Anadolu'da son derece yaygın biçimde bilinen ve söylenegelen bir
anlatıdır. Bütün Türk illerinde (Türkiye, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan,
Kazakistan, Tataristan, Kırgızistan) olduğu gibi Ermeniler, Gürcüler ve
Kürtlerce de bilinir ve sevilir.
Azerbaycan,
Ermenistan, Rusya ve Orta Asya'da destanın birçok versiyon ve varyantlarına,
yazılı nüshalarına rastlanmıştır. Ama bu anlatıların en uzunu, en ayrıntılı
olanı, destan kahramanı Köroğlu'nun yaşamını, gençliğinden kocalığına kadar
değişik bölümler halinde anlatan Azeri anlatısıdır. İstanbul'da eski ve yeni
Türk harfleriyle defalarca basılmış olan meşhur İstanbul anlatısı sadece birkaç
bölümden ibarettir. Oysa Azeri anlatısı tam on yedi orijinal bölüm içerir.
Azerbaycan, Köroğlu Destanı üzerine yapılan çalışmalar ve yayınlar bakımından
en ileri durumda olan ülkedir. Ünlü Azeri klasik müzik bestekârı Üzeyir
Hacıbeyli, 1977 yılında bir Köroğlu Operası bestelemiş, aynı adla bir de film
çekilmiştir. Türkiye'de de birkaç kez Köroğlu filmleri yapılmış ve büyük
bestecimiz Ahmet Adnan Saygun, bir Köroğlu Operası yazmıştır.
Köroğlu
Destanı Azerbaycan'da XVII. yüzyıldan bu yana yaygın olarak bilinmektedir.
Destana ilişkin ilk bilimsel tespitler de burada yapılmıştır. Bunların en
eskisi 1834 yılında Âşık Sadık Bik'in ağzından saptanmış olan Mirza Aleksandr
Şocko nüshasıdır ve aslı Paris'te Fransız Ulusal Kütüphanesi'ndedir. Bu nüsha
1842 yılında İngilizce'ye, 1856 yılında Rusça'ya çevrilmiştir. Veli Huluflu,
1927 yılında birçok orijinal tespit ve çalışmayla birlikte destanın Azerice bir
versiyonunu yayımlamıştır.
Aşağıda bir
bölümünü sunacağımız Köroğlu Destanı, Prof. Dr. Ferhat Gulamoğlu Ferhadov
tarafından kaleme alınan ve Bakü Devlet Maarif Neşriyatı tarafından 1975
yılında yayımlanan orijinal metinden alınmıştır. Çeviri ve uyarlamada metnin
aslına sadık kalınmaya çalışılmıştır.
(Bu tanıtım
metni destanı dilimize kazandıran İsa Öztürk'ün kaleme aldığı önsöz metninden
uyarlanmıştır).
13. BÖLÜM:
KÖROĞLU İLE BOLU BEY
Köroğlu’nun
Elemgulu Han’la dostluk kurduğu her tarafta duyuldu. Bu haber, sonunda Tokat’ta
Hasan Paşa’ya kadar ulaştı. Hasan Paşa ne yapabileceğini düşünmeye başladı.
Eğer hanlar, paşalar art arda Köroğlu ile dostluk kuracak olurlarsa artık ona
hiç yan gözle bakmak olmazdı. Bu yüzden başladı komutanları sıkıştırmaya. Önce
bir ulak Bolu Bey’e, bir ulak da Arap Reyhan’a gönderip ikisini de yanına
çağırdı. Yazdılar, çizdiler, ölçütler, biçtiler, sonunda bir karara vardılar:
Bolu Bey kendi ordusuyla Erzincan’dan, Arap Reyhan ordusuyla Kars’tan, Hasan
Paşa da Tokat’tan harekete geçip Çenlibel’e yürüyecek. Toplantı dağılınca Hasan
Paşa Tokat’ta kaldı, Arap Reyhan Kars’a yollandı. Bolu Bey de Erzincan’a kendi
ordusunun yanına döndü.
Şimdi gel
sana nereden söz açayım, paşaların hilesinden. Bu paşaların üçü de çok kurnaz,
hilekâr adamlardı. Birbirine baç haraç veresi değillerdi. Hasan Paşa Bolu Bey
ile Arap Reyhan’ı kızıştırıp Köroğlu’nun üstüne saldırmak, kendisi geride
kalmak istiyordu. Tedarikini de ona göre yapıyordu. Bolu Bey’e gelince, o istiyordu
ki, herkesten önce gitsin, işi tek başına halletsin, öteki paşaların adı
anılmasın. Onun için Hasan Paşa’nın yanından ayrılıp Erzincan’a varır varmaz
hemen yol tedarikine girişti. Bir gün, iki gün… derken her şey hazır olunca
ordusunun başına geçip Çenlibel’e doğru yola koyuldu. Hiçbir yerde durup
dinlenmeden, gece gündüz at sürdü, gelip Çenlibel eteklerine dayandı. Mehter
Mürtüz buraları görür görmez tanıdı. Bolu Bey’in yanına gelerek dedi:
- Bolu Bey,
ben buraları iyi bilirim. Buradan ötesi Çenlibel’dir. Şimdi biz burada inip
sabahı beklemeliyiz. Köroğlu’nun fenniyle fendiyle baş etmek zordur. Geceleyin
askeri götürüp tuzağa düşürürüz.
Bolu Bey
Mehter Mürtüz’ün fikrini beğendi. Emir verdi, ordugâh kurulsun. Gıcer Alı,
Mehter Mürtüz gibi seçme adamlarını ve komutanlarını yanına alarak etrafı keşfe
çıktı.
Bunlar
orada kendi işleriyle meşgul oladursunlar, bu taraftan da Köroğlu sabah erken
bayıra çıkmış, geze geze gelip Akkaya’da varmıştı. Bir de baktı Çenlibel’in
öbür eteğinde o kadar at var, adam var ki sanki karga sürüsü. Geri dönüp
yiğitlere haber vermeye üşendi, onlara doğru yürüdü. Köroğlu kasten tepelerin
arkasından dolanıyordu ki göze çarpmasın. Meğer Bolu Beygil de o sırada
buraları gözden geçiriyorlarmış. Birden Bolu Bey ile Köroğlu karşılaştılar.
Öyle oldu ki ne Köroğlu çekilip gizlenebildi, ne de Bolu Bey. Bolu Bey sordu:
- Söyle
bakalım, kimsin?
Köroğlu
kendini toplayıp dedi:
-
Korucuyum.
Bolu Bey
onun boyuna bosuna, endamına baktı:
- Kimin
korucususun?
Köroğlu
dedi:
-
Çenlibel’in korucusuyum.
Bolu Bey,
bak bu iyi oldu diye sevindi, bununla halleşerek Çenlibel hakkında bilgi
edinebilirim. Dedi:
- Söyle
bakalım, Köroğlu şu anda nerdedir?
Köroğlu
dedi:
- Dün akşam
Çenlibel’deydi. Eğer bu gece bir yere gitmediyse Çenlibel’dedir.
Tam bu
sırada arkadan Mehter Mürtüz gelip yetişti. Mehter Mürtüz görür görmez
Köroğlu’yu tanıdı. Kendini ona göstermeden yavaşça onun arka tarafına geçti.
Oradan Bolu Bey’e kaş göz işaretiyle anlatmaya çalıştı ki bu korucu filan
değil, düpedüz Köroğlu’nun kendisidir.
Bolu Bey
birden bağırdı, adamlarını çağırdı; adamlar gelip Köroğlu’yu yakaladılar;
ellerini, kollarını sıkı sıkı bağladılar. Köroğlu bakınca Mehter Mürtüz’ü
tanıdı. Kendisini satanın Mehter Mürtüz olduğunu anladı.
Köroğlu
anladı ki eğer şimdi Köroğlu olduğunu kabul ederse onu anlayıp dinlemeden
öldürecekler. Çenlibel uzak, yiğitler durumdan habersiz, düşman çok, kendisinde
de silah milah yok, at da yok. Bir de derler ki Köroğlu’nun bir huyu vardı.
Düşman eline düştüğünde Köroğlu olduğunu hiç üstüne almazdı. Derdi ki düşman
benim yakalandığımı bilirse Çenlibel’i ele geçirir. Onun için Bolu Bey her ne
yaptıysa o Köroğlu olduğunu kabul etmedi. “Korucuyum” demekte ayak diredi. Bolu
Bey emir verdi, Köroğlu’yu dövmeye başladılar. Yine sonuç alamadılar. Köroğlu
dediğinde ısrar etti. Yakında bir göl vardı. Bolu Bey emir verdi, onu öylece
eli kolu bağlı suya attılar. Az kaldı boğuluyordu, gene de üstüne almadı. İlle
de korucuyum ki korucuyum dedi durdu.
Sonunda
Bolu Bey inandı ki bu Köroğlu değil korucudur. Kollarını çözdürüp bırakmak
istedi. Mehter Mürtüz dövünüp yırtınmaya başladı:
- Yahu ne
yapıyorsun? Yalan söylüyor, Köroğlu’dur o!
O zaman
Bolu Bey Köroğlu’ya dönüp dedi:
- Sen gel
gönül rızasıyla Köroğlu olduğunu kabul et, yoksa seni öldürteceğim.
Bu tehdit
karşısında cevap olarak aldı Köroğlu, bakalım ne dedi:
Nahak yere
gel eyleme yamanlık,
İnan Bolu,
ben Köroğlu değilim.
Bundan
böyle iyiliğin günüdür,
İnan Bolu,
ben Köroğlu değilim.
Köroğlu bir
yiğit, aslı zatı var,
Hem namusu,
arı, hem gayreti var,
Demir
dizgin altta Arabatı var.
İnan Bolu,
ben Köroğlu değilim.
Sonra dönüp
Gıcer Alı’ya dedi:
Gel sana
söyleyim ey Gıcer Alı,
Hele
duymamıştır Koç Isabalı,
Gelse bu
orduya vermez mecalı,
İnan Bolu,
ben Köroğlu değilim.
Sonra
Mehter Mürtüz’e dönüp aldı sözün öbür kıtalarını okudu:
Köroğlu
değilim, yırtma yakanı,
Ciğerini
aşk oduna yakanı,
Yiğidin
olmaz mı kılıç kalkanı?
İnan Bolu,
ben Köroğlu değilim.
Köroğlu
dediğin bir dağ yelidir,
Çenlibel’de
devran süren delidir,
Öz adım
Ruşen’dir, babam Alı’dır.
İnan Bolu,
ben Köroğlu değilim.
Bu sözler
Bolu Bey’i etkiledi. Mehter Mürtüz’e şöyle dedi:
- Sen bizi
yanıltıyorsun. Bu köroğlu değil.
Mehter
Mürtüz dedi:
- Bolu Bey,
ben yıllarca buna seyislik yaptım. Ben bunun tabakhanede derisini görsem
tanırım. Nasıl korucu olabilir? Köroğlu’dur, hem de Köroğlu’nun hasıdır.
Bolu Bey ne
yapacağını bilemedi. Bir hayli konuşma danışmadan sonra komutanların hepsi
dediler ki:
- Biz
hiçbirimiz Köroğlu’yu tanımıyoruz. Yalnız tanıyan bu adamdır ki o da öyle
söylüyor. Biz kendi adamımıza inanmayıp da ona mı inanalım? En iyisi bunu alıp
gidelim.
Bolu Bey
emir verdi. Askerler hazırlanmaya başladılar. Köroğlu anladı ki kendisini
götürecekler, dedi:
- Peki
şimdi sen beni götürüp sultana vereceksin ki, güya ben Köroğlu’yum, sen beni
yakalamışsın.
Bolu Bey
dedi:
- Evet.
Peki senin fikrin ne? Yoksa seni düğüne ya da misafirliğe mi götürecektim?
Köroğlu
gülerek dedi:
- Peki
senin aklın yok mu, bu adamın sözüne inanıp beni götürüyorsun, sultanın da mı
aklı yoktur? Benim dilim yok mu ki ona gerçeği anlatmayayım? Sultan görmeyecek
mi ben silahsız milahsız bir adamım? Böyle Köroğlu’mu olur? Eğer Köroğlu’yu
tutmak bu kadar kolay olaydı, şimdiye dek yakalanmaz mıydı? Kaldı ki Köroğlu’yu
sen tanımıyorsun. Öteki paşalar, hanlar da tanımıyorlar. Sultanın kendi oğlu
Burcu Sultan’sa Köroğlu’yu tanıyor. Peki onlara ne diyeceksin?
Köroğlu’nun
sözleri Bolu Bey’i iyice inandırdı. Kendi kendine düşündü ki bunu götürürüm, ya
Köroğlu olmadığı anlaşılırsa dünya âleme rezil olurum. Ondan sonra ya intihar
etmeliyim ya da evde bir köşeye kapanıp halkın içine çıkmayayım. Sonunda emir
verdi, Köroğlu’nun ellerini çözdüler. Köroğlu çekip gitmek isteyince Bolu Bey
dedi:
- Diyorlar
ki Koç Köroğlu çok yiğit adamdır. Hiçbir şeyden korkmaz. Hiçbir şeyi de
gizlemez. Şimdi olan oldu, geçen geçti. İşte ellerin, kolların da açıldı. Şimdi
merdi merdane söyle bakalım sen Köroğlu musun, değil misin?
Köroğlu
gülerek dedi:
- Madem ki
sen merdi merdane sordun, ben de merdi merdane cevap vereceğim. Evet,
Köroğlu’yum.
Bolu Bey
kalkıp askerleri geri çağırmak istediyse de Köroğlu bırakmadı:
- Dur!
Boşuna zahmet etme! Artık beni yakalayamazsın. Peki söyle bakayım, sen kimsin,
burada ne işin var?
Bolu Bey
hilekâr tavrını takınarak dedi:
- Köroğlu!
Bil ve agâh ol! Ben Erzincanlı Bolu Bey’im. Hasan Paşa beni gönderdi ki seni
yakalayıp götüreyim, karşılığında onun kızı Dünya Hanım’ı alayım.
Köroğlu
gülerek dedi:
- Yahu bu
Hasan Paşa benim uğruma kızlarını ne yaman haraç mezat satıyor? Mademki öyle,
varsın öyle olsun. Benim uğruma onun bir kızı Hamza’ya gitti, varsın biri de
sana gitsin. Bakalım şimdi evde kalan çoluk çocuğunu kime vaat edip benim
ardımca gönderecek?
Bunun
üzerine Bolu Bey’e dedi:
- Ben
Köroğlu’yum. Bir söz dedim mi ucunda ölüm de olsa ondan dönmem. Mademki sen
Hasan Paşa’nın kızını almak istiyorsun, o da kızına karşılık senden beni
istiyor, zararı yok, ben razıyım. Gidip silahımı alıp geleyim. Götür beni Hasan
Paşa’ya ver, kızı al! Sonrasına sen karışma.
Köroğlu
böyle deyip çenlibel’e yöneldi. Komutanların hepsi ağız birliğiyle Bolu Bey’e
sitem ettiler:
- Gereksiz
yere elden kaçırdın. Şimdi yiğitleri toplayıp gelir, hepimizi kılıçtan geçirir.
Mehter
Mürtüz dedi:
- Yo,
hayır. Köroğlu çok kurnaz adamdır ama sözüne merttir. Onda namertlik yoktur.
Naslı dediyse, öyle yapar.
Bolu Bey
dedi:
- Ben
biliyorum, o gelecek. Varsın gelsin. Sonrasında siz karışmayın. O Köroğlu ise
ben de Bolu Bey’im.
Beri yandan
Köroğlu çenlibel’e gitti. Köroğlu her şeyi olduğu gibi yiğitlere, hanımlara
anlatsa onu bırakmayacaklarını biliyordu. Onun için hiç kimseye bir şey demeden
gizlice giyindi. Silahlarını aldı. Ata binip geri döndü. Bolu Beygil bir de
baktılar işte Köroğlu geliyor. Geliyor, ama ne geliş. Sanki bir ejderhadır,
binmiş bir file. Bolu Bey’in askerinin yarısı onun bu heybetinden korkup yürek
ağrısına tutuldu. Köroğlu onların yanına varınca Bolu Bey’e dedi:
- Bolu Bey,
ben vaat ettiğim gibi çıkıp geldim. Şimdi seninle gideceğim. Ancak biraz önce
sen beni yakalamıştın. Yanlış bir fikre kapılıp gene beni gerçekten de
yakalayıp götürebileceğini sanma. Onun için sana bir şartım var. Şimdi seninle
bir kere dövüşmem gerek. Sen benim gücümü göresin, ben de senin. Ondan sonra
gidelim. Bir de kalbime dört kıta söz doğdu, bırak önce onları söyleyeyim,
sonra vuruşalım.
Bu
sözlerden sonra Köroğlu Kırat’ı cevelana getirdi. Bir o yana, bir bu yana
sürdükten sonra gelip tam Bolu Bey’in karşısında durdu. Aldı bakalım ne dedi:
Eli bele
koyup emrediyordun,
Köroğlu’yu
tutan demler nic’oldu?
İkide bir
asın kesin diyordun,
Köroğlu’yu
tutan demler nic’oldu?
Diyordun
zamane gidecek böyle
Düşündün
şeytanca fitne ve hile,
Bir ara
attırıp bastırdın göle,
Köroğlu’yu
tutan demler nic’oldu?
Çenlibel’de
devran kuran deliyim,
Saçma söze
çok çetindir eğilim,
Yedi bin
yiğidin bir tek gülüyüm,
Köroğlu’yu
tutan demler nic’oldu?
Köroğlu’yum
muhannete uyamam,
Kısasımı
kıyamete koyamam,
Düşmanın
kanından içsem doyamam,
Köroğlu’yu
tutan demler nic’oldu?
Bolu Bey
hilekârlıkla dedi:
- Bre
Köroğlu, nasıl derler, kul hatasız, ağa keremsiz olmaz. Mert yendiğini kesmez.
Eh, bir iştir olduydu. Artık sen nasıl diyorsan öyle yapalım.
Köroğlu
dedi:
- Hayır!
Askerine söyle, savaş başlasın. Yoksa hepinizi kırarım!
Köroğlu
mısri kılıcı çekti. Komutanlar baktılar, Köroğlu savaşa başlıyor. Askere haydi
dediler. Her yandan saldırıyar geçtiler. Köroğlu bir korkunç nara atarak daldı
askerin içine. Bir sağa vurdu, bir sola vurdu. Askeri per perişan etti. Bir
kıyamet koptu ki, o kadar olur. Köroğlu’nun yüreği kabardı, gene aldı sözü
bakalım ne dedi:
Hey diyerek
düşman üste varanda,
Kelle bu
meydanda toza belensin!
Mert
yiğitler kavga günü düşende,
Şerbet
değil, öz kanını yalansın!
Kaldırıp
meydanın göğe tozunu,
Çıkartırım
zalimlerin gözünü,
Gerek
görsem Dünya Hanım yüzünü;
Ömür boyu
tazelensin, can cilvelensin!
Köroğlu’yum
gediklerde pusarım
Mızrak üste
kanlı başlar asarım,
Ey Bolu
Bey, sana kılıç basarım,
Bağırsağın
cesedine dolansın!
Bolu Bey
baktı asker elden gidiyor. Gıcer Alı’ya seslendi:
- Evi barkı
yıkılasıca, peki ben seni buraya niçin getirdim? Asker elden gidiyor. Görmüyor
musun?
Gıcer Alı
çar naçar kılıcını çekip girdi meydana. Köroğlu hiç aman vermedi. Ta uzaktan
şeşperini kaldırdı, bir defa elinde salladıktan sonra öyle bir fırlattı ki
Gıcer Alı tepesi üstü yere kapaklandı. Hemen cehenneme vasıl oldu. Bolu Bey bu
durumu görünce, baktı ki başka çare yok, Köroğlu’nun ayaklarına kapandı.
Köroğlu yırtıcı kuş gibi atladı yere, Bolu Bey’in göğsüne çöktü, sonra aldı
sözü, bakalım ne dedi:
Kollarını
bağlatırım
Bolu ben
senin, ben senin!
Anacağın
ağlatırım,
Bolu ben
senin, ben senin!
Gözlerine
mil koyarım,
Avucuna pul
koyarım,
Yavuklunu
dul koyarım,
Bolu ben
senin, ben senin!
Kızıp
sinene çökerim,
Elif
kaddini bükerim,
Üstüne ateş
dökerim,
Bolu ben
senin, ben senin!
Köroğlu’yum
iş bitirem,
Seni
dünyadan yitirem,
Başın
bedenden götürem,
Bolu ben
senin, ben senin!
Sözünü
bitirince Köroğlu Bolu Bey’in üzerinden kalktı. Dedi:
- Şimdi ben
senin emrindeyim. Nereye istiyorsan, nasıl istiyorsan götür!
Bolu Bey
inleye inleye yerden kalktı. Dedi:
-
Rahmetlinin oğlu, bizde akıl mı kaldı ki seni götürmeyi düşünebilelim?
Köroğlu
gülerek dedi:
- Zararı
yok. Beni götürüp Hasan Paşa’ya teslim ettikten, Dünya Hanım’ı aldıktan sonra
düğün yaparken hepsi akından çıkar. Haydi atlanın, gidelim!
Bolu bir o
yanına baktı, bir bu yanına baktı:
- Yok
kardeş, ben seni hiçbir yere götüresi değilim.
Köroğlu
sordu:
- Niye?
Bolu Bey
dedi:
- Göz gördüğünden
korkar. Ben sende gördüğümü gördüm. Keyfin isterse yolda da böyle bir şaka
yapabilirsin. Seninle alışveriş etmek zor iş.
Köroğlu
gene gülerek dedi:
- Korkma!
Hiçbir şey yapmayacağım.
Bolu Bey
dedi:
- Yok
azizim! Allah yazdıysa bozsun. Ben ne Hasan Paşa’nın kızını istiyorum, ne de
seninle böyle şakalaşmak.
Köroğlu
dedi:
- Yahu, ben
Köroğlu’yum. Köroğlu söz vermez. Verince de ondan dönmez. Madem ki
çekiniyorsun, kollarımı bağla, öyle götür.
Bolu Bey
hemen adamlarına göz etti, fırsat bu fırsat davransınlar. Hemen Köroğlu’nun
kollarını zincire bağladılar. Sonra onu ata bindirip iple sardılar. Bolu Bey
askere hareket emri verdi. Köroğlu’yu önlerine katıp Erzincan’a doğru yola
koyuldular. Az gittiler, çok gittiler, yolun bir yerinde Köroğlu başını geri
çevirip Bolu Bey’i yanına çağırdı, dedi:
- Bolu Bey,
aklında olsun, kızı almadan sakın beni paşaya verme ha!
Bolu Bey
sordu:
- Niye?
Köroğlu
dedi:
- O işi ki,
ben onun başına getireceğim, ondan sonra sana kız vermez. Sen önce kızı
getirttir Erzincan’a, sonra beni ona teslim et!
Bolu Bey
baktı ki Çenlibel sınırından çıkmak üzereler. Dedi:
- Baş
üstüne! Sen nasıl istiyorsan öyle yapacağım. Ancak ben bir şey daha yapmak
istiyorum.
Köroğlu
sordu:
- Ne gibi?
Bolu Bey
dedi:
- Ben seni
böyle götürsem kimse inanmaz ki seni benim yakaladığıma. Hadi Gıcer Alı sağ
olsaydı derlerdi ki muhakkak o yakalamıştır. Onu da sen vurup öldürdün. Şimdi
biliyor musun ben ne yapmak istiyorum?
- Ne yapmak
istiyorsun?
Bolu Bey
atının başını döndürüp Köroğlu’ya dedi:
- Sen atını
sür, ben askere bir bakayım geri gelince söylerim.
Bolu Bey
ata bir mahmuz vurup geri döndü. Köroğlu işten habersiz önde gidip duruyordu.
Bolu Bey biraz açıldıktan sonra yeniden atını geri döndürdü. Yıldırım gibi
gelip Köroğlu’nun yanına yetişince bütün gücüyle kılıcını onun başına indirdi.
Dedi:
- Bak,
böyle yapmak istiyorum Köroğlu!
Açık başa
kılıçla vurunca ne olur? Kılıç başa işler, baş yarılır. Köroğlu’nun başı
yarıldı. Yüzü gözü kana bulandı. Dedi:
- Ey
namert! Niçin bunu yaptın?
Bolu Bey
dedi:
- Bunu
yaptım ki inansınlar. Şimdi inanırlar. Ben geldim senin ya başını, ya leşini
götüreyim diye. Şimdi başını da götürüyorum, leşini de. Sen Köroğlu’ysan, bana
da Bolu Bey derler.
Köroğlu sadece
şunu söyledi:
- Günah
sende değil, bendedir. Bana bu bile azdır.
Köroğlu’nun
başını da bağlamadılar. Öylece kan aka aka yola koyuldular. Köroğlu’nun hiçbir
yerden ümidi kalmamıştı. Bu sıkıntılı anında yiğitler, hanımlar aklına geldi.
Geriye kaykılıp baktı. Uzaktan Çenlibel’in sıra tepeleri görünüyordu. Yüreği
kabardı. Bakalım ne dedi:
Karşı yatan
karlı dağlar,
Dağlar
sende kanım kaldı.
Elim
varmaz, ünüm yetmez.
Dal budakta
narım kaldı.
Beni tutan
Bolu Bey’di
Ağır zincir
boynum eğdi,
Hepsi
birbirinden yeğdi,
Zorlu
yiğitlerim kaldı.
Beni tuttu
gam eceli,
Öldürür,
vermez mecali,
Göz
karardı, kaç giceli,
Sinemde
dağlarım kaldı.
Canım
Kırat, gözüm Kırat,
Sana binen
alır murat,
Akçakuzu,
bir de Durat,
Bağlı soy
atlarım kaldı.
İyidir yiğidin
varı,
Namusu,
gayreti, arı,
Hani
Köroğlu’nun yari?
Nigâr gibi
yarim kaldı.
Biraz daha
gitmişlerdi ki önlerine bir kervan çıktı. Köroğlu baktı ki dostu Aziz Hoca da
bezirgânların arasındadır. Ona doğru dönerek dedi:
Pinhanî o
tüccar kardeş,
Götürürler
pinhan beni!
Erenlere
kurban bu baş,
Götürürler
pinhan beni!
Adımı
koydular yava,
Derdime
yazın bir deva,
Dilimde
Ayvaz’a dua,
Götürürler
pinhan beni!
Köroğlu’yum
tek kalmışım,
Kollarımı
bağlatmışım,
Bolu Bey’e
kul olmuşum,
Götürürler
pinhan beni!
Aziz Hoca
önce yanlış anladı: zannetti ki Köroğlu “götürürler pîre beni” diyor. Kendi
kendine dedi ki herhalde Köroğlu delirdi, onu yatıra götürüyorlar. Ona çok
acıdı. Sonra baktı ki Köroğlu’nun başı yaralı, kolları bağlıdır. Ardınca da bir
sürü asker gidiyor, başında da Bolu Bey. Aziz Hoca o dakika parmağını ısırdı:
- Ey gafil,
muhakkak bunda bir sır var.
Artık
beklemedi, kervanı arkadaşlarına emanet edip doğru Çenlibel’in yolunu tuttu.
Çenlibel’e varınca anladı ki yiğitlerin hiçbir şeyden haberi yoktur.
Köroğlu’nun nerede olup olmadığını da bilmiyorlar. Gördüklerini olduğu gibi
anlattı. Yiğitler şaşıp kaldılar. Onlar öyle düşünüp taşınmakta iken bir de
baktılar Âşık Cünun geliyor. Geliyor ama ne geliş, kan ter içinde. Âşık
Cünun’un daha ilk sözü şu oldu:
- Hani
Köroğlu?!
Aziz
Hoca’nın anlattıklarını ona da anlattılar. Âşık Cünun olup biteni öğrendikten
sonra elleriyle dizini dövüp dedi:
- Eyvah,
Köroğlu gitti.
Sordular:
- Yahu
söyle bakalım ne var? Nerden geliyorsun, neler öğrendin?
Âşık Cünun
dedi:
- Dinleyin,
anlayın! Ben şimdi Tokat’tan geliyorum. Paşalar Çenlibel üstüne ordu çektiler.
Bolu Bey Erzincan tarafından, Arap Reyhan Kars tarafından, Hasan Paşa’nın
kendisi de Tokat’tan. Sultan ferman eyledi. Ben dün Tokat’ta duydum ki Bolu
Bey’in ordusu Çenlibel üstüne yürümüş.
Yiğitlerin
arasına bir velvele düştü ki sorma, hepsi başladı dizgin kemirmeye, Deli Hasan
Deli Mehter’e seslendi:
- Atı
eyerle! Bolu Bey’e bir düğün yapacağım ki kıyamete kadar aklından çıkmasın.
Yiğitler
hazırlığa giriştiler. Nigâr ayağa kalkarak karşı çıktı:
- Yo, Deli
Hasan! Şu sırada Çenlibel’i başsız koyup gitmek olmaz. Hem daha bilmiyoruz ki
Bolu Bey Köroğlu’yu doğru Erzincan’a mı götürüyor, yoksa Tokat’a mı götürecek,
hatta belki doğru İstanbul’a mı götürecek. Gideriz, seferimiz uzun sürer,
düşman Çenlibel’i ele geçirir.
Deli Hasan
dedi:
- Peki ne
yapalım?
Nigâr Hanım
dedi:
- Önce
Köroğlu’nun peşine bir adam gönderelim. Çocuklardan biri gider, yerini yurdunu
öğrenir, gelir, sonra ne yapacağımıza karar veririz.
Nigâr Hanım’ın
önerisine hepsi razı oldu. Sordular:
- Peki kim
gitsin?
Demircioğlu
ayağa kalktı:
- Ben
giderim.
Nigâr Hanım
ona da razı olmadı. Dedi:
- Hayır
Demircioğlu! Sen gidemezsin. Bizim üstümüze iki yandan düşman geliyor. Biri
Kars tarafından, biri Tokat tarafından. Kars, burada, bizim yakınımızdadır. Biz
de cepheyi ikiye bölmeliyiz. Birine sen bakarsın, birine de Deli Hasan. Bırak
başka adam gitsin.
O zaman
Isabalı yerinden kalktı:
- Nigâr
Hanım, öyleyse izin ver, ben gideyim.
Isabalı’nın
gitmesini hepsi onayladı. Isabalı hemen giyindi, donandı, atını eyerledi,
yiğitlerle, hanımlarla vedalaştı. Gitmek üzereyken Nigâr Hanım dedi:
- Önce
Erzincan’a gidersin. Orada yoksa Tokat’a varırsın. Orada da yoksa İstanbul’a gidersin. Ama zamanında bize haber ulaştırmalısın.
Isabalı baş
üstüne deyip atını sürdü, Erzincan’a doğru yola koyuldu. Şimdi Isabalı gitmekte
olsun, yiğitler hazırlıklarında olsun, sana kimden haber vereyim, Bolu Bey’den.
Bolu Bey
Köroğlu’yu doğru Erzincan’a götürdü. Onu yeraltındaki zindana değil, konağının
bahçesindeki derin kuyuya attırdı. Bahçenin çevresine de nöbetçiler diktirdi.
Bu işi tamam ettikten sonra oturup Hasan Paşa’ya bir mektup yazdı: “Hasan Paşa,
Köroğlu’yu yakalayıp getirdim. Şu anda Erzincan’dadır. Kaideye göre onu senin
yanına getirmem gerekirdi. Ama getirmedim, küstahlığımı bağışla. İstiyorum ki
Dünya Hanım’ı bir günlüğüne Erzincan’a gönderesin, ta ki gelip onu burada
görsün. Sonra nereye dersen, nasıl istersen, ne zaman dersen getirmek benim
başım üstüne.”
Hasan Paşa
mektubu okuyunca meseleyi anladı: Bolu Bey ona güvenmiyordu. İstiyordu ki önce
Dünya Hanım’ı Erzincan’a alsın, sonra Köroğlu’yu versin. Öfkesi tepesine çıktı.
Önce mektubu yırtmak, sonra da “yarın sabah erken Köroğlu Tokat’ta olmalıdır”
diye bir emir yollamak istedi. Sonra kendi kendine düşündü ki: “Ben öyle
yaparsam, o da durumu aynen sultana yazar. Ben bir kız yüzünden sultanın
yanında beş paralık olurum.” Onun için çar naçar bir tahtırevan hazırlattı.
Dünya Hanım’ı kendi yardımcıları ve adamlarıyla birlikte sanki gezmeye
gidiyormuş gibi Erzincan’a gönderdi. Kendisi de atına binip göz aydınlığı ile
sultanın yanına gitti.
Şimdi Hasan
Paşa gitmekte olsun, bu yandan Bolu Bey’e haber ulaştı ki Dünya Hanım geliyor.
Bolu Bey bütün görkemiyle Dünya Hanım’ı karşılamaya çıktı, onu tantana ile
getirip konağına yerleştirdi.
Dünya
Hanım’ın Bolu Bey’i görecek gözü yoktu. Bolu Bey’in onu almak için Köroğlu’nun
üstüne gittiğini duyunca çok sevindi. Ah çok iyi oldu. Varsın gitsin. Belki
Köroğlu onu öldürür de kurtulurum. Ama ne var ki iş tersine döndü. Paşalara,
sultanlara kan kusturan Köroğlu gelip ona esir oldu. Dünya Hanım şaşırıp kaldı.
Ne yapacağını bilemedi. Çok düşünüp taşındıktan sonra babasına yalvarıp
yakarmayı düşündü, belki acır da vermez diye. Ama ne yazık ki Hasan Paşa emir
verdi, hazırlansın, Erzincan’a gidecek. Dünya Hanım’ın hali haraptı. Zavallı
sararıp solup güz yaprağına dönmüştü, dalından kopup düşmesi için ufacık bir
esinti yeterdi. Ama ne yapsın zavallı? Gücü bir şeye yetmiyordu ki bir şey
yapabilsin.
Gün akşam
oldu, karanlık yavaş yavaş çöktü. Her taraf sessizleşince Dünya Hanım kalktı,
pencereyi açıp önüne oturdu. Henüz oturmuştu ki kulağına bir türkü sesi geldi.
Biraz dikkat edince sesin evin önündeki bahçeden geldiğini anladı. Kim ise çok
yanık yanık okuyordu. Hem de ses o kadar derinden geliyordu ki sanki bir
kuyunun dibinde okunuyor. Hizmetindeki karavaşı çağırdı.
- Bu ne
sesidir? Gecenin bu vakti türkü söyleyen kimdir?
Karavaş
dedi:
-
Köroğlu’dur hanımefendi. Bolu yakalayıp getirdi, kuyuya attı. Dün de böyle
okuyordu.
Dünya Hanım
kulak verdi. Köroğlu ne diyor diye dinledi:
Yüce
dağların başından
Yolum, ey
medet, ey medet,
Kötü yerde
tuttu beni,
Ölüm, ey
medet, ey medet!
Belimde
yoktur kılıcım.
Muhannete
yetmez gücüm,
Ne yorgan
var, ne de cicim,
Zulüm, ey
medet, ey medet!
Hani
mızrak, hani atım?
Kesildi
şanı şevketim,
Çenlibel
gibi serhatim,
İlim, ey
medet, ey medet!
Sinem
odlandı göz gibi
Miskin olur
mu biz gibi,
İmdada yet
Ayvaz gibi,
Gülüm, ey
medet, ey medet!
Altıma
döşerdim halı,
Yoktur
benim gibi deli,
Bu günümde
Isabalı,
Gelir mi,
ey medet, medet!
Dünya Hanım
karavaştan sordu:
- Beni
gizlice o kuyunun başına götürebilir misin?
Karavaşın
sevinçten gözleri doldu. İçini çeke çeke dedi:
- Canım
sana kurban olsun, a hanım, elbet götürürüm.
Dünya Hanım
ayağa kalktı. Karavaşı da yanına aldı. Gitti kuyunun başına. Karavaş hemen
Köroğlu’ya seslendi:
- Hasan
Paşa’nın kızı Dünya Hanım geldi. Seninle konuşmak istiyor.
Köroğlu
dedi:
- Hoş
geldi, sefalar getirdi.
Dünya Hanım
dedi:
- Köroğlu,
nasıl oluyor da senin gibi bir Koç Köroğlu Bolu Bey gibi bir adama yakalanıyor?
Köroğlu bir
ah çekti:
- Olacağa çare
yoktur hanımefendi, bir iştir oldu.
Bunu
duyunca Karavaş iç çekti. Dünya Hanım Karavaşa baktı. Korkudan karavaşın
gözündeki yaş kurudu. Dünya Hanım karavaşın korktuğunu anlayıp güldü. Karavaş
yüreklendi:
- Sana
kurban olayım hanımefendi, gelsene bunu kuyudan çıkaralım.
Dünya Hanım
kuyuya eğilip sordu:
- İp
getirip seni kuyudan çıkarsak nice olur?
Köroğlu
sordu:
- Kaç
kişisiniz?
Dünya Hanım
dedi:
- İki kişi.
Köroğlu
güldü:
-
Hanımefendi, iki değil, yirmi kişi de olsanız sizin gücünüz beni buradan
çıkarmaya yetmez.
Dünya Hanım
dedi:
- Peki
nasıl yapalım? Senin gibi bir adamın Bolu Bey’in elinde heba olmasını
istemiyorum.
Köroğlu
dedi:
-
Hanımefendi, mademki bana yardım etmek istiyorsunuz, öyleyse göz kulak olun,
Çenlibel’den beni aramaya gelenlere yerimi gösterin.
Dünya Hanım
dedi:
- Belki
yiğitlerden gelen olmadı, o zaman ne yapalım?
Köroğlu
dedi:
- Hiç
olabilmez ki olmasın. Yarın ya da öbür gün muhakkak Çenlibel’den beni aramaya
gelen olur.
Dünya Hanım
dedi:
- Peki
senin yemen içmen nasıldır? Sana ne göndereyim?
Köroğlu
dedi:
-
Hanımefendi, yedi koyunun yarı parçası, yedi batman un ekmeği, yedi batman
pirincin pilavı, yedi tulum şarap benim bir övünlük yemeğimdir. Bak, tedarik
edebilirsen, gönder.
Dünya Hanım
dedi:
- Tedarik
ederim. Gece hazırlar, sabaha yakın gönderirim. Yarın akşam da gene kendim
gelirim.
Dünya Hanım
ayrılıp gitmek isteyince aldı kuyunun dibindeki Köroğlu bakalım ne dedi:
Gel ha gel,
paşanın kızı,
Gelesi,
beklerim seni,
Sabah çıkan
tan yıldızı,
Çıkası
beklerim seni.
Kabrimi kaz
katı katı,
Üstümde
bezet Kırat’ı,
Hakkın bir
gün kıyameti
Olası,
beklerim seni.
Köroğlu’nun
yari gökçek,
Ay yüzüne
döküp pürçek,
Medet eyle,
bir encam çek
Çekesi,
beklerim seni.
Velhasıl
Dünya Hanım oradan eve gelip karavaşa para verdi. Köroğlu’nun istediklerini
karavaş alıp hazırlayıp Köroğlu’ya götürdü. Şimdi size kimden haber vereyim?
Isabalı’ndan. Isabalı Erzincan’a ulaştığında tan yeri yeni ağarıyordu. Isabalı
şehri gezerken geldi çıktı, Bolu Bey’in konağının önüne. Dünya Hanım da
pencerenin önüne oturmuş sabahı seyrediyordu. Bir de baktı ki bir atlı geliyor,
kılık kıyafetinden de bura adamına benzemiyor. Suratına bakılınca dağa
havasında büyüdüğü anlaşılıyor. Çağırıp sordu ki:
- Hey
delikanlı! Sen kimsin? Nereden gelip nereye gidiyorsun?
Dünya
Hanım’a cevap olarak aldı Isabalı, bakalım ne dedi:
Ne han
gördüm burda, ne de bir paşa
Verin
Köroğlu’ndan bana bir haber!
Yağı
düşmanları bağlarım taşa,
Verin
Köroğlu’ndan bana bir haber!
Ben aç
kurdum, düşmanlara ulurum,
Muhanneti
öz kanına bularım,
Kılıç çekip
ülkenizi talarım,
Verin
Köroğlu’ndan bana bir haber!
Olan yoktur
benim derdimden hali,
Hiç
başımdan gitmez onun hayali,
Köroğlu’ya
kurban Koç Isabalı,
Verin
Köroğlu’ndan bana bir haber!
Söz sona
erdi, Dünya Hanım dedi:
-
Delikanlı, o kadar bağırma, düşmanlar duyar. Köroğlu buradadır. Attan in, içeri
gel.
Isabalı atı
sürdü kapıya. Beri yandan da karavaş koşturdu onu karşılamaya. Karavaş tam ona
yetişiyordu ki bir de baktı hisarın dibinde duran komutanla ağız dalaşındadır.
Komutan onu içeri bırakmak istemiyor. Karavaş koşturup komutana çıkıştı:
- Senin ne
haddine düşmüş, Dünya Hanım’ın misafirini içeri bırakmıyorsun. Bırak gelsin
içeriye. Hasan Paşa’nın yanından geliyor. Dünya Hanım’a mektup getiriyor.
Komutan
artık bir söz diyemedi. Karavaş Isabalı’yı alıp doğru Dünya Hanım’ın yanına
götürdü. Hoşbeş ettiler. Dünya Hanım Isabalı’yı tanıdı, o da Dünya Hanım’ı.
Dünya Hanım dedi:
- Köroğlu
burada kuyudadır. Ama onu şimdi çıkarmak olmaz. Karanlık basıncaya kadar
beklemek gerek.
Isabalı
baktı ki Dünya Hanım akıllı laf ediyor, razı oldu. Dünya Hanım Isabalı’ya buyur
otur diye yer gösterdi. Isabalı oturdu. Yediler, içtiler, Isabalı dinlenmek
için biraz uzandı. Meğer karavaş Isabalı’yı içeriye aldıktan sonra komutan
doğru Bolu Bey’in yanına gidip durumu anlatmış. Dünya Hanım bir de baktı ki
asker etrafı sarmış. Çabucak döndü Isabalı’nın yanına. Saçından üç belik ayırıp
göğsüne saz diye bastı, bakalım ne dedi:
Yağı düşman
dört bir yanın almıştır,
Uyan, Acem
oğlu, var git bu yerden!
Senin
derdin bu canımda kalmıştır,
Uyan, Acem
oğlu, var git bu yerden!
Isabalı
hemen ayağa kalktı. Baktı ki askerler bahçenin çevresini sarmışlar. Ama
korkudan mıdır nedir hiçbiri cesaret edip de içeri giremiyor. Beri dönünce
baktı ki Dünya Hanım ağlıyor. Aldı Isabalı, bakalım ne dedi:
Ağlama,
ağlama ey Dünya Hanım,
Ölür, Acem
oğlu, gitmez bu yerden,
Sana kurban
olsun bu şirin canım,
Ölür, Acem
oğlu, gitmez bu yerden!
Aldı Dünya
Hanım:
Hey hey
deyip gediklerde yatandır,
Cömert
düşmanları attan atandır,
Bolu
Bey’dir, Köroğlu’yu tutandır,
Uyan, Acem
oğlu, var git bu yerden!
Aldı
Isabalı:
Hey hey
deyip tavlalarda yatandır,
Hangi
düşmanları attan atandır?
Köroğlu’yu
al dil ile tutandır,
Ölür, Acem
oğlu, gitmez bu yerden.
Aldı Dünya
Hanım:
Çoktur ara
yerde benim yamanım,
Senden ayrı
göğe çıkar dumanım,
Sana kurban
olsun bu Dünya Hanım,
Uyan, Acem
oğlu, var git bu yerden!
Aldı
Isabalı:
Yiğit gerek
gurbet elde yaslana,
Çetin mısri
kılıç kında besleme,
Bin tilki
ne yapar bir aç aslana?
Ölür, Acem
oğlu, gitmez bu yerden.
Söz tamam
oldu. Isabalı dedi:
- Artık iş
işten geçti. Geceyi beklemek olmaz. Sen Köroğlu’nun yerini bana işaret et!
Kalkıp
gittiler kuyunun başına. Isabalı seslenmek istedi. Dünya Hanım bırakmadı, dedi:
- Dur,
bekle!
Sonra
ağzını kuyuya doğru tutup dedi:
- Köroğlu,
yiğitlerinden gelen olmadı. Şimdi ne yapacağız? Bolu bugün seni astırmak
istiyor.
Köroğlu
dedi:
- Öyle
söyleme hanımefendi. Yiğit benimdirse, ben biliyorum ki gelmemiş olmaz.
Nerdeyse gelirler şimdi.
Dünya Hanım
dedi:
- Gelecek
olsalar, kim gelir? Hiç olmazsa adını söyle de bilelim.
Dünya
Hanım’a cevap olarak aldı Köroğlu bakalmı ne dedi:
Gene yada
düştü mert oğullarım,
Bugün
Demircioğlu burda gerekti!
Yüzde bin
oyunlu dili ballarım
Bugün Han
Ayvaz’ım burda gerekti!
Yiğit
meclisinde boylu busatlı
Meydana
girende o Arabat’lı,
O mısri
kılıçlı, aslan sıfatlı,
Bugün Deli
Hasan burda gerekti!
Köroğlu
önünde merdane duran,
Kara
bıyıkları ardından buran,
Bir elinde
yedi yalçın nal kıran,
Bugün
Isabalı burda gerekti!
Isabalı
dedi:
- Koç
Köroğlu, burdayım. Ancak çalıp okumak vakti değil. Düşman dört tarafımızı
sarmış durumda. Çabuk ol çık, bakalım ne yapacağız.
Isabalı ipi
kuyuya sarkıttı. Birkaç saniyede Köroğlu’yu kuyudan çıkardılar. Hemen tavlaya
koştular. Atları çıkarıp bindiler. Köroğlu bir Dünya Hanım’a bir Isabalı’ya
baktı, dedi:
- Dünya
Hanım, hazır ol, seni de götüreceğim. Senin düğününü ben yapacağım.
Sonra
kılıcını çekip dedi:
Mısri
kılıç, Lezgi kama,
Ben seni
ter saklamışım,
Bürünme
çelik giysiye,
Düşmana var
saklamışım.
Cömertlere
yakınırım,
Sivri oktan
sakınırım,
Bin yiğitle
tepinirim
Canda hüner
saklamışım
Dolandım
gurbet ellerde
Övüncüm
gezdi dillerde
Çardaklı
Çenlibellerde
Esrimiş er
saklamışım
Köroğlu
eyledi hata,
Şimdi sen
bak bu busata
Canım
kurban Arabat’a
Oynar,
kişner saklamışım.
Bunu deyip
Köroğlu daldı düşmanın içine. Düşman ancak Köroğlu’nun bu oyunu gördü. Hemen
kaçmaya koyuldu. Atalar der ki göz gördüğünden korkar. Düşmansa Köroğlu’dan
gördüğünü zaten görmüştü. Bir anda meydan boşaldı. Köroğlu baktı ki Bolu Bey
durumun kötü olduğunu görüp sıvışmak istiyor. Hemen onun yolunu kesti, dedi:
Bolu Bey’im
tanı beni,
Gör nice
bebir bebirim
Yakarım
insafım yoktur
Bir dinsiz
kebir, kebirim
Ben
deryalara dalanda,
Şirin cana
dert salanda,
Kavga
zamanı olanda,
Eğilmez,
sınmaz demirim!
Yüce
dağları aşanda,
Gönül
atlanıp coşanda,
Bu dişlerim
kamaşanda
İsterim
çelik kemirim!
Köroğlu’yum
öç almışım,
Sultanlardan
baş almışım,
Yüz deseler
kocalmışım,
Hele ki
babayemirim!
Sözünü
bitirince Bolu Bey’in başına öyle bir kılıç çaldı ki baş iki parça olup yere
düştü. Öte yana dönünce Mehter Mürtüz’ü gördü. Mürtüz kendini attı Kırat’ın
ayaklarına.
- Köroğlu,
bir halttır işlemişim. Kul hatasız, ağa keremsiz olmaz. Beni Ayvaz’ın başına
bağışla.
Köroğlu
dedi:
- Kalk düş
önüme.
Mehter
Mürtüz sevinerek kalktı, Köroğlu’nun önüne düştü. Geldiler Isabalıgil’in yanına
vardılar. Isabalı sordu:
- Köroğlu,
bu kimdir?
Köroğlu
dedi:
- Hele bir
dikkatli bak!
Isabalı
dikkatli bakıp dedi:
- Yahu, bu
bizim Mehter Mürtüz.
Köroğlu
dedi:
- Evet,
odur. Çok iyi tanıdın. Kılavuzluk edip Çenlibel’e düşman getirdi. Beni Bolu
Bey’e gösteren işte bu haramzadedir.
Isabalı
elini kılıca uzatmak isteyince Köroğlu mâni oldu. Bu sırada bir de baktılar ki
Dünya Hanım bir atın üstünde, karavaş da başka bir atın üstünde geliyorlar.
Körüoğlu sordu:
- Dünya
Hanım, bu yanındaki kimdir?
Dünya Hanım
dedi:
- Bu benim
karavaşımdır. Eğer bu olmasaydı, biz seni kurtaramazdık.
Köroğlu
dedi:
- Bak bu
oldu! Ben sanıyordum ki bu sefer Çenlibel’e eli boş döneceğiz. Ama öyle olmadı.
Şimdi çocuklara iki çok güzel armağan götürüyoruz.
Isabalı
sordu:
- Hani?
Nerede o iki armağan?
Köroğlu
Mehter Mürtüz’ü, bir de karavaşı gösterdi:
- Biri beni
yakalatan bu ağa, biri de beni kurtaran bu karavaş. Çenlibel için bunlardan
daha iyi armağan olabilir mi?
Velhasıl,
Köroğlu, Isabalı, Dünya Hanım, karavaş hep bir arada, Mehter Mürtüz de
önlerinde olarak Çenlibel’e doğru yola koyuldular. Bir hayli at sürdükten sonra
geldiler Çenlibel’in dağlarına. Dağları görünce Köroğlu’nun yüreği kabardı,
gözleri doldu. Köroğlu gurbette çok bulunmuştu ama hiç bu kadar gariplik
çekmemişti. Bu seferki gurbet ona çok dokunmuştu. Dağlara doğru dönerek aldı,
bakalım ne dedi:
Bir
zamanlar sefa sürüp gezerdim,
Onda sendin
benim kardeşim dağlar!
Ne zaman
ki, yağı düşman gelende
Sende çok
olurdu savaşım dağlar!
Taladım
şahları, hele az dedim,
Turfa
güzellere işve, naz dedim,
Nice tacir
tüccar sende gizledim,
Açmadın sırrını,
sırdaşım dağlar!
Köroğlu’yum
gezdiğimi tapardım
Kayalar
başında kale yapardım,
Ak sürüden
süt kuzusu kapardım,
Yiyip
kurtlarına ulaşım dağlar.