Akşemsettin (1389- 1459)
Akşemseddin
(d. 1389, Şam - ö. 1459, Göynük) asıl adı ile Mehmet Şemseddin, çok yönlü İslam
alimi ve bilim insanıdır.
Hayatı
Hamza'nın
oğlu olarak, 1389 yılında Şam 'da doğmuştur. Akşemseddin'in soyu, baba
tarafından 15. batında Ebu Bekir'e dayanmaktadır[3]. İlk tahsilini babasından
alan Akşemseddin, 7 yaşında hafız olup, ailesiyle birlikte Samsun'un Kavak
bucağına yerleşmiştir. Babasının vefatından sonra Amasya ve Osmancık
medreselerinde eğitimini tamamlayan Akşemseddin, müderrislik payesi aldı ve
Osmancık Medresesine müderris oldu. Akşemseddin ayrıca, tıbba ve eczacılığa
merak sararak tıp ilmini öğrendi. Daha önceden Abdülkâdir Geylânî, İmam-ı
Gazali ve Muhammed Celaleddin-i Rumi gibi örneklerinde görüldüğü gibi, ilim
tahsili ile tatmin olmayan Akşemseddin, irfan tahsili için müderrisliği ve
medreseyi terk etti. Tasavvufa olan ilgisinden dolayı, Akşemseddin önce İran
dolaştı ama umduğunu bulamadığı için tekrardan Anadolu'ya dönmek zorunda
kaldı[4]. Anadolu'da ise, Akşemseddin'e Ankara'da bulunan Hacı Bayram Veli'yi
tavsiye ediyorlar ve şöyle diyorlardı:
“ Kazandığın şu zahiri ilmini mana
ilmiyle, bilgini aşk ile, akıl vergisini kalp ve gönül vergisiyle tamamlaman
gerek. Bu da yalnız olmaz. Sana bir mürşit lazım. Kalk Ankara'ya git. Orada
Hacı Bayram Veli'ye müracaat et. O seni tamamlasın, bütünleşin. Sen bu dünyaya
lazım bir insansın.”
Ankara'ya
giden Akşemseddin, Hacı Bayram Veli'nin öğrencilerinin nefislerini kırmak,
fakirlere yardım etmek ve yoksullara ikramda bulunmak için de olsa cer ve
yardım kabul etmesi, çarşı pazarda devran yaptırması gibi hallerinden
hoşlanmadığı için Ankara'dan ayrıldı ve başka bir mürşid aramak icin Halep'e
gitti[6][7]. Halep'te bir gece rüyasında boynuna bir zincirin takılmış
olduğunu, zincirin diğer ucu Hacı Bayram Veli'nin elinde ve kendisini Ankara'ya
doğru çektiğini gördü[8][9]. Bunun üzerine tekrardan Ankara'ya döndü Hacı
Bayram Veli'nin yanında özel ilgi ve sıkı bir riyâzet ve mücâhadeye alınan
Akşemseddin, kendisine gösterilen bu ihtimamı en iyi şekilde değerlendirdi.
Kısa süre tasavvufun bütün yollarını ve inceliklerini öğrenen Aksemseddin, bu
başarısından dolayı Hacı Bayram Veli'den icâzet aldı ve hilafet tacı
giydirildi. Bunun sonrasında Hacı Bayram Veli'den aldığı izinle Ankara'dan
ayrıldı ve Beypazarına yerleşti. Beypazarında büyük bir şöhret bulan Akşemseddin,
kısa bir süre sonra oradan da ayrılır ve İskilip'e yerleşir. İskilip'ten de
yine aynı kesrete düşme sebebiyle ayrılır ve Bolu'nun Göynük ilçesine yerleşir.
Göynük'te de yine bir değirmen ve mescid inşa ettirip, kendi çocuklarının
tahsil ve terbiyesi ile meşgul olmuş, diğer taraftan mevcut eserlerini yazmış
ve yedi kere hacca gidebilme imkanı bulmuştur. Akşemseddin'in ön iki evladı
olduğundan bahsedilmekte ise de[2] mevcut diğer kaynaklarda sadece on
çocuğundan söz edilmektedir.
İstanbul'un fethi
Akşemseddin'in
asıl ünü, II. Murat'ın emir ve isteğiyle II. Mehmed'in hocalığına tayin
edilişiyle başlamıştır. Akşemseddin, II. Mehmed'e danışmanlık yapıp İstanbul'un
fethine katkıda bulunmuştur. Akşemseddin çocukları, öğrencileri ve müritleriyle
birlikte fetih ordusuna katılmışlardır. Akşemseddin İstanbul kuşatmasının en
kritik günlerinde II. Mehmed'e aşağıdakı mektubu yazmıştır:
“ O Allah ki ikram ve yardım sahibidir. En
içten selâm ve teslimiyet ifadelerimi takdimden sonra: Allah Teâlâ'dan temennî
ve niyazim odur ki, gemi olayı hayli üzüntü ve sıkıntı getirdi. Bir fırsat
doğmuştu, her hâlde kaçırıldı. Ve hayli mahzurlar meydana getirdi. Birincisi
din gayretidir. Bu olayda kâfirler sevinip, düşmanlar gülmüştür. İkincisi, başarısız
ve yetersiz oluşunuz şeklinde bir yoruma sebep olundu. Üçüncüsü ise: Bu
fakir'in "bendenizin" duâsının kabul olunmadığı ve itibar görmeyeceği
ve müjdemizin değersiz olduğu şeklinde bir takım sakıncalar, mahzurlar meydana
geldi. Şimdi: Hiç müsamaha ve yumuşaklık göstermeden, bu başarısızlığın kimden
ve nereden geldiğini tespit edip, sorumluyu görevden almak, tedip etmek -
şiddetli azarlamak gibi- ağır ceza vermek gerek. Eğer böyle bir tedbir
alınmazsa, yarın öbür gün surlara hücum edileceği ve hendek dolduralacağı anda
tembellik gösterirler. Bilirsin bunların bir kısmı sıradan Müslüman'dır. Allah
için canını, başını koyan azadan azdır. İşin içine ganimet toplamak v.s. olunca
çoğu canını ateşe atar. Şimdi sizden dileğim ve dikkat edilecek hususlar şunlardır:
Ciddî bir gayretle işe bizzat katılmak, emirleri kusursuz uygulamak gereklidir.
Bahriyedeki kumandayı ciddî, disiplinli, merhameti az kişilere vermelisiniz.
Üzüntülü bir şekilde otururken Kur'an-ı Kerimle tefe'ül ettik. Ulular ve
gönüller sultanı Ca'fer Sâdık işaretiyle şu âyeti kerime geldi. Bu durumda
hemen harekete geçmeyenler, gerçek Müslüman değildir. Münâfık hükmünde olup
kâfirlerle birlikte cehennemde ebediyyen beraberdir. hükmü gönlüme verildi...
İşi disiplinli şekilde ele almak göründü. Gayretinizi esirgemeyiniz. Sonunda
mahcûbiyet ve ümitsizlikle gitmeyeceğiz. Allah'ın yardım ve inâyetiyle sevinçle
ve muzaffer olarak gideceğiz, inşallah. Gerçekte "kul tedbir alır, Allah
takdir eder" hükmü esastır. Allah'a hamd olsun. Kişi elinden geldiğince
ciddî gayret göstermeli ve tedbirde kusur etmemeli. Allah Resûlü'nün ve
Ashabı'nın sünneti budur. Üzüntülü bir şekilde biraz Kur'an-ı Kerim okuyup
yatıldı. Allah'a çok şükür ki, bir takım ikramlar, müjdeler oldu. Çoktandır
böyle müjdeler alınmamıştı. Tam teselli meydana geldi. Sözlerimiz zât-ı âlinize
boş sözler gelmesin. Sizi sevdiğimizdendir. Vesselâm. ”
II.
Mehmed Akşemseddin ile İstanbul'a girişte şehir halkı tarafından karşılanıyor,
şehir halkı Akşamseddin'i II. Mehmed sanıp ona çiçekler uzatılıyor. Akşemseddin
ise "Padişah ben değilim" diyerek yanındaki II. Fatih Sultan Mehmed'i
gösteriyordu. II. Fatih Sultan Mehmed ise "Hünkar benim ama, o benim
hocamdır. Çiçekler O'na Layıktır!" sözüyle tebessüm ediyordu[15]. II.
Mehmed İstanbul'un fethin ardından Ayasofya'da hutbesini tamamladıktan sonra,
minberden indi ve Akşemseddin'i imâmete geçirdi. Böylece Akşemseddin, fethin
ilk Cuma namazını kıldırmış oldu. Ayrıca Akşemseddin,Fetih'ten sonra II. Mehmed
isteği üzerine Ebu Eyyûb el-Ensarî'nin kabrini tesbit etmiştir.
Vefatı
Akşemseddin,
fetihten sonra, II. Mehmed'in ısrarına rağmen İstanbul'da kalmak istemedi ve
Göynüğe çekildi ve bir süre sonra yetmiş yaşında orada vefat etti.
Akşemseddin ve tıp
Akşemseddin,
bilimde ve tasavvufta olduğu gibi, tıp ve eczacılık alanında da büyük bir üne
sahipti. Fakat kaynaklarda Akşemseddin'in tıp ilmini kimden ve nasıl
öğrendiğine dair net bir bilgi yoktur. Bununla alakali İskoç oryantalist Elias
John Wilkinson Gibb History of Ottoman Poetry adlı eserinde, Akşemseddin'in tıp
alanındaki ilmini, Hacı Bayram Veli ile beraber olduğu yıllarda elde ettiğini
kaydetmekte ve kendisinden âlim ve mübarek bir kimse diye söz etmektedir[20].
Sadece beden hastalıkların değil, aynı zamandan ruh hastalıklarının da hekimi
olan Akşemseddin, ruh hastalıklarını da tedâvi ederdi.
Mikrobun kaşifi
Akşemseddin,
Louis Pasteur'in yaklaşık 400 yıl sonra deneyle keşfettiği mikrobu,
Maddetü'l-Hayat adlı eserinde yıllar öncesinde dile getirdi:
“ Hastalıkların insanlarda teker teker
ortaya çıktığını sanmak hatadır. Hastalık, insandan insana bulaşmak suretiyle
geçer. Bu bulaşma, gözle görülmeyecek kadar küçük, fakat canlı tohumlar vasıtasıyla
olur. ”
Eserleri
Risaletü'n-Nûriye
Hall-i
Müşkilât
Makamât-ı
Evliyâ
Kitabü't
Tıb
Maddetü'l-Hayat
-----------------------------------
2 Nisan 1453’te başlayan
kuşatmanın 18. günü...
.
Kuşatma altındaki Bizans’a
yiyecek ve yardım getiren 3 Ceneviz ve 1 Bizans nakliye gemisi Zeytinburnu
açıklarında Osmanlı donanmasını atlatarak Haliç’e geçmeye muvaffak olur. İşte
Fatih’e ait atını denize sürerken tasvir edilen o müthiş tablo o an cereyan eder.
Öfkelenen Fatih, atını denize sürer.
Bu başarısızlık Osmanlı
ordusunun moralini sıfırlar. Bizans ümitlenir. Üstelik Avrupa’dan gelecek Haçlı
yardımları konusunda da ümitlerini ve dayanma güçlerini artırır. Osmanlı devlet
erkânının büyük bölümü zaten kuşatmanın kaldırılmasından yanadır. İstanbul
fethedilirse Fatih’in artacak itibarı yanında kendilerinin etkisizleşeceği
endişesi yaşayan üst düzey devlet erkânının sayısı azımsanamayacak kadar
çoktur. Bu olay üzerine sesleri daha da gür çıkar. Orduyu da yanlarına çekmek
üzeredirler. Homurdanmalar iyice artar. Bu olayın hemen ardından aynı gün
içinde Akşemsettin’in mektubu ulaşır Fatih’e... Mektup oldukça serttir ama son
cümlesi “Söylediklerim tamamen sizi sevdiğimizdendir” diye biter.
.
İşte o mektup...
.
Acaba bugün kim kime
karşılık geliyor diye dikkatle okumanızı önereceğim mektubun aslı Topkapı
Sarayı Arşivi’nde muhafaza edilmektedir. Gemilerin Bizans’a ulaşmasına mani
olunamamasını hatırlatarak başlayan mektubun günümüz Türkçesi ile metni aynen
şöyledir:
.
“...Bu hadise, gemi ehlinden
oldu. Kalbime büyük bir kırıklık ve üzüntü getirdi. Bir fırsat görünüyordu.
Fakat bu hadise o fırsatı ortadan kaldırdı. Yeni gelişmeler oldu.
Birincisi, kâfirler
rahatladı, sevince boğuldu, moral buldu.
İkincisi, sizin görüşünüzün
eksik, hükmünüzün ve kararlarınızın isabetsiz, sözünüzün tesirsiz olduğu görüşü
kuvvet kazandı.
Üçüncüsü, dualarımızın kabul
olmadığı, müjdemizin geçersiz olduğu ifade edilir oldu. Bu bakımdan bu hadise,
bunun gibi pek çok mahzurlar doğurdu.
Şimdi yumuşaklık ve merhamet
gerekmez. Bu hususta kusuru görülenler, fethe muhalif olanlar tespit edilip,
bunlar görevden azil dâhil gereken en şiddetli ceza ile cezalandırılmalıdır.
Eğer bunlar yapılmazsa, kaleye yeni bir hucuma kalkışıldığında, hendeklerin doldurulmasına
karar verildiğinde gevşeklik gösterilecektir.
Bilirsiniz, bunlar yasaktan
(zordan) anlayan Müslümandır. Allah için canını, başını ortaya koyan azdır.
Meğer bir ganimet göreler, canlarını dünya için ateşe atarlar.
Şimdi sizin yapmanız
gereken, bütün gücünüzle, fiilen, emirle, hükümlerinize, sözünüzle işe
sarılmanız, gayret göstermenizdir.
Bu tür görevler,
gerektiğinde merhameti ve yumuşaklığı az, şiddet kullanabilecek zora
başvurulabilecek kimselere verilebilmelidir. Bu, hem geçmişteki uygulamalara,
hem de dine uygundur.
Allah şöyle buyuruyor: “Ey
şanlı Peygamber! Kâfirlerle, münafıklarla sonuna kadar savaş ve onlara karşı
sert ol. Yumuşak davranma. Onların varacakları yer, cehennemdir ki, orası
varılacak ne kötü yerdir.”
Bir acayip hal oldu. Üzgün
bir halde otururken, Sâdâtın büyüğü, Cafer-i Sadık’ın işareti üzerine Kur’an-ı
Kerim üzerinde mütalaada bulunurken şu ayete rastladım: “Allah münafıklara ve kâfirlere
ve ebedi olarak cehennem ateşini vaad etti. O, onlara yeter. Allah onları
rahmetinin sahasından uzaklaştırdı. Onlar için devamlı azap vardır.
Bu ayete göre, bu işte
gayret sarf etmeyenler de, senin emrine uymayanlar da Müslüman değildir.
Bunlar, münafık hükmünde olup, kafirlerle cehennemde beraber olacaklardır.
İşlerini daha sıkı tutmandan
ve sert davranmadan başka çare olmadığı anlaşıldı. Sonuçta Allah’ın yardımıyla
biz buradan utanan ve gücenen değil, ferahlayan mansur (yardım edilen) ve
muzaffer olarak dönen oluruz. İmdi, “kul tedbiri alır, takdiri Allah’a bırakır”
hükmü her zaman geçerlidir. Neticede başarı Allah’tandır. Ama elden gelen bütün
gayret sarf edilmelidir. Allah Rasülü ve ashabının sünneti de budur.
Hüzünlü bir halde iken biraz
Kur’an okuyup yattığımda, bir takım lütuflara ve müjdelere mazhar oldum ve
teselli buldum.
Bu söylediklerim sana boş
söz gibi gelmesin. Gereğini yapasın. Söylediklerim tamamen sizi
sevdiğimizdendir.”
.
Mektup işte böyle...
.
Demek oluyor ki, İstanbul’un
fethini muştulayan hadisle cennetle müjdelenen ordu içinde olsalar bile, kendi
kişisel çıkarları için hareket ettiği için cehenneme yakın duran insanlar
var... Demek oluyor ki, millet için en kritik anlarda bile, kendi menfaatlerini
ülkenin önünde tutan gruplar ve yapılanmalar olabiliyor. Şimdilerde bunların
karşılığı her ne ise siz ona yorabilirsiniz. Yani hayırlı bir camianın ve
projenin içinde olmak paket programda değerlendirilmek için yetmiyor. Bu sırada
senin asıl niyetin ne idi sorusu da anlam kazanıyor.
.
Gemilerin geçişine engel
olunamamasının oluşturduğu kritik eşikte Akşemsettin’in mektubunu alan ve
yüreğindeki fetih arzusu yeniden alevlenen Fatih Sultan Mehmet işte o an
gemilerin karadan yürütülmesi talimatını verdi ve ertesi akşam (21 Nisan’ı 22
Nisan’a bağlayan gece) bu muhteşem olay gerçekleşti.
.
29 Mayıs Salı günü
İstanbul’a giren ve doğruca Ayasofya’ya giden Fatih, cuma gününe (1 Haziran’a)
kadar mabedin namaz için hazırlanmasını emretti ve ilk hutbeyi de fethin gizli
mimarı Akşemsettin’in okumasını rica etti.
Sözün kısası tarih sadece
dünden ibaret değildir. Yaşadığımız an da bir gün tarih olacaktır. Ona göre
yaşamak ve hayırlı iz bırakmak lazımdır.
Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…