İlk olarak Promete’nin insanlara yazıyı, matematiği,
astronomiyi, tıbbı, hayvanları evcilleştirmeyi, gemi yapmayı, kâhinliği
öğrettiği efsanesi nedeniyle, batı dünyasında, bütün kültürlerin Yunanlılardan
kaynaklandığı inancı yüzyıllar boyu süregelmiştir. Diğer taraftan, Tevrat da
bir kısmı tanrı tarafından yazdırılmış, bir kısmı İsrailliler tarafından
yaratılmış ilk dinsel ve edebî kitap olarak kabul edilmişti.
Geçen yüzyıl içinde, Mezopotamya’da yapılan kazılardaki
buluntular, çıkan binlerce yazılı belgenin çözülüp okunması ile her iki inanç
da kökünden sarsıldı. Çünkü Promete’den an az 2000 yıl önce Sümerliler bunların
hepsini bulmuşlar, yapmışlar ve kullanmışlardı. Diğer taraftan Tevrat’taki
birçok konuların Sümerlilerden kaynaklandığı, metinler okundukça meydana çıkmış
ve çıkmaktadır.
Bilindiği gibi Sümerlilerin en önemli bulgularından biri,
dillerine göre bir yazı icat etmeleri, onu geliştirmeleri ve kil üzerine
yazarak zamanımıza kadar ulaşmasını sağlamaları olmuştur. Bulunan belgeler
arasında büyük değeri olanlar edebî yazıtlardır. Bunlar daha çok Sümerlilerin
tanrıları ve dinleri ile ilgili konuları kapsamaktadır. Sümer yazarları ve
ozanları tanrılarıyla ilgili çeşitli efsaneler yaratmışlar, şiirler yazmış,
ilâhiler bestelemişlerdir. Bunlardan başka, destanlar, atasözleri, hikâyeler
gibi konular da bulunuyor bunlar arasında.
Sümerlilerin dinleri ve edebî yapıtları gerek kendileri
zamanında yaşayan, gerek daha sonra gelen Ortadoğu milletlerini etkisi altına
alarak izleri, bir taraftan Yunanlılar yoluyla Batı dünyasına, diğer taraftan
Tevrat ve Kur’an’a kadar ulaşmıştır.
Sümerlilerden Tevrat’a geçen konular üzerinde Batıda bazı
yayınlar yapılmışsa da bu hususta ülkemizde bir yayın yoktu. Aynı konuların
Kur’an’da bulunup bulunmadığı, bulunuyorsa ne düzeyde olduğu soruları beni bir
hayli meraklandırmıştı. Bu nedenle geçtiğimiz aylarda Sümer edebiyatından ve
efsanelerinden Tevrat ve Kur’an’a geçen konuları karşılaştırmak suretiyle
oldukça ayrıntılı bir yazı hazırladım.
Sumerler 1
Sümerlilerin dillerinin Türkçeye benzediği ve dağlık
yerden göç ettikleri kanısı gittikçe yaygınlaşmaktadır. Bu nedenle Orta Asya
Türk Kültürü ile onların kültürü arasında bir bağlantı bulabilir miyim,
düşüncesi ile Prof. Bahaâttin Ögel’in Türk Mitolojisi kitabını zaman zaman
incelemekte idim. Hakikaten bazı paralellikler tesbit ettim. Bunları bir
başlangıç olarak bu kongrede sunmaya karar verdim. Fakat araştırmalarım
ilerledikçe konunun daha genişleyeceğini ve kongre süresini aşacağını anlayarak
araştırmayı kısa kesmeye mecbur oldum.
Bahaattin Ögel, Türk mitolojisi temelinin uzay ve dünya
ile ilgili inanış ve anlayış olduğunu yazmış. Sümer mitolojisinde de böyle.
Sümerliler yaradılış ve evrenle ilgili düşüncelerini toplu bir halde yazmamışlar
Ancak bunlar, destanların baş kısımlarında veya ortalarında kısım kısım
anlatılmış. Aynı geleneği Türk destanlarında da buluyoruz.
Sümer yaradılış efsanesine göre, önce her taraf derin ve
geniş bir su ile kaplıydı. Bunun adı tanrıça Nammu. Bu tanrıça sudan bir dağ
çıkarıyor. Oğlu hava tanrısı Enlil onu ikiye ayırıyor, üstü gök, altı yer
oluyor. Göğü, gök tanrısı An, yeri de yer tanrıçası Ninki ile hava tanrısı
Enlil alıyor. Buna göre önce evreni meydana getiren suda olan ana tanrıça
ile hava tanrısıdır. Gök ve yer birer tanrı değil onların sahibidirler.
Türk efsanelerinde çok çeşitli yaradılış motifi var. Buna rağmen ana motif birbirlerine benziyor. İlk olarak evren büyük bir sudan
oluşuyor. Tanrı Ülgen, bazısında insan olan kişi, bazısında şeytan olan Erlik
ile bu suların üzerinde uçuyor. Birinde denizden bir taş çıkarak Ülgen’e
konacak bir yer oluyor. Başka birinde Erlik, diğerinde kişi, bir diğerinde ise
yaban ördeği suyun içinden toprağı çıkararak yeri meydana getiriyor.
Bir başkasında ise Su içindeki tanrıça Akana veya Akene,
Ülgen’e yeri ve göğü nasıl yaratacağını söylüyor (s. 332). Ülgen de yere ve
göğe “ol” diyor, onlar da oluyorlar (s. 433).
Ülgen’in yer ve göğe “olun” demesi ve evreni 6 günde
yaratarak yedinci gün dinlenmesi Tevrat ve Kur’an’daki Allahın “ol” diyerek
yeri göğü 6 günde yaratması ve yedinci günü dinlenmesi motifi ile paraleldir.
.........
Türk efsanelerinde insanın yaradılışı: Bunların birinde
tanrı Ülgen deniz yüzünde toprak parçası görüyor. Bu toprağa “insan olsun”
diyor, o insan oluyor. Adı Erlik. Bu tanrı ile kendini bir tutmaya kalkınca,
tanrı etleri çamurdan, kemikleri kamıştan 7 insan daha yaratıyor Türk Memlük
efsanesinde, bir mağaraya dolan çamurlardan, yağmur ve sıcak etkisiyle 9 ay
sonra ilk erkek meydana geliyor. Buna “Ay Atam” demişler, tekrar mağaraya dolan
çamurlarla 9 ay sonra da bir kadın dünyaya gelmiş. Buna da “Ayva akyüzlü”
demişler. Başka bir efsanede tanrı insan şeklinde 7 erkek ve 4 kadın yapmış.
Diğer bir Altay efsanesine göre tanrı Ülgen insanın etlerini topraktan,
kemiklerini taştan yapıyor. Kadını da erkeğin kaburgasından. Kadının, Tevrat’a
göre Adem’in kaburgasından yaratılması, Adem ile Havva’nın cennetten kovulması
motifi hakkında Ögel kitabının 475’inci sahifesinde bazı yorumlar yapmışsa da
yine bu hikâyenin kaynağı Sümerlilere dayanmaktadır.
......
Özbeklere göre İnsanın ilk atası Kil Han imiş. Ögel,
bunun İran’da ki Kil Şah’ın bir devamı olduğunu söylüyor. Tevrat’taki “Adam”ın
anlamı da kırmızı toprak.
Görüldüğü gibi gerek tek tanrılı dinlerde, gerek Türk
efsanelerinde, Sümer’de olduğu gibi, evren sudan, insan topraktan meydana
gelmiştir.
.......
Kırgızların kahramanı Ertöştük, tepesi göklere uzamış bir
çınar ağacı üzerinde Alp Karakuş’un yavrularını yemeğe gelen ejderi öldürüyor.
Kuş da ona birçok iyilik yapıyor.
Başka bir efsanede Ertöştük’ü kuş yeraltından yeryüzüne
çıkarıyor. Çıkarken yiyecekleri bitiyor. Adam etlerinden koparıp veriyor.
Yeryüzüne çıktıklarında adamın etlerini iyi ediyor kuş. Bu iyileştirmenin,
kuşun hayat ağacı üzerinde olmasındandır, deniyor (B. Ögel, s. 541).
Bir Uygur efsanesinde, Bilge Buka’nın atalarından birinin
dibinde yattığı ağaca bir kuş gelerek ötmeğe, daha sonra adamı tırmalamaya
başlamış, o sırada ağaçtan zehirli bir yılan indiğini görerek adam kuşu
bırakmış. Bu kuşa Uygurlar tanrı gözüyle bakıyorlarmış (B. Ögel, 86).
Ögel, bu kuş motifinin eski İran Zend Avesta’dan gelmiş
olabileceğini söylüyor. Bunda Hazer denizi ortasında bir ağaç üzerinde bir kuş
bulunduğu yazılı imiş. Tahmuruf ve zal’in tılsımları bu kuştan geliyormuş.
İranlılar buna Sireng veya Simurg diyorlar. Araplar da adı Anka, Zümrüdü
Anka.(15) Bunun Araplardan İran’a geçtiği de söyleniyormuş. Buna karşılık
Ögel’e göre Türklerdeki Hüma kuşu, peygamberin hadislerinde cennet kuşu olarak
bildirilen kuşmuş. Bu cenette oturuyor, zaman zaman 7 kat göğe çıkıp tanrıya
gidip geliyor, deniyormuş. İranlılar bunun Çin topraklarında yaşayan bir kuş
olduğunu, savunuyorlarmış. Çin edebiyatında “Cennet Kuşu” motifi büyük önem
taşıyormuş. Bu kuş motifinin, “gök gürültüsü kuşu” adı altında Alaska’dan Güney
Amerika’ya kadar bulunduğunu müşahade ettim. Çeşitli adlar almış ve efsanelere
karışmış bu tanrısal kuş hikâyesi İ.Ö. en az 3000 yıllarında Sümerliler de
başlamış olduğunu gördük. Hüma kuşunun da aynı kaynaktan geldiği kuşkusuzdur
Çünkü Sümer’in tanrısal bahçesinde, cennet bahçesindeki dalsız budaksız bir
ağaç üzerine tünemiş bu kuş 7 kat göğe çıkıyor.
Görüldüğü gibi, Sümerlilerin İmdugud kuşu, Akatlılarda
Anzu, Araplarda Anka, Zümrüdü Anka, İran’da Simurg, Hindlilerde Garuda,
Türklerde Hüma adları altında çeşitli efsanelere konu olarak sürmüştür. Amerika
yerlileri arasına kadar uzanan bu kuş motifi de Sümerlilere mi dayanıyor, yoksa
hepsi birden daha önce var olan bir kültürden mi alınmıştır, bunu şimdi
söyleyemiyoruz.
Sümer’de kahramanlar tanrılarla bağlantılı, insanüstü
güçlere sahip. İlk işleri ülkeye zararlı olan büyük güçteki hayvanı öldürmek.
Aynı motifi Türk kahramanlarında da buluyoruz.
Sümer’de 7 temel sayı olarak görülüyor. 7 dağ aşmak, 7
kapı geçmek, 7 kat gök, 7 tanrısal ışık, 7 ağaç gibi. Türklerde temel sayı 9
olmasına karşın 7 sayısı da bulunuyor. Ögel’e göre bu Mezopatomya’dan batı
Türklerine geçmiş. Göktürk devrinde Kozmolojik bir anlam kazanmış. 7 iklim, 7
yıl, 7 gün, 7 gök kısrağı gibi (B. Ögel, s. 314).
Türklerde tanrı ülkeyi uygarlaştırıyor. Sümer inanışına
göre de tanrılar şehirleri, kurumları yapıp insanlara vermişlerdir.
Türk Kağanı, tanrı tarafından çeşitli güçler verilerek
insanları idare etmek üzere tahta oturtulmuştur. Sümer’de tanrılar şehir
beylerini kendileri geçerek ve güçler vererek kendileri yerine ülkeyi idare
ettiriyorlar
Türklerde dağlar tanrıya yakın sayıldığından kutsal
olmuşlar. Kurbanlar verilmiş, dağlara. Sümer’de de dağlar tanrılarla insanlar
arasında bağlantı kurdukları düşüncesiyle kutsal sayılmış. Onun için dağ
olmayan Mezopotamya’da Sümerliler tanrı evlerini yapay tepeler üzerine
yapmışlardır.
Sümerliler kendilerine “Karabaşlı” derlerdi. Bu deyimin
Türklerde olup olmadığını merak ediyordum. Divan-ı Lûgat-it Türk, cilt III, s.
222’de, Türkler arasında erkek ve kadın kölelere “Karabaş” deyimi kullanıldığı
yazılı. Manas destanında ise Manas ziyafete yalnız çağrıldığında “karabaşlı
kişiyiz” demiş. Bu yalnız başımıza “yiğidiz” demekmiş (B. Ögel, s. 513).
Alanguva hikâyesinde, Alanguva ışıktan olan çocukları için onların tanrı oğlu
olduklarını, “karabaşlı” insanlarla karıştırılmamalarını söylüyor.(16)
Sümer’de birbirine karşıt olan nesnelere kendi
özelliklerini saydırarak atışmalar yaptırılmıştır. Kuş balık, bakır gümüş,
kazma saban, yaz kış gibi. Bu Türklerde de varmış. Buna “aytışma” deniyor.
Bunun örneğini Divan-ı Lûgat-it Türk yaz ile kışın atışması olarak buldum.(17)
Konu değişik ama motif aynı. Türklerde de Sümer’de olduğu gibi yaz ve kış
tanrıları bulunuyor.
Sümer bilgin ve yazarları vaktiyle yaratılmış ve düzenli
olarak işleyen kozmik varlıkları ve kültür olaylarını m e kelimesi altında
toplamışlardır. Bir tablet üzerinde 100’den fazla m e bulunmuşsa da bunların
ancak 60 kadarı okunabilmiştir. Bu kelimenin anlamı bilinmiyor. Birbirlerine
karşıt kavram ve nesneleri içeriyor gibi görünüyor. Kavga barış, doğru yanlış,
beylik tanrılık, krallık çobanlık, yalancılık doğruluk, fahişelik gök cenneti
fahişeliği gibi. 18 Bu tarz Türklerde de var: Tanrı şeytan, iyilik kötülük,
bilgi cehalet, sadakat vefasızlık, yükseklik alçaklık, ölüm yaşam gibi. Buna
dualizm deniyor. Ögel’e göre İran mitolojisinden girmiş Türklere. Eski Türk
Maniheizminde bunlar iki yıldız, daha doğrusu iki kök sembolü ile ifade
edilmiş. Hayat ve ölüm ağacı kökleri olabileceği söylenmiş (B. Ögel, s. 421).
Burada Sümer kültürü ile Türk kültürü arasındaki
parelellikleri elimden geldiğince özetlemeye çalıştım. Bunlara daha birçokları
ekleneceğinden kuşkum yok. Rahmetli Prof. Bahaeddin Ögel’in belirttiği gibi,
Türk efsane ve destanlarında komşularından, Mani dininden, budizmden, Lama
dininden, İran’dan, Hristiyanlık ve Müslümanlıktan birçok etkiler bulunduğu
anlaşılıyor. Sümer etkisi bunlar yoluyla mı gelmişti, yoksa vaktiyle aynı
Topraklar üzerinde yaşamış olmalarından mı kaynaklanıyordu?
Bunu bugün söyleyecek durumda değiliz. Yalnız şunu
belirtmeden geçemeyeceğim; Sümerlilerin yaradılış efsanesinden biraz farklı
olan Babil yaradılış efsanesinden Türklerde bir iz bulamamam oldukça ilginç.
Aziz Atatürk’ün büyük bir içtenlikle arzuladığı bu tür
araştırmaları, daha derin ve kapsamlı olarak genç kuşakların yapacağı ümidiyle
sözlerimi bitiriyorum. Teşekkürlerimle.
Muazzez İlmiye ÇIĞ
Sümerolog
altayli.net
Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…
Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…