özledik çık gel!

Gözledik yolların, gözledik çık gel!

 

Türkünün turnanın, kırık kanadı

Ne ne sözün, ne telin, kalmadı tadı

Dalları kuruttu, cahil nadı

Açmıyor goncalar, güllere bak gel!

 

Özledik Atatürk, özledik çık gel!

Gözledik yolların, gözledik çık gel!

 

Altaylar, Kafkaslar, Karaman beli

Selanik, Manastır, Kocacık eli

Hüzünlü ediyor, Ankara yeli

Bekliyor seymenler, kalpağı tak gel

 

Özledik Atatürk, özledik çık gel!

Gözledik yolların, gözledik çık gel!

 

Orta çağ kutsandı, şeyhler övüldü

Devrimler yerildi, ilken dövüldü

Aydınlık yoluna, kör kör sövüldü

Ulusunu derle, tahtları yık gel!

 

Özledik Atatürk, özledik çık gel!

Gözledik yolların, gözledik çık gel!

 

Hasretiz gözüne, dimdik kaşına

Cumhuriyet bastı, tam yüz yaşına

Büyük Türk ulusu, asker başına

Yürüyoruz Atam, izinde bak gel

 

En büyük bayramda, Ekim' de kalk gel!

Çağın tohumunu, bir daha ek gel!

Söylevini haykır, ışığı yak gel!

Özledik Atatürk, özledik çık gel!

Gözledik yolların, gözledik çık gel!

 

Söz: Himmet Cansız

Beste ve dillendiren: Uğur Önür

👇👇

Uğur Önür - Özledik Atatürk 🇹🇷 100. Yıl Türküsü