Demokrasinin olmazsa olmazı olan “millî irade” bir milletin namusudur. Komünizm, kapitalizm, fundamentalizm (köktendincilik) gibi algılar, yanılsamalar (halüsinasyon) ise bu namusa göz dikmenin cilalı ambalajlarıdır bir yerde. Bireyi (insan) bir maraba bir mankurt gibi algılayan komünizm ne kadar ilkel ve çağdışı ise, bir makineye bir robota dönüştüren kapitalizm de bir o kadar bencil ve çağdışıdır. Öyle ki bir düş (rüya), bir sihirli değnek gibi algılanan Amerika ve dollar (‘dolı) denince siyonizm ve collar (‘kolı) akla gelmelidir. Çünkü ABD’nin -sözde- ulusal bankası bile Amerikalıların değildir. Yahudilerindir. O halde Türk milletinin izleyeceği siyaset “siyasetin Türklük, Türklüğün siyaset olacağı” yani milletin odaklı yeni bir dünya görüşü olmalıdır.

 

Biz ne kadar Avrupalı olabiliriz? Avrupa’nın istediği, izin verdiği kadar… Ötesi berduş avuntusudur. Bu gerçeğin bilincinde olma zorunluluğu, yükümlülüğü iliklere kadar hissedilmelidir. Batı, bizim adam olmamızı ister mi? Öyle ya, Batı o kadar ahmak mıdır? Doğu, açık pazar olduğu sürece Batı’nın gözünde bir değer taşır. O da bir sağmal ineğin taşıdığı değer kadar… “Batı, üretmeli; Doğu, tüketmeli” mantığından yola çıkan bir küreselleşme, küreselleşme değil -olsa olsa- köleselleşmedir. Her iki taraf da bunu içselleştirdiği sürece arada barış olacaktır. Aksi halde pilavdan dönenin kaşığı kırılacaktır. Tam da bu noktada Türklerin özellikle de Anadolu Türklüğünün tarihî görevi (mission) ve duruşu büyük önem kazanmaktadır.

 

Türk aydını millî olmalı; “Avrupa’nın herhangi bir şehrinde havyar yemektense ülkemin herhangi bir köyünde bulgur aşı kaşıklamayı tercih ederim” demeli, diyebilmelidir. Atalarının bey gibi dolaştığı Avrupa’da turist gibi dolaşmaktan utanmalıdır bir yerde. İstanbul önlerinde bir Türk gibi güçlü iken, Viyana’da düşülen çaresizlik (acziyet) iyi sorgulanmalıdır. Ulusların tarihinde Viyana benzeri bozgunlar bir günde oluşmaz. Hatalar birikir birikir ve bir noktada tarihî kırılma gerçekleşir. Bu tür kırılma noktalarına gerekli müdahaleyi yap(a)mayan toplumlar ve toplumların bileşke kuvveti olan devletler tarihin tozlu sayfalarında tepetaklak olurlar.

 

Doğulular bilim için servet harcarken; Batılılar servet için bilimi harcamışlardır. Bir başka deyişle Doğulular insanlık için servet harcarken; Batılılar, servet için insanlığı harcamışlardır. Meselenin dinî cepheleşmeden yani Hıristiyan-Müslüman kavgasından çok daha öte bir derinliğe, gerçekliğe sahip olduğu ortadadır. Burada da karşımıza yine Anadolu Türklüğü çıkmaktadır. Aslında bu durum, tarihin ve coğrafyanın Türk milletine dayattığı bir kaderdir. Demir dağları eritip kılıç, temren yapan ve dünyaya düzen veren Türkler yine/yeniden bir kutlu görev için ileriye doğru itelenmektedir. Ki gelecek yüzyılda Osmanlı’dan kat be kat daha güçlü bir cihan devleti kuracağımız da artık sır değildir. Sır olansa, bu yeni görevin ilki kadar uzun yani iki bin yıl sürüp sürmeyeceğidir sadece. Sürmesi, bilim ve uygarlıkta ortaya ne konulacağı ile de ilintilidir kuşkusuz.

 

Millet olmak, kederde ve sevinçte ortak olmak demektir. Ortak ol(a)mazsanız, birileri gelir ülkenize ortak olur. Bugün Ortadoğu’da yaşananların özeti budur. Ortadoğu meselesi, Ortadoğu’nun, Osmanlı’sız kalması meselesidir. Vatansızlık, dalından kopmuş yaprağa dönmektir. Ortadoğu’daki cetvel artığı ülkelerde yaşayan Arap ve/veya Araplaş(tırıl)mış toplumlar büyük acılar, bedeller pahasına bu gerçeği öğrenmişledir. Türk milleti, bu toplumların yaşadığı acılardan, ödediği bedellerden de dersler çıkarıp, “bir, iri ve diri olmak” zorundadır. Adalar Denizi ile Hazar Denizi birbirine karış(tırıl)malı, Altaylar ile Torosların gölgesi birbirine kavuş(turul)malıdır. Revan’ın (Erivan), Karabağ’ın, Tebriz’in yüzyıl önce Türkmen ülkesi (Türkomania) olarak adlandırıldığı unutulmamalıdır. Anadolu Türkleri, oralarda yaşayan kardeşlerinin Azerî değil, Azerbaycan Türk’ü olduğunun bilincinde olmalıdır. Tıpkı Yavru Vatan’da yaşayan soydaşlarımızın Kıbrısî olmadıkları gibi!.. Doğu Türkistan’ı unutmak demek soysuzlaşmak demektir. Bosna’yı unutmak özümüze ihanettir. Bakü’de, Tebriz’de, Ankara’da yaşayanların “tek millet” olduğunu unutmak, unutturmaya çalışmak ise en hafifinden Türk’e düşman olmaktır.

 

Çanakkale’de omuz omuza verip ölüme meydan okuyanların, ölümü öldürenlerin torunlarıyız. Bugün olsa yine yaparız. ABD’nin, Cebelitarık’ta bilet kuyruğuna gireceği günler de gelecektir elbet. Ama bir hususun da altını çizmemiz gerekir. O da şudur: Bir millete silahşorlar kadar kalemşorlar da gereklidir. Yani tarih yapmak kadar tarih yazmak da önemlidir. Haliyle bir millet geçmişini kendisi yazmalı, geleceğine kendisi yön vermelidir. Milletçe akl-ı selîm, kalb-i selîm, zevk-i selîm… olunmalı; ham kalmayıp olgunlaşılmalıdır ki Türk kültürü ve uygarlığı bir güneş gibi insanlığı aydınlatabilsin. Hem “Türk budur; yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.” diyen büyük önder Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’ün ruhu da ancak o zaman huzur bulacaktır.

 

azizdolu.wordpress.com