Atsiz_Turk_Tarihi
Mayıs
ayının Türk tarihinde büyük bir yeri vardır: Türkiye’nin kurulmasını sağlayan
tarihî ve destanî hareketler bu ayda yapılmış, bu destanların can alıcı noktası
olan Dendânekan Meydan Savaşı 23 Mayısta olmuştur.
Okul
kitaplarında devletimizin ne zaman kurulduğuna dair bir işaret yoktur. Bazıları
Malazgirt Savaşı’nın yapıldığı 26 Ağustos 1071 tarihini devletimizin başlangıcı
sayıyorlar. Bu düşünce tamamiyle yanlıştır. Çünkü Malazgirt Savaşı çoktan
kurulmuş kuvvetli bir devletin diğer bir kuvvetli devleti yenmesinden başka bir
şey değildir. Dendânekan Savaşı ise Selçuklu Hanedanının idaresindeki
Türklerin, Gazneliler İmparatorluğunu yenerek Horasan ülkesini onlardan
koparmasını, burada bağımsız olarak teşkilâtlanmasını ve fetihlere başlamasını
sağlamış, yani Türkiye’yi kurmuş ve bizi bugüne getirmiş olan bir çarpışmadır.
Millî
hayatımızdaki iyi, kötü bütün dönüm noktalarını bilmek, bütün fertlerin
ortaklaşa sevineceği, üzüleceği tarihlere malik olmak, mânevî yapısı kuvvetli
bir millet olmanın ilk şartlarından biridir. İskender’i, Sezar’ı, Arslan
Yürekli Rişar’ı, Deli Petro’yu, Napolén’u ezberleyen Türk gençlerinin bu
devletin nasıl kahramanlıklarla kurulduğunu, Çağrı Beğ adındaki destani
kahramanın neler yaptığını, Doğu Roma İmparatorluğu ile göğüs göğse yapılan
korkunç savaşların Türk başbuğları olan Kutalmış, İbrahim, Inal, Yakutu, Resul
Tegin, Buka, Anasıoğlu, Hasan Artuk, Afşın ve arkadaşları gibi ölmezleri
bilmemesi hazin olduğu kadar da ayıptır. Bunlar lise ve ortaokulda değil, daha
ilkokulda bellenecek şeylerdir. Bunları öğrenelim ve hatırlayalım. Yalnız
ümidimizin zayıfladığı anlarda değil, her zaman aklımızda tutalım, gönlümüzde
saklayalım.
Selçuk
Hanedanının idaresindeki enerjik ve gözü pek Oğuzlar’la bunlara katılmış olan
birtakım doğu Türkleri, Hazar, Karahanlı ve Gazneli devletleri arasında
bocaladıktan, hattâ büyük kırgınlar geçirdikten sonra nihayet “Horasan’ı elde
etmek” fikri etrafında hamle yapmaya başladılar.
Gazneliler
İmparatorluğu’nun büyük ve zengin bir vilayeti olan Horasan, Selçuklular için
bir yaşama vasıtasıydı. Geçimlerini sağladıkları sığır, koyun ve at sürülerine
otlak Horasan’da, kendilerine vergi verecek zengin şehirler yine orada idi.
Burası için yapılan değişik tarihli birkaç savaş hiçbir meseleyi halletmemiş ve
iş, kesin sonuçlu bir savaşa kalmıştı.
Büyük
sultan Gazneli Mahmud’un oğlu olan Sultan Mesud yüksek bir kumandan, eşsiz bir
kahraman, fakat kararsız, zalim ve sarhoş bir devlet başkanıydı. Ana davalarda
sık sık ve lüzumsuz karar değiştirmeleri yüzünden kumandanlarının güvenini
kaybetmiş, bu kumandanlardan bazıları, sarhoşluk sırasında hakaretine
uğradıkları sultana gücenerek Selçuklulara katılmış, bu da sultanı bütün
kumandanlarından şüphelenir hale getirmişti. Horasan’da Selçuklular lehine
propaganda yapılıyor, din bilginleri kendi sarhoş sultanları yerine içki
içmeyen Selçuk prenslerinin gelmesini istiyor, bundan başka tüccar ve esnaf
sınıfı da daha az vergi alan Selçukluları tercih ediyordu.
Her iki
tarafında birbiri arasındaki casus şebekesi iyi işliyor, tarafların hareketleri
ve hazırlıkları birbirine malûm oluyordu.
Sultan
Mesud bu işi kökünden halletmek için büyük hazırlıklar yapmış ve o zamana kadar
görülmemiş bir ordu tertiplemişti. İyi silâhlı 100.000 kişi olan bu orduda 50
tane de savaş fili vardı. Bu ordu, Türklerden başka Hindli, Efganlı, İranlı,
Arap ve Kürtlerden meydana gelmişti.
Selçuklular
20.000 kişiden daha azdı. Fakat çok disiplinli ve hafif silahlı olduğu için son
derece çevik atlılardan kurulu bir ordu idi. Gaznelilerin kalabalık oluşu daima
su ve yiyecek sıkıntısı doğuruyordu.
17 Mart
1040’ta Gazneli ordusu Nişabur’dan Serhas’a doğru hareket etti. Serhas’ta
toplanmış bulunan Selçuklular da kıpırdadılar. Gazne ordusunun uğrağındaki
yerlerde yiyecek bir şey bırakmadan, kuyuları doldurarak çekilmeye başladılar.
13 Mayısta
Gazneliler, Serhas’a girdi. Fakat açlık içinde yürüyüşte hayvanların çoğu
ölmüş, süvarilerin büyük bir bölümü atsız kalmış, ölmeyen atlar bitkin bir hale
gelmiş, daha kötüsü, açlık yüzünden ordu silah kullanamayacak kadar
kötülemişti.
Serhas
haraptı. Ahali de Selçuklularla birlikte kaçmış, Selçuklular işe yarar ne varsa
götürmüş, götüremediğini yakmıştı. Gazneli kumandanları yiyecek bulmak için
Herat’a dönmeyi tavsiye ettilerse de sultan bu fikre yanaşmadı. Selçukluların
da aç olduğunu söyleyerek bu işi kökünden bitirmek üzere taarruz lâzım
geldiğini, hedefin Merv olduğunu, aksi bir fikirde bulunanı idam ettireceğini
bildirdi.
16 Mayıs
1040ta Gazneli ordusu, Selçukluların yeni karargâhı olan Merv’e yürümeye
başladı. Susuzluktan büyük sıkıntı çekiliyor, hastalıkta başlamış bulunuyordu.
18
Mayıs’ta, susuzluğa çare olmak üzere kuyular kazıldı ve çevrede bulunan
kamışlıklara, Selçuklulara sığınaklık etmesin diye ateş verildi. Fakat
kuyulardan çoğunun suyu acı çıktı.
21 Mayıs’ta
Börü Tegin buyruğundaki 1500 Selçuklu ile ilk çarpışma yapıldı. Bunlar yağmur
gibi ok yağdırarak yıldırım gibi bir hücum yaptılar. Gaznelilerin ağır süvarisi
kendilerine taarruz edince çekildilerse de ağırlıklardan bir kısmını alıp
götürmeyi başardılar.
Bu ilk
çarpışma, Gazneliler ordusundaki maneviyat kırıklığını ve disiplinsizliği açığa
vurmuştu. Gazneliler ordusundaki Türk hassa askerleri, kendi komutanları olan
ünlü başbuğ Beğdoğdu’ya başvurarak deveye binmekten usandıklarını, ertesi gün
bir savaş olursa ister istemez Tacik (=İranlı ve Efganlı) ve Arap askerlerin
atlarını alacaklarını, savaşa ancak böyle gireceklerini söylemişlerdi.
Bu sırada
Merv’de bulunan Selçuklular da büyük Gazneli ordusunun taarruzu karşısında ne
yapmak gerektiğini konuşuyorlar, bir karara varamıyorlardı. Nihayet kararı
Tuğrul Beğ’e bıraktılar. Tuğrul Beğ, görülmemiş büyüklükteki Gazneli ordusunun
gelmesi dolayısıyla büyük göçe, Dehistan yoluyla İran içerisine yürümeye
taraftardı. İranlılar korkak olduğu için bize dayanamaz diyordu. Gaznelilerle
yapılacak savaş başarısızlıkla biterse Selçuklu topluluğunun dağılacağından
çekiniyordu.
Çağrı Beğ,
bu fikre itiraz etti. “Buradan kaçıp İran’ı alacak idiysek bunu başlangıçta
yapmalı ve böyle ulu bir padişahın kemerine el atıp savaşa çağırmamalıydık”
dedi. Savaşı kabulün kaçınılmaz olduğu hakkındaki delillerini sayıp döktü.
Yalın atlılar olup erkekçe dövüşürlerse savaşı kazanacaklarını söyleyerek
sözlerini bitirdi. Bu düşünce kabul edildi.
Kadın,
çocuk, hasta ve yaşlıları ayırdılar. Bunları ve ağırlıklarını, sıska ve cılız
atlı 2-3 bin kadar süvariyle birlikte uzaklara, çöllerin içine gönderdiler.
Savaşa elverişli askerlerini sayarak 16.000 kişi olduklarını anladılar. Sayıca
az olan bu ordunun mânevi kuvveti çok üstün, silahları pek iyi idi. Ordunun
başkomutanlığını Çağrı Beğ, öncü komutanlığını Karahanlı Hanedanından Börü
Tegin aldı.
Selçukluların
bu kararı, aralarında bulunan Gazneli casuslar tarafından Sultan Mesud’a
bildirildi. O gece süvarinin getirdiği mektupları okuyan Sultan Mesud bu rapor
üzerine kendi adamlarıyla konuştu. Merv’e ihtiyatla yürümek kararı verildi.
22 Mayıs
1040 Perşembe günü Gazneliler Savaş düzeninde ilerlemeye başladılar ve biraz
sonra Türkmen birliklerinin çevik atlarıyla ayrı ayrı yerlerde yaptıkları
hücumlara uğradılar. Selçuklu birlikleri arasında Gaznelilerden Selçuklulara
geçmiş kölemenler de vardı. Bunların, eski kapı yoldaşlarını çağırmaları epeyce
tesirli oluyor, bir kısmı Selçuklulara geçtiği gibi, bir kısmı da, hiç olmazsa
savaşa seyirci kalıyordu. Saray kölelerinin böyle gücenmelerine sebep de Sultan
Mesud olmuştu. Çünkü ihtiyar ve gözleri görmez diye küçümsediği Beğdoğdu’yu
hiçe saymış, Türk kölemenlerin başına Sultan Mesud ‘i getirmişti.
Sabahtan
öğleye kadar süren savaşta Gazne ordusu, subayların fedakârlığı ve her önüne
geleni deviren Sultan Mesud’un kahramanlığı sayesinde Selçukluları püskürttüyse
de yine ağırlıklarından bir kısmını onlara kaptırdı.
Selçuklular
çekildikten sonra Gazneli ordusu birkaç kilometre daha yürüyerek su bulunan bir
yere vardı ve burada disiplin adına bir şey kalmadı. Susuzluktan bunalmış olan
askerler subay, komutan dinlemeden suya saldırdılar. Bu sırada Selçuklular bir
hücum yapsalardı bu ordu dağılırdı. Fakat karargâh kurmuş oldukları Dendânekan
ovasında kesin sonuçlu savaşı yapmaya karar vermiş olan Selçuklular bu hücumu
yapmadılar. Gazneliler ordusu gece yarısına doğru susuzluğunu gidererek düzene
girdi.
23 Mayıs
Cuma (= 9 Ramazan 431) sabahı Gazneliler yine yürümeye başladı. Bu orduda 12
fil kalmıştı. Selçuklular hemen taarruza geçtiler. Haykırarak yıldırım hızıyla
saldırıyorlar, ok yağdırıp çekiliyorlar, sonra yine geliyorlardı. Gazneliler bu
çevik birliklerle çarpışa çarpışa kuşluk zamanı Dendânekan kalesi önüne vardı.
Kale, Selçuklulara teslim olmamıştı. Gaznelilerin susuzluktan çok bunalan bir
takım askerleri, subayların emirlerine rağmen kale önüne gelerek içerdekilere
mataralarını uzatıyorlardı. Sultan bunların orduya katılmasını beklemeden
taarruz emrini verdi. Selçuklular düzgün sıralar halinde sessizce
bekliyorlardı.
Büyük
savaşın başlayacağını anlayınca Gazneliler ordusundaki Türk kölemenler
develerden indiler. Aşağı gördükleri İranlı ve Efganlıların atlarını almak
istediler. Onlarda vermek istemediğinden kavga çıktı. Selçuklular bu fırsatı
kaçırmadılar. Şiddetle saldırdılar. Sultan Mesud’un yakışıksız bazı
hareketlerinden kırgın olan Türk askerlerden birçoğu ırkdaşları olan
Selçuklular tarafına geçti.
İki ordu
göğüs göğse gelince Gazneli ordusunun akıncı birlikleri olan ve askerî bakımdan
ordunun en değersiz bölümünü teşkil eden Arap ve Kürt birlikleri dağılıp
kaçtılar. Ordunun en kalabalık unsuru Hindlilerdi. Fakat daha önce Selçuklulara
birkaç kere yenilmiş olan Hindlilerin gözleri yılgındı. Bunlarda daha fazla
dayanamayıp bozuldular. Komutanlarla subaylar olağanüstü gayret ve cesaretle
vuruşarak bozgunu önlemeye çalıştılarsa da olmadı. Gazneli ordusunun merkezi
sonuna kadar dayandı. Burada sultanla kardeşi ve oğlu bulunuyor. Sultan Mesud
her vuruşta bir Selçuklu devirerek silahların hakkını veriyordu. Selçuklular
onun yanına yaklaşmaktan çekinmeye başlamışlardı.
Fakat bu,
neticeyi değiştirmedi. Böyle olduğu halde sultan, yenilmiş olmayı bir türlü
kabul etmiyordu. Nihayet kumandanlarından biri onu uyandırdı: Çekilmezse
Selçuklu karargâhına tutsak olarak gideceğini hatırlattı. Çare yoktu. Çekilme
emrini verdi. Kendisi de file binerek kaçmaya başladı. Yanında 100 kişi
kalmıştı.
Türkmen
atlıları kendisini şiddetle kovalıyordu. Sultan bunların yaklaştığını görünce
filden ata binerek üzerlerine saldırdı. Birini kılıçla ikiye biçti. İkincisini
gürzle öldürdü. Böylelikle onların eline düşmekten kurtuldu.
Selçuklular
tam bir zafer kazanmışlardı. Sultan Mesud’un hazinesi, ağırlıkları alınmış,
ordunun çoğu tutsak edilmişti. Çağrı Beğ kazandığı zaferin büyüklüğünü ilkönce
anlayamadı. Ordusunun her tarafa akın yapmasına izin vermedi. Yalnız bir kısım
atlılarını kaçan orduyu kovalamaya gönderdi. Sultan Mesud’un askerlerini
toplayarak geri dönmesi ihtimaline karşı ordusunu saf halinde düzene koyarak
hazırladı. Yiyip içmek gibi zarurî ihtiyaç zamanları dışında bütün ordusunu üç gün,
üç gece at üstünde, silah elde bekletti. Bu tedbir pek de boşuna değildi. Çünkü
büyük Gazneli ordusunun ölü ve tutsaklarını çıkardıktan sonra çölde dağılmış
olanları da yine 40-50 bin kişi kadar vardı ki bunların bir iki konak ilerde
toplanıvermeleri büyük bir tehlike yaratabilirdi.
Çağrı Beğ,
Sultan Mesud’un bitkin bir halde Mervirûz’a düştüğünü ve yanında kuvvet
kalmadığını öğrendikten sonradır ki üç gündür at üstünde beklettiği ordusuna
dinlenme buyruğu verdi.
Artık
Horasan kendilerinin olmuştu. Birkaç gün sonra zaferlerini kutlayarak
devletlerini ilân ettiler. Devletin başkanlığına Çağrı Beğ’in kardeşi Tuğrul
Beğ getirildi. Kahraman Çağrı Beğ, ölünceye kadar Horasan vilayetinin beği
olarak kaldı. Böylelikle, 1040 Mayısında Türkiye kuruldu. Bu Türkiye, sonra
İran, Irak, Azerbaycan, Anadolu ve Suriye’yi alarak Ortaçağın en mühim
devletlerinden biri oldu. Haçlılarla çarpışarak varlığını korudu ve tarihin
garip ve başka milletlerde örneği görülmemiş bir tecellisiyle, kurulmuş olduğu
toprakları kaybederek sonradan aldığı yerlerde tutundu.
Tarihleri
boyunca daima batıya ilerleyen Türkler, Osmanlılar zamanında da Almanya ve
Fas’a kadar uzandılarsa da sonra geri çekilmeye mecbur kalarak Anadolu’da
tutundular.
Şanlı ve
destana benzeyen geçmişimizi silinmez çizgilerle beynimize ve gönlümüze
çizelim. Onu daima hatırlayalım. Çünkü kuvvetimizin kaynağıdır. Hatırlayalım ve
ümit edelim.
Dendânekan
Savaşı’nın askerlerine, Gazneli ordusunun Türkleri de dahil olduğu halde
rahmet! Onlardan hız alan bizlere görevimizi başarmak için kuvvet!…
Orkun, 10.
Sayı, 15 Kasım 1962