Türk Büyükleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk Büyükleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1300 Yıllık Lider Bilge Kağan



             İkinci Doğu Göktürk Devleti'nin kağanlarından Bilge Kağan'ın yaşamı ve mücadelesi...

Bilge Kağan, Göktürkleri elli yıllık Çin esaretinden ikinci defa kurtararak Gök-Türk hanedanlığını kuran Kutluk Kağan'ın oğludur. 683 yılında doğan Bilge, babasını 8 yaşındayken kaybetmenin acısıyla amcası Kapağan Kağan'ın himayesine sığınır. Bilge Kağan, amcasını da kaybettikten sonra, 32 yaşındayken Göktürk Devleti'nin başına geçerek yönetimi eline alır. Kağan olunca devlet yapılanmasını yeniden inşa eden Bilge, hakimiyeti eline alır almaz mücadeleyi sürdürerek Selenga Irmağı boyunca ilerlemiş Uygurları ağır bozgunlara uğratmıştır.

Devlet düzenini kuran Kağan, ordunun başına 31 yaşındaki kardeşi Kül Tegin'i, vezirliğe ise kayınpederi Tonyukuk'u getirerek daha da güçlenmiştir. Devlet müşaviri olarak atadığı Tonyukuk, içte ve dışta yaptığı mücadelelerle büyük başarılar kazanmıştır. Göktürk Devleti'nin birliğini yeniden kazandıran Bilge Kağan, Tonyukuk'un öğütlerini dinleyerek Çin ile iyi ilişkiler kurmuş, Çin sınırındaki alışveriş merkezlerinin düzenli işlemesini sağlamıştır. Göktürkler, bu sayede Çin'den sağladıkları ipeğin Asya'da ticaretini yaparak önemli gelir elde etmişlerdir.

Bilge, Çinlilerle ne kadar iyi ilişkiler kurmak istese de Çinliler Türk birliğini bozmaya yönelik hamlelerini sürdürmeye devam ediyordu. Beşbalık'ta Basmiller ile anlaşan Çinliler Göktürk Devleti'ni yıkmaya yönelik stratejiler geliştirse de bu durum; Çinlileri çok iyi tanıyan ve vaktiyle İlteriş Kağan ile istiklal mücadelesi veren vezir Tonyukuk tarafından önleniyordu. Tonyukuk'un öngörüleri sayesinde Basmiller, Beşbalık'ta kuşatılarak mağlup edildi ve Çin entrikaları sonucu büyük baskı altına alındı. Çin ordusu Kan-Su'da da uğradığı büyük bozgun sonucu saf dışı bırakıldı.

715 YILINDA LAİK DÜŞÜNÜŞ

Bilge Kağan, yaşamı at sırtında geçen ve bir din arayışında olan göçebe Göktürk milletinin yerleşik hayata geçmesini ve din olarak Budizm'i seçmesini istiyordu. Ancak tecrübeli Tonyukuk buna karşı çıkarak, Budizm'in insandaki hükmetme ve iktidar duygusunu zaafa uğrattığını, kuvvet ve savaşçılık yolu için bunun doğru yöntem olmadığını, Türk milletinin yaşamının sürmesi için din ve tapınakların ülkeye sokulmaması gerektiğini önermiştir. Ancak Tonyukuk bu tavrıyla Türklüğün İslamiyet’e girmesinde farkında olmadan büyük rol oynamıştır.

8.yüzyılda Müslümanlarla karşılaşan Türkler, 751 yılında Çinlilere karşı Müslüman Araplarla yaptıkları güç birliğinden sonra İslamiyet’e yöneldiler. Talas Meydan Muharebesi sonunda İslamiyet’i yakından gören Türkler, Müslümanlığı kabul ederek İslam’a geçiş yaptılar.

KAĞAN'DAN KARDEŞİNE AĞIT

Bilge Kağan, 725 yılında kayınpederi ve akıl hocası Tonyukuk'u, 731 yılında ise kardeşi Kül Tegin'i kaybetti. Bu iki Türk büyüğü, Göktürkler üzerinde büyük üzüntü bırakırken Bilge Kağan'ı da derinden sarmıştı. Orhun Kitabelerinde ise Kağan'ın duyduğu acı şöyle ifade edilmiştir:

" Küçük kardeşim Kül Tegin öldü. Görür gözüm görmez, bilir bilgim bilmez oldu. Zamanın takdiri Tanrı'nındır. Kişioğlu ölmek için yaratılmıştır. Kendimi bıraktım, gözden yaş akıtarak, gönülden feryat ederek yanıp yakıldım"

Ayrıca Kağan, iki devlet büyüğü anısına kalıcı birçok eser diktirmiştir.

Önce veziri Tonyukuk ardından kardeşi Kül Tegin'i kaybeden Kağan'ı ise, yatağında hasta yatarken Çinlilerle içten işbirliği yapan bakanı Buyrak Cor tarafından 25 Kasım 734 tarihinde zehirleyerek öldürmüştür. Göktürk hükümdarı Bilge Kağan adına dikilen abidede kendisiyle ilgili şu sözlere yer verilmiştir:

"Türk Oğuz beyleri, işitin! Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, ilini, töreni kim bozabilir"

"Ey Türk milleti! Kendine dön! Sen yükseltmiş Bilge Kağan'ına, hür ve müstakil ülkene karşı hata ettin, kötü duruma düşürdün. Milletin adı, sanı yok olmasın diye Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Kardeşim Kül Tegin ve iki şad ile ölesiye bitesiye çalıştım.

 

 

Her on kasım Bir insan

  


Ayaklar altındayken vatanın dağı düzü

Kimliğini bilmekti bir sevgiye inanmak

Köşe bucak ağlarken yetimiyle öksüzü

Arasat da kalmaktı bir sevgiye inanmak

-

Sızlanırken Makbule dudağında uçukla

Tarla bekler Mustafa incecik bir gocukla

Yarsiz kalmış Zübeyde yetim iki çocukla

Açılmadan solmaktı bir sevgiye inanmak

-

Kargaları kovarken kafayı çalıştırıp

Fikrindeki hürlüğe ruhunu alıştırıp

Yurdunu satanları şeytanla iliştirip

Yitiğini bulmaktı bir sevgiye inanmak

-

Mağrurdu işgalciler, yaralıydı gururu

Yegâne güvenciydi Türklüğünün onuru

Evvel Allah’ın izni Bandırma’nın vapuru

Gökten yıldız çalmaktı bir sevgiye inanmak

-

Düşlerine yoldaştı evliyası ereni

Yolunu gözlüyordu maralıyla cereni

Tedavi edilirken memleketin kangreni

Önlemini almaktı bir sevgiye inanmak

-

Âleme anlatmıştın ya Mete’yle Cengiz’i

Fabrikalar kurmuş millet etmiştin ya bizi

Bir asrı aşarken Cumhuriyet marşandizi

Dosta haber salmaktı bir sevgiye inanmak

-

Manalı sözlerinle izahat verdiğince

Yazıyor okuyorum aklımın erdiğince

Yapılan ihaneti gözümün gördüğünce

Seni sence bilmekti bir sevgiye inanmak

-

Haydar dedem dergâhı, Hacıbektaş nefesi

Çınlar kulağımızda Gazi paşanın sesi

Diyarı yurt otağı bülbülde gül hevesi

Kaderi yar kılmaktı bir sevgiye inanmak

-

Şehidimi Gazi’mi candan öte can bilip

Bir başkent şafağında Anıtkabirde olup

Saygım ve minnetimle huzurunda eğilip

Varlığınla dolmaktı bir sevgiye inanmak…

-

Bıraktığın mirasa aşkla sahip çıkarak

Gösterdiğin hedefe nehir nehir akarak

Her on kasım sonsuzluk ateşini yakarak

Hülyalara dalmaktı bir sevgiye inanmak

-

Ahmet Örnek

 

Türklüğün Doğduğu Ötüken'de Tarihi Değiştirecek Yazıt Bulundu

 

Türklüğün doğduğu Ötüken'de tarihi değiştirecek yazıt bulundu. Orhun Anıtlarından da eski yazıtta ‘Tanrı’, ‘Türk’, ‘Kutluk’, ‘Tümen’ yazıları var

Moğolistan’da Kültekin ve Bilge Kağan’ın babası ve İkinci Göktürk Devleti’nin kurucusu İlteriş Kutluğ Kağan’a ait yazıt ortaya çıktı. Yazıtta ‘Tanrı’, ‘Türk’, ‘Kutluk’, ‘Tümen’ yazıları yer aldığı ifade edilirken ilk kez ‘Türk’ adının geçtiği varsayılan Orhun Anıtlarından daha eski bir Türk anıtı keşfedilmiş oldu.

Moğolistan Ötüken'de 'Türk' adının geçtiği ilk yazıt bulundu

Uluslararası Türk Akademisi ve Moğolistan Arkeoloji Enstitüsü, Moğolistan’ın Ötüken bölgesindeki Nomgon Ovası’nda Kültekin ve Bilge Kağan’ın babası olan İkinci Göktürk Devleti kurucusu İlteriş Kutluğ Kağan’a ait yazıt bulduklarını açıkladı.


Hürriyet’ten Ali Rıza Akbulut ve Emin Mert Kırarslan’ın haberine göre Uluslararası Türk Akademisi ile Moğolistan Arkeoloji Enstitüsü’ndeki bilim insanları 2016’da araştırmalara başlamıştı.

Nomgon Ovası bölgesinin İkinci Göktürk Devleti’nin kurucusu olan İlteriş Kutluğ Kağan’ın tüm Türk boylarını topladığı yer olduğu düşünülüyordu.

 

İLK TÜRK ADININ GEÇTİĞİ YAZIT 

Bilim insanları ilk olarak 19 Türk boyunun tamgalarının kazındığı bir bengü taşı keşfetti. Sonrasında çok sayıda heykel ve elinde ant kadehi bulunan Türk beylerine ait heykeller bulundu. Pandemi nedeniyle ara verilen ve Temmuz 2022’de yeniden başlatılan çalışmalarda, yaklaşık 250 metrekarelik bir kurganda yapılan kazıda dev bir külliye ortaya çıktı.

 

ORHUN YAZITLARINDAN DAHA ESKİ 

Külliyede ibadet yeri olduğu tespit edilen alanda ise, üzerinde iki yüzünde Türkçe ve bir yüzünde Soğdca yazılar bulunan bir taş ile kaplumbağa şeklindeki temeli ortaya çıktı. Taşın üzerindeki metinde “Tanrı”, “Türk”, “Kutluk”, “Tümen” gibi bir dizi kelime tespit etti. Yazıtın İkinci Göktürk Kağanlığını yeniden canlandıran Kültegin ve Bilge Kağan’ın babası İlteriş Kutluk Kağan adına dikildiği sonucuna varıldı. Keşifle ‘Türk’ adının ilk kez geçtiği var sayılan Orhun Anıtlarından daha eski bir Türk Anıtı bulunmuş oldu. 

Türk Akademisi Başkanı Darhan Kıdıralı, iki yüzünde 12 satırlık eski Türk yazısı, üçüncü yüzünde ise eski Soğd yazısı bulunan anıttaki “Tanrı”, “Türk”, “Kutluk” ve “Tümen” kelimelerini okuduklarını söyledi. Kıdıralı, “Orhun Yazıtları çok önemlidir ama bu yazıt da büyük öneme sahiptir. Bizim yazı tarihimizi daha ileri götürmektedir. Ek olarak Türk kelimesi ilk defa Türk bilim insanlarınca keşfedilmiştir. Biz akademiye üye ülkelerimizde bunun (keşfin) bilimsel tanıtımını yapacağız. Ayrıca UNESCO’da da bunun bir tanıtımını yapmayı düşünüyoruz. Bu hepimizin tarihine ışık tutacak ortak ve değerli bir buluştur.” dedi.

 

İLTERİŞ KUTLUĞ KAĞAN KİMDİR? 

İlteriş Kutluğ Kağan, Çin’de doğup büyüdü. 681 yılında 17 arkadaşı ile Türk devletini yeniden kurmak için harekete geçti. Birçok kavmi tek bayrak altında toplayarak Çin’e karşı isyan etti. 682 yılında Göktürk Devleti’ni ikinci kez kurarak ülkenin başına geçti. Hiçbir savaşta yenilgiye uğramadığı rivayet ediliyor.

 

BİLİM İNSANLARI ‘ÇOK ÖNEMLİ BİR KEŞİF’ 

Prof. Dr. Ahmet Taşağıl: Türk dünyası ve Türk tarihi açısından çok önemli bir keşif. Kültigin ve Bilge Kağan yazıtları kadar önemli bir keşif olabilir. 

Doç. Dr. Elvin Yıldırım: Kutlu olsun. Uluslararası Türk Akademisi ile Moğolistan Arkeoloji Enstitüsü’nü kutluyoruz. 

Prof. Dr. Kürşad Zorlu: Türk tarihi için önemli buluş. “Türk” ve “Tengri” ifadeleri var. Yazıt bu yönüyle Türk adının geçtiği ilk eser olacak. Hayırlı olsun.

Türk Tarihi, Türk, Ötüken, Bilge Kağan, Kültigin,

Atatürk...


          

Yüce Türkü hürriyete yürütmüş,

Bin bir derde bata bata Atatürk...

Ayak bağı bağnazlığı çürütmüş,

Aklı rehber tuta tuta Atatürk...

.

Bir tarafta hanedanlık zilleti,

Bir tarafta yokluk, kıtlık illeti...

İnandırmış kurtuluşa Milleti,

Zorla umut sata sata Atatürk...

.

Katlanırken dış güçlerin desteği

İle içte yobaz, meczup kösteği,

Canlı tutmuş ruhundaki isteği,

Öfkesini yuta yuta Atatürk...

 

Cumhuriyet hak, adalet kapısı,

Halk elinde egemenlik tapusu...

Kurmuş modern bir yönetim yapısı,

Harca bilgi kata kata Atatürk...

.

Medeniyet, insanlığın evrimi,

Ömürlerin zevke, şevke çevrimi...

Yürürlüğe koymuş nice devrimi,

Cehalete çata çata Atatürk...

.

Kutsal Kitap indirilmiş askıdan,

Kurtarılmış iman, vicdan baskıdan...

Yenilemiş ne kalmışsa eskiden,

Çağdaş adım ata ata Atatürk...

.

Zulme karşı direnişin fermanı,

Müzminleşen çilelerin dermanı...

Yüreklerde olmuş bilinç ormanı,

Fikir, fikir bite bite Atatürk...

.

Her yaptığı destansı bir öyküdür,

Her hedefi Türk gencine ülküdür...

Söylendikçe haz veren bir türküdür,

Dilimizde nota nota Atatürk...

.

Anıtında ışıl, ışıl ışıyor,

Her anışta insan başka coşuyor...

Bin şükranla kalbimizde yaşıyor,

Gözümüzde tüte tüte Atatürk...

.

Veli BOSTANCI Edebiyat Defteri


.

 

Türk kültürünü oluşturan o kadar çok değerimiz var ki!

Say say bitmez.

Kaçını biliyoruz?

Örneğin Göktürk Anıtlarının tamamını okuyan kaç kişiyiz? Bilge Kağan’ı Tonyukuk’u tam olarak anlayanımız var mı?

Shakespeare’den 500 yıl önce yaşamış ve eserler vermiş Kaşgarlı Mahmut’u, Yusuf Has Hacip’i bilen, okuyan kaç kişi var? Ya Yunus’u, Karacoğlan’ı, Pir Sultan’ı..? Ya yüzlerce binlerce kilometre uzaklarda yaşamış değerlerimizi...!

Sen, ben anmazsak, hatırlatmazsak bir Brezilyalı, bir Zimbabweli, bir İngiliz mi hatırlatacak?

İşte adını sanını hiç duymadığımız bir yeteneğimiz:

--

Türkçü Ressam ve Türkolog: Çoros Gurkin

 

Çoros Gurkin bu günkü Rusya’ya bağlı Altay Türk Cumhuriyetinde Ulalu Kurt’a bağlı Caş Tura’da 1870 yılında doğmuş bir Türk’tür.

Daha 8 yaşında iken resim sanatına olan ilgisi ortaya çıkmaya başlar. Önceleri insan ve hayvan resimleri yapar. Sonraları manzara resimlerine yönelir. Çok güzel resim yapmaktadır.

Profesyonel anlamda ilk yapıtlarını 1894 yılında vermeye başlayan Gurkin, 1895 yılında ünlü "Kamlanie" (Kurban Gecesi) adlı yapıtını ortaya koyar, doğayla iç içe olmak ve onu daha yakından tanımak amacıyla sık sık dağlara yolculuk eder.

Çoros Gurkin, Etnograf-Türkolog Anohin’in teşvik ve yardımlarıyla 1897’de Petersburg Resim Akademisine gitmek ister. Fakat başvurusunu geç yaptığı için akademiye kabul edilmez.

Akademide Prof. olan Ivan Shishkin adlı bir Rus ressam onun yeteneğini fark eder. "Akademiye ihtiyacın yok. İşte atölye, tuval ve boya... Gel, benim yanımda çalış." diyerek Gurkin ile birlikte çalışmayı önerir.

Birlikte çalışırlar. Bu süre içinde Gurkin’e hocalık yapan İvan Şişkin 1898 yılının Mart ayında ölür.

1899 yılında Petersburg Resim Akademisine sınavsız alınan Gurkin dört yıl bu akademide eğitim görür. Bu arada yazarlık ve araştırmacı yeteneği de gelişen Gurkin, Altay masallarını toplamaya başlar. 1926 yılında bu çalışmalarının meyvesi olarak Rus şair G. Vyatkin ile Altay masallarını Rusça olarak yayınlar.

1905 yılından itibaren Altay’da “Onos” adlı yerde yaşamaya başlayan Gurkin, Mariya Agafonovna Luzina ile evlenir. Bu evlilikten dört çocuğu olur. 1906-1917 yılları Gurkin’in sanat hayatının en verimli yıllarıdır. Ressam en ünlü eseri “Han Altay” tablosunun ilkini 1907’de yapar.

1907 yılında Tomks’ta 300’den fazla resmiyle ilk sergisini açan Gurkin sonraki yıllarda da pek çok sergi açar. 1917 devrimini Altay’ın geleceği açısından endişeyle karşılayan Gurkin ve Altaylı aydınlar Ruslara karşı çalışmalara girişirler. Sibirya’daki bütün Türk boylarını içine alacak “Karakorum” adında bağımsız bir Türk Devleti kurmaya niyet ederler. Hatta bu amaçla küçük bir ordu bile oluştururlar. Fakat ne yazık ki istedikleri sonuca ulaşamazlar.

Bu girişimin devamı gelmeyince Gurkin 1919 yılında önce Moğolistan’a, 1921 yılında da Sibirya Türkleri için düşündüğü devletin içinde yer alan ve onu bağırlarına basacak olan Tuvalıların arasına gider. 1940’lara kadar devam eden bu “Türkçü” hareketin ilk öncülerinden olan Gurkin bugün sadece Altaylılar tarafından değil Tuvalılar tarafından da bu yüzden sevilmektedir. 1917 Bolşevik Devrimiyle vatanına duyduğu sevgi yüzünden “halkının düşmanı” ilân edilen Gurkin, vatanından uzakta olduğu zor günlerini yine sanatla dolu olarak geçirir.

Çoros Gurkin fırçası ve kalemiyle hayatı boyunca bütün kalbiyle bağlı olduğu Altay kültürü için çalışır. Resimlerinde Altay’ın tabiat güzelliklerini, dinî ve millî kıyafetleriyle eşyalarını çizer. Gurkin, yok olduğunu gördüğü Altay kültürünü ve bu kültüre ait her unsuru resimleriyle âdeta ölümsüzleştirir.

Vatanına olan sevgisi ve özlemi hiç eksilmeyen Gurkin, 1925 yılında Tuva’dan tekrar Altay’a döner ve yurduna özlemini şöyle ifade eder: “Ne olursa olsun, burada, Altay’da tabiat ananın ortasında mutlu ve sevinçliyim.”

O yıl Moskova’da iki büyük sergi açar. Bir yandan da bağımsız Türk Devleti kurulmasını gerçekleştirmeye çalışır.

1931 yılında N.İ. Çevalkov’la birlikte bir resim okulu açar ve bu okulda düşüncelerini Altay’ın yeni yetişen gençliğine aktarmaya çalışır.

Aynı yıl Atatürk’e 2 bavul dolusu Türk kültürü ile ilgili malzeme ve belge gönderir. Buradan, 6.000 km’lik bir uzaklıktan Atatürk ile iletişimde olduğu anlaşılmaktadır.

Gurkin 1936 yılında yani tam 29 yıl sonra Han Altay tablosunu yeniden yapar.

(Şimdi burada biraz soluklanıp yukarıdaki her iki Han Altay tablolarının arasındaki farka dikkatlice bakın lütfen. İşte iki resim arasındaki fark bu muhteşem Türk’ün kurşuna dizilmesine neden olacak kadar önemlidir birileri için.)

Bu tabloda 1907’de yapılan tablodan bazı farklılıklar vardır. Tabloda yapılan bu değişiklikler aslında gerçek hayatta nesilleri tüketilen Türklerin dramının yansımasıdır. Çoros Gurkin’in yirmi dokuz yıl arayla iki kez çizmiş olduğu bu resim Altay’ın devrimden önce ve sonraki durumunu gösterir.

Resmin 1907’de yani devrimden önce çizilen ilk şeklinde Gurkin, karların erimeye başladığı, tabiatın bahara hazırlandığı bir dönemdeki Altay doğasını yansıtır. Bütün heybetiyle gökyüzüne yükselen dağların zirveleri beyaz bulutlarla kaplıdır. 1936’da yaptığı tabloda ise Altaylarda kanatlarını açmış olan kartal yoktur artık. Dağlar ululuğunu yitirmiş, bulutlar kararmıştır. İlk tablodaki görkemli çam ağacı iyice cılızlaşmış ve küçük fideler de yok olmuştur. Bununla birlikte çamın hemen yanı başında bir başka çam daha büyümüştür. (Ruslar)

Çoros Gurkin’in Altayların işgaline tepki anlamına gelen Han-Altay tablosunu yeniden çizmesi bardağı taşıran son damla olur. Stalin yönetiminin katı ilkeleriyle çatışan düşünceleri nedeniyle daha önce birçok kere tutuklanan Gurkin, 1937 yılında son kez tutukevine atılır. “Türkçü Ressam” olarak suçlanır ve aynı yılın 11 Ekim’inde kurşuna dizilerek öldürülür.

Çoros Gurkin, Sadece Altay Türklerinin değil Sibirya’daki bütün Türk boylarının çok iyi tanıdığı ve hatta efsaneleştirdiği bir önderidir. Onu dünyaya tanıtan ressamlığı olsa da Çoros Gurkin aynı zamanda bir Türkolog ve etnograftır. Günümüz Sibirya Türkleri için Gurkin’in başka bir önemli yönü de bağımsızlık kahramanı olmasıdır. 4000’e yakın eserle verimli bir sanat hayatı yaşayan, muhteşem resimleri ile şu anda; Gorno Altay, Bamaul, Novosibirşk, Tomsk, Irkutsk, Çita, Moskova, San Petersburg müzelerini zenginleştiren Çoros Gurkin, hem Altay Türklerinin hem de Sibirya’daki Türk boylarının ilk ressamı olarak kabul edilir.

Altay Cumhuriyeti’nin başkentinde büyük bir heykeli vardır. Pek çok yere ismi verilmiştir.

Ruhu şad olsun.

 

Suat Zobu

.


Malazgirt Marşı

               

            Aylardan Ağustos, günlerden Cuma

Gün doğmadan evvel iklîm-i Rum'a

Bozkurtlar ordusu geçti hücuma

 

Yeni bir şevk ile gürledi gökler

Ya Allah...Bismillah... Allahuekber

 

Önde yalın kılıç Türkmen Başbuğu

Ardında Oğuz'un ellibin tuğu

Andırır Altay'dan kopan bir çığı

 

Budur, Peygamberin övdüğü Türkler...

Ya Allah...Bismillah... Allahuekber

 

Türk, Ulu Tanrı'nın soylu gözdesi

Malazgirt Bizans'ın Türk'e secdesi

Bu ses insanlığa Hakk'ın müjdesi

 

Bu seste birleşir bütün yürekler...

Ya Allah...Bismillah... Allahuekber!..

 

Nağramızdır bu gün gök gürültüsü,

Kanımızdır bugün yerin örtüsü

Gazi atlarımın nal parıltısı

 

Kılıçlarımızdır çakan şimşekler...

Ya Allah...Bismillah... Allahuekber!..

 

Yiğitler kan döker, bayrak solmaya,

Anadolu başlar, vatan olmaya...

Kızılelma'ya hey... Kızılelma'ya!!!

 

En güzel marşını vurmadan mehter

Ya Allah...Bismillah... Allahuekber

 

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu

 

.

MÖ 53 Yılında Yapılan Türk Kurultayı

 

#Türk Tarihi, #Türk

Üç büyük kıta üzerinde yaklaşık On bin yıldan beri mevcudiyetini günümüze kadar devam ettirerek ayakta kalmasını bilen Türk milleti, şanlı mazisinde birçok devlet kurmuş ve sayısız adil, cesur ve bilge devlet adamları yetiştirmiştir. Tarih sayfaları, bu Türk devlet adamı ve hükümdarlarının önce kendi ülkelerini, sonra da dünyayı töre hükümlerine göre yönetme ülküsünün mücadelesi için yapılan icraatlarıyla doludur. 

Tarihî kaynaklara göre, ne zaman kurulduğu bilinmeyen ancak kesin tarihi M.Ö. IV. asırdan itibaren takip etmek mümkün olan Asya Hun İmparatorluğu, yazılı kaynaklara göre Türk devletler zincirinin ilk halkası olarak kabul edilmektedir. Bu Türk devletinin ilk hükümdarı da T’u-man’dır. T’uman’dan sonra M.Ö. 209 tarihinde Mete tahta çıkmıştır. Devlet teşkilâtını ve ordu düzenini yeniden oluşturmuştur. Tarihteki 10'luk askeri sistemi bulan ve uygulayan büyük Türk'tür. Hunları büyük bir devlet hâline getirdikten sonra M.Ö. 174’te ölmüş yerine oğlu Ki-ok, bundan sonra Hun tahtına oğlu Chün-ch’en (Kün-çin) geçmiştir. Bu dönemde ülke zayıflamış, Çin, Hun devletini yıkmaya yönelik olumsuz propagandayı hızlandırmıştır. Böylece Hunlar hızla çökmeye yüz tutmuşlardır. 

M.Ö. 56 yılında yalnızca Türk ve Asya tarihi için değil, belki de bütün dünya tarihi için de ağırlık taşıyan büyük hâdiselerin eşiğine gelinmişti. M.Ö. 60 yılında Hun hakanı ölünce oğulları önce tahttan uzaklaştırılmışsa da, bir müddet sonra taht, ölen hakanın küçük oğlu Ho-Han-yeh Hana kalmıştı. Çıkan karışıklıklar sırasında büyük kardeşi Çi-çi (Chih Chih, Küçük Yabgu bkz. Saadettin Gömeç, Türk Tarihinin Kahramanları 2) Han, rütbe ve unvanlarını kaybetti. Hakan, ağabeysine Sol Bilge eligliği (prensliği) makamını verdi. Fakat bir süre sonra Çi-çi kendisini Tanhu (Shanyü-Hakan) ilân ederek, kardeşine saldırdı. Ho-Hon-yeh yenilince askerlerini alarak kaçtı. 

Ho-han-yeh, ağabeyi Çi-çi tarafından yenilince, bütün gücü ile çevresini kaybetti. Anlaşıldığına göre Ho-Han-yeh kardeşine yenilince, bazı Hun prensleri ona, “Çine bağlanmasını” öğütlemişlerdi. Bunun üzerine Ho-Han-yeh, devletin ileri gelenlerini toplamış ve onların görüşünü öğrenmek istemiştir. Prof. Dr. Bahaeddin Ögel’e göre “Hun büyüklerinin Ho-han-yeh’e verdikleri cevap, yalnızca Hun tarihinin ve bütün Türk tarihi ile dünya tarihinin de, en büyük ibret vesikasından biridir”. Vesika Hun Türklerinin devlet ve millet anlayışlarını gösteren çok önemli bir metindir. Ho-han-yeh’in aldığı cevap çok sert olmuştur. Bu cevap bugünkü Türk âlemi için de büyük bir değer taşımaktadır. Kurultayda konuşulan sözler, Türk kavmi ile Türk tarihini yücelten, ana prensipler ve düşüncelerdir. 

“Hun hakanı Ho-han-yeh (büyük kardeşi Çi-çi) tarafından yenilince, kendi çevresinde bulunan bir Hun prensi, Hakana Çin’e bağlanmasını öğütledi. Çin sarayına giderek, ziyaret etmesini ve onlara hizmet ederek, yardım dilenmesini, Hunların ancak böylece rahata kavuşabileceklerini söyledi. 

Bunun üzerine Ho-han-yeh Han, devletin ileri gelenlerini topladı (ve Çin’e bağlanma konusunda, onların da görüşlerini) sordu. Devletin ileri gelenleri şöyle dediler: 

– Bu olamaz! Hunların gelenekleri, cesaretleri ve güçlülüğü, kök ve temel olarak bir üstünlük, (ve bir onur meselesi olarak kabul eder)! başkasına bağlanıp, ona hizmet etmek ise aşağılıktır! (Hunlar), at üzerinde savaş verme yolu ile devleti derlemiş ve kurmuşlardır. (Hunlar, Çin’in dışında kalan) yüzlerce kavim arasında, ünlerini böyle yaparak kazanmışlardır. Savaşmak ve ölmek, “ancak cesur yiğitler ile savaşçılara göre bir iş ve bir vazifedir”! Şimdi nasıl böyle yapabiliriz? Ölünceye kadar savaşmaya hazır yiğitler, bizde her zaman bulunur. Şimdi (devletimiz içinde) büyük ve küçük kardeşler, devleti ele geçirmek için uğraşıyorlardı (Devleti ele geçirmeyi), büyük kardeş yapamazsa, küçük kardeş başarabilir. (O) öldükten sonra ise bize, onun şerefi ve ünü kalır. Onun torunları ise, daima devletin başında kalarak, (devleti idare ederler).

– Çin gerçi bugün bizden güçlüdür. Fakat Hunları kendisine bağlayıp, diz çöktüremez. Buna rağmen siz, atalarımızın eski devlet ve idare prensiplerini unutarak ve Çin’e bağlanarak onlara hizmet edelim, diyorsunuz! Bize ta atalarımızdan gelen (devlet) idaresi ile yol ve yöntemlerini, niçin bozalım? Çin’e bağlanarak, Çin’e niçin hizmet edelim? Bazı eski Hun hakanlarına kızdığımızdan dolayı, gülünç olalım? Biz, dirlik ve düzenimizi belki bu yolla (bir süre) kurabiliriz. Fakat yüzlerce kavim üzerindeki üstünlüğümüzü yeniden nasıl kuracağız?”  

Bunun üzerine (Çin’e bağlanmayı öğütleyen) Hun prensi ise şöyle konuştu: 

“- Bu doğru değildir! (Bir devletin) güçlü veya güçsüz olması, zamanla değişir. Çin şimdi, en güçlü çağındadır. (Türkistan’daki) Wusunlar ile şehir devletlerinin hepsi, Çin’e bağlanmışlardır. Onlar âdeta, Çin’in bir cariyesi gibi oldular. Tsüti-hou Han’dan beri Hunlar (M.Ö. 101-96), her gün bir yurt parçasını kaybediyor. Bunları yeniden elde edemeyiz. Bu durumda, kuvvete boyun eğmek zorundayız. Yoksa bir gün bile rahat yüzü göremeyiz. Eğer şimdi Çin’e bağlanıp, hizmet edersek, dirlik ve barış buluruz. Yoksa tehlike içinde kalır ve yok oluruz. Bundan daha iyi bir şey yapabilir miyiz?”.

 

Bütün devlet büyükleri bu meseleyi uzun uzun tartışlar. Fakat Ho-han-yeh Han kendisi, bu öğüdü kabul ederek halkını alıp güneye yürüdü. Çin seddine kadar gitti ve oğlunu Çin sarayında hizmete girmesi için gönderdi.

 

Ho-han-yeh, Çin’e gidince yerine geçen Çi-çi, halkın içinde sonsuz bir “Hun olma gururu” ile mücadeleye başladı. İlk anda Orta Asya’daki üç büyük kavmi yenerek onları kendine bağlamıştı. O, Motun (Bagatur-Mete)’un başkentinde oturarak gerçek ve büyük bir Hun İmparatoru olduğunu göstermiştir. Ancak Çin ile anlaşan kardeşi gittikçe güçlenmeye başlamış ve kendisi için büyük bir tehlike hâline gelmişti. Esasen bu sıralarda Çi-çi de güçlüydü. Batı Türkistan sınırına kadar birkaç kez akın yapmıştı ve onu daha çok ilgilendiren saha da burası idi. M.Ö. 49 yılından sonra Çi-çi âdeta ikinci bir Motun gibi davranmış ve onun gibi hareket etmeye başlamıştı. Kuzeyde Kırgızları hâkimiyeti altına aldıktan sonra -belki de- Çin ile anlaşan kardeşinden de gelecek tehlikeyi sezdiğinden dolayı hemen burada bir “otağ yeri” yaptırmıştır.

 

Hun Hakanının güçlenmesi üzerine “Türkü Türk’e kırdırmak” şeklinde özetlenebilen geleneksel Çin politikası işlemeye başlamıştır. Çi-çi’ye karşı Ho-han-yeh’e yardım etmeye başlayan Çinliler, günden güne bu yardım miktarını artırmışlardır. Nihayet M.Ö. 44 yılında Çi-çi’nin kendisine gelen Çin elçilerini öldürmesi üzerine, Çin imparatoru Ho-han-yeh ile bir anlaşma yaptı. Kısaca ifade etmek gerekirse iki taraftan bir saldırıya uğrayacak olursa diğerinin yardımda bulunması kararlaştırılmıştı. 

 

Aslında bu sırada Çin’e sığınmış olan Hun kütleleri de kuzeye dönmek istiyorlardı. Çi-çi ise, elçilerini öldürmüş olması sebebiyle Çinlilerin üzerine ordu göndereceklerine inanıyordu. Halbuki Çinliler kendilerini tehlikeye atmadan bu işi Ho-han-yeh’e yaptırdılar. Onu kuvvetleriyle destekleyerek Orhun bölgesini yeniden ele geçirmesini sağladılar. Bunun üzerine Çi-çi, daha önce otağ yeri kurmuş olduğu Kırgız ülkesine çekildi. Bu arada Batı Türkistan kralı ile, Tanrı Dağlarının batı kesimlerini elinde bulunduran Wusun beyi arasında bir anlaşmazlık çıkmıştı. Batı Türkistan kralı bir elçi göndererek, Çi-çi Han’dan yardım istedi. Bu istek üzerine o da ordusunu alarak Orhun’dan Batı Türkistan’a doğru yola çıktı. Fakat yolda çok büyük bir soğuk oldu. Askerlerin çoğu öldü ve Batı Türkistan sınırlarına ancak üç bin kişi ile ulaşabildi ve taarruz ederek Wusunları yendi. Böylece Batı Türkistan’ı da eline geçirdi. O, bu bölgeden başka İran, Afganistan ve Hindistan’ı ele geçirmeyi plânlıyordu.

 

Bu sırada Çinliler, öldürülen elçilerinin cesetlerini aramak için Çi-çi Han’ın yanına üç elçi gönderdiler. Çi-çi, Çin elçilerini azarladı ve imparatorun kendisine gönderdiği mektubu kabul etmedi. Bunun üzerine Çin sarayında bir plân yapıldı. Çin ordusu Hunlardan da kırk bin kişilik bir ordu alarak Çi-çi Han’ın surlarla çevirttiği başkentine kadar ilerlediler. Türk hakanı kaleyi savunmaya girişti. Son olarak Çi-çi “Boyun eğmeyeceğiz. Çünkü bu şan ve şerefle yaşamış olan ecdadımıza karşı yapılması mümkün ihanetlerin en büyüğüdür. Atalarımız, bizlere geniş ülkelerle birlikte hürriyet ve istiklâli de emanet ettiler. Savaşçı ve süvari hayatımız sayesinde yabancıları titreten bir millet olduk. Korumakla vazifeli bulunduğumuz bütün bu emanetleri adi bir ömür uğruna fedâ edemeyiz. Hepimizin bildiği gibi savaşta erlerin kaderi ölümdür. Biz ölsek de kahramanlığımızın şanı yaşayacak. Çocuklarımız ve torunlarımız diğer kavimlerin efendisi olacaktır”. Kale savunmasına alışık olmayan Hunlar neticede yenilgiye uğramışlardır. Yapılan savaşta başta hakan olmak üzere veilaht, hatunlar ve saray memurlarının hepsi hayatlarını kaybetmişlerdir.

 

Çi-çi’nin ölmeden önceki gerçekleştirmek istediği hedef, yalnızca batıda bir “Batı Hun Devleti” kurmak değil, güçlendikten sonra Orhun’a hücum ederek “Orhun’dan başlayıp, İran ve Volga kıyılarını da içene alan büyük bir Hun İmparatorluğu” tesis etmekti. Fakat tedbirsizliği, yerleşik hayata geçişi, Hunların binlerce yıllık askerlik taktiklerini bırakarak kale savunmasına girmiş olması, yerli halkı taklit ederek yay birlikleri kurması ve her şeyden önce büyük Hun kütlelerinden uzakta bulunması, O’na lâyık olmadığı bu acı sonu hazırlamıştır.

 

M.Ö. 39 yıllarında batının bereketli vadileri arasında geçen böyle trajediye rağmen bu dâvâ, bitmiş sayılmazdı. Bilâkis Çi-çi Han, “Batı yolunu açmış ve öğretmiş olması” ile arkasındaki kendi kavmine örnek olmuş ve onlara yol göstermiştir. Türklük âlemi Attila’yı Selçuk Bey’i ve hattâ Anadolu’nun Türk vatanı olmasını Çi-çi ve Hunlarına borçludur. Ayrıca Büyük Hun İmparatorluğu tarihinin bu kısmı bugünde bize örnek olmalıdır. Çünkü Prof. Dr. Abdulkadir Donuk’un ifadesiyle, Çi-çi, Mo-tun’dan aldığı yüksek seciye ile beraber “Dünya tarihinde milliyetçiliği devlet politikasına temel sayan ilk devlet adamı” olmak şeref ve sıfatını taşıması da biz torunlarına gurur vermektedir. Hun büyüklerinin söylediği gibi, “Hakanlar ölür, fakat torunları, onların bıraktıkları ün ve hizmetin izi üzerinde yeni devletler kurup devam ettirirler.”

 

 Ahmet TOKSOY

Yazı Kaynağı: Orkun Dergisi Sayı: 54 Ağustos-2002

 


Orhun Yazıtları

  #TürkTarihi, #Orhun Yazıtları #Göktürk Alfabesi


Orhun Yazıtları Müzesinde bulunan Kültiğin Yazıtı, Karakurum, Moğolistan

Orhun Yazıtları'ndan olan Kültiğin Yazıtı, Moğolistan'da Orhun Yazıtları Müzesi'nde ziyaretçilere sergilenmektedir.

Orhun Yazıtları, Göktürk Yazıtları ya da Köktürk Yazıtları, Eski Türkçe (𐰆𐰺𐰴𐰣𐰖𐰔𐱃𐰞𐰺𐰃) Türkler'in bilinen ilk Alfabesi olan Orhun alfabesi ile Göktürkler tarafından yazılmış yapıtlardır. Bu yazıtlar Türkçenin tarihsel süreçteki gramer yapısı ve bu yapının değişimiyle ilgili bilgiler verdiği gibi Türklerin devlet anlayışı ile yönetimi, kültürel ögeleri, komşuları ile soydaşlarıyla olan ilişkileri ve sosyal yaşantısıyla ilgili önemli bilgiler içermektedir. 

Bilge Kağan ve Kül Tigin yazıtlarını Yollıg Tigin yazmıştır. Yollığ Tigin aynı zamanda Bilge Kağan'ın yeğenidir. Yazıtlarda bu abidelerin sonsuzluğa kadar kalması temennisi ile "Bengü Taşlar" denmiştir. 

Yazıtlar, 1889 yılında Moğolistan’da Orhun Vadisi'nde bulunmuşlardır.[2] Bu yazıtlar II. Göktürk Kağanlığı'na aittir. Yazılış tarihleri MS. 8. yüzyılın başlarına dayanmaktadır. Yazıtlardan Kül Tigin Yazıtı 732 yılında, Bilge Kağan Yazıtı 735 yılında yazılmışlardır. 

1893 yılında Danimarkalı dilbilimci Vilhelm Thomsen tarafından, Rus Türkolog Vasili Radlof’un da yardımıyla çözülmüş ve aynı yılın 15 Aralık günü Danimarka Kraliyet Bilimler Akademisi'nde bilim dünyasına açıklanmıştır.  

Bulunması ve üzerinde yapılan incelemeler


Göktürk alfabesi ile Türkçe yazılı olan Bilge Tonyukuk yazıtları Orhun Yazıtlarının bir parçasıdır

Orhun harfleriyle yazılan yazıtlardan 13. yüzyıl Moğol tarihçisi Alaaddin Ata Melik Cüveynî, Tarih-i Cihan-güşa adlı yapıtında söz etmiştir. Çin kaynakları da yazıtların dikilişini bildirmekteydi. Yine de bu durum 18. ve 19. yüzyıllara kadar bilim dünyasının bilinmeyeni olarak kalmalarına engel olamadı. İlk olarak Rus çarı I. Petro'nun emriyle Sibirya'nın bitki örtüsünü incelemek için görevlendirilen bitki bilimci Daniel Gottlieb Messerschmidt ve kendisine rehber olarak verilen İsveçli tutsak subay Johan von Strahlenberg, 1721 yılında Güney Sibirya'da, Yenisey Nehri'nin yukarı mecrasında bu yazı ile yazılmış ve Kırgızlara ait oldukları düşünülen mezar taşlarını içeren Yenisey Yazıtları'ndan bir tanesini keşfetti. Bir yıl sonra tutsaklığı son bulan Strahlenberg, İsveç'e dönüşünde bu inceleme ile ilgili izlenimlerini kitap hâline getirip 1730 yılında Stockholm'de yayınladı. Böylece Orhun Yazıtları bilim dünyasının dikkatini çekmiş oldu. 

Bu gelişmeye rağmen Sibirya'ya araştırma amacı ile ilk bilimsel heyetler ancak 19. yüzyılın sonlarına doğru gönderilebilmiştir. Bu ilk heyetler 1887 ile 1888'de Finlandiya'dan Sibirya'ya gönderilen Fin araştırma heyetleri idi. Fin heyetlerinin bu bilimsel gezileri sonucu Yenisey mezar yazıtlarının kopyaları ilk kez olarak yayımlanmıştır. Aynı yıl Rus arkeologlarından Nikolay Mihailoviç Yadrintsev Moğolistan'da, Orhun Irmağı kıyılarında aynı yazı ile yazılmış çok daha büyük iki yazıt buldu. Yadrintsev'in Orhun Yazıtları adı verilen bu iki büyük yazıt ile ilgili eseri 1890 yılında yayımlandı. Moğolistan'daki bu yeni keşif üzerine Axel Olai Heikel başkanlığında bir Fin araştırma heyeti Orhun Irmağı kıyılarına gitti. Fin heyetinin yaptığı bu bilimsel gezi sonunda Orhun Yazıtları'nın mükemmel kopyaları yayımlandı. 

Orhun Yazıtları aynı yıl Rusya'da da yayınlandı. Bu ikinci yayın Vasili Radlof'un başkanlığında yapılan Rus bilim heyetinin gezisi sonucu ortaya çıkmıştı. 

Orhun Yazıtları'nın Finlandiya'da yayınlanan atlası bu taşlardan birinin üzerinde bulunan Çince yazıtın okunabilen kısımlarının bir çevirisini de içeriyordu. Bu kısa Çince metin hiç şüphesiz bilinmeyen bir yazı ve dille yazılmış olan asıl metnin çevirisi olamazdı; fakat bu Çince metin bu iki yazıttan birinin 732 yılında ölen bir Türk prensinin anısına dikilmiş olduğunu haber veriyordu. Böylece, bu yazıtların kimlere ait olduğu ve hangi dilde yazıldığı sorusunu cevaplamış oluyordu. Bu iki yazıt Türklerin atalarından kalma idi; bunlarda kullanılan dil de eski bir Türk lehçesinden başka bir şey olamazdı. 

Bu husus, ünlü Danimarkalı dilbilimci Vilhelm Thomsen'in 15 Aralık 1893'te Kopenhag Bilimler Akademisi'nin bir toplantısında Orhun ve Yenisey yazıtlarında kullanılan "runik" yazıyı çözümlediğini bilim dünyasına duyurduğu zaman hiçbir şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde aydınlanmıştı. Thomsen'in eski Türk "runik" yazısının çözümü ile ilgili raporu çok geçmeden Danimarka Bilim ve Edebiyat Akademisi bülteninde yayımlandı. 

Thomsen'in eski Türk "runik" yazısını çözümü bilim dünyasında, özellikle Türkologlar arasında büyük bir heyecan yaratmıştı. Vasili Radlof, daha 1894 Mart'ında Orhun Yazıtları üzerine hazırlayacağı eserinin ilk kısmı olan Erste Lieferung'u yayımladı. Bu eserin ikinci kısmı aynı yılın Mayıs ayında, üçüncü kısmı da 1895'te yayımlanmıştır. Orhun ve Yenisey yazıtlarının bu yayını acele ile hazırlanmış bir eser olduğundan okuma ve açıklama yanlışları ile doludur. 


Orhun alfabesini çözen Danimarkalı dilbilimci Vilhelm Thomsen.

Radlof gibi aceleci davranmayan Thomsen ise iki büyük yazıtın yayınını 1896'da gerçekleştirmiştir. Birinci kısımda eski Türk "runik" yazısı ile yazının sistemi "runik" harfli örneklerle ayrıntılı şekilde incelenmektedir. Bu kısımda ayrıca eski Türk yazısının kökeni sorunu da ele alınmıştır. Eserin ikinci kısmı eski Türk tarihi ile ilgili bir inceleme yazısı ile başlamakta, bundan sonra da iki yazıtın yazı çevrimli metinleri ve Fransızca çevirileri verilmektedir. Metin ve çevirileri, açıklama ve yazıtlarda geçen kelimelerin alfabetik dizini izler. Thomsen'in yayını ayrıca Kül Tigin yazıtındaki Çince yazıtın Edward Harper Parker tarafından yapılmış İngilizce bir çevirisini de içermektedir. Thomsen'in bu başarılı yayını kendisinden sonra Orhun Yazıtları üzerine çalışan bilginler tarafından da örnek alınmıştır. 

Radlof, 1897'de yazıtları incelediği eserinin ikinci basımını yayımlamıştır. Kül Tigin yazıtının Rusça bir yayını da 1899'da Platon Mihayloviç Melioranski tarafından yapılmıştır. Aynı yıl, Radlof yazıtların yeni basımının ikinci cildini yayımlamıştır. Radlof'un bu eseri F. Klementz tarafından Bain-Tsokto mevkiinde bulunan Tonyukuk yazıtının "runik" harfli metni ile yazı çevrimi ve Almanca çevirisini içerir. Bunları açıklamalar ve sözlük bölümleri izler. Bu eserin devamına ayrıca çok önemli iki inceleme yazısı da eklenmiştir. Bunlar Friedrich Hirth'in ve Wilhelm Barthold'un deneyimlerinde oluşan incelemeleridir. 

Türkiye'de Orhun Yazıtları ile ilgili ilk kitap 1924 yılında Türkolog Necib Asım tarafından Osmanlı Türkçesi ile yazılmış ve Orhun Abideleri adıyla yayımlanmıştır. Necib Asım bu kitabını Radlof ile Thomsen'in eserlerinden yararlanarak hazırlamıştır. Harf devriminden önce Osmanlı alfabesi ile yayımlanmış olan bu eserin bugün ise ancak tarihî değeri vardır. 

Orhun Yazıtları ile ilgili bir kitap Türkiye'de ikinci kez Hüseyin Namık Orkun tarafından yayımlanmıştır. Dört cilt olarak yayımlanan bu eserin birinci cildi Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarına ayrılmıştır. Orkun, Thomsen'in yayınını örnek almış, onun daha sonradan yaptığı düzeltmeler ve Kâşgarlı Mahmud'un sözlüğünden yararlanmıştır. Orkun, Thomsen'in bazı okuyuşlarını düzeltmek istemiş ise de bu pek başarılı olamamış, Thomsen'in doğru okuduğu bazı kelimeleri de düzeltmek isterken yeni yanlışlar yapmıştır.  


Orhun yazısının okunuşu yarışına dahil olan, Türkolojiye büyük katkılar sunan ünlü bilim adamı Vasili Radlof.

Orhun Yazıtları üzerinde Annemarie von Gabain de incelemelerde bulunmuş, 1941'de yayımlanan ünlü eski Türkçe dilbilgisi antolojisi kısmında Kül Tigin yazıtının metnini yayımlamıştır. Gabain, Kül Tigin yazıtının metnini hazırlarken Thomsen'in 1896'da yayımlanan ilk eserini esas almakla birlikte onun daha sonra yapmış olduğu düzeltmeleri de göz önünde bulundurmuştur. 

Orhun Yazıtları Gabain'den sonra Rus Türkolog Sergey Yefimoviç Malov tarafından yayımlanmıştır. Malov, 1951'de yayımlanan eserinde Kül Tigin ve Tonyukuk yazıtlarının "runik" harfli orijinal metinleri ile Kiril harfli yazı çevrimlerini ve Rusça çevirileri vermiştir. Malov, 1959 yılında yayımlanan ikinci eserinde de Küli Çor ve Ongin yazıtları ile birlikte Bilge Kağan yazıtının Kül Tigin yazıtı ile ortak olmayan kısımlarının "runik" harfli metnini, yazı çevrimini ve Rusça çevirisini vermiştir. Malov, Orhun Yazıtları'nın yayınında Thomsen'in ve Radlof'un yayınlarından yararlanmış ve bazı düzeltmeler yapmıştır. 

Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarının ilk yayınlarından sonra yazıtların türlü yerlerinde farklı okunan ve anlaşılan veya anlaşılmayıp bırakılan kelime ve ibareler üzerine türlü araştırmacılar tarafından incelemeler yayımlanmıştır. Orhun Yazıtları'nın dili üzerine bir gramer denemesi daha Radlof tarafından yapılmıştı. Thomsen'in yayını da gramerle ilgili notlarla gramer ve kelime dizinleri içermektedir. Ancak Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarının ilk grameri yine Radlof tarafından hazırlanmıştır. 

Orhun Yazıtları'nın belirli bazı kısımları ile ilgili düzeltme denemeleri de Wilhelm Bang tarafından yapılmıştır. 

20. yüzyıl başında Karl Foy, Orhun Türkçesi'nde kelimenin kök hecesindeki ä,e ve ı ünlüleri ve bunların ayırımı ile ilgili önemli bir araştırma yayımlamıştır. 1913'te Thomsen, Yenisey Yazıtları'nda geçen ve ses değeri daha önce bilinmeyen bir "runik" harf (kapalı ė ünlüsünü gösteren işaret) üzerine olan makalesini yayımladı. Thomsen'in bu makalesini yazıtların türlü yerlerinde düzeltmeler yaptığı eseri izledi. 

1932'de Martti Räsänen Türkçede ünlü uyumunun tarihsel gelişimi ile ilgili bir makale yayımlamıştır.[44] Räsänen bu makalesinde Orhun Türkçesi'nde 3. kişi iyelik ekinin sadece -i/-si olduğu görüşünü destekleyen kanıtlar göstermiştir. Ancak bu görüş yeni değildi ve otuz yıl önce Radlof tarafından ileri sürülmüştü. Radlof, 3. kişi iyelik ekinden sonra gelen belirli nesne ekinin yazıtlarda daima N2 (ince n) harfi ile yazılmış olduğuna bakarak bu görüşü savunmuştu. 

1936'da Türk dilinin gramer yapısı üzerine son derece önemli bir araştırma, Kaare Grønbech'in doktora tezi yayımlandı. Bu eserde Orhun Türkçesi ile ilgili pek çok sorun tartışılmış ve açıklığa kavuşturulmuştur. 

1939'da Macar Türkolog Julius Nèmeth, Türk dilinde kapalı e (ė) sorunu üzerine önemli bir araştırma yayımladı. İki yıl sonra Eski Türkçenin ilk grameri Annamarie von Gabain tarafından yayımlandı. 

1941'de Hüseyin Namık Orkun, Orhun ve Yenisey yazıtlarının sözlüğünü yayımlamıştır. Aynı yıl Nèmeth, Orhun Yazıtları'nda geçen ve pek iyi anlaşılmayan iki cümleyi açıklayan bir makale yayımlamıştır. 

1947'de Martti Räsänen, Bilge Kağan yazıtının batı yüzündeki son parçayı yeniden incelemiş ve yorumlamıştır. İki yıl sonra, Orhun Türkçesi'nin kısa fakat ilginç bir fonolojisini Ahmet Cevat Emre yayımlamıştır. 

1950'de Gabain Eski Türkçedeki bazı yer zarfları ile ilgili bir araştırma yayımlamıştır. Bundan iki yıl sonra, Eski Türkçede ünlü uyumu sorununu ele alan iki araştırma daha Gabain ve Alessio Bombaci tarafından yayımlandı. 

Gabain, 1955'te Eski Türkçede tarihlendirme sistemi üzerine bir araştırma yayımladı. Ertesi yıl Ahmet Temir'in Eski Türkçedeki bağlama edatları ile ilgili bir makalesi yayımlandı. 1957'de Osman Nedim Tuna, Orhun Yazıtları'nda uygulanan bazı yazım kuralları ile ilgili bir araştırma yayımladı. Aynı araştırmacının 1960'ta iki makalesi daha yayımlandı. 

1959'da Gabain Eski Türkçenin bir gramer özetini yayımlamıştı. Ertesi yıl Vladimir Mihailoviç Nasilov'un Orhun ve Yenisey kitabelerinin grameri yayımlandı. Nasilov, SSCB dışında bu konuda yayımlanmış olan eserleri dikkate almamış, bu nedenler de daha sonra düzeltilmiş olan bazı eski okuma yanlışları bu gramere yanlış haliyle girmiştir. 

1963'te Omeljan Pritsak, Orhun Türkçesi üzerine bir araştırma yayımlamıştır. 

1968'de Pritsak'ın bir diğer araştırması olan "Orhun Türkçesi Grameri" yayımlanmıştır. Eser beş yazıtın yazı çevrimli metinleri ve İngilizce çevirileri ile yazıtlarda geçen kelimelerin analitik bir sözlüğünü içermekteydi. 

1970'te Muharrem Ergin'in Orhun Abideleri isimli eseri yayımlanmıştır. Bu eser, Kül Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk yazıtlarının metinleri ve Türkçe çevirileri ile küçük bir sözlüğü içermekteydi. 

Joseph Matuz, 1972'de Çek ve Moğol arkeologların 1958 yılında Kül Tigin yazıtında yaptıkları bilimsel araştırmalarda buldukları Kül Tigin yazıtından kopmuş parçalarla yazıta ait mermer kaplumbağa heykeli üzerindeki sekiz kelimelik yazıtı yayımladı. Matuz'un yayımladığı parçalardan birinin üstünde b(i)t(i)d(i)m(i)z "yazdık" kelimesi okunmaktadır. Bu kelime, Matuz'un tespit ettiği gibi, Kül Tigin yazıtının güneybatı kenarındaki ...t(a)ş bit(i)d(i)m yoll(u)g tig(i)n ibaresinden sonra gelmelidir. 

Bunun altındaki lg2n2:b2 harfleri ise aynı yazıtın güney yüzünün sonuna aittir: Bu bit(i)g bit(i)gme (a)tısi yol(lu)g t2[ig(i)n b2] ... Sonuncu harf b2 ile başlayan kelimede, b[it(i)d(i)m] "yazdım" kelimesidir. 

İkinci parçada üst satırda r2I:b1Ul1çA harfleri okunmaktadır. Bu harf dizisi yazıtın yine güneybatı kenarındaki b(e)g(im) tig(i)n yüg(e)rü t(e)ñ... ibaresinin devamı olacaktır: t(e)ñ[ri bolça]... 

1974 yılında Norveçli Türkolog Even Hovdhausen, Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarının orta kısımlarındaki ufak fakat önemli farklarla yazım yanlışlarını inceleyen bir araştırma yayımladı. Aynı yıl Fransız Türkolog Louis Bazin'in 12 Hayvanlı Türk Takvimi üzerine 800 sayfalık ünlü araştırması yayımlandı. Bazin, profesörlük tezi olan bu derin araştırmasında Orhun Yazıtları'nın yazılış ve dikiliş tarihleri ile Kül Tigin'in ve Bilge Kağan'ın ölüm ve cenaze törenlerinin tarihlerini de tam olarak saptamayı başarmıştır. 

1980 yılında Sovyet Türkolog Andrey Nikolayeviç Kononov'un Orhun Yazıtları ile "runik" harfli bütün eski Türk yazıtlarının grameri yayımlandı.[66] Kononov, bu eserinde Orhun Yazıtları üzerine yalnız SSCB'de değil SSCB dışında yapılmış araştırmaları da dikkate almıştır. 

1983'te Osman Fikri Sertkaya, Kül Tigin ve Küli Çor yazıtlarında sık sık geçen oplayu teg- deyimi üzerine küçük fakat ilginç bir makale yayımlamıştır. 

Ayrıca tarihçi Kazım Mirşan da yaptığı araştırmalarla yazıtların okunamayan bazı bölümlerini okumuş ve 1990'lı yıllarda yayınlamıştır. Kendisi yirmiden fazla Türk lehçesini konuşabildiği için birçok uzmanın yaptığı bazı çeviri hatalarını da düzeltebilmiştir. 

Yazıtlar

Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtları Moğolistan'daki Orhun Irmağı'nın eski yatağı yakınlarında, Koço Çaydam gölünün civarındadır. Yazıtlar arasındaki uzaklık 1 kilometre kadardır. Matematik koordinatları 47o kuzey enlemi ve 102o doğu boylamıdır. (47°33'51"N, 102°49'55"E) 

Orhun Yazıtları bir hitap metni özelliğindedir. "Hem maddi bakımdan, hem manevi bakımdan bu yazıtlar birer abidedirler.(…) Kül Tigin abidesi, kağan olmasında ve devletin kuvvetlenmesinde birinci derecede rol oynamış bulunan kahraman kardeşine karşı Bilge Kağan’ın duyduğu minnet duygularının ve kendisini sanatkârane bir vecd ve coşkunluğun içine atan müthiş teessürün edebî bir ifadesidir." 

Metinlerin dili olan Türkçe kısımların dışında, Çince çevirisi de vardır. Bilge Kağan yazıtı, Bilge Kağan'ın ölümünden bir yıl sonra oğlu Tenri Kağan tarafından yaptırılmıştır. Yazıtta Bilge Kağan ve yeğeni Yolluğ Tigin'in sözleri yer almaktadır. Bilge Kağan yazıtı hem devrilmiş hem de parçalanmıştır. O yüzden tahribat ve silinti Bilge Kağan yazıtında çok fazladır. Bu yazıtın etrafında yine türbe enkazı ve heykeller bulunmaktadır. 

Kül Tigin yazıtı

Ana madde: Kül Tigin Yazıtı

Kül Tigin yazıtı düşük nitelikli kireç taşı ya da mermerden yapılmış dört yüzlü tek parça büyük bir taştır. Taşın yüksekliği 3.75 metredir. Taşın doğu ve batı yüzleri dipte 1.32 metre, üstte ise 1.22 metre genişliğindedir. Yazıtın kuzey ve güney yüzlerinin eni de 46 ile 44 santimetredir. 

Kül Tigin yazıtının bütün yüzleri 2.75 metre boyunda yazıtlarla kaplıdır. Batı yüzünde uzun bir Çince yazıt vardır. Yazıtın diğer yüzleri baştan başa Türkçe yazıtlarla doludur. Yazıtın doğu yüzünde 40 satır, güney ve kuzey yüzlerinde de 13'er satır vardır. Ayrıca, yazıtın kuzey ve doğu, güney ve doğu yüzleri ile güney ve batı yüzleri arasındaki kenar kısımlarında da küçük yazıtlar bulunmaktadır. Türkçe küçük bir yazıt da yazıtın batı yüzüne kazınmıştır. 

Altın kaplumbağa heykeli biçimindeki mermer kaidesi üzerine de 8 satırlık, fakat 7-8 kelimesi okunabilen küçük bir yazıt yontulmuştur. 

Bu yazıt, ko yılka yiti yigirmike yani "koyun yılının onyedisine" denk gelen 27 Şubat 731 tarihinde ölen Kül Tigin'in anısına dikilmiştir. Kül Tigin'in cenaze töreni tokuzunç ay yeti otuzka yani "dokuzuncu ayın yirmiyedisine" denk gelen 1 Kasım 731'de yapılmıştır. Batı yüzündeki Çince yazıt 1 Ağustos 732 tarihinde, Türkçe yazıtlar ise bundan yirmi gün sonra yani 21 Ağustos 732 tarihinde tamamlanmıştır. Buna göre yazıtın dikiliş tarihi de 21 Ağustos 732'dir. 

Bilge Kağan yazıtı

Ana madde: Bilge Kağan Yazıtı 


Bilge Kağan yazıtının Gazi Üniversitesi'nin bahçesinde bulunan bir kopyası.

Bilge Kağan yazıtı Kül Tigin yazıtından birkaç santimetre daha yüksektir. Ancak, bu yazıt Kül Tigin yazıtına göre daha kötü durumdadır. Yazıtın doğu yüzünde 41 satırlık, çok daha dar olan kuzey ve güney yüzlerinde ise on beşer satırlık Türkçe yazıt bulunmaktadır. Bilge Kağan yazıtının batı yüzünde de Kül Tigin yazıtında olduğu gibi, Çince bir yazıt vardır. Ancak bu yazıt büyük ölçüde tahribata uğradığından çok az kısmı okunabilmiştir. 

Bilge Kağan yazıtının kuzey yüzündeki yazıt son 7 satırı dışında Kül Tigin yazıtının güney yüzündeki ile birebir aynıdır. Yazıtın doğu yüzündeki 2. ve 24. satırlar da ufak farklarla Kül Tigin yazıtının doğu yüzündeki 1. ve 30. satırlarla aynıdır. 

Bu yazıt, ıt yıl onunç ay altı otuzka yani "köpek yılının onuncu ayının yirmialtısında" ölen hükümdar Bilge Kağan anısına dikilmiştir. Bilge Kağan'ın ölüm tarihi Bazin'in hesaplamalarına göre 25 Kasım 734'tür. Bilge Kağan'ın cenaze töreni yine yazıta göre laģzin yıl bişinç ay yiti otuzka yani "domuz yılının beşinci aynın yirmiyedisine" denk gelen 22 Haziran 735'te yapılmıştır. Bazin, yazıtın batı yüzündeki Çince yazıtın 19 Ağustos 735 tarihinde yazıldığından ve Türkçe yazıtların otuzdört günde tamamlandığından hareketle Bilge Kağan yazıtının 20 Eylül 735 tarihinde dikilmiş olduğunu tespit etmiştir. 

Bilge Kağan yazıtı, Bilge Kağan'ın küçük oğlu Tenri Kağan tarafından diktirilmiştir. 

Bilge Kağan yazıtında yer alan ve yazıtların en ünlü kısmı: 

« Türk Oğuz Beyleri, işitin! Üstte gök çökmedikçe, altta yer denizi delinmedikçe, ilini töreni kim bozabilir?

Ey Türk ulusu! Kendine dön. Seni yükseltmiş Bilge Kağanı'na, özgür ve bağımsız ülkene karşı hata ettin, kötü duruma düşürdün.

 

Ulusun adı, sanı yok olmasın diye, Türk ulusu için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Kardeşim Kül Tigin ve iki Şad ile ölesiye, bitesiye çalıştım... »

(Bilge Kağan yazıtından)

Tonyukuk yazıtı

Ana madde: Tonyukuk Yazıtı

Tonyukuk yazıtı 731 yılında yazılıp dikilmiş olan Orhun Yazıtları'nın ilkidir. Bilge Kağan yazıtı ile Kül Tigin yazıtının yaklaşık olarak 350 kilometre doğusunda yer alır. 

Dört yönlü iki taş üzerinde yazılmıştır. Birinci taş üzerinde batı ve doğu yüzlerinde yedişer, güney yüzünde 10, kuzey yüzünde ise 11 satır olmak üzere toplam 35 satır yer almaktadır. İkinci taşın ise batı yüzünde 9, doğu yüzünde 8, güney yüzünde 6 ve kuzey yüzünde 4 olmak üzere toplam 27 satır vardır. İki taşın toplam satır sayısı 62'yi bulmaktadır. Yazıtı, Bilge Kağan dönemine kadar başkomutanlık ve vezirlik yapmış olan Tonyukuk dikmiştir. Metnin yazarı da yine Tonyukuk'tur.  

                                 Tonyukuk yazıtının sanal ortama geçirilmiş hali.

Yazıtların yazıcısı

Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarının yazıcısı Kül Tigin'in yeğeni Yolluğ Tigin'dir. Eski Türkçede yeğenin karşılığı olan atı bugün yalnızca Sarı Uygurca'da ati, hati şekillerinde yaşamakta olup "çocuk, torun" anlamlarına gelmektedir. 

Kül Tigin yazıtının güneydoğu ve güneybatı kenarlarındaki yazıtlarla Bilge Kağan yazıtının güneybatı kenarındaki kısa yazıt Yolluğ Tigin'in sözleridir. Kül Tigin yazıtının güney yüzündeki son cümle de yine Yolluğ Tigin'e aittir. 

Kül Tigin yazıtının doğu, güney, kuzey yüzleri ile kuzeydoğu kenarındaki yazıtlar ve Çince yazıtının bulunduğu batı yüzündeki iki satırlık Türkçe yazıt Bilge Kağan'ın ağzından yazılmıştır. Bilge Kağan yazıtının büyük kısmı da onun ağzından olmakla birlikte, yazıtın güney yüzündeki 10. satırın altıncı kelimesinde sonra yazıtı diktiren Tenri Kağan konuşmaktadır. Yazıtın Çince yazıtının bulunduğu batı yüzünün üst kısmındaki lirik yazıt da yine Tenri Kağan'ın ağzındandır. 

Yolluğ Tigin, Kül Tigin yazıtını yirmi günde, Bilge Kağan yazıtını da otuz günde yazmıştır. 

Orhun Abideleri'nde Binicilik

Moğollar ve Türkler, Hunlar zamanından beri gerçek anlamda binicilikte usta halklar olarak ün yapmışlardır. Önemli dil belgesi olarak kabul edilen Orhun Yazıtlarında, eğer yaya olarak gidilmek mecburiyetinde olunsaydı o zaman biz bunu büyük bir yoksulluğun işareti olarak kabul edecektik. 

Orhun Abideleri'nde Sosyal Devlet Anlayışı

Yazıtlara baktığımızda; Köktürklerde sosyal devlet anlayışının, devrine göre oldukça ileri düzeyde olduğunu görmekteyiz. Yazıtların birçok bölümünde, devletin; fakir, yoksul ve aç milleti, zengin hâle getirip, karnını doyurduğundan, hatta çıplak kişilerin giydirildiğinden bahsedilir. Bu mesajların verildiği yerlerde, Türk milletinin, önceki yoksul dönemleri ile şimdiki zengin ve kalkınmış milletin de, mukayesesi yapılır. 

Eski Türk runik yazısı

Ana madde: Orhun alfabesi

Orhun Yazıtları'nda kullanılan Türklerin millî alfabesi olan eski Türk "runik" yazısı 38 harf veya işaretten oluşur. Bu harflerin dört tanesi ünlü işaretlerdir. Her ünlü işareti Türkçenin 8 temel ünlüsünden ikisini yazmakta kullanılır. Başka bir deyişle, eski Türk runik yazısında a/e için bir harf, o/u için bir harf ve ö/ü için de bir harf vardır. 

Geri kalan 34 işaretin 20 tanesi b, d, g, k, l, n, r, s, t ve y ünsüzleriyle çifte harflerdir. Diğer bir deyişle eski Türk runik yazısında bu ünsüzlerin her biri için biri kalın öbürü de ince olmak üzere ikişer harf vardır. Kalın ünsüz işaretleri kalın ünlülü kelimelerin, ince ünsüz işaretleri de ince ünlülü kelimelerin yazımında kullanılır. 

Yazıtlarda uygulanan yazım kuralları

Orhun Yazıtları'nda uygulanan yazı sistemi, hece yazısı ile alfabetik sistemin bir karışımı gibidir. Ünlü işaretlerinin kullanılışı sınırlı olup belirli yazım kurallarına bağlıdır. Ünsüz işaretleri de çoğu kez ünlü ile başlayıp ilgili ünsüzle sona eren heceleri veya ses gruplarını gösterir. Belirli bazı durumlarda ise ünsüz işaretleri yalnızca ünlü veya ünsüz çifti değerindedir. 

Yazıtlardan örnekler

Orhun Yazıtları'nın okunuşunda bilim insanları arasında bazı okuma farkları söz konusudur. Bunlar yazıtın metinlerinin bütününe dair değil, bazı sözlerin okunuşuna dairdir. Bu sebeple aşağıda iki farklı okuma tipinden örnekler verilmiştir. 

Yazıtlarda sözler arasına "iki nokta" (:) konulmuştur. Aşağıdaki metinlerin asıllarında da bu noktalar belirtilmiştir. 

Eski Türkçe  Türkiye Türkçesi

teŋri : yarlıkadukin : üçün : özüm : kuutum : bar : üçün : kagan : olurtum : kagan : olurup : yok : çıgań : bodunug : koop : kuubratdım : çıgań : bodunug : bay : kıltım[75]       Tanrı lütufkâr olduğu için, benim (de) talihim olduğu için, hakan (olarak tahta) oturdum. Tahta oturup yoksul (ve) fakir halkı hep derleyip topladım: Fakir halkı zengin yaptım.

üze kök : teŋri ; asra : yagız : yer : kılıntukda : ekin ara : kişi oglı : kılınmış : kişi : oglınta : üze : eçüm apam : bumın kagan : iştemi kagan : olurmış[75]  Üstte mavi gök (yüzü) altta (da) yağız yer yaratıldığında, ikisinin arasında insan oğulları yaratılmış. İnsan oğullarının üzerine (de) atalarım dedelerim Bumın Hakan (ve) İştemi Hakan (hükümdar olarak) tahta oturmuş.

Üze teŋri basmasar asra yir telinmeser Türk bodun iliŋin törüŋün kim artatı udaçı erti Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti, ilini, töreni kim bozabilecekti?

Bunça törüg kazganıp inim Kül Tigin özi ança kergek boldı. Kaŋım kagan uçdukda inim Kül Tigin yiti yaşda kaltı. Bunca töreyi kazanıp küçük kardeşim Kül Tigin kendisi öylece vefat etti. Babam kağan uçtuğunda küçük kardeşim Kül Tigin yedi yaşında kaldı.

Türklerin İslam dinini kabul etmesinden önce yazılan Orhun Yazıtları, muhteva olarak Türk tarihi ve kültürü bakımından önemlidir. Yazıtlarda; Türklerin yabancıların siyasetine alet olduğu zamanlarda bozulduğu, devlet kademelerinde bilgili ve ehil olmayan kadronun iş başına getirildiği zaman yönetim düzeneğinin iyi çalışmayıp, ahalide hoşnutsuzluk görüldüğü, yabancı kültürünün Türk birliğini zedeleyip, kişiliğini kaybettirdiği, konuşma sanatına uygun bir anlatımla verilmiştir. Türk milletinin en zor şartlarda bile içinden kuvvetli şahsiyetler çıkıp, ülkeyi kurtarıp, devleti yeniden kurup, güçlendirdiği anlatılan abidelerde; devlet deneyimi yanında Türklük, bağımsızlık fikrine yer verilmiştir. Ayrıca bu yazıtlar, kağanların ulusa hesap vermesidir. 

"Türk Oğuz beyleri, milleti, işitin! Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe Türk milleti, ilini töreni kim bozabilecek idi?"

Yankılar 

5 manatın arka yüzünde Orhun harfleri yer almaktadır.

Orhun Yazıtları’nın bulunmasının ardından yazıtlar yorumlanmaya başlamış ve 1896’da Vilhelm Thomsen yazıtları "Muhammed dünyasının soluğunun henüz ulaşmadığı Türk dili ve edebiyatının en eski anıtları" olarak tanımlamıştır.[78] Ardından kıyılarında tarih öncesi bir Türk halkının yaşadığı, eskiden var olmuş bir Orta Asya denizi varsayımını ortaya atmış olup, Mazarine Kitaplığı'nda başkan yardımcılığı yapan Fransız edebiyatçı Léon Cahun, Orhun Yazıtları'nı eski Türklerin yüceltilmesinde kullanılan formüllerin ilk defa ortaya çıktığı, Türk tarihçilerine Türk Tarih Tezi'ni hazırlamalarında ilham kaynağı olan, dahası bugünkü ortaöğretim ders kitaplarında rastlanılan söyleme son derece benzer Asya tarihine giriş adlı kitabını yayınlamıştır. 


Azerbaycan'ın para birimi olan manatın arka yüzünde Orhun Yazıtları'ndan alıntı resmedilmiştir. Bu alıntı Bilge Kağan yazıtının doğu yüzünden alınmıştır.

 Vikipedi

.