Köroğlu Destanı

Anadolu'da son derece yaygın biçimde bilinen ve söylenegelen bir anlatıdır. Bütün Türk illerinde (Türkiye, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Tataristan, Kırgızistan) olduğu gibi Ermeniler, Gürcüler ve Kürtlerce de bilinir ve sevilir.


Azerbaycan, Ermenistan, Rusya ve Orta Asya'da destanın birçok versiyon ve varyantlarına, yazılı nüshalarına rastlanmıştır. Ama bu anlatıların en uzunu, en ayrıntılı olanı, destan kahramanı Köroğlu'nun yaşamını, gençliğinden kocalığına kadar değişik bölümler halinde anlatan Azeri anlatısıdır. İstanbul'da eski ve yeni Türk harfleriyle defalarca basılmış olan meşhur İstanbul anlatısı sadece birkaç bölümden ibarettir. Oysa Azeri anlatısı tam on yedi orijinal bölüm içerir. Azerbaycan, Köroğlu Destanı üzerine yapılan çalışmalar ve yayınlar bakımından en ileri durumda olan ülkedir. Ünlü Azeri klasik müzik bestekârı Üzeyir Hacıbeyli, 1977 yılında bir Köroğlu Operası bestelemiş, aynı adla bir de film çekilmiştir. Türkiye'de de birkaç kez Köroğlu filmleri yapılmış ve büyük bestecimiz Ahmet Adnan Saygun, bir Köroğlu Operası yazmıştır.

Köroğlu Destanı Azerbaycan'da XVII. yüzyıldan bu yana yaygın olarak bilinmektedir. Destana ilişkin ilk bilimsel tespitler de burada yapılmıştır. Bunların en eskisi 1834 yılında Âşık Sadık Bik'in ağzından saptanmış olan Mirza Aleksandr Şocko nüshasıdır ve aslı Paris'te Fransız Ulusal Kütüphanesi'ndedir. Bu nüsha 1842 yılında İngilizce'ye, 1856 yılında Rusça'ya çevrilmiştir. Veli Huluflu, 1927 yılında birçok orijinal tespit ve çalışmayla birlikte destanın Azerice bir versiyonunu yayımlamıştır.

Aşağıda bir bölümünü sunacağımız Köroğlu Destanı, Prof. Dr. Ferhat Gulamoğlu Ferhadov tarafından kaleme alınan ve Bakü Devlet Maarif Neşriyatı tarafından 1975 yılında yayımlanan orijinal metinden alınmıştır. Çeviri ve uyarlamada metnin aslına sadık kalınmaya çalışılmıştır.

(Bu tanıtım metni destanı dilimize kazandıran İsa Öztürk'ün kaleme aldığı önsöz metninden uyarlanmıştır).

13. BÖLÜM: KÖROĞLU İLE BOLU BEY

Köroğlu’nun Elemgulu Han’la dostluk kurduğu her tarafta duyuldu. Bu haber, sonunda Tokat’ta Hasan Paşa’ya kadar ulaştı. Hasan Paşa ne yapabileceğini düşünmeye başladı. Eğer hanlar, paşalar art arda Köroğlu ile dostluk kuracak olurlarsa artık ona hiç yan gözle bakmak olmazdı. Bu yüzden başladı komutanları sıkıştırmaya. Önce bir ulak Bolu Bey’e, bir ulak da Arap Reyhan’a gönderip ikisini de yanına çağırdı. Yazdılar, çizdiler, ölçütler, biçtiler, sonunda bir karara vardılar: Bolu Bey kendi ordusuyla Erzincan’dan, Arap Reyhan ordusuyla Kars’tan, Hasan Paşa da Tokat’tan harekete geçip Çenlibel’e yürüyecek. Toplantı dağılınca Hasan Paşa Tokat’ta kaldı, Arap Reyhan Kars’a yollandı. Bolu Bey de Erzincan’a kendi ordusunun yanına döndü.

Şimdi gel sana nereden söz açayım, paşaların hilesinden. Bu paşaların üçü de çok kurnaz, hilekâr adamlardı. Birbirine baç haraç veresi değillerdi. Hasan Paşa Bolu Bey ile Arap Reyhan’ı kızıştırıp Köroğlu’nun üstüne saldırmak, kendisi geride kalmak istiyordu. Tedarikini de ona göre yapıyordu. Bolu Bey’e gelince, o istiyordu ki, herkesten önce gitsin, işi tek başına halletsin, öteki paşaların adı anılmasın. Onun için Hasan Paşa’nın yanından ayrılıp Erzincan’a varır varmaz hemen yol tedarikine girişti. Bir gün, iki gün… derken her şey hazır olunca ordusunun başına geçip Çenlibel’e doğru yola koyuldu. Hiçbir yerde durup dinlenmeden, gece gündüz at sürdü, gelip Çenlibel eteklerine dayandı. Mehter Mürtüz buraları görür görmez tanıdı. Bolu Bey’in yanına gelerek dedi:

- Bolu Bey, ben buraları iyi bilirim. Buradan ötesi Çenlibel’dir. Şimdi biz burada inip sabahı beklemeliyiz. Köroğlu’nun fenniyle fendiyle baş etmek zordur. Geceleyin askeri götürüp tuzağa düşürürüz.

Bolu Bey Mehter Mürtüz’ün fikrini beğendi. Emir verdi, ordugâh kurulsun. Gıcer Alı, Mehter Mürtüz gibi seçme adamlarını ve komutanlarını yanına alarak etrafı keşfe çıktı.

Bunlar orada kendi işleriyle meşgul oladursunlar, bu taraftan da Köroğlu sabah erken bayıra çıkmış, geze geze gelip Akkaya’da varmıştı. Bir de baktı Çenlibel’in öbür eteğinde o kadar at var, adam var ki sanki karga sürüsü. Geri dönüp yiğitlere haber vermeye üşendi, onlara doğru yürüdü. Köroğlu kasten tepelerin arkasından dolanıyordu ki göze çarpmasın. Meğer Bolu Beygil de o sırada buraları gözden geçiriyorlarmış. Birden Bolu Bey ile Köroğlu karşılaştılar. Öyle oldu ki ne Köroğlu çekilip gizlenebildi, ne de Bolu Bey. Bolu Bey sordu:

- Söyle bakalım, kimsin?

Köroğlu kendini toplayıp dedi:

- Korucuyum.

Bolu Bey onun boyuna bosuna, endamına baktı:

- Kimin korucususun?

Köroğlu dedi:

- Çenlibel’in korucusuyum.

Bolu Bey, bak bu iyi oldu diye sevindi, bununla halleşerek Çenlibel hakkında bilgi edinebilirim. Dedi:

- Söyle bakalım, Köroğlu şu anda nerdedir?

Köroğlu dedi:

- Dün akşam Çenlibel’deydi. Eğer bu gece bir yere gitmediyse Çenlibel’dedir.

Tam bu sırada arkadan Mehter Mürtüz gelip yetişti. Mehter Mürtüz görür görmez Köroğlu’yu tanıdı. Kendini ona göstermeden yavaşça onun arka tarafına geçti. Oradan Bolu Bey’e kaş göz işaretiyle anlatmaya çalıştı ki bu korucu filan değil, düpedüz Köroğlu’nun kendisidir.

Bolu Bey birden bağırdı, adamlarını çağırdı; adamlar gelip Köroğlu’yu yakaladılar; ellerini, kollarını sıkı sıkı bağladılar. Köroğlu bakınca Mehter Mürtüz’ü tanıdı. Kendisini satanın Mehter Mürtüz olduğunu anladı.

Köroğlu anladı ki eğer şimdi Köroğlu olduğunu kabul ederse onu anlayıp dinlemeden öldürecekler. Çenlibel uzak, yiğitler durumdan habersiz, düşman çok, kendisinde de silah milah yok, at da yok. Bir de derler ki Köroğlu’nun bir huyu vardı. Düşman eline düştüğünde Köroğlu olduğunu hiç üstüne almazdı. Derdi ki düşman benim yakalandığımı bilirse Çenlibel’i ele geçirir. Onun için Bolu Bey her ne yaptıysa o Köroğlu olduğunu kabul etmedi. “Korucuyum” demekte ayak diredi. Bolu Bey emir verdi, Köroğlu’yu dövmeye başladılar. Yine sonuç alamadılar. Köroğlu dediğinde ısrar etti. Yakında bir göl vardı. Bolu Bey emir verdi, onu öylece eli kolu bağlı suya attılar. Az kaldı boğuluyordu, gene de üstüne almadı. İlle de korucuyum ki korucuyum dedi durdu.

Sonunda Bolu Bey inandı ki bu Köroğlu değil korucudur. Kollarını çözdürüp bırakmak istedi. Mehter Mürtüz dövünüp yırtınmaya başladı:

- Yahu ne yapıyorsun? Yalan söylüyor, Köroğlu’dur o!

O zaman Bolu Bey Köroğlu’ya dönüp dedi:
- Sen gel gönül rızasıyla Köroğlu olduğunu kabul et, yoksa seni öldürteceğim.

Bu tehdit karşısında cevap olarak aldı Köroğlu, bakalım ne dedi:

Nahak yere gel eyleme yamanlık,
İnan Bolu, ben Köroğlu değilim.
Bundan böyle iyiliğin günüdür,
İnan Bolu, ben Köroğlu değilim.

Köroğlu bir yiğit, aslı zatı var,
Hem namusu, arı, hem gayreti var,
Demir dizgin altta Arabatı var.
İnan Bolu, ben Köroğlu değilim.

Sonra dönüp Gıcer Alı’ya dedi:

Gel sana söyleyim ey Gıcer Alı,
Hele duymamıştır Koç Isabalı,
Gelse bu orduya vermez mecalı,
İnan Bolu, ben Köroğlu değilim.

Sonra Mehter Mürtüz’e dönüp aldı sözün öbür kıtalarını okudu:

Köroğlu değilim, yırtma yakanı,
Ciğerini aşk oduna yakanı,
Yiğidin olmaz mı kılıç kalkanı?
İnan Bolu, ben Köroğlu değilim.

Köroğlu dediğin bir dağ yelidir,
Çenlibel’de devran süren delidir,
Öz adım Ruşen’dir, babam Alı’dır.
İnan Bolu, ben Köroğlu değilim.

Bu sözler Bolu Bey’i etkiledi. Mehter Mürtüz’e şöyle dedi:

- Sen bizi yanıltıyorsun. Bu köroğlu değil.

Mehter Mürtüz dedi:

- Bolu Bey, ben yıllarca buna seyislik yaptım. Ben bunun tabakhanede derisini görsem tanırım. Nasıl korucu olabilir? Köroğlu’dur, hem de Köroğlu’nun hasıdır.

Bolu Bey ne yapacağını bilemedi. Bir hayli konuşma danışmadan sonra komutanların hepsi dediler ki:

- Biz hiçbirimiz Köroğlu’yu tanımıyoruz. Yalnız tanıyan bu adamdır ki o da öyle söylüyor. Biz kendi adamımıza inanmayıp da ona mı inanalım? En iyisi bunu alıp gidelim.

Bolu Bey emir verdi. Askerler hazırlanmaya başladılar. Köroğlu anladı ki kendisini götürecekler, dedi:

- Peki şimdi sen beni götürüp sultana vereceksin ki, güya ben Köroğlu’yum, sen beni yakalamışsın.

Bolu Bey dedi:

- Evet. Peki senin fikrin ne? Yoksa seni düğüne ya da misafirliğe mi götürecektim?

Köroğlu gülerek dedi:

- Peki senin aklın yok mu, bu adamın sözüne inanıp beni götürüyorsun, sultanın da mı aklı yoktur? Benim dilim yok mu ki ona gerçeği anlatmayayım? Sultan görmeyecek mi ben silahsız milahsız bir adamım? Böyle Köroğlu’mu olur? Eğer Köroğlu’yu tutmak bu kadar kolay olaydı, şimdiye dek yakalanmaz mıydı? Kaldı ki Köroğlu’yu sen tanımıyorsun. Öteki paşalar, hanlar da tanımıyorlar. Sultanın kendi oğlu Burcu Sultan’sa Köroğlu’yu tanıyor. Peki onlara ne diyeceksin?

Köroğlu’nun sözleri Bolu Bey’i iyice inandırdı. Kendi kendine düşündü ki bunu götürürüm, ya Köroğlu olmadığı anlaşılırsa dünya âleme rezil olurum. Ondan sonra ya intihar etmeliyim ya da evde bir köşeye kapanıp halkın içine çıkmayayım. Sonunda emir verdi, Köroğlu’nun ellerini çözdüler. Köroğlu çekip gitmek isteyince Bolu Bey dedi:

- Diyorlar ki Koç Köroğlu çok yiğit adamdır. Hiçbir şeyden korkmaz. Hiçbir şeyi de gizlemez. Şimdi olan oldu, geçen geçti. İşte ellerin, kolların da açıldı. Şimdi merdi merdane söyle bakalım sen Köroğlu musun, değil misin?

Köroğlu gülerek dedi:

- Madem ki sen merdi merdane sordun, ben de merdi merdane cevap vereceğim. Evet, Köroğlu’yum.

Bolu Bey kalkıp askerleri geri çağırmak istediyse de Köroğlu bırakmadı:

- Dur! Boşuna zahmet etme! Artık beni yakalayamazsın. Peki söyle bakayım, sen kimsin, burada ne işin var?

Bolu Bey hilekâr tavrını takınarak dedi:

- Köroğlu! Bil ve agâh ol! Ben Erzincanlı Bolu Bey’im. Hasan Paşa beni gönderdi ki seni yakalayıp götüreyim, karşılığında onun kızı Dünya Hanım’ı alayım.

Köroğlu gülerek dedi:

- Yahu bu Hasan Paşa benim uğruma kızlarını ne yaman haraç mezat satıyor? Mademki öyle, varsın öyle olsun. Benim uğruma onun bir kızı Hamza’ya gitti, varsın biri de sana gitsin. Bakalım şimdi evde kalan çoluk çocuğunu kime vaat edip benim ardımca gönderecek?

Bunun üzerine Bolu Bey’e dedi:

- Ben Köroğlu’yum. Bir söz dedim mi ucunda ölüm de olsa ondan dönmem. Mademki sen Hasan Paşa’nın kızını almak istiyorsun, o da kızına karşılık senden beni istiyor, zararı yok, ben razıyım. Gidip silahımı alıp geleyim. Götür beni Hasan Paşa’ya ver, kızı al! Sonrasına sen karışma.

Köroğlu böyle deyip çenlibel’e yöneldi. Komutanların hepsi ağız birliğiyle Bolu Bey’e sitem ettiler:

- Gereksiz yere elden kaçırdın. Şimdi yiğitleri toplayıp gelir, hepimizi kılıçtan geçirir.

Mehter Mürtüz dedi:

- Yo, hayır. Köroğlu çok kurnaz adamdır ama sözüne merttir. Onda namertlik yoktur. Naslı dediyse, öyle yapar.

Bolu Bey dedi:

- Ben biliyorum, o gelecek. Varsın gelsin. Sonrasında siz karışmayın. O Köroğlu ise ben de Bolu Bey’im.

Beri yandan Köroğlu çenlibel’e gitti. Köroğlu her şeyi olduğu gibi yiğitlere, hanımlara anlatsa onu bırakmayacaklarını biliyordu. Onun için hiç kimseye bir şey demeden gizlice giyindi. Silahlarını aldı. Ata binip geri döndü. Bolu Beygil bir de baktılar işte Köroğlu geliyor. Geliyor, ama ne geliş. Sanki bir ejderhadır, binmiş bir file. Bolu Bey’in askerinin yarısı onun bu heybetinden korkup yürek ağrısına tutuldu. Köroğlu onların yanına varınca Bolu Bey’e dedi:

- Bolu Bey, ben vaat ettiğim gibi çıkıp geldim. Şimdi seninle gideceğim. Ancak biraz önce sen beni yakalamıştın. Yanlış bir fikre kapılıp gene beni gerçekten de yakalayıp götürebileceğini sanma. Onun için sana bir şartım var. Şimdi seninle bir kere dövüşmem gerek. Sen benim gücümü göresin, ben de senin. Ondan sonra gidelim. Bir de kalbime dört kıta söz doğdu, bırak önce onları söyleyeyim, sonra vuruşalım.

Bu sözlerden sonra Köroğlu Kırat’ı cevelana getirdi. Bir o yana, bir bu yana sürdükten sonra gelip tam Bolu Bey’in karşısında durdu. Aldı bakalım ne dedi:

Eli bele koyup emrediyordun,
Köroğlu’yu tutan demler nic’oldu?
İkide bir asın kesin diyordun,
Köroğlu’yu tutan demler nic’oldu?

Diyordun zamane gidecek böyle
Düşündün şeytanca fitne ve hile,
Bir ara attırıp bastırdın göle,
Köroğlu’yu tutan demler nic’oldu?

Çenlibel’de devran kuran deliyim,
Saçma söze çok çetindir eğilim,
Yedi bin yiğidin bir tek gülüyüm,
Köroğlu’yu tutan demler nic’oldu?

Köroğlu’yum muhannete uyamam,
Kısasımı kıyamete koyamam,
Düşmanın kanından içsem doyamam,
Köroğlu’yu tutan demler nic’oldu?

Bolu Bey hilekârlıkla dedi:

- Bre Köroğlu, nasıl derler, kul hatasız, ağa keremsiz olmaz. Mert yendiğini kesmez. Eh, bir iştir olduydu. Artık sen nasıl diyorsan öyle yapalım.

Köroğlu dedi:

- Hayır! Askerine söyle, savaş başlasın. Yoksa hepinizi kırarım!

Köroğlu mısri kılıcı çekti. Komutanlar baktılar, Köroğlu savaşa başlıyor. Askere haydi dediler. Her yandan saldırıyar geçtiler. Köroğlu bir korkunç nara atarak daldı askerin içine. Bir sağa vurdu, bir sola vurdu. Askeri per perişan etti. Bir kıyamet koptu ki, o kadar olur. Köroğlu’nun yüreği kabardı, gene aldı sözü bakalım ne dedi:

Hey diyerek düşman üste varanda,
Kelle bu meydanda toza belensin!
Mert yiğitler kavga günü düşende,
Şerbet değil, öz kanını yalansın!

Kaldırıp meydanın göğe tozunu,
Çıkartırım zalimlerin gözünü,
Gerek görsem Dünya Hanım yüzünü;
Ömür boyu tazelensin, can cilvelensin!

Köroğlu’yum gediklerde pusarım
Mızrak üste kanlı başlar asarım,
Ey Bolu Bey, sana kılıç basarım,
Bağırsağın cesedine dolansın!

Bolu Bey baktı asker elden gidiyor. Gıcer Alı’ya seslendi:

- Evi barkı yıkılasıca, peki ben seni buraya niçin getirdim? Asker elden gidiyor. Görmüyor musun?

Gıcer Alı çar naçar kılıcını çekip girdi meydana. Köroğlu hiç aman vermedi. Ta uzaktan şeşperini kaldırdı, bir defa elinde salladıktan sonra öyle bir fırlattı ki Gıcer Alı tepesi üstü yere kapaklandı. Hemen cehenneme vasıl oldu. Bolu Bey bu durumu görünce, baktı ki başka çare yok, Köroğlu’nun ayaklarına kapandı. Köroğlu yırtıcı kuş gibi atladı yere, Bolu Bey’in göğsüne çöktü, sonra aldı sözü, bakalım ne dedi:

Kollarını bağlatırım
Bolu ben senin, ben senin!
Anacağın ağlatırım,
Bolu ben senin, ben senin!

Gözlerine mil koyarım,
Avucuna pul koyarım,
Yavuklunu dul koyarım,
Bolu ben senin, ben senin!

Kızıp sinene çökerim,
Elif kaddini bükerim,
Üstüne ateş dökerim,
Bolu ben senin, ben senin!

Köroğlu’yum iş bitirem,
Seni dünyadan yitirem,
Başın bedenden götürem,
Bolu ben senin, ben senin!

Sözünü bitirince Köroğlu Bolu Bey’in üzerinden kalktı. Dedi:

- Şimdi ben senin emrindeyim. Nereye istiyorsan, nasıl istiyorsan götür!

Bolu Bey inleye inleye yerden kalktı. Dedi:

- Rahmetlinin oğlu, bizde akıl mı kaldı ki seni götürmeyi düşünebilelim?

Köroğlu gülerek dedi:

- Zararı yok. Beni götürüp Hasan Paşa’ya teslim ettikten, Dünya Hanım’ı aldıktan sonra düğün yaparken hepsi akından çıkar. Haydi atlanın, gidelim!

Bolu bir o yanına baktı, bir bu yanına baktı:

- Yok kardeş, ben seni hiçbir yere götüresi değilim.

Köroğlu sordu:

- Niye?

Bolu Bey dedi:

- Göz gördüğünden korkar. Ben sende gördüğümü gördüm. Keyfin isterse yolda da böyle bir şaka yapabilirsin. Seninle alışveriş etmek zor iş.

Köroğlu gene gülerek dedi:
- Korkma! Hiçbir şey yapmayacağım.

Bolu Bey dedi:

- Yok azizim! Allah yazdıysa bozsun. Ben ne Hasan Paşa’nın kızını istiyorum, ne de seninle böyle şakalaşmak.

Köroğlu dedi:

- Yahu, ben Köroğlu’yum. Köroğlu söz vermez. Verince de ondan dönmez. Madem ki çekiniyorsun, kollarımı bağla, öyle götür.

Bolu Bey hemen adamlarına göz etti, fırsat bu fırsat davransınlar. Hemen Köroğlu’nun kollarını zincire bağladılar. Sonra onu ata bindirip iple sardılar. Bolu Bey askere hareket emri verdi. Köroğlu’yu önlerine katıp Erzincan’a doğru yola koyuldular. Az gittiler, çok gittiler, yolun bir yerinde Köroğlu başını geri çevirip Bolu Bey’i yanına çağırdı, dedi:

- Bolu Bey, aklında olsun, kızı almadan sakın beni paşaya verme ha!

Bolu Bey sordu:

- Niye?

Köroğlu dedi:

- O işi ki, ben onun başına getireceğim, ondan sonra sana kız vermez. Sen önce kızı getirttir Erzincan’a, sonra beni ona teslim et!

Bolu Bey baktı ki Çenlibel sınırından çıkmak üzereler. Dedi:

- Baş üstüne! Sen nasıl istiyorsan öyle yapacağım. Ancak ben bir şey daha yapmak istiyorum.

Köroğlu sordu:

- Ne gibi?

Bolu Bey dedi:

- Ben seni böyle götürsem kimse inanmaz ki seni benim yakaladığıma. Hadi Gıcer Alı sağ olsaydı derlerdi ki muhakkak o yakalamıştır. Onu da sen vurup öldürdün. Şimdi biliyor musun ben ne yapmak istiyorum?

- Ne yapmak istiyorsun?

Bolu Bey atının başını döndürüp Köroğlu’ya dedi:

- Sen atını sür, ben askere bir bakayım geri gelince söylerim.

Bolu Bey ata bir mahmuz vurup geri döndü. Köroğlu işten habersiz önde gidip duruyordu. Bolu Bey biraz açıldıktan sonra yeniden atını geri döndürdü. Yıldırım gibi gelip Köroğlu’nun yanına yetişince bütün gücüyle kılıcını onun başına indirdi. Dedi:

- Bak, böyle yapmak istiyorum Köroğlu!

Açık başa kılıçla vurunca ne olur? Kılıç başa işler, baş yarılır. Köroğlu’nun başı yarıldı. Yüzü gözü kana bulandı. Dedi:

- Ey namert! Niçin bunu yaptın?

Bolu Bey dedi:

- Bunu yaptım ki inansınlar. Şimdi inanırlar. Ben geldim senin ya başını, ya leşini götüreyim diye. Şimdi başını da götürüyorum, leşini de. Sen Köroğlu’ysan, bana da Bolu Bey derler.

Köroğlu sadece şunu söyledi:

- Günah sende değil, bendedir. Bana bu bile azdır.

Köroğlu’nun başını da bağlamadılar. Öylece kan aka aka yola koyuldular. Köroğlu’nun hiçbir yerden ümidi kalmamıştı. Bu sıkıntılı anında yiğitler, hanımlar aklına geldi. Geriye kaykılıp baktı. Uzaktan Çenlibel’in sıra tepeleri görünüyordu. Yüreği kabardı. Bakalım ne dedi:

Karşı yatan karlı dağlar,
Dağlar sende kanım kaldı.
Elim varmaz, ünüm yetmez.
Dal budakta narım kaldı.

Beni tutan Bolu Bey’di
Ağır zincir boynum eğdi,
Hepsi birbirinden yeğdi,
Zorlu yiğitlerim kaldı.

Beni tuttu gam eceli,
Öldürür, vermez mecali,
Göz karardı, kaç giceli,
Sinemde dağlarım kaldı.

Canım Kırat, gözüm Kırat,
Sana binen alır murat,
Akçakuzu, bir de Durat,
Bağlı soy atlarım kaldı.

İyidir yiğidin varı,
Namusu, gayreti, arı,
Hani Köroğlu’nun yari?
Nigâr gibi yarim kaldı.

Biraz daha gitmişlerdi ki önlerine bir kervan çıktı. Köroğlu baktı ki dostu Aziz Hoca da bezirgânların arasındadır. Ona doğru dönerek dedi:

Pinhanî o tüccar kardeş,
Götürürler pinhan beni!
Erenlere kurban bu baş,
Götürürler pinhan beni!

Adımı koydular yava,
Derdime yazın bir deva,
Dilimde Ayvaz’a dua,
Götürürler pinhan beni!

Köroğlu’yum tek kalmışım,
Kollarımı bağlatmışım,
Bolu Bey’e kul olmuşum,
Götürürler pinhan beni!

Aziz Hoca önce yanlış anladı: zannetti ki Köroğlu “götürürler pîre beni” diyor. Kendi kendine dedi ki herhalde Köroğlu delirdi, onu yatıra götürüyorlar. Ona çok acıdı. Sonra baktı ki Köroğlu’nun başı yaralı, kolları bağlıdır. Ardınca da bir sürü asker gidiyor, başında da Bolu Bey. Aziz Hoca o dakika parmağını ısırdı:

- Ey gafil, muhakkak bunda bir sır var.

Artık beklemedi, kervanı arkadaşlarına emanet edip doğru Çenlibel’in yolunu tuttu. Çenlibel’e varınca anladı ki yiğitlerin hiçbir şeyden haberi yoktur. Köroğlu’nun nerede olup olmadığını da bilmiyorlar. Gördüklerini olduğu gibi anlattı. Yiğitler şaşıp kaldılar. Onlar öyle düşünüp taşınmakta iken bir de baktılar Âşık Cünun geliyor. Geliyor ama ne geliş, kan ter içinde. Âşık Cünun’un daha ilk sözü şu oldu:

- Hani Köroğlu?!

Aziz Hoca’nın anlattıklarını ona da anlattılar. Âşık Cünun olup biteni öğrendikten sonra elleriyle dizini dövüp dedi:

- Eyvah, Köroğlu gitti.

Sordular:

- Yahu söyle bakalım ne var? Nerden geliyorsun, neler öğrendin?

Âşık Cünun dedi:

- Dinleyin, anlayın! Ben şimdi Tokat’tan geliyorum. Paşalar Çenlibel üstüne ordu çektiler. Bolu Bey Erzincan tarafından, Arap Reyhan Kars tarafından, Hasan Paşa’nın kendisi de Tokat’tan. Sultan ferman eyledi. Ben dün Tokat’ta duydum ki Bolu Bey’in ordusu Çenlibel üstüne yürümüş.

Yiğitlerin arasına bir velvele düştü ki sorma, hepsi başladı dizgin kemirmeye, Deli Hasan Deli Mehter’e seslendi:

- Atı eyerle! Bolu Bey’e bir düğün yapacağım ki kıyamete kadar aklından çıkmasın.

Yiğitler hazırlığa giriştiler. Nigâr ayağa kalkarak karşı çıktı:

- Yo, Deli Hasan! Şu sırada Çenlibel’i başsız koyup gitmek olmaz. Hem daha bilmiyoruz ki Bolu Bey Köroğlu’yu doğru Erzincan’a mı götürüyor, yoksa Tokat’a mı götürecek, hatta belki doğru İstanbul’a mı götürecek. Gideriz, seferimiz uzun sürer, düşman Çenlibel’i ele geçirir.

Deli Hasan dedi:

- Peki ne yapalım?

Nigâr Hanım dedi:

- Önce Köroğlu’nun peşine bir adam gönderelim. Çocuklardan biri gider, yerini yurdunu öğrenir, gelir, sonra ne yapacağımıza karar veririz.

Nigâr Hanım’ın önerisine hepsi razı oldu. Sordular:

- Peki kim gitsin?

Demircioğlu ayağa kalktı:

- Ben giderim.

Nigâr Hanım ona da razı olmadı. Dedi:

- Hayır Demircioğlu! Sen gidemezsin. Bizim üstümüze iki yandan düşman geliyor. Biri Kars tarafından, biri Tokat tarafından. Kars, burada, bizim yakınımızdadır. Biz de cepheyi ikiye bölmeliyiz. Birine sen bakarsın, birine de Deli Hasan. Bırak başka adam gitsin.

O zaman Isabalı yerinden kalktı:

- Nigâr Hanım, öyleyse izin ver, ben gideyim.

Isabalı’nın gitmesini hepsi onayladı. Isabalı hemen giyindi, donandı, atını eyerledi, yiğitlerle, hanımlarla vedalaştı. Gitmek üzereyken Nigâr Hanım dedi:

- Önce Erzincan’a gidersin. Orada yoksa Tokat’a varırsın. Orada da yoksa İstanbul’a gidersin. Ama zamanında bize haber ulaştırmalısın.

Isabalı baş üstüne deyip atını sürdü, Erzincan’a doğru yola koyuldu. Şimdi Isabalı gitmekte olsun, yiğitler hazırlıklarında olsun, sana kimden haber vereyim, Bolu Bey’den.

Bolu Bey Köroğlu’yu doğru Erzincan’a götürdü. Onu yeraltındaki zindana değil, konağının bahçesindeki derin kuyuya attırdı. Bahçenin çevresine de nöbetçiler diktirdi. Bu işi tamam ettikten sonra oturup Hasan Paşa’ya bir mektup yazdı: “Hasan Paşa, Köroğlu’yu yakalayıp getirdim. Şu anda Erzincan’dadır. Kaideye göre onu senin yanına getirmem gerekirdi. Ama getirmedim, küstahlığımı bağışla. İstiyorum ki Dünya Hanım’ı bir günlüğüne Erzincan’a gönderesin, ta ki gelip onu burada görsün. Sonra nereye dersen, nasıl istersen, ne zaman dersen getirmek benim başım üstüne.”

Hasan Paşa mektubu okuyunca meseleyi anladı: Bolu Bey ona güvenmiyordu. İstiyordu ki önce Dünya Hanım’ı Erzincan’a alsın, sonra Köroğlu’yu versin. Öfkesi tepesine çıktı. Önce mektubu yırtmak, sonra da “yarın sabah erken Köroğlu Tokat’ta olmalıdır” diye bir emir yollamak istedi. Sonra kendi kendine düşündü ki: “Ben öyle yaparsam, o da durumu aynen sultana yazar. Ben bir kız yüzünden sultanın yanında beş paralık olurum.” Onun için çar naçar bir tahtırevan hazırlattı. Dünya Hanım’ı kendi yardımcıları ve adamlarıyla birlikte sanki gezmeye gidiyormuş gibi Erzincan’a gönderdi. Kendisi de atına binip göz aydınlığı ile sultanın yanına gitti.

Şimdi Hasan Paşa gitmekte olsun, bu yandan Bolu Bey’e haber ulaştı ki Dünya Hanım geliyor. Bolu Bey bütün görkemiyle Dünya Hanım’ı karşılamaya çıktı, onu tantana ile getirip konağına yerleştirdi.

Dünya Hanım’ın Bolu Bey’i görecek gözü yoktu. Bolu Bey’in onu almak için Köroğlu’nun üstüne gittiğini duyunca çok sevindi. Ah çok iyi oldu. Varsın gitsin. Belki Köroğlu onu öldürür de kurtulurum. Ama ne var ki iş tersine döndü. Paşalara, sultanlara kan kusturan Köroğlu gelip ona esir oldu. Dünya Hanım şaşırıp kaldı. Ne yapacağını bilemedi. Çok düşünüp taşındıktan sonra babasına yalvarıp yakarmayı düşündü, belki acır da vermez diye. Ama ne yazık ki Hasan Paşa emir verdi, hazırlansın, Erzincan’a gidecek. Dünya Hanım’ın hali haraptı. Zavallı sararıp solup güz yaprağına dönmüştü, dalından kopup düşmesi için ufacık bir esinti yeterdi. Ama ne yapsın zavallı? Gücü bir şeye yetmiyordu ki bir şey yapabilsin.

Gün akşam oldu, karanlık yavaş yavaş çöktü. Her taraf sessizleşince Dünya Hanım kalktı, pencereyi açıp önüne oturdu. Henüz oturmuştu ki kulağına bir türkü sesi geldi. Biraz dikkat edince sesin evin önündeki bahçeden geldiğini anladı. Kim ise çok yanık yanık okuyordu. Hem de ses o kadar derinden geliyordu ki sanki bir kuyunun dibinde okunuyor. Hizmetindeki karavaşı çağırdı.

- Bu ne sesidir? Gecenin bu vakti türkü söyleyen kimdir?

Karavaş dedi:

- Köroğlu’dur hanımefendi. Bolu yakalayıp getirdi, kuyuya attı. Dün de böyle okuyordu.

Dünya Hanım kulak verdi. Köroğlu ne diyor diye dinledi:

Yüce dağların başından
Yolum, ey medet, ey medet,
Kötü yerde tuttu beni,
Ölüm, ey medet, ey medet!

Belimde yoktur kılıcım.
Muhannete yetmez gücüm,
Ne yorgan var, ne de cicim,
Zulüm, ey medet, ey medet!

Hani mızrak, hani atım?
Kesildi şanı şevketim,
Çenlibel gibi serhatim,
İlim, ey medet, ey medet!

Sinem odlandı göz gibi
Miskin olur mu biz gibi,
İmdada yet Ayvaz gibi,
Gülüm, ey medet, ey medet!

Altıma döşerdim halı,
Yoktur benim gibi deli,
Bu günümde Isabalı,
Gelir mi, ey medet, medet!

Dünya Hanım karavaştan sordu:

- Beni gizlice o kuyunun başına götürebilir misin?

Karavaşın sevinçten gözleri doldu. İçini çeke çeke dedi:

- Canım sana kurban olsun, a hanım, elbet götürürüm.

Dünya Hanım ayağa kalktı. Karavaşı da yanına aldı. Gitti kuyunun başına. Karavaş hemen Köroğlu’ya seslendi:

- Hasan Paşa’nın kızı Dünya Hanım geldi. Seninle konuşmak istiyor.

Köroğlu dedi:

- Hoş geldi, sefalar getirdi.

Dünya Hanım dedi:

- Köroğlu, nasıl oluyor da senin gibi bir Koç Köroğlu Bolu Bey gibi bir adama yakalanıyor?

Köroğlu bir ah çekti:

- Olacağa çare yoktur hanımefendi, bir iştir oldu.

Bunu duyunca Karavaş iç çekti. Dünya Hanım Karavaşa baktı. Korkudan karavaşın gözündeki yaş kurudu. Dünya Hanım karavaşın korktuğunu anlayıp güldü. Karavaş yüreklendi:

- Sana kurban olayım hanımefendi, gelsene bunu kuyudan çıkaralım.

Dünya Hanım kuyuya eğilip sordu:

- İp getirip seni kuyudan çıkarsak nice olur?

Köroğlu sordu:

- Kaç kişisiniz?

Dünya Hanım dedi:

- İki kişi.

Köroğlu güldü:

- Hanımefendi, iki değil, yirmi kişi de olsanız sizin gücünüz beni buradan çıkarmaya yetmez.

Dünya Hanım dedi:

- Peki nasıl yapalım? Senin gibi bir adamın Bolu Bey’in elinde heba olmasını istemiyorum.

Köroğlu dedi:

- Hanımefendi, mademki bana yardım etmek istiyorsunuz, öyleyse göz kulak olun, Çenlibel’den beni aramaya gelenlere yerimi gösterin.

Dünya Hanım dedi:

- Belki yiğitlerden gelen olmadı, o zaman ne yapalım?

Köroğlu dedi:

- Hiç olabilmez ki olmasın. Yarın ya da öbür gün muhakkak Çenlibel’den beni aramaya gelen olur.

Dünya Hanım dedi:

- Peki senin yemen içmen nasıldır? Sana ne göndereyim?

Köroğlu dedi:

- Hanımefendi, yedi koyunun yarı parçası, yedi batman un ekmeği, yedi batman pirincin pilavı, yedi tulum şarap benim bir övünlük yemeğimdir. Bak, tedarik edebilirsen, gönder.

Dünya Hanım dedi:

- Tedarik ederim. Gece hazırlar, sabaha yakın gönderirim. Yarın akşam da gene kendim gelirim.

Dünya Hanım ayrılıp gitmek isteyince aldı kuyunun dibindeki Köroğlu bakalım ne dedi:

Gel ha gel, paşanın kızı,
Gelesi, beklerim seni,
Sabah çıkan tan yıldızı,
Çıkası beklerim seni.

Kabrimi kaz katı katı,
Üstümde bezet Kırat’ı,
Hakkın bir gün kıyameti
Olası, beklerim seni.

Köroğlu’nun yari gökçek,
Ay yüzüne döküp pürçek,
Medet eyle, bir encam çek
Çekesi, beklerim seni.

Velhasıl Dünya Hanım oradan eve gelip karavaşa para verdi. Köroğlu’nun istediklerini karavaş alıp hazırlayıp Köroğlu’ya götürdü. Şimdi size kimden haber vereyim? Isabalı’ndan. Isabalı Erzincan’a ulaştığında tan yeri yeni ağarıyordu. Isabalı şehri gezerken geldi çıktı, Bolu Bey’in konağının önüne. Dünya Hanım da pencerenin önüne oturmuş sabahı seyrediyordu. Bir de baktı ki bir atlı geliyor, kılık kıyafetinden de bura adamına benzemiyor. Suratına bakılınca dağa havasında büyüdüğü anlaşılıyor. Çağırıp sordu ki:

- Hey delikanlı! Sen kimsin? Nereden gelip nereye gidiyorsun?

Dünya Hanım’a cevap olarak aldı Isabalı, bakalım ne dedi:

Ne han gördüm burda, ne de bir paşa
Verin Köroğlu’ndan bana bir haber!
Yağı düşmanları bağlarım taşa,
Verin Köroğlu’ndan bana bir haber!

Ben aç kurdum, düşmanlara ulurum,
Muhanneti öz kanına bularım,
Kılıç çekip ülkenizi talarım,
Verin Köroğlu’ndan bana bir haber!

Olan yoktur benim derdimden hali,
Hiç başımdan gitmez onun hayali,
Köroğlu’ya kurban Koç Isabalı,
Verin Köroğlu’ndan bana bir haber!

Söz sona erdi, Dünya Hanım dedi:

- Delikanlı, o kadar bağırma, düşmanlar duyar. Köroğlu buradadır. Attan in, içeri gel.

Isabalı atı sürdü kapıya. Beri yandan da karavaş koşturdu onu karşılamaya. Karavaş tam ona yetişiyordu ki bir de baktı hisarın dibinde duran komutanla ağız dalaşındadır. Komutan onu içeri bırakmak istemiyor. Karavaş koşturup komutana çıkıştı:

- Senin ne haddine düşmüş, Dünya Hanım’ın misafirini içeri bırakmıyorsun. Bırak gelsin içeriye. Hasan Paşa’nın yanından geliyor. Dünya Hanım’a mektup getiriyor.

Komutan artık bir söz diyemedi. Karavaş Isabalı’yı alıp doğru Dünya Hanım’ın yanına götürdü. Hoşbeş ettiler. Dünya Hanım Isabalı’yı tanıdı, o da Dünya Hanım’ı. Dünya Hanım dedi:

- Köroğlu burada kuyudadır. Ama onu şimdi çıkarmak olmaz. Karanlık basıncaya kadar beklemek gerek.

Isabalı baktı ki Dünya Hanım akıllı laf ediyor, razı oldu. Dünya Hanım Isabalı’ya buyur otur diye yer gösterdi. Isabalı oturdu. Yediler, içtiler, Isabalı dinlenmek için biraz uzandı. Meğer karavaş Isabalı’yı içeriye aldıktan sonra komutan doğru Bolu Bey’in yanına gidip durumu anlatmış. Dünya Hanım bir de baktı ki asker etrafı sarmış. Çabucak döndü Isabalı’nın yanına. Saçından üç belik ayırıp göğsüne saz diye bastı, bakalım ne dedi:

Yağı düşman dört bir yanın almıştır,
Uyan, Acem oğlu, var git bu yerden!
Senin derdin bu canımda kalmıştır,
Uyan, Acem oğlu, var git bu yerden!

Isabalı hemen ayağa kalktı. Baktı ki askerler bahçenin çevresini sarmışlar. Ama korkudan mıdır nedir hiçbiri cesaret edip de içeri giremiyor. Beri dönünce baktı ki Dünya Hanım ağlıyor. Aldı Isabalı, bakalım ne dedi:

Ağlama, ağlama ey Dünya Hanım,
Ölür, Acem oğlu, gitmez bu yerden,
Sana kurban olsun bu şirin canım,
Ölür, Acem oğlu, gitmez bu yerden!

Aldı Dünya Hanım:

Hey hey deyip gediklerde yatandır,
Cömert düşmanları attan atandır,
Bolu Bey’dir, Köroğlu’yu tutandır,
Uyan, Acem oğlu, var git bu yerden!

Aldı Isabalı:

Hey hey deyip tavlalarda yatandır,
Hangi düşmanları attan atandır?
Köroğlu’yu al dil ile tutandır,
Ölür, Acem oğlu, gitmez bu yerden.

Aldı Dünya Hanım:

Çoktur ara yerde benim yamanım,
Senden ayrı göğe çıkar dumanım,
Sana kurban olsun bu Dünya Hanım,
Uyan, Acem oğlu, var git bu yerden!

Aldı Isabalı:

Yiğit gerek gurbet elde yaslana,
Çetin mısri kılıç kında besleme,
Bin tilki ne yapar bir aç aslana?
Ölür, Acem oğlu, gitmez bu yerden.

Söz tamam oldu. Isabalı dedi:

- Artık iş işten geçti. Geceyi beklemek olmaz. Sen Köroğlu’nun yerini bana işaret et!

Kalkıp gittiler kuyunun başına. Isabalı seslenmek istedi. Dünya Hanım bırakmadı, dedi:

- Dur, bekle!

Sonra ağzını kuyuya doğru tutup dedi:

- Köroğlu, yiğitlerinden gelen olmadı. Şimdi ne yapacağız? Bolu bugün seni astırmak istiyor.

Köroğlu dedi:

- Öyle söyleme hanımefendi. Yiğit benimdirse, ben biliyorum ki gelmemiş olmaz. Nerdeyse gelirler şimdi.

Dünya Hanım dedi:

- Gelecek olsalar, kim gelir? Hiç olmazsa adını söyle de bilelim.

Dünya Hanım’a cevap olarak aldı Köroğlu bakalmı ne dedi:

Gene yada düştü mert oğullarım,
Bugün Demircioğlu burda gerekti!
Yüzde bin oyunlu dili ballarım
Bugün Han Ayvaz’ım burda gerekti!

Yiğit meclisinde boylu busatlı
Meydana girende o Arabat’lı,
O mısri kılıçlı, aslan sıfatlı,
Bugün Deli Hasan burda gerekti!

Köroğlu önünde merdane duran,
Kara bıyıkları ardından buran,
Bir elinde yedi yalçın nal kıran,
Bugün Isabalı burda gerekti!

Isabalı dedi:

- Koç Köroğlu, burdayım. Ancak çalıp okumak vakti değil. Düşman dört tarafımızı sarmış durumda. Çabuk ol çık, bakalım ne yapacağız.

Isabalı ipi kuyuya sarkıttı. Birkaç saniyede Köroğlu’yu kuyudan çıkardılar. Hemen tavlaya koştular. Atları çıkarıp bindiler. Köroğlu bir Dünya Hanım’a bir Isabalı’ya baktı, dedi:

- Dünya Hanım, hazır ol, seni de götüreceğim. Senin düğününü ben yapacağım.

Sonra kılıcını çekip dedi:

Mısri kılıç, Lezgi kama,
Ben seni ter saklamışım,
Bürünme çelik giysiye,
Düşmana var saklamışım.

Cömertlere yakınırım,
Sivri oktan sakınırım,
Bin yiğitle tepinirim
Canda hüner saklamışım

Dolandım gurbet ellerde
Övüncüm gezdi dillerde
Çardaklı Çenlibellerde
Esrimiş er saklamışım

Köroğlu eyledi hata,
Şimdi sen bak bu busata
Canım kurban Arabat’a
Oynar, kişner saklamışım.

Bunu deyip Köroğlu daldı düşmanın içine. Düşman ancak Köroğlu’nun bu oyunu gördü. Hemen kaçmaya koyuldu. Atalar der ki göz gördüğünden korkar. Düşmansa Köroğlu’dan gördüğünü zaten görmüştü. Bir anda meydan boşaldı. Köroğlu baktı ki Bolu Bey durumun kötü olduğunu görüp sıvışmak istiyor. Hemen onun yolunu kesti, dedi:

Bolu Bey’im tanı beni,
Gör nice bebir bebirim
Yakarım insafım yoktur
Bir dinsiz kebir, kebirim

Ben deryalara dalanda,
Şirin cana dert salanda,
Kavga zamanı olanda,
Eğilmez, sınmaz demirim!

Yüce dağları aşanda,
Gönül atlanıp coşanda,
Bu dişlerim kamaşanda
İsterim çelik kemirim!

Köroğlu’yum öç almışım,
Sultanlardan baş almışım,
Yüz deseler kocalmışım,
Hele ki babayemirim!

Sözünü bitirince Bolu Bey’in başına öyle bir kılıç çaldı ki baş iki parça olup yere düştü. Öte yana dönünce Mehter Mürtüz’ü gördü. Mürtüz kendini attı Kırat’ın ayaklarına.

- Köroğlu, bir halttır işlemişim. Kul hatasız, ağa keremsiz olmaz. Beni Ayvaz’ın başına bağışla.

Köroğlu dedi:

- Kalk düş önüme.

Mehter Mürtüz sevinerek kalktı, Köroğlu’nun önüne düştü. Geldiler Isabalıgil’in yanına vardılar. Isabalı sordu:

- Köroğlu, bu kimdir?

Köroğlu dedi:

- Hele bir dikkatli bak!

Isabalı dikkatli bakıp dedi:

- Yahu, bu bizim Mehter Mürtüz.

Köroğlu dedi:

- Evet, odur. Çok iyi tanıdın. Kılavuzluk edip Çenlibel’e düşman getirdi. Beni Bolu Bey’e gösteren işte bu haramzadedir.

Isabalı elini kılıca uzatmak isteyince Köroğlu mâni oldu. Bu sırada bir de baktılar ki Dünya Hanım bir atın üstünde, karavaş da başka bir atın üstünde geliyorlar. Körüoğlu sordu:

- Dünya Hanım, bu yanındaki kimdir?

Dünya Hanım dedi:

- Bu benim karavaşımdır. Eğer bu olmasaydı, biz seni kurtaramazdık.

Köroğlu dedi:

- Bak bu oldu! Ben sanıyordum ki bu sefer Çenlibel’e eli boş döneceğiz. Ama öyle olmadı. Şimdi çocuklara iki çok güzel armağan götürüyoruz.

Isabalı sordu:

- Hani? Nerede o iki armağan?

Köroğlu Mehter Mürtüz’ü, bir de karavaşı gösterdi:

- Biri beni yakalatan bu ağa, biri de beni kurtaran bu karavaş. Çenlibel için bunlardan daha iyi armağan olabilir mi?

Velhasıl, Köroğlu, Isabalı, Dünya Hanım, karavaş hep bir arada, Mehter Mürtüz de önlerinde olarak Çenlibel’e doğru yola koyuldular. Bir hayli at sürdükten sonra geldiler Çenlibel’in dağlarına. Dağları görünce Köroğlu’nun yüreği kabardı, gözleri doldu. Köroğlu gurbette çok bulunmuştu ama hiç bu kadar gariplik çekmemişti. Bu seferki gurbet ona çok dokunmuştu. Dağlara doğru dönerek aldı, bakalım ne dedi:

Bir zamanlar sefa sürüp gezerdim,
Onda sendin benim kardeşim dağlar!
Ne zaman ki, yağı düşman gelende
Sende çok olurdu savaşım dağlar!

Taladım şahları, hele az dedim,
Turfa güzellere işve, naz dedim,
Nice tacir tüccar sende gizledim,
Açmadın sırrını, sırdaşım dağlar!

Köroğlu’yum gezdiğimi tapardım
Kayalar başında kale yapardım,
Ak sürüden süt kuzusu kapardım,
Yiyip kurtlarına ulaşım dağlar.