Bilen Biliyor da!

 


Arap Düşünür Semame İbn-i Eşreş Araplarda bir söz vardır diyor, “Mısırlılar Allah’tan başka kimseden korkmaz, Türkler de onlardan korkmaz!”

 -

Fransız Tarihçi Albert Sorel – 1839 diyor ki, “Dünyada iki bilinmeyen vardır; Biri kutuplar diğeri Türkler”

 -

“Türkçeyi öğrenmek benim için büyük bir mutluluk oldu. Çünkü Türk’ü anlamak için kendisiyle mutlaka tercümansız konuşmalıdır. Tercüman, ışığı örten zevksiz bir perde gibidir”

Fransız Bilgini Antonie Gelland – 1704

 -

“Bugün Türklerin esiriyim. Demirin, ateşin ve suyun yapamadığını onlar bana yaptılar, esir ettiler. Yalnız ayağımda zincir yok, zindanda da değilim; istediğimi yapıyorum. Fakat bu defa da şefkatin, asaletin, nezaketin esiriyim. Türkler beni işte bu elmas bağa sardılar. Bu kadar alicenap, asil ve bu kadar nazik bir milletin arasında hür bir esir olarak yaşamak ne kadar değerli bir bilseniz”

İsveç Kralı Demirbaş Şarl

 -

“Türk gibi ölüme gülerek bakan bir eri başka hiçbir ulusta bulamazsınız. Yalnız ona iyi bir komutan gereklidir”

Alman Binbaşı Mullman – Çanakkale

 -

“Türk dilini incelerken insan zekasının dilde başardığı büyük mucizeyi görürüz. Türkçe bir dilbilgisi kitabını okumak, bu dili öğrenmek niyetinde olmayanlar için bile gerçek bir zevktir. Türlü dilbilgisel biçimlerin belirtilmesindeki ustalık, ad ve eylem çekimi sistemindeki düzenlilik, bütün dil yapısındaki saydamlık ve de kolayca anlaşılabilme yeteneği, insan zekâsının dil aracıyla beliren üstün gücünü kavrayabilenlerde hayranlık uyandırır. Türk dilindeki duygu ve düşüncenin en ince ayrımlarını belirtebilme, ses ve biçim öğelerini baştan sona dek düzenli bir sisteme göre birbiriyle bağdaştırıp dizileme gücü bize, insan zekâsının dilde yarattığı mucizeyi gösterir. Birçok dillerde bu gibi olaylar gözden perdelenmiştir; onlar çözülmez kayalar gibi karşımızda durur ve ancak dilcinin mikroskopuyla dil yapısındaki organik öğeler ortaya çıkarılır. Türk dilinde ise, her şey saydamdır, apaçıktır. Dilin iç ve dış yapısı, berrak kristal bir arı kovanı yapısını seyrediyormuşuz gibi ortadadır”

Ünlü Alman Filolog Friedrich Max Müller

 -

“Onlar farkında değillerse de Avrupalılar bir gerçeğin farkındadır. Tarihten Türkler çıkarılırsa ortada tarih adına pek bir şey kalmayacaktır”

Alman İktisatçı Fritz Neumark

 -

“Onlara ‘Türk’ adını Tanrı’nın kendisi verdi.

Tanrı dünya milletlerinin idare dizginlerini onlara verdi ve zamanımızın hükümdarlarını hep onlardan seçti. Türklerin oklarından korunmak isteyenler onlara düşman değil dost olsun. Onlarla dost olmanın en iyi yolu onların diliyle konuşmaktır. Türkler onların diline sığınıp Türkçe konuşanları kendilerinden sayarlar”

Kâşgarlı Mahmud - Divan-ı Lügati-t Türk

 -

“Haydi beni bir daha tutuklayın İngilizler! Ama görüldü ki tutuklama ve öldürmeyle iş bitmiyor! İşte Türkler, kendi cenaze merasimi için hazırlanan tabutlarını, sahiplerinin başlarına geçirdiler. Biz ki Mustafa Kemal İngilizleri yenene kadar Tanrı’yı da İngiliz zannediyorduk”

Hindistan Ulusal Kahramanı Mohandas Gandhi

 -

"Altay dağlarını yol olmaksızın aştık. İrtiş nehrini geçit olmaksızın geçtik. Gece akın ettik. Tan doğarken Bolçu’ya ulaştık. O sırada casus haber getirdi.

Gelen bilgi,  “Yarış Ovası’nda yüz bin asker toplandı!”

Bu sözü işitince beylerim, “Dönelim, hiç bir şey yapmamış olmak yenilginin utancından daha iyidir” dedi.

Şunu söyledim, “Ben, Bilge Tunyukuk ve beraberimdekiler buraya Altay dağlarını aşıp geldik. İrtiş Irmağını geçip geldik. Gelmesi zordu. Ama hiç kimse hissetmedi. Belli ki Umay Tanrı, kutsal Yer ve Su Ruhları bize yardım etti.

Dolayısıyla savaşmaktan ne diye kaçacağız?

Düşman çok diye niçin korkacağız?

Sayımız az diye niçin yenilecekmişiz ki? Saldıralım” dedim.

Saldırdık!

Ertesi günü üzerimize ateş gibi kızmış halde geldiler.

Tekrar savaştık.

Onların iki kanadı bizim yarımızdan fazlaydı. Tanrı lütfettiği için onlar çok diye korkmadık, kızıl kanımızı akıtıp ölesiye bitesiye savaştık!" 

Bilge Tonyukuk - 720 Ötüken

 -

“Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geri kalan her şeyi de Atatürk'e.”

Belçikalı Düşünür Daniel Dumoulin

 -

"Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni özelliği ve kabiliyeti bundan sonraki gelişmesi ile geleceğin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır. Taş kırılır tunç erir ama Türklük ebedidir.

Ne mutlu Türküm diyene!”

 

Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK


.


DAVETİYE / ATSIZ

 

                          ATSIZ

Ey benito musolini! Ey gayet yüce,

İtalyanlar başvekili muhterem Duce!

Duydum ki, yelkenleri edip de fora

Gelecekmiş orduların yeşil Bosfora.

 

Buyursunlar... Bizim için savaş düğündür;

Din arabın, hukuk sizin, harp Türklüğündür.

Açlar nasıl bir istekle koşarsa aşa

Türk eri de öyle gider kanlı savaşa.

 

Hem karadan, hem denizden ordular indir!

Çarpışalım, en doğru söz süngülerindir!

Kalem, fırça, mermer nedir? birer oyuncak!

Şaheserler süngülerle yazılır ancak!

 

Çağrı Beğ'le Tuğrul Beğ'in kurduğu devlet

İtalyalı melezlerden üstündür elbet;

Bizim eski uşakları alda yanına

Balkanlardan doğru yürü er meydanına;

 

Çelik zırhlı kartalları göklere saldır...

Fakat zafer sizin için söz ve masaldır...

Dirilerek başınıza geçse de Sezar

Yine olur Anadolu size bir mezar.

 

Belki fazla bel bağladın şimal komşuna,

Biz güleriz Cermenliğin kuduruşuna,

Tanıyoruz Atilla'dan beri cermeni,

Farklı mıdır prusyalı yahut Ermeni?

 

Senin dostun cermanyaya biz Nemşe deriz,

Bir gün yine bec önünde düğün ederiz.

Söyle, kara gömlekliler etmesin keder;

Ölüm-dirim savaş bir gün mukadder!

 

Gerçi bugün eskisinden daha çok diksin;

Fakat yine biz Osmanlı, sen Venediksin!

Tarihteki eski Roma hoş bir hayaldir,

Hayal bütün insanlarda olan bir haldir.

 

Bu hayaller zamanları hızla aşmalı,

Gök Türklerle Romalılar karşılaşmalı!

Görmüyorsan gönlümüzün içini, körsün!

Kılıçlarımız kınlarından çıkmayagörsün!

 

Top sesleri, bomba sesi bize saz gelir;

17'ye karşı 44 milyon az gelir.

Arnavudu yendim diye kendini avut,

Yiğit Türkle bir olur mu soysuz Arnavut?

 

Kayalara çarpmalıdır korkunç türküler!

Dalmalıdır gövdelere çelik süngüler!

Sert dipçikler ezmelidir nice başları!

Ecel kuşu ayırmalı arkadaşları!

 

En yiğitler serilmeli en önce yere!

Kızıl kanlar yerde taşıp olmalı dere!

Ülkü denen nazlı gelin erde şan ister!

Büyük devlet kurmak için büyük kan ister.

 

Damarında var mı senin böyle bol kanın?

Türk'ün kanı bir eşidir lavlı volkanın!

Tarihteki eski Roma hoş bir hayaldir,

Kurulacak yeni Roma boş bir hayaldir,

 

Karşısında olmasaydı şanlı "Türk Budun"

Belki gerçek olacaktı bir gün umudun,

İnsan oğlu ümitlerle dolup taşmalı,

Aryalarla Turanlılar karşılaşmalı.

 

Tabiatın yürüyüşü belki yavaştır;

Hız verecek biricik şey ona savaştır!

Keskin olur likörlerden ayranla kımız,

Karnerayı yere serer Tekirdağlımız.

 

Yurdumuzun çok tarafı olsa da kuru

Makarnadan kuvvetlidir yine bulguru...

Biz güleriz façyoların felsefesine,

Dayanır mı kırkı bir tek Türk efesine?

 

Bizim yanık Fuzuli'miz engin bir deniz!

Karşısında bir göl kalır sizin Dante’niz!

Bizler ulu bir çınarız, sizler sarmaşık!

"General"ler "Paşa" larla atamaz aşık!..

 

Ey İtalyan başvekili! Ey Mussolini!

İki ırkın kabarmalı asırlık kini...

Hesabını göreceğiz elbette yarın

Yedi yüzlü, yedi dilli İtalyanların!

 

Irkınızı hiçe saydı Hazreti Fatih.

Biraz daha yaşasaydı Hazreti Fatih

Ne Venedik kalacaktı, ne Floransa...

Hoş geldiniz diyecekti bize Fransa!

 

Haydi, hamle kafirindir... İlkönce sen gel

Ecel ile zaman bize olmadan engel!

Burada tanklar yürümezse etme çok tasa;

Süngülerle çarpışmadır savaşta yasa.

 

Olma boyle sinsi çakal, yahut engerek!

Bozkurt gibi, kartal gibi döğüşmek gerek!

Kılıç Arslan öldü sanma, yaşıyor bizde!

Atilla'nın ateşi var içimizde!

 

Kanije'nin gazileri daha dipdiri!

Sınırdadır Plevne'nin kırkbir askeri!

Edirne'de Şükrü Paşa bekliyor nöbet!

Dumlupınar denen şeyi bilirsin elbet!

 

Şehitlerden elli milyon bekçisi olan

Aşılmaz bir kayadır bu ebedi vatan!


       Hüseyin Nihal Atsız


.

Türkçe

 

Dünya'da, geçmişi 10.000 yıl ve öncesine giden diller, bir elin parmaklarını geçmez.

 

Türkçe de bu 'bir elin parmaklarını geçmeyen' dillerden biridir.

 

Türkçe, yoğun bir dildir ve kökleri çok derindir. Türkçe dilinin Kökeni, çok derinlerde olduğundan uzun yıllar içinde, fazlalıklardan arınmıştır. Böylelikle her hangi bir fikir, Türkçe dilinde kısa cümlelerle yada sözcüklerle rahatça anlatılabilir.

 

Örneğin;

 

"Okutturdu" sözcüğünü, Farsça söyleyebilmek için kaç kelimeye ihtiyaç vardır?

 

5 mi ?  10 mu? 15 mi?  

 

"Okutturmuştum" sözcüğünü söyleyebilir misiniz peki?

 

Yada mesela,

 

 "Gelemeyecekmiş” kelimesinin İngilizcesine bir bakalım :

 

"it has been learned that he will not be abla to come"

 

Türkçe öyle kelimelerimiz vardır ki, bir İngiliz dil bilimcisi bir sayfa yazı yazsa bile o anlamı çıkartamaz.

 

 

 

İnanmayan deneyebilir!

 

Türkçeyi sonradan öğrenmiş İngiliz bir türlü "işe gidiyorum" diyemezdi. "İşemeye gidiyorum" derdi. Herkesi çok güldürürdü. Söylediği tek şey ise; "Bu dili matematikçiler mi yaptı?"

 

Yukarıda verilen İngilizce örneklerin yanında, bunu bir Almanca örnekle destekleyelim.

 

Türkçe = yaptırdım.

 

Almanca = ich habe es machen lassen.

 

Türkçe = yaptırttım.

 

Almanca = ich habe es zu ihn machen lassen.

 

Bir eylemi bizler, bir sözcük ile ifade edebiliyorken, Almancada ise, bir cümle kurmanız şarttır.

 

Ne kadar hızlı ve pratik değil mi?

 

"Türk dilinin yapısı matematikseldir."

Elimizde böyle hazine gibi bir dil varken, onu asla bozmayalım.

 

Absurt mapsurt, Okey mokey, Jenerasyon menarasyon falan demeyelim. Türkçe dil yapısını bozacak kelimelerden uzak duralım lütfen!

 

Konuştuğunuz Türkçeyi geliştirelim yada geliştirebilmek için gayret sarf edelim!

 

Türkçe dil yapısını iyi öğrenip doğru kullanalım.

 

Unutmayalım yaşayan bir dil o Milletin karakterini ve düşünce yapısını da belirler.

 

Bu nedenle tam ve öz Türkçe konuşalım!

 

Yale Üniversitesi'nde (ABD) "Tam Profesörlük" unvanını en genç yaşta kazanan Türk bilim adamı rahmetli, Oktay Sinanoğlu “Türkçe; ‘Bilim dili’ olmaya en layık olan dildir.” diyor.

Çünkü "Türkçe" dünyanın en matematiksel dilidir.

Türk Medeniyeti, bugüne kadar yok olmadan gelebilmiş, Dünya'nın en eski 3 medeniyetinden biri olarak kabul edilir. Kökleri çok derinlere dayanan bir dil, güçlü bir dildir.

 

"NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE"

 

.




İNKA, MAYA, AZTEK VE TÜRK ORTAK KÜLTÜRÜ

             


             Asya’da uygarlık yaratan Türkler ile Amerika kıtasında yaşayan eski uygarlıklar Maya- Aztek- Olmek uygarlıkları arasında sembollerle başlayan benzerlik, bir sürü konuda şaşırtıcı noktalara ulaştı. 

Asya’da Hitit Güneşi olarak bilinen sembolde ki TENGRİ (yani evrenin her yerindeki tanrı) ile Maya ve Aztek tanrısı Quetzalcoatl ‘ın sembolü arasındaki benzerlik karşılaştırmaya değer. Hele bu tanrının adını “kutsal katlı” olarak okuduğumuzu düşünürsek anlamsal ve sembolik benzerlik iyice artar. (Kutsal katlı, Tengri ile aynı anlamdadır)

Maya ve Aztek tanrı isimlerinde Türkçe ile başka hoş benzerlikler de mevcuttur. 

Chac: Yani “Çak” Mayaların yıldırım ve şimşek tanrısıdır. Çak şeklinde okunan bu sözcük halen bile dilimizde “Şimşek çaktı” şeklinde varlığını sürdürmektedir.

Kinich Ahau: Maya güneş tanrısıdır. Kinich veya Küniş, Türkçe “Güneş” kelimesi ile neredeyse birebir aynıdır. Eski Türk inancında “Künhan” Güneş-Han adı kutsal güneşe verilen isimlerden biridir. Ahau ile Han sözlerinin yakınlığı ise dikkat çekicidir.

Xiuhtecuhtli: ateş ve zaman tanrısıdır, çifte göreve sahiptir ve çifte kutlu olarak okunabilir.

Tezcatlipoca: Tez = hızlı, Katlı = Kat eden (hareket eden) ve B den P ye dönüşümle Bora sözü “poca” şeklini almış olabilir. Tezkatlıbora rüzgâr tanrısıdır.

Xochiquetzal: Güzellik ve çiçek tanrıçası idi. Burada “quetzal” sözünün kutsal olduğunu Xochi’nin çok olduğunu kabul edersek bu durumda “Çok kutsal” adı ortaya çıkmış olur.

Aşağıda sıralanan Kızılderili dilinde kullanılan kelimeler ile Türkçe arasındaki benzerlikler gerçekten dikkat çekici.

Yat-kı: yatılan ev

Tamazkal: Hamam, temiz kalmak

Yanunda: yanında

T- sün: uzun

Misssigi: Mısır

Tepek: tepe

Hu: selam

Türe: töre

Tete: dede

Atış-ka: ateş

Aş- köz: yemek

Yu: su

Yu-mak: yıkamak

Köç: göç

Tekun: tekin

Atağ: ata

Yaşıl: yeşil

Çakira: çakır

Kün: Gün

Atapaskan: Kızılderili kabilesinin adı

Ata-Hualpa: Son Maya kralının adı

Kalakmul, Uaxactun, Kopan: Maya şehirlerinin isimleri.

Kızılderili kelimeleri ile Türkçenin karşılaştırıldığı bu birkaç örnek dışında Fransız dilbilimci Dumesnil, Kızılderililerin kullandığı 320 kelimenin Türkçe ile aynı olduğunu tespit etmiştir. Tarihçi Ord. Prof. Denis Sinor’ un araştırmalarına göre, töre, kültür, inanış, din, semboller, dil ve gelenekler arasında çok ciddi benzerlikler mevcut. Bazı bilim adamı ve tarihçilere göre genetik incelemelerde de ciddi kanıtlar tespit edilmiştir. (Gen araştırmaları etiklik açısından genellikle gizli yapıldığı için kaynaklarımız sınırlı ne yazık ki.) 

Tarihteki araştırmalara göre Kızılderili gelenekleri ile Türk gelenekleri arasında aşağıda listelenen benzerlikler tespit edilmiştir. Tork isimli, hilal şeklinde kolyeyi tıpkı Torkom’lar gibi Bozok kabileleri olan sarışın Kızılderili kabilelerinden Navajo’lar, Şanı’lar, Ocibya’lar kemikten yapılmış olarak boyunlarına takmaktadırlar. Bu “Tork”ları, Çokta Kızılderilileri hilalin ortasına yıldız koyarak göğsü kaplayan geniş bir Ay yıldız kolye olarak kullanırlar. 

Mayalar kendi dillerine aynı bizim ifademizle Mayanca demektedirler. Maya’ların Orta Amerika’daki önemli yerleşim yerlerinden olan “Yuka-tan” isminin Türkistan’ın Yok-Tan bölgesinden gelme olduğu anlaşılmıştır. Bu bölge Sümer Türklerinin Mezopotamya’ya göçmeden evvelki yerleşim sahası idi… 

Bir diğer Maya lehçesinde BİZ için OGH sözcüğü kullanılıyordu. Bu sözcük de Ön-Türkçedir. Çünkü Asya kökenli Türk boylarına On-OK, Boz-Ok, Üç-Ok dendiğini biliyoruz. Buradaki OK sözcüğü BİZ demek olup topluluk ve boy anlamını aktardığı gibi, yönetici kişinin de kendine OKH olarak hitap ettiğini görüyoruz. Kızılderili yöneticiler beyazlarla karşılaştıklarında sağ ellerini kaldırıp OGH veya UGH derlerdi. Yani “Yönetici olan ben (biz) seni (sizi) selamlıyorum”.

Tahiti adasına ayak basan Kaptan Cook Kızılderililerin başlarına taktıkları çiçekten başlığa Türk adı verdiklerini 1769 yılında tespit etmiştir. 

Fiji adalarında Rotuma yerlilerinin dillerinin Altaik dil olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca Endonezya adalarının dillerinin de Altay dillerinden olduğu anlaşılmıştır. 

Doktor kelimesi yerine Ah-men, kırık çıkıkçıya Kak-bak, şifacı hekime Ah-bak, çocuk doğurtan ebeye ilk-alan-zah derlerdi. Bütün Altaylılar gibi Kızılderililer birbirlerine amca, baba, teyze, hala, ağabey diye hitap ederler. Maya Kızılderililerinde 1878 yılında el öpme âdeti tespit edilmiştir. 

Mohavk Kızılderilileri uzun eşek oyunu da dâhil 12 Anadolu oyununun 11 tanesini bilmektedirler. Güreş ise bütün Kızılderili kabilelerinde dua ile başlanılan en önemli ata sporu olarak tatbik edilmektedir. 

Anadolu Türklerinin parmaklar arasına sicim gererek oynadıkları sicim oyunu Atapaskan ve Keçuva kabilelerinde de oynanmaktadır. Üstelik figürler ve isimler de aynıdır. Eğer Anadolu’da bir figüre yıldız deniliyorsa, Kızılderililerde de yıldız denmektedir. 

İnka’lar kök sülalesine “Ay-ullu” yani ulu soy demekle beraber, kendi yöneticilerine Kur-Hakan demekteydiler.

İnka’lar çocuklarına bir kahramanlık gösterene kadar ad vermezlerdi. Ad verme işlemi merasimle yapılırdı bir kişi ölene kadar bir düzine ad ve nam sahibi olabilirdi. (Dede Korkut Hikâyelerinden Boğaç Han’ın hikâyesini hatırlatıyor.)

İnkalar Kapaktokon Efsanesi ile birbirlerine büyük benzerlik gösteriyor. Manço Kahan’ın (Kapan’ın) atası Atay (Atav) bir felaketten tek başına kurtulur. Kayalarla kapalı bir mağaraya sığınır. Bir kurt “Er- Ak- Koca” nurlu bir tas verir. Atay bununla kayaları eritir ve kavminin başına geçer. Cihangir bir devlet kurar. Bunun yanında Kırgızların Yaratılış Efsanesi ile Türk asıllı Finlerin Kalavela Efsanesi kelime kelime Kızılderililerin efsanesiyle aynı. ( Ergenekon Destanı )

Kına yakma bütün Kızılderili kabilelerinde, Anadolu ve Orta Asyalı Altaylılar gibi uygulanmaktadır. Beşik kertmesi töresi aynı şekilde yaygın bir töredir. 

Loğusa kadın bütün Altaylılar gibi kutsal sayılırdı. Loğusanın kırkını yaparlardı. Ölülerini bütün Altaylılar gibi, silahları ve atı ile birlikte “Kur-gan”lara gömerler. Kan davası bir töre olarak uygulanırdı. 

Mayalar ölüm yıl dönümünde Yıl aşı verirler, cenaze törenlerinde erkekler yüzlerine kara boyalar sürerlerdi.

Toltek Kızılderililerinin gebelik ve bereket tanrısı Tez Katlı Poka ( Tez katlı boğa )dır. Kızılderililerde cennet ve sırat köprüsü kavramı vardır. Cennete Vakui ( Akui – Altından ırmaklar akan yer ) derlerdi. 

Siu Kızılderilileri’nin 1870 yılı sonlarında Papıti, Muhave, Kalamat, Şoson, Irok gibi kabilelerinde “ Hu ” çekerek

Bektaşi semahlarına benzeyen ayinler yaptıkları tespit edilmiştir.

İnkalarda Kopuz benzeri bir saz kullanıldığı tespit edilmiştir. Aztek ve Mayalar Ç-şıra ( şıra ) isimli içki içerler. İnkalar ise bu içkiye Çira derlerdi. 

Tüm bu Asya kökenli diller Türkçe ile ilgilidirler. Hepsi de ortak bir kök dilden türemiştir. Bu kök dile Ön-Türkçe de diyebiliriz. Fakat Rus dilciler bu kök dile Nostratik demeyi uygun bulmuşlardır.

Nostratik hakkında pek çok yayın vardır. Fakat ne yazık ki, bizim yerli dilcilerimiz Ön-Türkçe üzerine asla eğilmemekte bu konuda araştırma yapmadıkları gibi, yapanları da küçümseyip alay etmektedirler. 

Bu ilgiyi veya ilişkiyi bulup çıkarmak hem hoş bir uğraş olmakta, hem de dünya dilleri hakkında daha derin bir bilgi elde etmemizi sağlamaktadır. 

Örneğin, “Maya” sözü Türkçe “kök, asıl cevher” anlamına gelir. Bira mayası, ekmek mayası hepimizin bildiği sözlerdir. Şu halde Maya kültürü Ön-Türkçe “Kök kültür” anlamına gelmektedir.

Keza, “Aztek” adı da Az-tek şeklinde iki heceye ayrıldığında “Az fakat tek olan” yani kendine has olan bir kültür anlamını taşımaktadır. Az sözcüğü z-s dönüşümü göz önüne alındığında ASYA sözünde vardır. Asya sözü de “Az-öyü” demek olmaktadır. Öyü sözü “yerleşim bölgesi” demek olup bugün kullandığımız “köy” sözü “OK-öyü” (Ok’ların yerleşim bölgesi) olmaktadır.

OK adı Ön-Türklerin kendilerine ve kendi yöneticilerine verdikleri bir isimdi. Bu konu oldukça derin bir araştırma konusu olduğundan daha ileride söz edeceğim. 

ATAPASKAN dil gurubunun adı da Ön-Türkçe olarak Ata-Başkan şeklinden başka bir şey olmadığı görüşündeyim. Dilciler bu tür benzetmeleri küçümserler ve hep “tesadüf” olarak göz ardı ederler. Oysaki tesadüfler pek çok olunca artık tesadüf olmaktan çıkarlar. Son Maya kralının adı da Ata-Hualpa idi. Hualpa sözü Hu-Alp ( Yüce ) anlamını taşır. Kuzey Amerika’da yaşayan ve halen varlığını sürdüren bir diğer gurubun adı ANASAZI’dır. Bu dil gurubunu da Ön-Türkçe Ana-Sözü ( anadil ) şeklinde ayırdığımızda anlamı apaçık ortaya çıkmaktadır. 

Maya kültürünün kendi şehirlerine verdikleri isimlere bir bakalım. Bunlardan bazıları: Tikal, Palenque, Kopan, Kalakmul, Uaxactun ve Altun-Ha şehirleri veya daha doğrusu yerleşim merkezleridir. Şimdi sırasıyla bu yerleşim adlarını inceleyelim:

Tikal: “ Teki l” yani kendine has olan, tekil olan demek olmaktadır. Çünkü “Tik” kök sözcüğü Ön-Türkçe olup “tek” demektir. Tek sözünü Kızılderili dillerde TİK olarak buluyoruz. Yunanca işaret parmağına ‘Dahtilo’ denir ki bu da TİK =>TEK =>TAH =>DAH dönüşümü ile oluşmuştur. Daktilo dediğimiz alet “parmaklarla çalışan” demektir. Latince TE (sen) ‘ikinci tekil kişi’ demektir. Burada da işaret parmağı ile gösterilen ikinci şahıs anlamı vardır.

Palenque: P sesinin aslı B sesidir. Yani Palenk şeklinde okunan bu şehir adı “Barık” sözünden dönüşmüştür. Ayrıca R ile L dönüşümü de çok yaygın olduğu bilinmektedir. Barık, ise “Barınak”, yani “konumlu yer” demek olmaktadır. Asya kıtasının Türkler tarafında ilk kurulmuş yerleşim bölgesinin adı “Başbarık” , yani “Baş-yerleşim yeri” idi. Baş yerleşim ise bugünkü dilde “baş-şehir” olmaktadır. Zamanla Başbarık, “Beşbarık” ve “Beşbalık” olmuştur. Oysaki ne beş ile ne de balık ile hiçbir ilgisi yoktur.

Kopan: Bu şehir adı da halen bugün bile kullandığımız “kopan” (ayrılan, merkezden kopan) anlamını taşır. Anlaşılan bu şehir asıl Maya bölgesinden coğrafi olarak ayrı bulunduğu için Kopan adını almıştır. 

Kalakmul: Bu adı da ikiye ayırıp Kalak-Mul şeklinde okumak gerekir. “Kalak” sözü “kalalım” anlamını taşır. Nasıl ki “alalım” sözü “alak” idiyse, “kalalım” da “kalak” idi. “Mul” ise M nin yine B ile olan ilişkisinden ve L ile R dönüşümünden Mul sözü “BUR” yani “burada kalalım” demek olduğunu sanıyorum. Ancak bu yaklaşımın doğruluğu araştırılmalıdır. 

Uaxactun: Bu isim “uzaktın” ve daha doğru şekli de “uçaktın” olsa gerek. Çünkü X harfi genelde Ç sesi ile okunur. Uçaktın, derken uçmak kastedilmiyor. “Uçak” Uçta olan, uzakta olan kast ediliyor.

Altun-Ha: Bilindiği gibi altın sözü ile “Ha” (yüce, kutsal) sözünün birleşimi var bu isimde. Hakan, Hazret, Hakk sözlerinde hep bu Ha kökü bulunmaktadır. Ayrıca Maya dilinde Han “bir” demektir.

Ön-Türkçe’den türeyen dil guruplarından Proto-Maya dili sadece bir tanesidir. Diğer önemli guruplar: Eurasiatic olarak adlandırılmış olan büyük dil gurubuna Altay, Ural, Hind-Avrupa, Na-Dene ve Dravidian dil gurupları girer. Ayrıca Afroasiatic adı ile bilinen kuzey Afrika ve Mezopotamya dil gurupları arasında Sümer, Babil, Asur, Hitit, İskit, Hami ve Sami dilleri girer. Bunların da kökeni Ön-Türkçe’dir. 

İlginç bir dil ilişkisi olarak Asya dilleri olan Çin-Tibet dilleri ile bazı Kafkas dillerinin, Bask ve Buruşaski dillerinin ve Kuzey Amerika dil gurubu olarak bilinen Na-Dene dillerinin yakın akraba oldukları gerçeğidir. Ayrıca Bask dili ile kuzey Afrika Berber ve Tuareg dilleri arasında ilişkiler gösterilmiştir. 

Burada Maya dillerinden Bazı Maya sözcüklerini ve onların parantez içinde Türkçe karşılıklarını sunmak istiyorum. (Kaynak: Saim Ali Dilemre “Genel Dil Bilgisine Bakış, Birinci Kitap”)

Ahau (ağa, yönetici), Baat (balta), Ça (çam), Çetun (çetin), Çol (çolak), Kutz (kuş), İçil (içinde), İş (dişi), Kaşnak (kuşak), Kin (gün), Kiniş (güneş), Kişe (kişi), Koça (koca, büyük, yaşlı), Kul (kul), Naa (ana), Na (ev), Ol (olmak), Tamazkal (hamam), Tepek (tepe), Top (toplamak), Toz (toz), Tul (tolu, dolu), Tulan (dolgun), Tup (dip), Tzekel (çakıl), Ueez (uyuz), Uiş (işemek), Ul (Ulaşmak), Uy (oy), Yaş (taze, yaş), Yaşıl (yeşil).

Size hem anlam hem de telaffuz olarak çok yakın olan tam 31 sözcük sundum. Maya halkının binlerce yıl önce Asya kıtasından Amerika kıtasına göç ettikleri düşünülürse bu kadar sözcüğün halen ortak olması tesadüf ile açıklanamaz. Anlaşılan odur ki Proto-Maya dili Ön-Türkçe’dir. Sadece dil ilişkileri değil, aynı zamanda genetik araştırmalar bu ilişkiyi kanıtlamaktadırlar. 

Şu sitede:

http://www.newscientist.com/article/dn11178...

Asya’nın doğu bölgesinden Bering boğazını aşarak Amerika kıtasına yapılmış olan göçlerin genetik olarak saptandığı anlatılmaktadır. 

Ayrıca “Aleut adaları” diye bilinen Asya ile Amerika arasındaki takım adaları Türkçe “Alauç” olup Ala-Uç şeklinde ayrıldığında “Beyaz UÇ” demektir. Zira “al” sözü bugün kullanılan anlamıyla “kırmızı” demek olmayıp Ön-Türkçe “Beyaz” demektir. Zamanla karlı bölgelere ve beyaz tepelere “al” denmiş, daha sonraları “yükseklik” kavramı öne çıkarak bayrak rengi olarak değişikliğe uğramıştır. Nitekim Latince “alba” = yüksekte duran, demektir. Arnavutluğa “albania” ve arnavutlara “albanian” denmesi bu Ön-Türkçe kök sözcükten türer. 

Bu örnek, sözcüklerin zaman içinde nasıl anlam kaymalarına tabi olabildiklerini ve ne derece tanınmaz hale dönüştüklerini çok güzel göstermektedir. Aynı durum özel isimlerde de olmuştur. Örneğin, Maya halklarından bir gurup “Kiche Maya” diye bilinir. Oysaki “kiche” Türkçe “kişi” demektir ve “Kiche Maya” doğrudan “Maya insanı” anlamını taşımaktadır. Kişe Maya halkını yöneten ve onları İspanyol saldırısından koruyan son yönetici, yaklaşık MS 1500 yılında doğmuş “Tekun Uman” idi. 1524 yılında İspanyol saldırgan ( konkiestador ) Pedro de Alvaro tarafından 24 yaşında katledilmiştir. 

Tekun Uman adını şu şekilde açıklayabiliriz.

Tekun = Tekin demektir ve genelde genç Türk prenslerine verilen addır. Tek kök sözcüğü de ilk prens olduğuna işarettir.

Uman = Ön-Türkçe “Gelen misafir” demektir. (Kaynak: Divan-i Lügat-it Türk) Şu halde Tekun Uman “Gelen ilk misafir” olmaktadır. Burada doğan çocuğun bir mal olmadığı ve sadece bir misafir olduğu vurgulanmaktadır ki, Ön-Türklerin bilgeliğine güzel bir örnektir. 

Ayrıca Yrd. Doç. Dr. İsmail DOĞAN’ ın Mayalar ve Türklük kitabı bu bağlantıdan okunabilir ( 2800 kelimelik bir Mayaca Türkçe sözlük ile resim arşivi de kitapta bulunmaktadır). 

Ord. Prof. Reha Oğuz Türkkan

Doç. Dr. Haluk Berkmen Daha Azını Gör

GoogleFacebookTürkTürk TarihiYafesNuhNoah,

TÜRKLERİN SOYAĞACI

               


             Yafes (Latince Iafeth veya Iapetus, Arapça: يافث), [1] Hz. Nuh'un üçüncü oğlu ve Türklerin atasıdır.[2] O, şecerelere göre, Nuh Peygamberin oğullarından biridir. Kırgız sözlü geleneğinde "Capaş" şeklinde de kullanılmaktadır.[3][4] Birçok ilmi kaynakta “Yafes” olarak kaleme alınan bu isim, Yazıcızâde'nin eserinde “Yafet” olarak da yazılmıştır.[5] Yafes, Arapça eserlerde ismi, "Yafes bin Nuh" (Nuh'un oğlu) diye geçmektedir.[1] 

Hz. Nuh, ikinci Adem olarak anılır. Tufandan sonra insan zürriyeti, Hz. Nuh'un oğullarından türemiştir. Hz. Nuh'un 3 oğlu vardı: Ham, Sam, Yafes. Ham, Habeş ve Afrikalıların, Sam Arapların, Yafes de Türklerin atası olarak bilinmektedir. Şimdi yeryüzünde yaşayan tüm insanlar, bu üçünün soyundan gelmektedir.[6][7] 

İnsanlığın başlangıcında insanların ömürleri uzun bulunmuştur. Bu da insanların çoğalmasını temin gibi hikmetlere dayanmaktadır. Hz. Adem'den sonra insanlar çoğalmış, fakat Allah'ın dinini terk ederek müşrikçe bir halde yaşamaya başlamışlardı. Nuh Aleyhisselâm'a inananlar pek azdı. Nihayet o inatçı kavme cezaları yaklaşmıştı. Hz. Nuh bir gemi yapmakla Allah tarafından emrolundu. Gemiyi yapar yapmaz şiddetli yağmurlar yağmaya başlamış, yeryüzü bir deniz kesilmişti. Hz. Nuh kendisine imân edenleri gemisine aldı. Bunların sayısı kırk erkek ile kırk kadından ibaret bulunuyormuş. Bunların içinde Hz. Nuh'un Sam, Ham, Yâfes adındaki oğulları da bulunuyordu. 

Yâm veya Ken'an adındaki oğlu ise Hz. Nuh'a isyan ederek gemisine binmemişti. Nihayet gemi dışında bulunanlar tamamen suların dalgaları arasında kalarak helak olup gitmişlerdi. Daha sonra yağmur kesilmiş, sular çekilmeye başlamış, gemi de Musul civarında Cudi denilen dağın üzerine Muharrem ayının onuna rastlayan aşure gününde oturmuştur. Hz. Nuh bu gemiye uygun gördüğü hayvanlardan da birer çift almış bulunuyordu. 

Bu tufan hadisesi cumhura göre umumidir, bütün yeryüzünü kapsamaktadır. En yüksek dağların tepelerinde görülen deniz hayvanlarının fosilleri = eski zamandan beri taş kesilmiş hayvanların cesetleri görülmektedir. Böyle bir tufan hadisesinin yeryüzünde bir azap örneği olmak üzere vücuda getirilmiş olması, Allah'ın kudreti karşısında imkânsız görülemez. Maamafih bazı zatlara göre de bu hâdise, yalnız Hz. Nuh'un bulunduğu Babil havâlisinde meydana gelmiştir.[8] 

Deguignes'e göre Yafes'in sekiz oğlundan en büyüğü Türk ismine sahipti.[9][10] Hammer tarihinde "şecerenin ilki olan Türk... Her halde Heredot'un eserindeki Targitaos ve Mukaddes Kitap'taki Taghrama'dır" [11] deniliyor.[12] 

Yaşar Kalafat'a göre Türklük, ismini işte bu Türk Ata'dan almıştır. Türk Ata, Hz. Adem'in torunlarından olan Hazer'in oğlu Yafes'ten türemiştir. Türk Ata, ilahi tebligat yapılan tebligatçılar hiyerarşisinde yer almaktadır.[13] Bu tebligatın (Bildiri) akaidi Türk Töresi ve bu töreyi besleyenler tümüyle Türk'tür. Bu tebligatın dili Türkçe idi. Bu itibarla Türk dili ilahi bir muhteva içermektedir. Bu bildirilerin ulaştığı coğrafyalar ise Türk dünyası coğrafyasını oluşturmuştur.[14] 

Yaşar Kalafat, Hz. Adem'den Hz. Muhammed'e kadar devam eden ilahi nizam tebligatının Hz. Nuh'tan sonra Hz. Yafes'e; ondan da Hz. Türk'e geçtiğini düşünmektedir.[15] Türk inanç tarihinde Türkler Tanrı'nın “Türk Kağanları” Türk töresini uygulayıp devam ettirmeleri için gönderildiğine inanırlardı. Bu yönü ve özelliği ile, Türk kağanın ilahi bir kutsanmışlığı ve görev (Töre) mesuliyeti vardı. Bu özellik ve ilahi tebliğ mesuliyetini Bilge Kağan'ın kitabe yazısında görmek mümkündür.[14] 

Yâfes, evlâtları çoğalınca, onlara reis olmuştu. Bunların hepsi, dedeleri Nûh aleyhisselâmın gösterdiği gibi Allahü teâlâya ibâdet ediyordu. Yâfes, nehirden geçerken boğulunca, Türk ismindeki küçük oğlu, babasının yerini tuttu. Bunun evlâdı çoğalarak bunlara Türk denildi. Bu Türkler, ecdâdı gibi Müslüman, sabırlı, çalışkan insanlardı. Bunlar da, zamanla çoğalarak Asya'ya yayıldı.[16] Türk, Veliaht olduğunda babasından kalmış halkları korumuştur.[9]

 

Rehber Ansiklopedisi'nde Yafes hakkında şöyle bahsedilmektedir: Nûh aleyhisselâmın oğlu Yâfes mümin idi. Evladı çoğalınca, onlara reîs olmuştu. Hepsi, dedelerinin gösterdiği gibi Allahü teâlâya ibâdet ediyordu. Yâfes, nehirden geçerken boğulunca, Türk ismindeki küçük oğlu, babasının yerini tuttu. Gittikçe artan nesli Türk adıyla anıldı. Bu Türkler, ecdâdı gibi Müslüman, sabırlı ve çalışkan insanlardı. Zamanla çoğalarak Asya'ya yayıldılar. Türklerin başlarına geçen bâzı zâlim hükümdârlar, semâvî dîni bozmuşlardır. [17] 

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk tarih tezini savunurken şunları söyler: "Efendiler bu insanlık dünyasında en az yüz milyonu aşkın nüfustan oluşan büyük bir Türk milleti vardır ve bu milletin yeryüzündeki genişliği oranında da bir derinliği vardır. Efendiler bu derinliği isterseniz ölçelim: Birinci ölçek tarih öncesi devirlere ilişkin ölçektir. Bu ölçeğe göre Türk milletinin kökünün dayandığı Türk adındaki insan, insanlığın ikinci babası Nuh Aleyhisselamın oğlu Yafes'in oğlu olan kişidir. Tarih döneminin belge tedarikinde pek hoşgörülü olan ilk evrelerine biz de hoşgörü gösterelim, fakat en açık ve kesin ve en maddi tarih kalıntılarına dayanarak söyleyebiliriz ki Türkler, on beş yüzyıl önce Asya'nın göbeğinde muazzam devletler kurmuştur ve insanlığın her türlü yeteneği onda ortaya çıkmıştır." [18] 

Vâni Mehmed Efendi, "Araisü'l-Kurân" adlı eserinin birinci bölümünde şöyle der: "Türklerin Benî İshâk‘tan kabul edilmesine gelince; buradaki İshâk'ın, İshâk Peygamber olduğu açıktır. Bil ki, ben Türk tarihlerinde, Oğuz Han'ın Yafes'in neslinden olduğunu gördüm. Türkler'in tamamı O'nun neslindendir. Oğuz Han, Hz. İbrahim‘le çağdaş idi. Hatta Türkler, O'nun İbrahim'e iman ettiğini ve İshak'ın kızıyla evlendiğini de iddia ederler ve Türkler, Kurân-ı Kerîm'de zikredilen Zülkarneyn ile kastedilen, Oğuz Han'dır derlerdi. Bu duruma göre Türkler, anne tarafından Hz. İshak'ın evladı olmuş olurlar. Nitekim Hz. İsa'nın Benî İsrâîl'den olduğu gibi, Türkler de, Beni İshâk'tan sayılırlar. Bunda asla bir müşkillik yoktur." [19][20] 

Mehmet Faruk Gübtunca'nın "Peygamberler Tarihinden Seçilmiş Kıssalar" adlı kitabına göre Hz. Nuh'un dört oğlu olmuştu. Bunların isimleri şöyleydi: Harun, Sam, Yâfes ve Kenan. Bunlar da annelerine uymuşlar, kâfir olmuşlardı. Ama Sam ve Yâfes, daha sonra Hakk Dîn'e dönmüş, diğer ikisi ise bâtıl dinde kalmıştı.[21] 

Eski Türk boylarında çok eski devirlerden beri yaygın bir inanca göre, Hz. Nuh, tufandan sonra oğlu Yafes'i Türk yurduna göndermeden önce ona "YADA" adı verilen büyülü bir taşı oğluna vermiştir. Türklerin babası olarak kabul edilen Yafes, bu taşı Türklere vermiş, daha sonra bu taş Oğuz Hana geçmiştir.[22] 

Şamlı Fahreddin Osman b. Ebi Bekir b. eş-Şeyh Muhammed Züreyg'in "Kitabü'l-Bustan fi Ba'zı Ahbâri Âl-i Osman" adlı eserinde Osmanlılar için "Onlar Hz. Nuh'un oğlu Yafes neslinden Karahan oğlu Oğuz'un evlatlarındandır." tâbiri kullanılır.[23] 

Türk adından, ‘Tugar' olarak bahseden en eski belge, Musevilerin Ahdiatik (Tevrat)'idir. Ahdiatik en eski İbranice eserdir. Dünya varlığından, milletlerden, devletlerden ve dünyanın kuruluşundan bahseden en eski eser olarak Ahdiatik'in fasıllarında, insanlığın doğuşu (tekvin-i mahlukat) bölümünde anılan Tugar, Nuh'un oğlu Yafes'in oğludur. İsa'dan 458 sene önce yaşamış olan Musevi tarihçisi Hazkiyal, Tugar'la ilişkilendirilen Torok'ların yaşadığı bölge olarak Orta Asya'nın tam bir tarifini yapıyor. Ünlü tarihçi Josephe Flavius şöyle diyor: Toroklar, Dara'nın ülkesinin bitiminden başlayan ve sonu bilinmeyen yerlere kadar geniş sahalarda yaşayan, başlıca dokuz kola ayrılı büyük bir millettir. Çin kıtası da Torokların egemenliği altındadır. Ahdiatik'in en tanınmış müfessiri Mendelson, ‘tekvin-i mahlukat' bahsini açıklarken Torok tabirinin Türk olduğunu ve bu deyimin Turan şeklinde kullanıldığı zaman ‘Türklerin asıl vatanı' olarak anlaşılması gerektiğini karşılaştırmalarla anlatır.[24][25] 

Abul-Fevz Muhammed Emin Bağdadi, Türklerin Yafes oğlu Kumer oğlu Türke intisap ettiklerini yazar. Partold ise Hazar denizinden Çin hududuna yayılan Türk boylarının Türkmen Oğuz Karluk ve Dokuz-Oğuz olduğunu söyler.[26] 

Arap tarihçisi el-Mesudi'ye (X. yy.) göre, Türkler, Nuh Peygamber'in üç oğlundan biri olan Yafes (diğerleri Ham ve Sam)'in soyundan iniyordu. "Tac-üt Tevârih" yazarı Hoca Sadettin Efendi dahil bütün Osmanlı vak'anüvis (resmî devlet tarihçi)leri bu görüşü aynen benimsemiştir.[27] 

Osmanlılarda tarih anlayışı, silsilenameler şeklinde hikâye edilen kutsal bir tarihti. Bu anlayış içinde şecerelerini Hazreti Nuh'un oğlu Yasef'e kadar götürüyorlardı. Modern çağların ırk ve ulus tartışmaları içinde Hazreti Nuh'un üç oğlu, ayrı üç ırkın ataları haline geldiler. Ham (ve hamiler) siyahları; Sam (ve samîler) semitleri; Yafes ise beyazları temsil eder oldular. Böylece Osmanlılar, âdeta farkına varmadan, kendilerini Batılılarla birleştirmişlerdir.[28] 

Mekkeli Şair İbn el-Uleyf'e göre Nuh'un Sam, Ham ve Yafes adlı üç oğlu mevcuttur: Sam, Arap, Fars ve Rumlar'ın; Yafes, Türkler ile Ye'cuc ve Me'cuc'un; Ham ise Sudanlılar'ın atasıdır.[29] "Defter-i Çıngıznâme"ye göre ise Hz. Nuh'un Ham, Sam, Ken'an ve Yafes adlarında dört oğlu ve Reheb, Zeheb, Zühüt ve Zehüt adlarında dört kızı vardır. Ham'ın nesli Arap halkını, Sam'ın nesli Acem halkını ve Yafer'in nesli Rum diyarı halkını (Türkleri) oluşturmaktadır. Ken'an ise Tufan'da helak olmuş ve nesli kesilmiştir.[30] 

İbn Abbas (r.a) der ki: "Hz. Nuh`un kavminden seksen kişi iman etmişti, Bunların Üç tanesi oğlu idi: Sâm, Hâm ve Yâfes. Bunlarla birlikte üç de gelini iman etmişti. Bunlar gemiden çıktıklarında bugün Musul taraflarında "Karyetu`s-Semaîn" (seksen kişinin kasabası) diye bilinen bir kasaba inşa ettiler. Haberde nakledildiğine göre gemide seksen kişi vardı. Bunlar arasında Hz. Nûh ile boğularak cezalandırılandan başka bir hanımı, üç oğlu ve bunların zevceleri de vardı. Katâde, el-Hakem b. Uyeyne, İbn Cüreyc ve Muhammed b. Ka`b`ın görüşü de budur. Hâm gemide iken hanımına yaklaştı. Bunun üzerine Hz. Nûh da yüce Allah`a nutfesini değişikliğe uğratması için dua etti, böylelikle siyahiler ondan doğmuş oldu. Atâ dedi kir Nûh (as), Hâm`a: Çocuklarının saçları, kulaklarından aşağıya inmesin, nerede olurlarsa Sâm ve Yâfes`in çocuklarına köle olsunlar, diye beddua etti." [31]

İbn İshâk dedi ki: "(Nuh Tufanında, gemide) hanımları hariç on kişi idiler. Nûh, oğullan Sâm, Hâm ve Yâfes ile ona iman etmiş altı kişi ile bunların hepsinin hanımları.” [32][31] 

İbnu Hacer, Türkler hakkında ilgili babta şu açıklamalara yer verir: “Türklerin aslı hususunda ihtilaf edilmiştir. Hattâbî: “Onlar Benû Kantûra (Kantûra evladları)dır. Kantûra, Hz. İbrahim'in cariyesi idi. Lügatçi Kürau'n-Neml: “Bunlar Deylemdir” demiştir. Ancak, “Onlar Türklerden bir cinstir, Oğuz da öyle” denilerek bu görüş tenkid edilmiştir. Ebu Amr: “Türkler, Yafes'in zürriyetindendir. Bunlar birçok boylara ayrılır” demiştir. 

Türklerin Tübba neslinden oldukları da söylenmiştir. Keza Efrîdun b. Sam b. Nuh zürriyetinden oldukları veya Yafes'in kendi sulbünden oldukları veyahut İbnu Kûmi b. Ya'fes zürriyetinden oldukları da söylenmiştir.[33][34] 

İslam kaynaklarında Çinliler de, Türkler gibi Yafes'in soyundan gösterilirler.[35][36] 

Joseph Deguignes de "Büyük Türk Tarihi" adlı kitabında, Türklerin atası olarak Nuh Peygamberin oğlu Yafes'i zikretmekte, [37] hatta Yafes'in oğullarından birinin adının Türk olduğunu, Hazar, Türkistan ve Volga ırmağı çevresinde yaşadığını ifade etmektedir.[38][39] 

"Tarih-i Enbiya" ve "Hükem"de Hz.Nuh'un evlatlarından Yafes'ten söz edilirken Sultan'ın hal tercümesi sebebiyle Yafes ve soyu hakkında başka bir tarihte bilgi verileceği için burada fazla bilgi verilmeyeceği kaydedilir. Bu kayıt şöyledir: "Bu tarih yazılırken akılda Sultanın hallerinin ve neseblerinin kaydedileceği bir tarih yazılması da vardır, Yüce Tanrı izin verirse bu konu Yafes tarihine ayrılmıştır, bu sebeple sonra olacaktır (burada), bu kadar ile yetinildi, özetlendi." [40] 

Oğuzlar, genel olarak Türkmen adıyla kaynaklarda geçmiş ve tarihî alanda bu adla tanınmışlardır. Köprülü'nün Oğuzlann Müslüman olan gruplarına "Türkmen" adının verildiği görüşü genel kabul görmüş, Kâşgarlı Mahmut'un eserinde de Türkmen ve Oğuz adı çok yerde bir arada kaydedilmiştir.[41] Ebü Hayyân'ın Oğuz boy adı için sözlükte verdiği "Yafes'ten sonra Türklerin büyük babasıdır" (Ar. Ebu'l-Türku'l-kebir bade'1-yäfes) tanımı dikkat çekicidir. Burada Türk soyu ile ilgili efsanelere atıf yapılmıştır. Tevrat'ta mevcut rivayetlerle Türk soyunun Nuh Peygamber'in oğlu olan Yafes'ten geldiği söylenir.[42] Bununla ilgili olarak Kâşgarlı Mahmut'un Dîvânında da bilgiler vardır: "Türkler, aslında 20 boydur, Bunların hepsi -tanrı kutsal kılası- Yalavaç Nuh oğlu Yafes, Yafes oğlu Türk'e dek ulaşır." Türklerin Müslüman olmaları dolayısıyla soy kütüklerini İslâmî köklere bağlamaları gayet doğaldı. Oğuznamelere dayanan Ebu'l-gazi Bahadır Han, Türklerin şeceresini Nuh Peygamber ile Yafes'in neslinden başlatır.[43][44] 

"Oğuz Kağan Destanı"na göre Oğuz'un ilk atası, Nuh'un oğlu Yafes'tir. Nuh, yeryüzünü oğulları arasında bölüştürdüğü zaman oğlu Yafes'e Doğu illeri ve Türkistan taraflarını verir. Yafes, Türklerin deyişine göre "Olcay Han" diye anılır. O, göçebe olarak yaşardı. Yaylak ve kışlakları Türkistan'da bulunurdu. Dhib Yavgu, Olcay Han'ın oğludur. Bunun da dört muteber ve şöhretli oğlu vardı: Kara-Han, Or-Han, Kür-Han, Küz-Han. Kara-Han babasının yerine tahta geçer. Bir oğlu dünyaya gelir. Çocuk, üç gün, üç gece anasının sütünü emmez. Herkes, onun öleceğini düşünürken; annesinin rüyasına girer. Çocuk, annesine; “Eğer sütünü emmemi istiyorsan biricik Yaratıcı'yı ikrar ve itiraf et.” der. Kadın, üç gece aynı rüyayı görür. Bu kavim, kâfir olduğundan; kadın, meseleyi kimseye anlatmaz. Kocasından gizli olarak Allah'a iman eder. O anda çocuk, anasının sütünü emmeye başlar. Oğuz'un temizlik ve güzelliğine herkes hayran kalır. Bir yıl sonra konuşmaya başlar. Oğuz daima Allah'ı anıp ona şükreder. Her türlü bilim ve hünerde, ok atmada, kargı kullanmada, kılıç çalmada, bilgi hususunda âleme ün salacak şekilde gelişme gösterir. Babası, evlenme çağı gelince onu iki amca kızıyla sırayla nişanlar. Oğuz, önce onları Allah'a inanmaya davet eder. Onlar, bunu kabul etmeyince; Oğuz, onlardan uzaklaşır. Or-Han'ın kızı Allah'ı kabul ettiği için Oğuz, onu alır. Onu herkesten çok sever. Oğuz'un avda olduğu bir zamanda eski eşleri, Oğuz'un Allah'a inandığını ve bunun için kendilerinden uzaklaştığını babasına anlatırlar. Oğuz'un babası ve akrabaları, Oğuz'u öldürmeye karar verirler. Oğuz, avdan dönünce durumu anlar. Babası ve amcaları Kür-Han ve Küz-Han'ı öldürür. 75 yıl amcalarının uruğlarıyla savaşır. Onları yendikten sonra Oğuz yönünü dışa çevirir. Oğuz, cihangirlik için sefere çıkarak muhtelif yerleri ülkesine katar. 1000 yıllık bir hayattan sonra yerini oğlu Kün Han'a bırakır.[45] 

Reşideddin'in "Cami'üt-Tevarih"indeki bir destanda Türklerin ilk hükümdarının Nuh peygamber oğlu Yafes olduğu ifadesi ile başlanmakta ve Yafes'in Türkçe "Olcay Han" adını taşıdığı söylenmektedir. Olcay sözünün Moğolca olduğu malumdur.[46] B. Ögel, kaynaklarda "Ebülce" ve "Abulca" olarak da geçen bu ismin en doğru şeklinin “Bulca” olması sonucuna varmıştır. Sonradan düzülen bir çok soy kütükleri, Peygamberler tarihine göre, Nuh Peygamber'e bağlanmışlardır. Çingiz-Han çağında yazılan Oğuz Destanları, Peygamberler tarihine pek itibar etmemişler ve kendilerinin menşelerini, ilk-ata Bulca Han ile başlatmışlardı. Bununla beraber, ne de olsa İslamiyet'in tesiri altında olan yazarlar, Bulca Han'ın Nuh'un oğlu Yafes olduğunu da söylemeyi ihmal etmemişlerdi. Fakat sonraki destanlar (mesela Ebu'l-gazi), Türklerin soy kütüğüne Yafes ile başlamış ve Bulca Han'ı da onun soylarına bağlamıştı.[47][48] 

Ebülgazi Bahadır Han'ın “Şecere-i Terakime”sinde Oğuz, anasını doğrudan Müslüman olmaya davet etmiştir. Ebülgazi, Türk halkının ta Yafes'ten Alınca-Han'a kadar Tanrı'nın birliğine iman ettiklerini, fakat Kara-Han döneminde büsbütün kâfir olduklarını söylemiştir.[49] 

Ebülgazi, Reşideddin ve ekibinin yeğledikleri “biricik Tanrı'yı ikrar ve itiraf” ifadesini açıklama ve zenginlik ve paraya dayalı bir “Cahiliye Dönemi” manzarası çizme gereği duymuştur: “-Müslüman ol ve hak dinine gel! Yok gelmezsen, ben de senin sütünü emmem”, diyordu. Bunun üzerine annesi oğlunun bu isteğine dayanamadı ve Tanrının birliğine iman getirdi. Bunun üzerine Oğuz-Han annesinin memesini emmeğe başladı. Fakat annesi ne gördüğü rüyaları ve ne de oğlunun isteği üzerine Müslüman olduğunu hiç kimseye açmadı. Çünkü Türk halkı, Yafes'ten ta Alınca-Han'a kadar Tanrının birliğine iman etmişti. Ama Alınca-Han'dan sonra Türkler çok zengin olmuşlar ve servetle paraya esir olmuşlardı. Bütün memleket Tanrı'yı unutarak kâfir olmuş ve kötü yola sapmışlardı. Kara-Han zamanında ise büsbütün kâfir olmuşlar ve küfre sapmışlardı. Meselâ bir baba, oğullarından birinin veyahut da bir oğul, babasının Hak dinini kabul ettiğini duysa idi, hemen onu düşünmeden öldürürdü.[50][49] 

Türkmenistan devlet başkanı Saparmurat Türkmenbaşı'nın "Ruhnâme" adlı eserinde Hz. Nuh'a ve onun öğütlerine ayrıcalıklı bir yer verilmiştir. Bunun nedeni, Türkmen halkının Nuh (a.s)'a kadar uzanan tarihî geçmişi olduğuna inanılması ve Nuh Peygamberin, oğullarından Yafes'in soyuna yurt olarak Türkistan bölgesini verdiğinin kabul edilmesidir.[51] Ruhname'de yer alan bu düşünce, tarih kaynaklarınca da teyit edilmektedir. Örneğin Abu'l Farac Tarihi'nde yer alan bilgilere göre, Hz Nuh tufan olayından sonra dünyayı Sam, Ham ve Yafes adındaki üç oğlu arasında taksim etmiş; [39] 

Sam oğullarına meskun dünyanın ortasından doğudaki ucuna kadar uzanan bölge düşmüştü. Bu bölge Filistin, Arabistan, Fenike ve Suriye ile iki nehir arasındaki bütün bölgeleri (Mezopotamya'yı), Asur, Babil, İran ve Hindistan'ı ihtiva ediyordu.

Ham oğullarına doğudan batıya kadar bütün güney ülkeleri; Orta ve Güney Hindistan, Mısır, Libya, Afrika ile kuzeye doğru Kilikya, Lidya ve Akdeniz adalarından Kıbrıs, Sakız, Sicilya ve daha yirmi ada düştü.

Yafes oğullarına ise doğudan batıya kadar bütün kuzey; Almanlar, Türkler, Kapadokya, Asya, Tarki (Trakya), Yunanlılar (İyonya), Roma (Bizans), Slavlar, Bulgarlar ve İspanyollar düştü.[52][39]

"Ruhname"ye göre, yüce Allah, kutsal emriyle Hz. Nuh'a bazı sayfalar göndermiş, [53] Hz. Nuh da bunları kendi soyundan gelen insanlar arasında, oğlu Yafes aracılığıyla da Türkistan halkına yaymıştır. Bu kutsal sayfaların özü tamamen “ahlâk güzelliği”ne aittir.[54][39] 

Osmonaalı Sıdıkov'a göre insanoğlu Adem ata ile Havva anadan türemiş, daha sonra Nuh ve Nuh'un üç oğlu Ham, Sâm, Yafes olarak nesil devam etmiştir. Yafes'in oğulları ikiye: Arîler ve Turaniler olarak ikiye ayrılır. Yazar Turanilere Asya kıtasında yaşayan kavimlerden Çinlileri, Hint-Çinlilerini, Japonları, Finleri, Osmanlıları, Tatarları, Kırgızları, Kazakları, Kalmukları, Tunganları dahil etmiştir.[9] 

Kırgızistanlı öğretim üyesi Prof. Dr. Ömürkul Yasayev'e göre Kırgızların kendi beylerinin hakimiyeti önünde birleşmesinin (bir araya gelmesinin ) sebebi aşağıdaki gibidir: O beyin aslı Slav'dır ve Slavların beylerinden biridir; onun Slavyan ülkesinde yaşadığı dönemde, oraya Rum elinden1 elçi gelir; (derebeyi) gelen elçiyi öldürür. (Onu) öldürmesinin sebebi Rumların Noydu'nun oğlu Simden, Slavyanlarında Yafes'den çoğalıp yayılmasıdır. 

Rumların adı, "Sag köpek" sözüyle ilgilidir. Çünkü onlar, köpeğin sütü ile beslenmişlerdir. Bu işin esası şöyledir: Yafes için karıncanın yumurtasını alıp geldiğinde, karınca, Yafes'in çocuğunun rahat görmemesi için Allah'a yalvarır. Yafes'in çocuğu doğduğunda ona Emka [55] adı verilir. Onun iki gözü kördür. O zamanlarda köpekler, dört gözlüdür. Yafes'in bir köpeği olur. O, bir yavru doğurur. Yafes, bu köpeği öldürüp atar. Yafes'in çocuğu kör olduğu için dört yıl boyunca köpeğin kulağından tutup onun sütünü emer. Köpek, ikinci yavrusunu doğurduğunda Yafes'in çocuğunu atıp ondan kurtulmak için Allah'a yalvarıp O'na şükrünü bildirir. Ertesi gün, bu köpeğin iki gözü, kör olan çocuğa geçer ve iki gözü de kendinde kalır. Onlar, yine köpeğin burnunda kalır. Bu sebepten onlar, "Saklablar" (Slavyanlar) diye adlandırılır.[56] 

Yafes ve Sam Kompleksi 

Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat'a göre; doğru ve kusursuz bir insan olan Nuh'un, Yafes, Sam ve Ham adında üç oğlu bulunmaktadır. Tevrat'ta ve İncil'de konu edildiği üzere, çiftçilik yapan ve diktiği bağdan elde ettiği şarabı içerek sarhoş olan Nuh, çadırının içine çırılçıplak uzanmış ve babasını bu durumda gören Ham dışarı çıkıp gördüklerini iki kardeşine anlatmıştır. Yafes ve Sam, bir giysiyle babalarının üzerini örtmeye çalışmış ve bunu yaparken ona bakmamışlardır. Ayıldığında küçük oğlu Ham'ın kendisine yaptıklarını hatırlayan Nuh, onu lanetlerken Yafes ve Sam için güzel dualar etmiştir.[57][58] 

Yafes ve Sam Kompleksi; gazetecilerin gerçekliği tüm çıplaklığıyla yazıp yazmamaları gerektiğine ilişkin tartışmalarda oto-sansürü, diğer bir ifadeyle göz kapatma tavırlarını tanımlamaktadır. Bu bağlamda Yafes ve Sam Kompleksi, olaylara dışarıdan bakma ve onlardan söz etme güçlüğü ya da bu kapasiteden yoksun olmak anlamına gelmektedir. 1968 yılında Vietnam'da gelişen My Lai katliamının ardından Amerika'da açılan davalarda olayın tanıklarının aylarca suskun kalmaları, Yafes ve Sam Kompleksi'nin en önemli ve çağdaş örneklerindendir.[59][58] 

Kaynaklar ve Dipnotlar 

[1] tr.wikipedia.org/wiki/Yafes

[2] "İsimler Sözlüğü", http://www.1insaat.com/.../pdfs/5665_1181034643_644.pdf

[3] Ebülgazi Bahadır Han, "Şecere-i Terâkime" (Türkmenlerin Soykütüğü), Hazırlayan Zuhal Kargı Ölmez.- Ankara: Simurg, 1996.– s.474; Şakarim Hudayberdi ulı. Rodoslovnaya tyurkov, kirgizov, kazahov i hanskih dinastiy/Perevod Bahıta Kairbekova.-Alma-Ata: Jazuşı, 1990.

[4] Prof.Dr. Sulayman Kayıpov, "Folklor Üzerine Yazılar", ISBN 978-9967-25-581-4.

[5] Abdullah Bakır, "Tevârih-i Al-i Selçuk Oğuznamesi", turkishstudies.net/sayilar/sayi13/7bakirabdullah.pdf

[6] Mehmet Doğan, "Kurân ve Tarih Önünde Türkün Muhasebesi", www.bagpinar.net/kuran_tarih.pdf

[7] Ahmet Cevdet Paşa, "Faideli Bilgiler", Hakikat Yayınevi, 28. Baskı, İstanbul 2001.

[8] http://www.turkansiklopedi.com/.../20156-araf-suresi...

[9] Cıldız Asanbaeva, "KIRGIZİSTAN'DA ŞECERE VE KIRGIZ TARİHİNİ YAZAN İLK YAZARLAR VE ONLARIN ESERLERİ (1849-1949)" (Yüksek Lisans Tezi), Tez Danışmanı: Prof. Dr. Remzi Ataoğlu, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, Bişkek 2005.

[10] Deguıgnes, "Histoire Générale II", 5.

[11] Hammer Tarihi, s. 1-2.

[12] Saffet Bilhan, "ASYA EĞİTİM FELSEFESİNE TARİHSEL BİR YAKLAŞIM", Çin Eğitim Felsefesi, EBF. Dergisi, C. 16, sa. 77-112,1984; Mezopotamya ve Sümerler Eğitimi EBF. Dergisi, C. 17, Sayı: 1-2, sa. 303-339, 1985; Hint Eğitim Felsefesi, Gazi Eğitim Dergisi, C 1, sayı: 1, 1985.

[13] Yaşar Kalafat, “Halk Bilimi İtibariyle Türkmen Milli Kültüründe Devamlılık”, Serhat Kültür, Mayıs 2005, S. 2005/5, s. 48.

[14] tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS00489.pdf

[15] Bu konuda Hikmet Tanyu ile aynı düşünmektedir. Bakınız: Hikmet Tanyu, "İslamlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı inancı", Ankara 1980.

[16] http://www.turkansiklopedi.com/.../16437-samanilik.html

[17] Yeni Rehber Ansiklopedisi, "Türkler" maddesi, İhlas Gazetecilik, İstanbul 1993.

[18] Sinan Meydan, “Türk Tarih Tezinin Doğuşu”, Atatürk ve Kayıp Kıta Mu, Truva Yayınları, İstanbul 2005, s.25-26.

[19] Vânî Mehmed Efendi, "Arâisü'l-Kurân", Süleymâniye Ktp.,Yeni Câmii 100, vr. 543 a.

[20] Doç. Dr. Erdoğan Pazarbaşı (E. Ü. İlahiyat Fakültesi), "OSMANLI DÖNEMİ KUR‘AN TEFSİRLERİNDE TÜRKLERLE İLGİLİ DEĞERLENDİRMELER", sbe.erciyes.edu.tr/dergi/sayi_11_06_Pazarbasi_1.pdf

[21] Mehmet Faruk Gübtunca, "Peygamberler Tarihinden Seçilmiş Kıssalar", Sağlam Yayınevi, İstanbul.

[22] Elif Çiftçi, "Kahraman Maraş'ta Büyüyle İlgili Karşılaştırmalı Bir Araştırma" (Yüksek Lisans Tezi), KSÜ, Kahraman Maraş Şubat 2007.

[23] Yrd. Doç. Dr. Mehmet Emin Şen (Batman Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü), "FAHREDDİN OSMAN B. EBİ BEKİR B. EŞ-ŞEYH MUHAMMED ZÜREYG'İN KİTABÜ'L-BUSTAN Fİ BA'ZI AHBÂRİ ÂL-İ OSMAN ADLI YAZMASI", mukaddime.artuklu.edu.tr/documents/Makaleler/10.pdf

[24] Cemal Kutay, "Sohbetler", Aralık 1968, S.1., s.33.

[25] Yrd. Doç. Dr. Ali Çavuloğlu, "“Türk” Adı ve Mevlâna'daki Anlamları", Selçuk Üniversitesi / Selçuk University Mevlâna Araştırma ve Uygulama Merkezi / Rumi Research and Application Center, Mevlâna Araştırmaları Dergisi / Journal of Rumi Studies, Yıl / Year: 2007, Sayı / Number:1, s. 101-119.

[26] Erşat Hürmüzlü, "Türkmenler ve Irak", img6.imageshack.us/img6/3507/erathrmzltrkmenlerveira.pdf

[27] Öğretim Görevlisi Ali Yayla, "Türk Kültür ve Medeniyet Tarihi Ders Notları", web.itu.edu.tr/~yayla/tkm.pdf

[28] Orhan Gökdemir, "Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş", Fabrika Dergisi, Aralık 2005, s.12.

[29] Şükran Fazlıoğlu, "Mekkeli Şair İbn el-Uleyf'in Sultan II. Bayezid'e Yazdığı Kasîde", www.ihsanfazlioglu.net/Sukran_Fazlioglu/Uleyf.pdf

[30] Yrd. Doç. Dr. Bekir Şişman (Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü), “Defter-i Çingiznâme” ve Türk Destanlarındaki Kahraman Tipolojisi Açısından “Cengiz Han”, http://www.sosyalarastirmalar.com/.../sisman_bekir.pdf

[31] Hakkı Yılmaz, "Meal-Tebyîn", Hûd Sûresi, http://www.oltugazetesi.com/.../tebyin.../hudsuresi.pdf

[32] Kurtubi; "el-Camiul Ahkami'l Kurân".

[33] İbn Hacer, "Fethu'l-Bâri", VI. 203.

[34] Prof. Dr. Talat Sakallı (S.D.Ü., İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilimdalı Öğretim Üyesi, Isparta/Türkiye), "Hadislerde “Türk” Mefhumu Ve Rivayetlerdeki Çağrıştırdığı Zihniyetin Analizi", ilahiyat.sdu.edu.tr/Turkler Sempozyum/sempozyum pdf/3 oturum b salon.pdf

[35] Mesudi, "Murûc ez-Zeheb", Çev. A.Batur, İstanbul 2004, s.39-41.

[36] Prof. Dr. Saadettin Gömeç (A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi), "Location Names In Divanü Lugat-it Türk" (DİVANÜ LUGAT-İT-TÜRK'DE GEÇEN YER ADLARI), www.ergenekun.com/DLT'DE YER ADLARI.pdf

[37] Joseph Deguignes, "Büyük Türk Tarihi", Hazırlayan: S. Alpay, İstanbul 1976, c.I, s.122.

[38] a.g.e., c.I, s.126-127. Ayrıca bkz. Hikmet Tanyu, Türklerin Dinî Tarihçesi, İstanbul 1978, s.17-18.

[39] Yard. Doç. Enver Uysal (U.Ü. İlâhiyat Fakültesi), "Ruhnâme ve Ahlâkî Boyutu", T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ Cilt: 12, Sayı:2, 2003 s. 115-131.

[40] Ayşehan Deniz Abik, "Ali Şîr Nevâyî'nin Zübdetü't-Tevârîh'i Üzerine", turkoloji.cu.edu.tr/ESKI TURK DILI/1996_1_Abik.pdf

[41] İbrahim Kafesoğlu, "Türkmen adı, manası ve mahiyeti", Jean Deny Armağanı, Haz. J. Eckmann, Agâh Sırrı Levend, Mecdut Mansuroğlu, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1958, s.127-128.

[42] Ahmet Suphi Fırat, "Yâfes" maddesi, İslâm Ansiklopedisi, C. 13. İstanbul 1986, s. 333.

[43] Bahattin Ögel, "Türk Mitolojisi", I. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1993, s.373.

[44] Doç. Dr. A. Melek Özyetkin (Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi), "14. Yüzyılda Arap Filolog Ebû Hayyân'ın Bilgisi Dahilindeki Türk Dünyası", A.Ü. DTCF Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü tarafından düzenlenen Cumhuriyetin 80. Yılını Kutlama Etkinlikleri çerçevesinde Türk Dili ve Edebiyatı Sempozyumu (Ankara, 18 Aralık 2003) bildirisi, dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/12/921/11486.pdf

[45] Mehmet Emin Bars (Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Halk Bilimi Doktora Öğrencisi), "Oğuz Kağan Destanı Üzerine Yapılan Çalışmalar", Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 3/4 Summer 2008, http://turkoloji.cu.edu.tr/.../mehmet_emin_bars_oguz...

[46] Sümer'e göre, ilk Türk hükümdarına böyle bir adın verilmesi, zamanın hükümdarının Olcaytu adını taşıması ile ilgili olabilir. İlk Türk hükümdarlarının Nuh Peygamber'in oğlu Yafes olduğu hususu da İslami bir rivayettir. Bakınız, Sümer, a.g.m., s.360, 367.

[47] Bahaeddin Ögel, a.g.e., s.145-146.

[48] Gülşen İnci Yılmaz, "İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK DESTANLARININ TARİHİ AÇIDAN DEĞERLENDİRİLMESİ" (Yüksek Lisans Tezi), ANKARA ÜNİVERSİTESİ, SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ, TARİH (GENEL TÜRK TARİHİ) ANABİLİM DALI, Ankara 2006.

[49] Doç. Dr. Mehmet Aça (Balıkesir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Balıkesir), "Woman in “Reshideddin's Oguzname", www.millifolklor.com/en/sayfalar/76/76-92.pdf

[50] Bahattin Ögel, "Türk Mitolojisi (Kaynakları ve Açıklamaları İle Destanlar)", 1. c., 2. b., Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1993, s.157.

[51] Saparmurat Türkmenbaşı, "Ruhnâme", Aşkabad 2001, s.9, 79.

[52] Abu'l Farac, Abu'l Farac Tarihi (Çev. Ö. Rıza Doğrul), Ankara 1945, c.I, s.74-75. Kitab-ı Mukaddes'in Tekvin bölümünde de -böyle detaylı olmamakla beraber- Hz. Nuh ve oğulları hakkında bilgi verilmektedir. (Bkz. Kitab-ı Mukaddes, Tekvin 9/18-29 ve 10. Bab.)

[53] Oysa dinler tarihi kaynaklarında, kendisine sayfa verilen peygamberler arasında Nuh Peygamber geçmemektedir. Örneğin bkz. Mutahhar b. Tahir el-Makdisî, Kitâbu'l-Bed' ve't-Tarîh, Paris 1899-1919, c.III, s.2-3. Ama Kurân-ı Kerim'in “Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik.” (Nisa 4/163) ifadesinden Hz. Nuh'un vahye mazhar olduğu anlaşılmaktadır. Ancak burada vahyin, “kendisine kitap ya da sayfa verilmesi” anlamında değil, “Allah'ın, kullarına dilediğini söylemesi ve bildirmesi için seçtiği özel iletişim yolu” (Bkz. Komisyon, Kurân-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1993, söz konusu ayetle ilgili açıklama.) olarak anlaşılması daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Ayetin devamında da “Ve (nitekim) İbrahim'e, İsmail'e İshak'a Yakub'a, esbata (torunlara), İsa'ya, Eyyub'a Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik.” buyrulmaktadır.

[54] Saparmurat Türkmenbaşı, a.g.e., s.10.

[55] Yafes'in çocuğunun adı Emka, Türk dillerinde emici manasına gelir. Demek ki, Gerdizi bu efsaneyi Türk halklarından aldı.

[56] Prof. Dr. Ömürkul Yasayev (Kırgızistan Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsü), "Kırgızların Ortaya Çıkışı", Türkiye Türkçesine Aktaran: Mehmet Kıldıroğlu (Kırgızistan Türkiye Manas Üniversitesi Modern Diller Yüksekokulu), Manas Sosyal Bilimler Dergisi, yordam.manas.kg/ekitap/pdf/Manasdergi/sbd/sbd1/sbd-1-17.pdf

[57] Tevrat, 1958, s.10.

[58] Yard. Doç. Dr. Emet Gürel (Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü E.Ü. Kampüsü 35100 Bornova / İZMİR) & Araş. Gör. Canan Muter (Celal Bayar Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu MANİSA), "Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması", http://www.anadolu.edu.tr/.../pdf/2007-1/sos_bil_28.pdf

[59] Nuri Bilgin, "Sosyal Psikoloji Sözlüğü – Kavramlar, Yaklaşımlar", Bağlam Yayıncılık, İstanbul 2003, s.412.

Google, Facebook, Türk, Türk Tarihi, Yafes, Nuh, Noah,