Prof. Dr.
Zekeriya Kitapçı
Selçuk Ün.
Eğitim Fak. Em. Öğretim Üyesi
Gerçekte
Zü’l-Karneyn, onun etnik kimliği, tarihi varlığı, insanlığın hayrına olan yüce
misyonu; Hz. Peygamber ve “Hayırlı Nesiller” den sonrada, İslam Alim
ve Müfessirleri’ni hemen her asırda meşgul etmiş ve bu böyle bütün sıcaklığı ile
bu günlere kadar gelmiştir. Ne var ki Selfet uleması müstesna, daha sonraki
sırlar; özellikle Müslüman Türklerin İslam milletleri camiasına çok bereketli bir
millet olarak girmeleri ve camiada etkin bir millet haline gelmelerinden sonra
yetişen İslam Alimleri ve hele hele çağdaş Türk Tefsir ve Hadis Otoriteleri;
Zü’l-Karneyn’in bu ilahi yanı ve etkin şahsiyetini tespit etmede bir de Türkün
maşeri vicdanının sesini (Oğuz Kağan Destanını) dinleyecekleri Orta Asya ve
Turan yurdundaki ilahi gelişme ve baş döndürücü olaylara birde bu açıdan
bakacakları ve Türk Tarihi’nin hakemliğine müracaat edecekleri yerde bu hiçbir
zaman böyle olmamıştır. Bunun tam aksine, İslam Alimleri ve çağdaş Türk Tefsir
otoriteleri, Zü’l-Karneyn meselesinde, kendi ilahi coğrafyamıza bakacakları ve
onu bu geniş coğrafya ve İslam tarihini yeni bir anlayış içinde incelemeleri
gerekirken de onlar; Zü’l-Karneyni karanlık Avrupanın zulüm ve şirk
bataklığında aramışlar ve bu karanlıklar diyarında ayağa kalkmış ve tevhid
bilincinden nasipsiz, put-perest bir
dünya fatihi ve İskender-i Yunaniyi bir hidayet yolunun öncüsü yani
Zü’l-Karney-i Kuran olarak göstermeye çalışmışlar ve böylece kendi fikit ve
bilgi kirliliği içinde boğulup kalmışlardır.
Gerçekte
Zü’l-Karneyn¸ tabiri ve bu husustaki etimolojik münakaşalar bir yana Kuran-ı
Kerim ve vahiy kültüründe; büyük hükümdar; doğu ve batının hükümdarı Cihan
Fatihi Zamana hükmeden kişi, anlamında kullanılmıştır. Nitekim H. Yazır’da bu
anlamda yaklaşmış ve şöyle demiştir. Zü’l-Karneyn tabiri bir lakabdır ki,
Kuran’ın beyanından da anlaşılacağı vechile arzın şarklı garbına sahip, demek
olmalıdır. Lisanımızda cihangir tabir olunur.[1]
Ne
ilginçtir ki; Zü’l-Karneyn yedi düvele hükmeden bu dünya fatihi
hususunda büyük müfessirlerimizin bir çoğunun daha bu işin başında çıkmaz bir
yola girdikleri görülmektedir. Onlar; Cenab-ı Hakkın; mümin muvakhid bir Tanrı
Kulu olarak bildirdiği bu büyük Dünya Fatihi’ni belirli bir asır ve tarih
süreci içinde arayacakları ve yukarıda zikri geçen bir çok rivayetleri bu açıdan değerlendirilecekleri yerde hiçbir zaman bunu böyle yapmamışlar ve kısır bir
döngü içinde yuvarlanıp durmuşlardır. İşin bir de şu garabetine bakınız ki bu
büyük müfessirlerimizden hemen hepsi Zü’l-Karneyn (zamana hükmeden kişi
anlamında bir lakab) kelimesinin başındaki Zû-sahip anlamına gelen edata takılıp
kalmışlar ve dünya coğrafyasında şurada burada yetişmiş büyük kahramanların, bu
manada bir bir isimlerini sıralayıp ve sonrada onların; Kuran-ı Kerim de
zikr-i geçen o büyük zat yani Zü’l-Karneyn
olmadıklarını söylemişler ve bu manada asırlardır havanda su dövüp
durmuşlardır. Müfessirlermizin bu manada başta Makedonyalı, Büyük İskender (M.Ö.
550-486) Afridun b. Efiyan, Merziban b. Merduye, Ebû Rayıs b. Sa’b, bu arada
İran Kisrası, Nuşirevan gibi daha bir çok kimseleri Kuranda Zikredilen
Zü’l-Karneyn olarak zikretmişlerdir ki onların münakaşası bu makalenin konusu
değildir. [2]
Neylersiniz
ki bizim bu açıklamalarımızdan da anlaşıldığı gibi Arap İran milli şuuru
İslamiyet’ten önceki devirlerde yaşamış kendi milli kahramanlarını şu veya bu
şekilde Zü’l-Karneyn olarak görmüşler,
uzun uzadıya onlardan bahsetmişler böylece onları tefsir ilminin bir malzemesi
haline getirmişlerdir. Neylersiniz ki Türk tefsir otoriteleri Arap ve
İranlılardan bir Zü’l-Karneyn-i cihan olduğu halde onlar; kendi milli
tarihlerine sahip çıkmadıkları gibi, kendi milli kahramanlarının da hiçbir
zaman elinden tutmamışlar ve onları tefsir ilminin malzemesi haline getirmede
en ufak bir milli şuur örneği sergilememişlerdir. Fakat bütün bunlardan daha da
acısı Türk tefsir otoriteleri yazmış oldukları hacimli kitaplarında, onların,
bilgi kirliliğinden başka bir kıymet-i ilmiyesi olmayan çoğu halde bayat
yorumlarını nakletmişler. Hayır! Bilerek veya bilmeyerek Arap ve İran milli
şuurunun borazancılığını yapmışlardır ki bundan üzülmemek mümkün değildir.
Bu arada
şunu bir kere daha ifade edelim ki Makedonyalı Büyük İskender; İslami manada
hiçbir zaman “Mümin” ve “Muvahhid” bir kimse olmadığı gibi, insanlığın hayrı ve
iyiliğine giden yolda vahye mazhar olacak kadar hiçbir iyilik yapmamıştır. O
daha ziyade kendi hocası ve büyük Yunan Filozofu ve her zaman aklı ön planda
tutan Aristonun (m.ö. 386-322) tesiri altında kalmıştır.[3] Ve sözde “Ab-ı
Hayat”denilen “Ölümsüzlük Suyu”nu bulmak ve ondan içerek sonsuz, ebedi bir
hayata kavuşmak ve bir manada Yüce Tanrı’ya meydan okumak istemiş ve bunun
içinde Orta-Asya ve bu arada Hindistan’a çok büyük bir askeri sefer
düzenlemiştir ki bu askeri maceradan başka bir şey değildir.[4] İşte böylesine
zavallı bir maceraperest ve aynı zamanda zorlu bir putperest olan bu kişinin;
Kuran-ı Kerim’de zikri geçen, üstelik kendisini insanlığın hayrına adamış ve her
zaman Yüce Mevlanın inayetine mazhar bir kişi olan Zü’l-Karneyn’in (haşa!) bir
İskender-i Yunani olduğunu iddia etmek işte bu zırvadan başka bir şey değildir ve çoğu halde tam bir bilgi kirliliğidir. Neylersiniz ki İslam Alimleri, tefsir,
hadis, dil ve edebiyat otoriteleri bu arada pek çok Osmanlı Müfessirleri de
dahil bu bilgi kirliliğinde hem de asırlarca birbirleri ile yarış etmişler,
çoğu halde bir safsatadan ibaret olmak üzere binlerce kitap ve çuvallar dolusu
moloz yığını bırakmışlardır. Diğer taraftan, Makedonya kralı Filip’in oğlu olan
Büyük İskender tarihi perspektif
açısından da dün denecek kadar kısa bir zamanda ve M.Ö. III. Asırda yaşamış ve
askeri üstün yetenekli bir komutan olduğu gibi ayrıca o; sadece doğu
istikametinde ve Hindistan’a doğru çok büyük bir sefer yapmış ve daha sonra
kendi memleketi olan Makedonya’ya dönerken yolda hem de çok genç denebilecek
bir yaşta ölmüştür. (m.ö. 356-323)[5] bu bakımdan Kuran-ı Kerim’de zikr-i geçen
Zü’l-KArneyn’in İskender-i Yunanî olduğunu iddia etmek kadar saçma sapan bir
fikir yoktur.
Zü’l-Karneyn Onun İlahi Şahsiyeti Yüce Misyonu ve Oğuz Kağan
Buraya
kadar olan açıklamalarımızda El-Kehf suresinin Zu’l-Karneyn’le ilgili ayetleri
üzerinde durulmuş, bu ayetlerin ifade ettiği yüksek hakikatlerin kısaca yorum
ve tefsiri yapılmış ve neticede Kuran-ı Kerim’de Zü’l-Karneyn olarak zikr-i
geçen bu “Tanrı Kulu” ve cihan fatihi’nin; insanlık tarihine, zamana hükmeden
kişiler olarak adı geçen mesela Pers İmparatoru Dara ve hele hele Makedonyalı
Büyük İskender vs. gibi kimselerin hiç olmadığı zikredilmiştir. Bununla beraber
değerli İslam alimi el-Ezraki’nin yukarıda da ifade edildiği gibi; “Ahbar-u
Mekke” adındaki kıymetli eserinden öğrendiğimize göre; Kuran-ı Kerim de Zü’l-Karneyn lakab ile zikredilen bu mümin,
muvahhid ve kendisine mülk ve saltanat verilen kişi Hz. İbrahim zamanında
yani M.Ö. 18. asırda ortaya çıkmıştır. Onun telkin ve irşadı ile Müslüman olmuştur.
Daha sonra Hz. İbrahim’le birlikte Mekke’ye gelmişler ve Ka’be’yi birlikte
tavaf etmişlerdir. El-Erzaki, onların bu ziyaretleri sırasında Hz. İsmail’inde
yanlarında olduğunu kaydetmektedir.[6] Bu takdirde karşımıza çok önemli bir
soru çıkmaktadır. Öyleyse; el-Erzaki’nin işaret ettiği ve Hz. İbrahim’in
risalet ve nübüvveti sırasında yaşayan ve Kuran-ı Kerim’de Zü’l-Karneyn olarak
anılan bu büyük kişi kimdir? Onun ilahi şahsiyet ve mübarek misyonu tarihte en
güzel kim ve kimler tarafından temsil edilmiştir? Bütün bunlardan daha önemlisi
Türk İslam Tarihi’nin bu husustaki kesin hükmü nedir?
Evet! Oğuz
Han’ın; Turan Yurdu ve Asya’nın bağrında, onun büyük, ruhu olarak ayağa
kalkması ve daha sonraları cereyan eden baş döndürücü dini olaylara birde Kuran
aynasından bakıldığı, nur yüzlü, nurani, bakışlı, ak saçlı, ak sakallı Türk ve
İslam Tarihinin o büyük manevi şahsiyetine bu soruları sorduğumuzda o; bütün
haşmet ve heybeti ile ayağa kalkmakta şehadet parmağını gözümüze sokarcasına
“Turan Yurdu”’nu göstermekte ve Zü’l-Karneyn denilen ve Tanrısal bir ünvanla
anılan bu Tanrı Kulu’ nun hem de en ufak bir şüpheye yer vermeyecek bir şekilde;
Türklerin Allah’ın hidayetine giden yolda ilk ulu Hidayet Önderi; ve bir büyük
cihan fatihi olan OĞUZHAN olduğunu söylemekte ve onun manevi huzurunda çok
büyük bir edeple baş eğmektedir.
Bu arada ve
gururla şunu da ifade edelim ki Türk ve İslam Tarihi’nin manevi şahsiyetinin bu
kıymetli görüşleri bu yönde yazılmış bir çok kıymetli eserler tarafından da
doğrulanmaktadır. Nitekim Nahle Kalafat’ta kıymetli eserinde bu gerçeği dile
getirmiş ve aynen şöyle demiştir. "Oğuz Han adı geçen büyük Hakan İbrahim Halil
asrında yaşamıştı.[7]" Gerçekte Oğuz Han’ın, Hz. İbrahim’le çağdaş olduğu ve
onunla bir çok defalarca karşı karşıya geldiği hususu milli kaynaklarımızda da
dile getirilmiştir. Nitekim Hasan el-Beyati’nin “Cam-Cem Ayin" adındaki eserinde
yer alan beyanlarından öğrendiğimize göre; Türk Hükümdarları arasında ilk iman
eden kişi Hz. İbrahim Aleyhisselamdan ahir zaman peygamberinin vasıflarını
isteyerek en evvel “Lailahe illallah Muhammedün Resulülah” diyen ve kavmini
Allah ü Tealaya davet eden Oğuz Kavminin atası Oğuz Handır.[8] M. Neşri de buna benzer beyanlarda bulunmuş
ve aynen şöyle demiştir. “Bütün bu havadisler Hz. İbrahim Halilullah zamanında
oldu zaten O; Hz. İbrahim’e iman getirmişti”[9] Mamafih milli kaynaklarımızda
Oğuz Han’la Hz. İbrahim arasındaki bu
görüşmelerin Oğuz Han’ın Şam seferi sırasında gerçekleştiği ve daha sonra
ikisinin birlikte hacca gittikleri bildirilmektedir.[10]
Görüldüğü
gibi, milli ve dini kaynaklarımız bütünüyle el-Ezraki’yi doğrulamakta, onun görüşlerini çok daha iyi anlaşılır bir hale getirmekte ve bir manada ak saçlı,
ak sakallı Türk ve İslam Tarihinin; Kuran-ı Kerim’de Zü’l-Karneyn olarak zikri
geçen kişinin Oğuz Han olduğu yolundaki şehadetini kabul ve tasdik etmektedir.
Nitekim A.Neşri de buna benzer bir görüş ileri sürmüş ve aynen şöyle demektedir.
“Türkler şöyle sanırlardı ki Hak Tealanın, Kelam-ı Kadiminde zikrettiği Zü’l-Karneyn belki budur; yani Oğuz Kağandır.[11] Yine Osmanlı
döneminde yazılmış tarih kitaplarından bir diğeri olan Rüstem Paşa’ da Evarih-i
Al-i Osman adındaki meşhur yazma eserinde de aynı görüşleri ileri sürmüş ve
şöyle demiştir. "Etrak (Türkler) şöyle zikrederlerdi; Hak süphanehu ve teala
Kuran-ı Kerim’inde 'Biz Zü’l-Karneyn’e dedik ki[12]' deyu zikrettiği meğer bu
Oğuz Han’dır.[13] Fakat bizim bu konuda asıl görüşlerine yer vermek istediğimiz
büyük bir Türk Alimi’nin el-Kehf suresinin Zü’l-Karneyn’le ilgili ayetlerinin
tefsirinde böyledir. Vani Efendi, bu ayetleri tefsir ederken Zü’l-Karneyn
şahsında Oğuz Han’ı görmüş ve aynen şöyle demiştir.”Türkler Kuran-ı Kerim’de
bahsi geçen Oğuz Han olduğunu söylerler ki, bu hususta tereddüdü micip
yoktur.”[14]
Görüldüğü
gibi temel İslami kaynaklardan özetlemeye çalıştığımız bütün bu ilginç
rivayetler; Kuran-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in hadislerinde zikr-i geçen
Zü’l-KArneyn ile İbrahim Halilullah arasındaki dostluk, kardeşlik ve imani
bağlarının ne kadar güçlü olduğunu sergilemekte ve bunun ilahi boyutları
hakkında bizlere çok şaşırtıcı bilgiler vermektedir. Ne ilginçtir ki; Hz.
İbrahim’le Zü’l-Karneyn arasında ve kardeşlik boyutunu çoktan aşmış bu ilahi ve
imani ilişkiler ve bunu beyan eden ilginç rivayetler diğer taraftan
Zü’l-Karney’in; Türkler’in Allah’ın hidayetine giden yoldaki ilk ulu atası olan
Oğuz Han’ın ta kendisi olduğunu göstermektedir. Gerçekte bunlar granit kayalar
kadar sert ve o kadar sağlam ayrıca inkarı mümkün olmayan çok güçlü
rivayetlerdir. Bu rivayetlerde dile getirilen argümanların hepsinin daha
fazlası Oğuz Kağan Destanı ve Oğuz Namenin bir çoğunu Türk maşeri vicdanı
tarafından hemde onsekiz asır önce dile getirilmiş ve irfan zenginliğimize
emanet edilmiştir. Zira, Oğuz Kağan Destanı’nında da;
“Oğuz
Han’ın; Hz. İbrahim’le Kudüs’te tanıştığı, onun vasıtasıyla Müslüman olduğu
Hanifilik dinini kabul ettiği ve onunla birlikte hacca gittiği Ka’be’yi tavaf
ettiği Oğuz Han’ın, Hz. İbrahim’in elini öptüğü çok daha ayrıntılı bir şekilde
zikredilmiştir.”[15]
Buraya
kadar yaptığımız bütün açıklamalarımızdan da anlaşıldığı gibi Kuran-ı Kerimde
tanrısal bir ünvanla zikr edilen Zü’l Karneyn’den maksat, Müslüman Türk’ün
Allah’ın hidayetine giden yolda ilk ulu atası ve efsanevi kahraman Oğuz Han’dır
ve bunda hiç kimsenin, en ufak bir şüphesi olmamalıdır. Ne var ki; Orta Asya
Doğu Turan yurdu, bu toprakların asıl bekçiliğini yapan kahraman Türk Milleti
ve bu topraklarda insanlığın kendini idrak ettiğini en eski çağlardan beri
ayağa kalkan cihangir ruhlu Türk Han ve Hakanları ve Türk akıncıları hakkında
fazla bir şey bilmeyen İslam Alim ve Müfessirleri; Kuran-ı Kerim’in Türklerle
ilgili bir çok ayetlerinde olduğu gibi bu ayetlerinde ifade ettiği yüksek
hakikatleri anlama ve murad-ı ilahiyi keşfetmede fazla bir başarı
gösterememişler ve onları daha da anlaşılmaz bir hale getirmişlerdir. Fakat
bizim için bundan daha da acısı Türk Tefsir ve Hadis otoritelerinin de bu
konularda sergiledikleri vahim durumdur.
Evet başta
merhum H. Yazır hoca olmak üzere Süleyman Ateş, B. Bayraklı gibi daha bir çok hele
hele son devir Türk Tefsir ve Hadis otoritelerinin; kendi şerefli tarihlerine
arkalarını çevirmeleri, Müslüman Türk’ün tarihi şahsiyetini, Hayır! Asya’nın bu
“Büyük Ruhunu” görmemezlikten gelmeleri, Orta Asya, Turan Yurdu ve buralarda
cereyan eden ve her biri Kuran-ı Kerim ve Vahy-i İlahinin konusu olan bu baş
döndürücü olaylara seyirci kalmaları, milli ve dini kaynaklarımızın bu
konulardaki kıymetli rivayetlerine kulak asmamaları hele hele TÜRK kelimesini
telaffuz etmemekte direnmeleri bu konularda Müslüman Alim’lerin yüzlerce sene
önce yazmış oldukları hiçbir değeri ve kıymeti olmayan saman talaşı
niteliğindeki malumatlarını yeni bir üslupla tekrar etmeleri tam bir milli şuur
tarih ve ilim sefaletidir. Bu sefalet karşısında bir insanın şaşırıp kalmaması
mümkün değildir.
[1] Yazır,
H. Hak Dini Kuran Dili V.s. 3275. Ali, A. Yusuf, The Holy K. Duran, II.s.760
[2] Geniş
bilgi için bkz. Yazır, H.V.s.325 Ali, A. Yousuf, ü. S.760 Kutup,
SeyyidFizıhal-el-Kuran IX.s.463
[3] Aristo
için bkz. İbn Ebu Usaybia, Uyunü’l-Enba, Kahire, 1882, I.s. 54-69.Bedevi,
Abdü’r-Rahman., İnde’l-Arab Kahire, 1947. İbn Nedim., El-Fihrist,Beyrut, 1978.
s.239.345.352. İbnü’l-Kıfti., İhrau’l-Ulema, Kahire, 1326, s.21-40. Kaya, M.,
İslami Kaynakların Işığında Aristo ve Felsefesi, İstanbul, 1983. a.mlf.,Aristo,
DİA, III. S. 375-378
[4] Kaya,
M., İskender, DİA, XXII. S. 555-557
[5]
İskender hakkında geniş bilgi için bkz. Dineveri, el-Ahbaru’t-Tıval, Kahire,
1960, s. 29-39, Günaltay, M.Ş., İran Tarihi, Ankara, 1948, Pala, İskender,İskender
mi Zülkarneyn mi? TDED, XXVI, 1993, s. 117-1465, İskender, İA, V72, s.1078,
Kaya, M., İskender, DİA, XXII, s.555-557
[6]
El-Ezkari, Ahbar-u Mekke, s.39. İbn Kesir, el-Bidaye, Lubnan, 2004. I. S.246
[7]
Kalafat, Nahle, Tarih-u Mülük el-Müslmin Beyrut 1891, s.19 Kitapçı, Z., İlk
Müslüman Türk Hükümdar ve Hakanları, s.
51
[8]
el-BEyati, Hasan b. Muhammed, Cam-ı Cem Ayin,
Ali Emiri Küt. Fatih, ng., 203 vr. 61. 7a
[9] Heşri,
Mehmed, Kİtab-ı Cihannüma, Ankara, 1949, 1.S.10
[10]
Ehü’l-Gazi Bahadır Han, s. 244. Krş. Neşri, M.1.S.11.
[11] Nesri,
A. Kitab-ı Cihannüma, Ankara 1949. s.9
[12]
Kuran-ı Kerim el-Kehf
[13] Rüstem
Paşa, Tevarih-i Al-i Osman, İ.Ü.Kut. Halis
Efendi Koleksiyonu, İstanbul, no; 1483. vs.26
[14] Van,
Mehmet Efendi, Araisu’l-Kuran, s. 250. Yazma nüsha
[15] Oğuz
Destanı, Hzr. Z.V. Toğan, İstanbul, 1982. Kitapçı, Z. İlk Müslüman Türk
Hükümdarları ve Hakanları