TÜRK VATANI TÜRKİYE!

 




...... NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE...

 

Hayallerim göklerde, kanatlanıp uçarken!

Kime, nasıl söylerim, atiden ümit varım?

Vatanım yığın, yığın hainliğe duçarken;

Oturmuş kansızlardan, derde derman ararım!

Bu muydu söylediğin, hep vakayı adiyen?

Sayende kan geliyor, gözden mütemadiyen!

Şimdi benim milletim, konuşmaya diyetli;

Milletimiz arıyor, başta bir haysiyetli…

 

Diyemem asla sana, nedir bu halin diye!

Ey şüheda diyarı, Türk vatanı, Türkiye!

 

Kendini Türk sananlar, Türk’ü esir aldılar!

Bu kahpelik değilse, deyin kahpelik nedir?

Milletimin başında, senelerce kaldılar;

Tüm değerler silindi, şu kepazelik nedir?

Kendi öz milletine,” zillet” ve “illet” diyen;

Türk düşmanını alıp, bunlar da millet diyen!

Benim yurdum görmedi, böylesi art niyetli;

Hiç kimse beklemesin, olmam hüsnüniyetli…

 

Nasıl derim ki sana, işgal edildin diye?

Sen esaret bilmezsin, Türk vatanı, Türkiye!

 

Siz asla bilmezsiniz, özgürlüğün adını;

Adaletsiz yönetim, işlemiş kanınıza…

Yaratanım biliyor, hükmünün miadını;

Burda olmazsa orda, kalmaz hiç yanınıza!

Bu fırsat artık ele, geçmez hiç ebediyen;

Sürdüremezsiniz ki, hep gayriiradî/yen…

Allah yürü demişse, olursun variyetli!

Veren geri de alır, olmazsan marifetli…

 

Söktünüz, bu devletin çivisini de niye?

Alttan, üstten ses gelir, Türk vatanı, Türkiye!

 

Şimdi hep düşünüyor, el şakakta tüm beşer!

Küfre rıza küfürdür, Allah var neden ürküm?

Eceli gelen köpek, mabet duvarın eşer;

Düşmana fırsat verme, uyan artık ey Türk’üm!

Bir bakın devşirmeler, kalkmıyorlar kat ’iyen!

Sanki pek koruyordu, sükûneti, zaptiyen…

Değişmiyor yurdumun, hiç hal-i pür melali!

Titre kurtulsun artık, bayrağımın hilali…

 

Yine kalkarız elbet, eğilme dik dur Türk’üm!

Yine çizmeyi giyip, gelecek Atatürk’üm!

 

Antalya-2019/02

Halil Şakir Taşçıoğlu

BİLDİKLERİMİZ-BİLMEDİKLERİMİZ (4)

   

ONBİRİNCİ YÜZYILDAN GÜNÜMÜZE

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN EL KİTABI...

Ahmet ŞAFAK

 

Türklerin yaşadıkları coğrafyaları gezerek, inceleyerek alan çalışması yapan Kaşgarlı Mahmut, Türklerin ilk sosyoloğu unvanını da alsa yeridir. Kaşgarlı Mahmut’un Bağdat’ta bulunmasının elbette bir sebebi vardı. Tarihçiler bu sebebin en kuvvetli olanını şöyle belirtiyor; Selçuklu Sultanı Melikşah’ın Hanımı Terken Hatun bir Karahanlı Prensesidir. Kaşgarlı pek çok âlimi Bağdat’a getirmiştir. Bu sebep göz önünde bulundurulduğunda dönemin Türk birliği şuurunu anlatması açısından ayrı bir önem arzeder.

Türk Dünyasında dil konusunda bugün hâlâ ortak bir kanaat oluşmamıştır. Türk Birliğinin kültürel buluşması ne yazık ki nutuktan öteye gidememektedir. Bu yolda günümüz milliyetçi aydınlarına büyük vazife düşmektedir. Bu vazifeyi yerine getirirken örnek alacağımız sima hiç şüphesiz Kaşgarlı Mahmut gibi büyük Türk olacaktır. Onbirinci asırda Türk yurtlarının yüzde yetmişini gezerek,; köy, şehir, mezra dolaşarak ulaştığı bilgileri kitaba döken Kaşgarlı Mahmut’un yoldaşlarına bugün ihtiyacımız vardır. Türk dilini lehçelerine, şivelerine kadar araştıran bu dilin Hakanı ve Oğuz diye iki ana damarını tespit eden Kaşgarlı Mahmut’un verdiği bilgiler günümüze de ışık tutmaktadır. Divan-ı Lügat-ı Türk’te Hakaniye Türkçesini en zarif ve güzel Türkçe olarak belirten Kaşgarlı, bu lehçenin Kaşgar, Balasagun gibi büyük şehirlerde ve Çiğil, Yağma, Uygur ve Karluk Türkleri arasında işlediğini yazar. Bu lehçe aynı zamanda büyük Türk Devleti Karahanlı’ların da resmi dilidir. Kaşgarlı Mahmut, eserinde Hakaniye’nin dışında ikinci edebi lehçe olarak Oğuz Türkçe ’sini kaydeder. Bu lehçenin Oğuz, Kıpçak, Bulgar Türkleri tarafından konuşulduğunu belirtir.

Türklük konusunda büyük bir mensubiyet duygusuna sahip olan Kaşgarlı Mahmut’un çok iyi bilinmesi gerekir. Kaşgarlı Mahmut’un eseri, Divan-ı Lügat-ı Türk, Türk Milletinin ayrıcalığını gözler önüne seren tarihi bir evraktır, belgedir; ayrıca "Türk diye bir Millet yoktur" diyen zihniyetin bilgi yerine, siyasi hesaplarla konuştuğunu gösteren turnusol kâğıdıdır.

Bu Kitabın elde edilmesi hikâyesi de şanına lâyık olaylar zinciri ile anlatılabilir.

Büyük bir kitapsever olan Diyarbakır’lı Ali Emiri, Divan-ı Lügat-ı Türk’ü sahafta tesadüfen görmüş ve hemen satın almış. Hemşehrisi ve büyük Türk düşünürü Ziya Gökalp bu kitabın bulunduğu haberini alınca devrin Başbakanı Talat Paşa’dan ricacı olmuş ve Kitabı Ali Emiri’den istemiş. Fakat Ali Emiri, Talat Paşa’ya bile bu eseri vermemiş. Eserin kıymeti devrin aydınlarınca bilindiğine göre; varın o dönemin aydınlarındaki, irfana verilen değeri anlayın.

Darısı günümüze diyelim ve milliyetçiliğimizin kaynaklarına sahip çıkalım...

25.11.2015 Ahmet ŞAFAK

 

Birçok makalesi kayda değer olan sevgili Ahmet ŞAFAK kardeşime teşekkürlerimle sağlıklar diliyor, ömrüne bereket duâlarımı iletiyorum. Allah’a emanet kalın. (Aksakal)

 

Enver ÖZÇAĞLAYAN

BİLİNENLER-BİLİNMEYENLER (3)

  

 

Onbirinci Yüzyıldan Günümüze

Türk Milliyetçiliğinin El Kitabı!..

Ahmet ŞAFAK

 

"Yüce Tanrı’nın devlet güneşini Türk Burçlarında doğdurmuş olduğunu ve onların yurtları üzerinde dünyanın bütün dairelerini döndürmüş bulunduğunu gördüm. Tanrı, onlara Türk adını verdi ve onları yeryüzüne hâkim kıldı. Zamanımızın hakanlarını onlardan çıkardı. Dünya milletlerinin idare dizginini onların eline verdi, onları herkese üstün eyledi, kendilerini hak üzre kuvvetlendirdi. Onlarla birlikte çalışanı, onlardan yana olanı aziz kıldı ve Türkler yüzünden onları her dileklerine eriştirdi. Bu kimseleri kötülüklerin şerrinden korudu. Derdini dinletebilmek ve Türklerin gücünü almak için, onların dilleriyle konuşmaktan başka çare yoktur."

 

Günümüzde AKP iktidarının "Türk diye bir ırk yoktur." diyerek, millet olarak da yok hükmünde gördüğü Türklüğün, bundan (1) bir asır önce dünya nizamı noktasında içerdiği önemi anlamak için her halde bu sözler yeterlidir.

Kaşgarlı Mahmut’un Bağdat’ta kaleme alıp, Halife El Muktedi Billah’a sunduğu bu eser, onuncu yüzyılda yaklaşık sekiz bin kelimeyi açıkladığı hem bir sözlük, hem de gramer olarak tarihe geçmiştir. Sadece bu kadar değil; atasözleri, şiirler ve harita ile Türk Dilini, Türk Folklörünü gözler önüne sermiştir. Bu açıdan bakıldığında Divan-ı Lügat-ı Türk, bize tarih, coğrafya, folklör, dil-kültür, halk edebiyatı noktasında bir ansiklopedi imkânı sunmuştur.

Batıda 18. yüzyılda beliren milliyetçilik, Kaşgarlı Mahmut’un bu mükemmel eserinde henüz onbirinci yüzyılda ete kemiğe bürünmüştür. Kaşgarlı Mahmut, bu Kitabıyla hem bir Türkolog, hem de Türk İslam sentezinin kaynaklarından biri olarak anılma hakkını elde etmiştir.

Devamı var... (Aksakal)

Enver Özçağlayan

BİLİNENLER-BİLİNMEYENLER (2)

   

Şimdi gelelim sevgili Ahmet ŞAFAK’ın, mutlaka bilinmesi, öğrenilmesi gerek makalesine:

ONBİRİNCİ YÜZYILDAN GÜNÜMÜZE

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN EL KİTABI...

 

MİLLİYETÇİLİK; Batıda, sanayileşme döneminin getirdiği bir ideoloji olarak kabul edilir.Önce şehir devletleri vardır, sonra pazar birliği ile ulus meydana gelir.Yani ticaret, şehirleri ulus haline getirmiştir.

Her şey bu kadar basit değildir her halde.

İngilizlik, Almanlık, Fransızlık ortaçağda da mevcudiyetini sürdürür. Nitekim şehirler millet haline gelirken, çelik çekirdek olarak halkın temelinde bulunan etnik güç harekete geçer ve millet nihai şekline kavuşur.

Bu da 18. yüzyıla tekabül eder. Demek ki batı milliyetçiliği 18. asırda tanır.

Türk dünyası için böyle bir seyirden söz edemeyiz. Millet dediğimiz oluşum, türdeşlerinin, benzerlerin, ortak kültürlerin birleştiği, buluştuğu bir insan topluluğu ise, diğer bir anlamı da ortak inançlar, destanlar, ağıtlar, türküler, hikmet ve vecizeler oluşturmayı başarmış, bunu kendine has bir dille yaşatmış topluluktur.

Türk Milleti böyle özellikli bir millettir.

Bu hamasi bir duyguyla söylenmiş bir söz demeti değildir.Bugün tahlilini yapacağımız mucize kabilinden bir kitap, bize bu iddiali sözleri söyleme imkânı bahşediyor.

DİVAN-I LÜGATI TÜRK!..

Kaşgarlı Mahmut’un onbirinci yüz yılda yazıp, Halifeye hediye ettiği muhteşem eser. Bu eser adeta Türk Milliyetçiliğinin kaynaklarından başlıcasıdır. Çünkü Kaşgarlı Mahmut, Divan-ı Lügatı Türk ile güçlü iki dil olan Arapça ve Farsça’ya karşı Türkçe’nin engin, derin ve zengin varlığını gözler önüne sermiştir.

Kitabında yer verdiği şu sözler O’nun Türk Milletine, Türk Medeniyetine bağlılığını ifade ettiği gibi, aynı zamanda başka milletler nezdinde Türklüğün vasfını da anlatır:

 

Devamı var... (Aksakal)

Enver Özçağlayan

BİLİNENLER-BİLİNMEYENLER (1)

  

Bir zamanlar çalıştığım gazetenin servisiyle işime giderken, o gazetede henüz göreve başlamak üzere gittiğini öğrendiğim benden on yaş kadar daha küçük yaşlarda bir arkadaşla karşılaştım. Sonraki günlerde hem aynı yerde çalışmanın hem de her gün aynı servisle iş yerimize gidip gelmenin oluşturduğu yakınlıkla samimiyetimiz günbegün artmıştı ki; O’nun iyi bir yazar seviyesi tutturduğunu hem edebî, hem felsefi, hem de sosyal konulu yazılarda başarılı olduğunu görmenin hazzını yaşamaya, ayrıca yeni arkadaşımızın daimi okuyucusu olduğumun farkına varmaya başladım. O da ayrıca yazdıklarımla ilgili bana güzel intibalar getiriyor, hattâ zaman zaman, “daha sizlerden öğreneceğimiz çok şeyler var ağabey...” diyerek biz eskilere övgü ile saygılarını gösterme yoluna giriyordu.

Ancak kısa bir zaman sonra gördüm ki; o arkadaşımız, benim takibinde hassasiyet gösterdiğim bir yazar olmuş, tüm çalışan ve okuyanlarının nazarında gün geçtikçe aranır ve adından hayli bahsedilir duruma erişmişti. Birgün sabah servisinde yine gazeteye giderken gazete Müdürümüz ve başyazarımız rahmetli Necdet Sevinç bu yeni arkadaşa dönerek "Hadi Ahmet, bir şarkı söyle de dinleyelim. Enver Ağabey de seni dinlesin" deyiverdi.

Rahmetli Necdet Bey’le eskiden beri tanışıklığımız bulunduğundan, benim Musiki uğraşılarımı bilirdi. Ahmet hiç de naz etmeden bir şarkıya başladı, sonuna kadar devamla, kusursuz bir solo yapıverdi.

Arkadaşımızın kulağı çok sağlam, sesi de gayet güzeldi. Bu işin oradaki en "yetkili bileni" olarak tebrik ve taktirlerimi belirttim; ara sıra da bu servis seyahatlerinde benim de şarkı söylediğim zamanlar olmuştu. Ancak Ahmet’ten sonra hep ondan dinlemeye başladık.

Ben bir yıl kadar sonra, bir anlaşmazlık nedeniyle gazeteden ayrılmıştım. Kısa bir zaman sonra da bir başka gazetede göreve başladım. Ancak talihe bakın ki; bir hafta kadar sonra Necdet Bey’le sevgili Ahmet de oraya taşındılar. Aynı kadroyu yeni yerimizde de oluşturmanın hazzını yaşamaya başlamıştık ki; bir müddet sonra Ahmet’in ayrılacağını ve de ayrıldığını duymanın üzüntüsünü yaşadık. Ancak bu gazeteci Ahmet’in kimliği ile sonrasını yansıtacak satırlarım sakın sizi şaşırtmasın. Zira kısa bir müddet sonra bu Ahmet’in "şarkıcılığa", Ses Sanatçılığına başladığını görmenin şaşkınlığını ve sevincini de yaşamış olduk.

Bizim sevgili Ahmet artık kısa zamanda sevilen, şöhretli ve kendine özgü şarkılar okuyan bir Ahmet Şafak oluvermiş.

Sevgili Ahmet, şimdilerde pek duyulmuyor olsa da sanırım şöhreti dillerde söyleniyor, sesi kulaklarda çınlayıp duruyordur.

Sevgili Ahmet Şafak, belki de kendini öyle saydığı yaşlılık kategorisinin tadını çıkarırken, biz de O’nun çok kıymetli bir makalesini, yazımızın sonuna almak istedik. Hayli yararlanacağınızı umarak!

Sevgilerle... (Aksakal)

Enver Özçağlayan

(DEVAMI VAR)

O BİR TÜRK BÜYÜĞÜDÜR!..

 
 

"Bigâne meğirid mera zin kûyem

Derkûy-u şuma hane-i had micûyem

Düşmen neyem her çend ki düşmen rûyem

Aslem Türkest eğerçi Hindu gûyem."

 

"Beni bu beldede yapancı sanmayın. Sizin beldenizde

ben evimi arıyorum. Her ne kadar düşman görünüşlüysem de,

düşman değilim. Farsça yazsam bile aslım Türk’tür."

 

Şiir günümüzde; 751. ölüm yılını andığımız rahmetli Mevlâna Hazretlerinin bir rubaisiyle başlamamız elbette bir sebebe dayanıyor Muhterem Dostlar. Çoğu zaman küçük devletleri bırakın, büyük devletlerin de çeşitli konularda övünmeye, kendilerini olduğundan fazla göstermeye ihtiyaçları vardır. Bu durum savaş zamanlarında olduğu gibi, barış zamanlarında da böyle sürüp gider. Devletler için propaganda malzemesi olarak savaşta aranan tipler vardır, barışta aranan ayrı ayrı tipler vardır. Devletler her zaman ve devir için ayrı ayrı tip ve modellerden yararlanmak yoluna giderler. Uygun zaman ve zeminlerde şöhretli Dinî Liderler ve mutasavvıflar da her devletin her zaman kullanageldiği propaganda materyallerindendir. Bunlardan biri ve önde geleni de bizim yukarıda bahse konu ettiğimiz Büyük Mutasavvıf Mevlâna Hazretleridir. 751 yıl önce vefatını her yıl andığımız Mevlâna, eski bir Türk Şehri olan Belh şehrinde doğan tanınmış bir ailenin evladıdır. Ancak tarihi (Moğol baskınları gibi mecburiyetlerle) hayli küçük yaşta; Babalarının riyasetinde, ailece oradan göç edip Anadolu’ya doğru yol almaları uzun zamanlarını almıştır; önce Nişabur’a göçerler. Onlar için bu şehir uzunca kaldıkları, onlara vatan gibi olan, oranın dilini ve kültürünü aldıkları yerleşim muhitleri olmuştur. Sonra Bağdat’a ve Kûfe üzerinden Mekke-Medine’ye giderek hacı olurlar. Ardından Şam, Erzurum, Malatya ve orada l8 yaşını idrak eden Celalettin’in Gevher Hatunla evliliği tahakkuk eder. Bir müddet sonra da 1.Alaaddin Keykubat’ın daveti üzerine Konya’ya yerleşirler. Konya’ya ulaştıklarında Celalettin’in bundan sonraki hayatı, ulaştığı tüm değerler Konya’da oluşacaktır. Buna rağmen tüm eserlerini Farsça yazması, O’nun kültürde görünüm algısının başka devletlere mal olma gerekçesini oluşturmuş ve Mevlâna’nın kimlik durumu, büyük propagandalarla, başka devletlere mal edilmek istenmiştir. Ancak O, bizzat kendi kimliğini bir rubaiyle tanıtmış olmasa dahi; Türk bir aileye mensubiyeti, tarihin şahadetiyle ortadadır.

Her türlü menfi bir kimlik propagandasına karşı Mevlâna kimlik gerçeğini ortaya koymak için bu kısa bilgiyi ifadelendirmek istedik. Büyük Mutasavvıfımız Mevlâna Hazretlerine rahmet dualarımızla.

Saygıyla duyurulur...

(Aksakal)

 

Enver Özçağlayan

 Edebiyat Defteri