Büyüleyen TÜRKÇEYİ Yozlaştırma, Fakirleştirme Girişimleri


Yazar: İsmail Hakkı Cengiz
-
Türk demek Türkçe demektir. Onun için her Türk, dili üzerinde titremeli, titizlenmelidir. Anadilini kıskançlıkla korumalıdır.

Bugün Türkçemiz bilinçli veya bilinçsiz korkunç bir saldırı altındadır. Dil konusunda hiçbir duyarlılığı, derinliği hatta bilgisi olmayan ama bir şekilde ekranlarda, sayfalarda yer bulabilen, kimliksiz ve yetersizlerin kullandığı çirkin sokak ağzı hızla yaygınlaşmakta, Türkçemizi yozlaştırmaktadır.

Bu yozlaştıran, anadilimizi kemiren, sokak ağzına, Türkçeye bu feci saldırıya birkaç örnek verelim:

“Ki” ekinden başlayalım. Olumsuz veya soru cümlelerinin sonunda veya cümlenin ortasında bağlaç olarak kullanılan “ki” eki, yerli-yersiz karşımıza çıkıyor. “zaten yaptım ki”, “geldim ki” gibi olumlu cümle sonlarında, kulağımızı tırmalayacak şekilde kullanılabiliyor. Ekranda yer bulabilen biri, “eğer ki siz de benim gibi teknoloji özürlüyseniz…” şeklinde bir cümle kuruyor. Bu cümlede “ki”ye gerek var mı? “Eğer siz de benim gibi teknoloji özürlüyseniz” demek neyine yetmiyor. Böyle kullanmak çok daha güzel değil mi?

Başka yaygın ve yanlış kullanımlar;

Hele ki, meselâ, “hele ki temmuz sıcağında…” Doğrusu, “hele temmuz sıcağında…”

Elbette ki, meselâ, “elbette ki kazanacağız.” Doğrusu, “elbette kazanacağız.”

En feci yanlışlardan biri, “Maalesef ki” şeklindeki kullanım. Maalesef kelimesi, Türkçedeki “ne yazık ki” kavramının karşılığıdır. “Ki” ekini illa kullanacaksanız, “ne yazık ki” şeklinde kullanabilirsiniz ama “maalesef ki” olmaz. Sadece, “maalesef” olur.

En yaygın yanlış kullanımlardan biri, “tekrardan” şeklindeki, “tekrar” kelimesinin bozulmuş hali! Bu kullanım, “yaparaktan”, ederekten, “giderekten” gibi yanlış kullanımların aynısıdır. Daha Türkçe olarak, “yeniden” diyebilirsin ama “tekrardan” olmaz. Anlamı kuvvetlendirmek istiyorsan, “tekrar tekrar” diyebilirsin fakat “tekrardan” diyemezsin.

Son zamanlarda yoz bir kullanım daha ortaya çıktı: “Sonrasında”! Bir konuşmacı veya yazar bir şey anlatıyor; “şöyle oldu, böyle yaptık, ‘sonrasında’ şu oldu”. Peki, ben de soruyorum: “Sonra” kelimesine ne oldu? Yine soruyorum: “Ardından”, “arkasından” kelimelerimize ne oldu? Hayır, “sonrasında” yoz ve yanlış bir kullanımdır. “Sonra”, “ardından”, “arkasından” gibi, bir olay zincirini anlatacak pek çok kelimemiz var.

Diğer yanlış kullanımlara geçmeden bir soru sorayım: Biz yozlaşmanın bir parçası mı olacağız yoksa yozlaşmayla mücadele mi edeceğiz?

Yozlaşmaya dikkat çekmeye devam ediyorum: Diğer bir yanlış kullanım; “adına”! Sattıkları bir üründen şikâyetçi olduğum şirketin halkla ilişkiler görevlisi bana aynen şu iletiyi gönderdi: “Size cevap verebilmek adına telefon numaranızı yazar mısınız?” “Adına” ne yahu? “Adına”, temsilen demek. Hiç buraya uyar mı? “İçin” olacak. “Size cevap verebilmemiz için telefon numaranızı yazar mısınız?” “İçin” kelimesi gelmesi gereken yerlerden, “için” kelimesini atıp, kendilerince daha havalı gözüken “adına” terimini kullanıyor ama dilimizi de feci biçimde bozuyorlar.

Şimdi, kulağımı en çok tırmalayan iki yoz kullanıma geliyorum:

İlki, “süper”, “süppeeer”… Bu ne yahu?

“Çok iyi”, “çok güzel”, “üstün”, “olağanüstü…” İşte onun ifade etmek istediğini fazlasıyla karşılayan birçok Türkçe kelime…

Yetmedi mi? Peki; müthiş, harika, şahane, muhteşem, harikulade… Ben bunları söyleyince, kimileri, “bunlar da Arapça, Farsça, ne far var diyor”!

Fark şurada: Bunlar edebiyatımıza, müziğimize girmiş. Edebiyatımızın zirve yazarları, şairleri hatta annelerimiz bunları kullanmış, kullanıyor.

Biz ırkçı değiliz. Kültürümüze girmiş olan tren, otobüs, telefon, telgraf, televizyon gibi kelimelere bir itirazımız yok. Gerek doğudan gerek batıdan gelen, benimsediğimiz kelimeleri atalım demiyoruz. Ana dilimizi annelerimizin dilini kullanalım diyoruz.

Gelelim, yozlaşmanın en yoğun ve yaygın olduğu meseleye; “süreç” meselesine, süreç yangına… Süreç, her yere uyan bir maymuncuk… Bir moda kelime… Öyle bir moda ki modern olmak için sanki her cümleye girmeli!

Zaman içinde elbette yeni kavramlar, yeni kelimeler üretilebilir, üretilmeli, bunlardan biri de süreç olabilir. Fakat bu ürettiğiniz kelime yerli yerinde kullanılmalı! Unuttuğunuz, aklınıza gelmeyen her kelimenin yerine yapıştırılmamalı! Yüzlerce kelimemizi bir tek “süreç” kelimesiyle ifade edip dilimizi fakirleştirmemeli. Bu “moda” kelime, en başta kendisinin de türetildiği “SÜRE”yi yedi. En çok seyredilen kanallardan birinde sunucu şu cümleyi kurdu: “Haziran’dan Eylül’e kadar olan süreçte…” Hayır, süreçte değil yahu, SÜREDE!

Ayrıca bu süreç seli; dönem, devir, safha, devre, aşama, merhale, olay, hadise, vaka, dava, sorun, mesele, dönemez, müddet, mühlet, iş, işlem, işlev, hamle, adım, girişim, durum, hal, vaziyet gibi hemen aklıma gelen ve şimdi aklıma gelmeyen yüzlerce kelimeyi yuttu. Hepsini atıyorsunuz yerine, “süreç” i koyuyorsunuz. Süreç kullanılan yerlere bakın bu kelimelerden birinin yerine kullanılmış olduğunu fark edeceksiniz. Tam bir yozlaşma, feci bir fakirleşme. Süreç, kelime yiyen kelime…

Dilimizdeki yozlaşma bunlarla sınırlı değil. Diğer bazı yaygın yanlışları, öte yandan, Türkçenin büyüleyici güzelliğinden örnekleri aşağıdaki bağlantılarda görebilirsiniz.

Türkçe ürkütücü bir saldırı altında. Bunu durdurmak, yozlaşmayla mücadele etmek her Türk’ün birinci ve kaçınılmaz görevidir.

x x x

İLGİLİ YAZILAR

Büyüleyen TÜRKÇE ve TÜRKİYE’nin Büyüleyici İstikbali

‘Süreç’ ‘Adına’ ‘TERFİ Aldık’ ‘İzliyor Olacağız’ da ‘Lüksümüz Yok’

Güzel TÜRKÇEMİZİ Yozlaştıran Amansız Bir SÜREÇ!

 

İsmail Hakkı Cengiz

Edebiyat Defteri

hacengiz@gmail.com

DOSTLARIM KISACA TÜRK DİYOR BANA


ŞAİR: Ahmet Çıtak

-

Azeri, Türkmenim, Özbek’im beyler

Dostlarım kısaca Türk diyor bana.

Dünyada eşsizim, ben tekim beyler

Dostlarım kısaca Türk diyor bana.

-

Çin Seddi’ni Çin’e kurduran benim

Haliç’i zincire vurduran benim

Asırlar boyunca yenilmeyenim

Dostlarım kısaca Türk diyor bana.

-

Hiç taviz vermedim bu yüce özden

Özgürlük üstüne verdiğim sözden

Esaret ölümdür, işte bu yüzden

Dostlarım kısaca Türk diyor bana.

-

Anka kuşu gibi kendi külümden,

Doğarım yeniden korkmam ölümden

Kaç bent nasip aldı kopan selimden

Dostlarım kısaca Türk diyor bana

-

Hesap edemezsin bir Türk ne yapar

Sabrı nerde biter sükûttan sapar

Ayağa kalkınca kıyamet kopar

Dostlarım kısaca Türk diyor bana.

-

"NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE"

Ahmet Çıtak


DÜNYA BİZİM KADAR

            




          ŞAİR: Haşim Kalender

                  -
            Yapılanı duyarım, elim varmaz yazmaya.

Ağlanacak halimiz, ağlamam, ağlayamam.

Müslüman’sa bir tek Türk, yeter ordu bozmaya.

Kara bana yakışmaz, bağlamam, bağlayamam.

 

Yüreğimi yoklarım, Uygur’un kanı akar.

Çeçenya’da sümbülde, kokla şehidim kokar.

Musul, Kerkük bekliyor, Karabağ mahzun bakar.

Ululemri beklerim, çağlamam, çağlayamam.

 

Çin zulmüyle boğuyor, doğu Türkistan tutsak.

Gölgemizden korkardı, surlar der biz unutsak.

Türk dünyası kurulmuş, kalkıp el ele tutsak.

İmkânsızım imkânı, sağlamam, sağlayamam.

 

Ben ki! Anadolu’da, ölümü öldürmüşüm.

Zalimin önünde sur, mazlumu güldürmüşüm.

Şahadet arzusuyla, yüreği doldurmuşum.

İçim yanar içini, dağlamam, dağlayamam.

 

Kardeşi esir olan, hürriyeti yaşamaz.

İmanda zayıflayan, dorukları aşamaz.

Ölümü korkutmayan, bentlerini aşamaz.

Geçmiş ile gönlümü eğlemem, eğleyemem.

 

Hangi yöne bakarsam, dost görünür düşmanlar.

Ortadoğu kan ağlar, ihanete pişmanlar.

Çin’i, Rus’u, Coni’si, bilsinler ki şişmanlar.

Bu çağlayan coşacak, bağlamam, bağlayamam.

 

Sur üstüne sur yapsan, geleceğiz bilesin.

Batan güneş doğacak, gözlerini silesin.

Müslüman’san ve Türk’sen, onlar için çilesin.

Kalender’im aczimi, söylemem, söyleyemem.

 

23. Şubat 2019

Haşim Kalender

Kalan Ne Der Kalender kitabımdan

TÜRKÇE'MİN BEŞ BİN YILLIK YÜRÜYÜŞÜ

 

ŞAİR: Himmet Cansız

-

Türkçe düşünürüm, Türküm hey Türküm!

Güneyde kuzeyde, çakınlar çaktım

Kimlik ana özüm, coğrafya kürküm

Doğudan batıya, dört nala aktım

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm!

 

Pazırık dibinde, halım dokulu

Anav, Abakan'ım, kültür okulu

Orhun anıtlarım, Bilge kokulu

Dikili taşlara, betik bıraktım

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm!

 

Köklerim dayanır, Saka'dan Hun'a

Tomris'ten Mete'ye, kutlu Orkun'a

Atilla kağanımın, çimeği Tuna

Ana karalarda, şahlanıp sektim

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm!

 

Balasagun ovam, tarım ağları

Arkımla sulandı, Turfan bağları

Buzuldan bu yana, gördüm çağları

Tanrı dağlarında, ateşler yaktım

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm!

 

Kopuz, ıklığ, tanbur, bağlama telim

Baksılar, Ozanlar, türküler selim

Kağanlar otağı, Ötüken elim

Kurultaylar kurup, kımızlar çektim

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm

 

Dedem Korkut öyküm, Kaşgalı'm dilim

Yunus Emre'm ışık, Biruni'm bilim

Sermişim dünyaya, bin düşlü kilim

Hazarfen olup da, göklere çıktım

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm!

 

Pir Sultan Abdal'ım, ulu nefesim

Karac'oğlan türküm, Kul Himmet sesim

Hünkar Bektaş Veli'm, ne yüce resim

Hocam Nasretin'le, mizahlar ektim

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm

 

Arapça, Acemce, yollar araman

Çöllerde onamam, soluğum orman

Mehmet Bey Türkçe'mle, buyurdu ferman

Ulus bayrağıma, ay yıldız diktim

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm!

 

Benim Oğuz, Hazar, Kıpçak, Karaylar

Ceyhun, Seyhun, İtil, karlı Altaylar

Toroslarda Yörük, topak saraylar

Atı tımar edip, sürüler baktım

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm!

 

Olmuşum Tengrici, Alevi, Şaman

Musevi, Hristiyan, Budist, Müslüman

İnançlar özelim, biline aman

Bağnaz bakışlardan, inanın bıktım

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm!

 

Ala, konur, kara, gök mavi gözüm

İmece, eşitlik, bölüşüm özüm

Ne mutlu ki Türküm, kime yük sözüm?

Ayrık otlarını, dibinden söktüm

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm!

 

Beş bin yıldır Türktür, dört yanda adım

Bağımsızlık doğam, özgür kanadım

Zorlama adlarla, bozulur tadım

İçim pek daraldı, yumruğu sıktım

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm!

 

Türkiye'mi dişle, düşle kim kurdu?

Samsun'un güneşi, Afyon'un kurdu

Ulusal bilinçle, bezedi yurdu

Yedi düveli dün, daha dün yıktım

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm!

 

Karamanoğlu'yum hey, Serikli ozan

Cengim Dadaloğlu, bir ucum Kozan

Önder'im Atatürk, kan damgam Lozan

Kuvvacılar ölmez, kalpağı taktım

Türkiyeli değil, Türküm hey Türküm!

 

Şiir: Himmet Cansız

ÖZLEDİK ATAM

 

♥️ 

ŞAİR: Himmet Cansız

-

Güneyin, kuzeyin, çıngı ateşi

Üşüdük nerdesin, çakmağı çak gel!

Doğunun, batının, umut güneşi

Karanlıkta kaldık, şafağı sök gel!

 

Özledik Atatürk, özledik çık gel!

Gözledik yolların, gözledik çık gel!

 

Vatanın hızırı, ey Türk'ün kurdu

Sen gittin gideli, nefesler durdu

Kaçaklar, kaçkınlar kuşattı yurdu

Sığıntıya döndük, kaşları dik gel!

 

Özledik Atatürk, özledik çık gel!

Gözledik yolların, gözledik çık gel!

 

Ağacın kurtları, özünde pustu

Devşirme zihniyet, ağular kustu

Laiklik düşerken, mankurtlar sustu

Kaleler satıldı, yumruğu sık gel!

 

Özledik Atatürk, özledik çık gel!

Gözledik yolların, gözledik çık gel!

 

Başağın, ekinin, kurak tabanı

Köylünün, çiftçinin, yetim sabanı

Ulu Torosların, öksüz çobanı

Çatladı topraklar, su gibi ak gel!

 

Özledik Atatürk, özledik çık gel!

Gözledik yolların, gözledik çık gel!

 

Türkünün turnanın, kırık kanadı

Ne ne sözün, ne telin, kalmadı tadı

Dalları kuruttu, cahil nadı

Açmıyor goncalar, güllere bak gel!

 

Özledik Atatürk, özledik çık gel!

Gözledik yolların, gözledik çık gel!

 

Altaylar, Kafkaslar, Karaman beli

Selanik, Manastır, Kocacık eli

Hüzünlü ediyor, Ankara yeli

Bekliyor seymenler, kalpağı tak gel

 

Özledik Atatürk, özledik çık gel!

Gözledik yolların, gözledik çık gel!

 

Orta çağ kutsandı, şeyhler övüldü

Devrimler yerildi, ilken dövüldü

Aydınlık yoluna, kör kör sövüldü

Ulusunu derle, tahtları yık gel!

 

Özledik Atatürk, özledik çık gel!

Gözledik yolların, gözledik çık gel!

 

Hasretiz gözüne, dimdik kaşına

Cumhuriyet bastı, tam yüz yaşına

Büyük Türk ulusu, asker başına

Yürüyoruz Atam, izinde bak gel

 

En büyük bayramda, Ekim' de kalk gel!

Çağın tohumunu, bir daha ek gel!

Söylevini haykır, ışığı yak gel!

Özledik Atatürk, özledik çık gel!

Gözledik yolların, gözledik çık gel!

 

Söz: Himmet Cansız

Beste ve dillendiren: Uğur Önür

👇👇

Uğur Önür - Özledik Atatürk 🇹🇷 100. Yıl Türküsü

YA RESULULLAH

 

ŞAİR: İYİOZAN Nihat Yurt

-

Sen gönül Sultan’ımız

Sen bedende Can’ımız

Hakanımız Han’ımız

Sensin ya Resulullah

-

Sensin her an hoş sohbet

Sensin en has muhabbet

Ahmet Mahmut Muhammet

Sensin ya Resulullah

-

Seherde sen tan’da sen

Şerefte sen şan’da sen

Damarlarda kanda sen

Sensin ya Resulullah

-

Şeker sensin bal sensin

Yeşil sensin al sensin

Name sensin kal sensin

Sensin ya Resulullah

-

Sen kalptesin gözdesin

Sen yürekte özdesin

Kesin her bir sözdesin

Sensin ya Resulullah

-

Bizler yolunda nefer

Aşkınla gelir zafer

Gözümüzde fersin fer

Sensin ya Resulullah

-

Sen her bahçanın gül’ü

Aşk’ın sevdanın çölü

Sen rabbimin resul’ü

Sensin ya Resulullah

-

Her köşe bucak kenar

Kalp ile seni anar

Nihat aşkınla yanar

Güzel ya Resulullah – NİHATTAN

 

Nihat Yurt

TÜRK VATANI TÜRKİYE!

 



ŞİİR: Halil Şakir Taşçıoğlu
-

...... NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE...

 -

Hayallerim göklerde, kanatlanıp uçarken!

Kime, nasıl söylerim, atiden ümit varım?

Vatanım yığın, yığın hainliğe duçarken;

Oturmuş kansızlardan, derde derman ararım!

Bu muydu söylediğin, hep vakayı adiyen?

Sayende kan geliyor, gözden mütemadiyen!

Şimdi benim milletim, konuşmaya diyetli;

Milletimiz arıyor, başta bir haysiyetli…

 

Diyemem asla sana, nedir bu halin diye!

Ey şüheda diyarı, Türk vatanı, Türkiye!

 

Kendini Türk sananlar, Türk’ü esir aldılar!

Bu kahpelik değilse, deyin kahpelik nedir?

Milletimin başında, senelerce kaldılar;

Tüm değerler silindi, şu kepazelik nedir?

Kendi öz milletine,” zillet” ve “illet” diyen;

Türk düşmanını alıp, bunlar da millet diyen!

Benim yurdum görmedi, böylesi art niyetli;

Hiç kimse beklemesin, olmam hüsnüniyetli…

 

Nasıl derim ki sana, işgal edildin diye?

Sen esaret bilmezsin, Türk vatanı, Türkiye!

 

Siz asla bilmezsiniz, özgürlüğün adını;

Adaletsiz yönetim, işlemiş kanınıza…

Yaratanım biliyor, hükmünün miadını;

Burda olmazsa orda, kalmaz hiç yanınıza!

Bu fırsat artık ele, geçmez hiç ebediyen;

Sürdüremezsiniz ki, hep gayriiradî/yen…

Allah yürü demişse, olursun variyetli!

Veren geri de alır, olmazsan marifetli…

 

Söktünüz, bu devletin çivisini de niye?

Alttan, üstten ses gelir, Türk vatanı, Türkiye!

 

Şimdi hep düşünüyor, el şakakta tüm beşer!

Küfre rıza küfürdür, Allah var neden ürküm?

Eceli gelen köpek, mabet duvarın eşer;

Düşmana fırsat verme, uyan artık ey Türk’üm!

Bir bakın devşirmeler, kalkmıyorlar kat ’iyen!

Sanki pek koruyordu, sükûneti, zaptiyen…

Değişmiyor yurdumun, hiç hal-i pür melali!

Titre kurtulsun artık, bayrağımın hilali…

 

Yine kalkarız elbet, eğilme dik dur Türk’üm!

Yine çizmeyi giyip, gelecek Atatürk’üm!

 

Antalya-2019/02

Halil Şakir Taşçıoğlu

BİLDİKLERİMİZ-BİLMEDİKLERİMİZ (4)

   

ONBİRİNCİ YÜZYILDAN GÜNÜMÜZE

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN EL KİTABI...

Ahmet ŞAFAK

 

Türklerin yaşadıkları coğrafyaları gezerek, inceleyerek alan çalışması yapan Kaşgarlı Mahmut, Türklerin ilk sosyoloğu unvanını da alsa yeridir. Kaşgarlı Mahmut’un Bağdat’ta bulunmasının elbette bir sebebi vardı. Tarihçiler bu sebebin en kuvvetli olanını şöyle belirtiyor; Selçuklu Sultanı Melikşah’ın Hanımı Terken Hatun bir Karahanlı Prensesidir. Kaşgarlı pek çok âlimi Bağdat’a getirmiştir. Bu sebep göz önünde bulundurulduğunda dönemin Türk birliği şuurunu anlatması açısından ayrı bir önem arzeder.

Türk Dünyasında dil konusunda bugün hâlâ ortak bir kanaat oluşmamıştır. Türk Birliğinin kültürel buluşması ne yazık ki nutuktan öteye gidememektedir. Bu yolda günümüz milliyetçi aydınlarına büyük vazife düşmektedir. Bu vazifeyi yerine getirirken örnek alacağımız sima hiç şüphesiz Kaşgarlı Mahmut gibi büyük Türk olacaktır. Onbirinci asırda Türk yurtlarının yüzde yetmişini gezerek,; köy, şehir, mezra dolaşarak ulaştığı bilgileri kitaba döken Kaşgarlı Mahmut’un yoldaşlarına bugün ihtiyacımız vardır. Türk dilini lehçelerine, şivelerine kadar araştıran bu dilin Hakanı ve Oğuz diye iki ana damarını tespit eden Kaşgarlı Mahmut’un verdiği bilgiler günümüze de ışık tutmaktadır. Divan-ı Lügat-ı Türk’te Hakaniye Türkçesini en zarif ve güzel Türkçe olarak belirten Kaşgarlı, bu lehçenin Kaşgar, Balasagun gibi büyük şehirlerde ve Çiğil, Yağma, Uygur ve Karluk Türkleri arasında işlediğini yazar. Bu lehçe aynı zamanda büyük Türk Devleti Karahanlı’ların da resmi dilidir. Kaşgarlı Mahmut, eserinde Hakaniye’nin dışında ikinci edebi lehçe olarak Oğuz Türkçe ’sini kaydeder. Bu lehçenin Oğuz, Kıpçak, Bulgar Türkleri tarafından konuşulduğunu belirtir.

Türklük konusunda büyük bir mensubiyet duygusuna sahip olan Kaşgarlı Mahmut’un çok iyi bilinmesi gerekir. Kaşgarlı Mahmut’un eseri, Divan-ı Lügat-ı Türk, Türk Milletinin ayrıcalığını gözler önüne seren tarihi bir evraktır, belgedir; ayrıca "Türk diye bir Millet yoktur" diyen zihniyetin bilgi yerine, siyasi hesaplarla konuştuğunu gösteren turnusol kâğıdıdır.

Bu Kitabın elde edilmesi hikâyesi de şanına lâyık olaylar zinciri ile anlatılabilir.

Büyük bir kitapsever olan Diyarbakır’lı Ali Emiri, Divan-ı Lügat-ı Türk’ü sahafta tesadüfen görmüş ve hemen satın almış. Hemşehrisi ve büyük Türk düşünürü Ziya Gökalp bu kitabın bulunduğu haberini alınca devrin Başbakanı Talat Paşa’dan ricacı olmuş ve Kitabı Ali Emiri’den istemiş. Fakat Ali Emiri, Talat Paşa’ya bile bu eseri vermemiş. Eserin kıymeti devrin aydınlarınca bilindiğine göre; varın o dönemin aydınlarındaki, irfana verilen değeri anlayın.

Darısı günümüze diyelim ve milliyetçiliğimizin kaynaklarına sahip çıkalım...

25.11.2015 Ahmet ŞAFAK

 

Birçok makalesi kayda değer olan sevgili Ahmet ŞAFAK kardeşime teşekkürlerimle sağlıklar diliyor, ömrüne bereket duâlarımı iletiyorum. Allah’a emanet kalın. (Aksakal)

 

Enver ÖZÇAĞLAYAN

BİLİNENLER-BİLİNMEYENLER (3)

  

 

Onbirinci Yüzyıldan Günümüze

Türk Milliyetçiliğinin El Kitabı!..

Ahmet ŞAFAK

 

"Yüce Tanrı’nın devlet güneşini Türk Burçlarında doğdurmuş olduğunu ve onların yurtları üzerinde dünyanın bütün dairelerini döndürmüş bulunduğunu gördüm. Tanrı, onlara Türk adını verdi ve onları yeryüzüne hâkim kıldı. Zamanımızın hakanlarını onlardan çıkardı. Dünya milletlerinin idare dizginini onların eline verdi, onları herkese üstün eyledi, kendilerini hak üzre kuvvetlendirdi. Onlarla birlikte çalışanı, onlardan yana olanı aziz kıldı ve Türkler yüzünden onları her dileklerine eriştirdi. Bu kimseleri kötülüklerin şerrinden korudu. Derdini dinletebilmek ve Türklerin gücünü almak için, onların dilleriyle konuşmaktan başka çare yoktur."

 

Günümüzde AKP iktidarının "Türk diye bir ırk yoktur." diyerek, millet olarak da yok hükmünde gördüğü Türklüğün, bundan (1) bir asır önce dünya nizamı noktasında içerdiği önemi anlamak için her halde bu sözler yeterlidir.

Kaşgarlı Mahmut’un Bağdat’ta kaleme alıp, Halife El Muktedi Billah’a sunduğu bu eser, onuncu yüzyılda yaklaşık sekiz bin kelimeyi açıkladığı hem bir sözlük, hem de gramer olarak tarihe geçmiştir. Sadece bu kadar değil; atasözleri, şiirler ve harita ile Türk Dilini, Türk Folklörünü gözler önüne sermiştir. Bu açıdan bakıldığında Divan-ı Lügat-ı Türk, bize tarih, coğrafya, folklör, dil-kültür, halk edebiyatı noktasında bir ansiklopedi imkânı sunmuştur.

Batıda 18. yüzyılda beliren milliyetçilik, Kaşgarlı Mahmut’un bu mükemmel eserinde henüz onbirinci yüzyılda ete kemiğe bürünmüştür. Kaşgarlı Mahmut, bu Kitabıyla hem bir Türkolog, hem de Türk İslam sentezinin kaynaklarından biri olarak anılma hakkını elde etmiştir.

Devamı var... (Aksakal)

Enver Özçağlayan

BİLİNENLER-BİLİNMEYENLER (2)

   

Şimdi gelelim sevgili Ahmet ŞAFAK’ın, mutlaka bilinmesi, öğrenilmesi gerek makalesine:

ONBİRİNCİ YÜZYILDAN GÜNÜMÜZE

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN EL KİTABI...

 

MİLLİYETÇİLİK; Batıda, sanayileşme döneminin getirdiği bir ideoloji olarak kabul edilir.Önce şehir devletleri vardır, sonra pazar birliği ile ulus meydana gelir.Yani ticaret, şehirleri ulus haline getirmiştir.

Her şey bu kadar basit değildir her halde.

İngilizlik, Almanlık, Fransızlık ortaçağda da mevcudiyetini sürdürür. Nitekim şehirler millet haline gelirken, çelik çekirdek olarak halkın temelinde bulunan etnik güç harekete geçer ve millet nihai şekline kavuşur.

Bu da 18. yüzyıla tekabül eder. Demek ki batı milliyetçiliği 18. asırda tanır.

Türk dünyası için böyle bir seyirden söz edemeyiz. Millet dediğimiz oluşum, türdeşlerinin, benzerlerin, ortak kültürlerin birleştiği, buluştuğu bir insan topluluğu ise, diğer bir anlamı da ortak inançlar, destanlar, ağıtlar, türküler, hikmet ve vecizeler oluşturmayı başarmış, bunu kendine has bir dille yaşatmış topluluktur.

Türk Milleti böyle özellikli bir millettir.

Bu hamasi bir duyguyla söylenmiş bir söz demeti değildir.Bugün tahlilini yapacağımız mucize kabilinden bir kitap, bize bu iddiali sözleri söyleme imkânı bahşediyor.

DİVAN-I LÜGATI TÜRK!..

Kaşgarlı Mahmut’un onbirinci yüz yılda yazıp, Halifeye hediye ettiği muhteşem eser. Bu eser adeta Türk Milliyetçiliğinin kaynaklarından başlıcasıdır. Çünkü Kaşgarlı Mahmut, Divan-ı Lügatı Türk ile güçlü iki dil olan Arapça ve Farsça’ya karşı Türkçe’nin engin, derin ve zengin varlığını gözler önüne sermiştir.

Kitabında yer verdiği şu sözler O’nun Türk Milletine, Türk Medeniyetine bağlılığını ifade ettiği gibi, aynı zamanda başka milletler nezdinde Türklüğün vasfını da anlatır:

 

Devamı var... (Aksakal)

Enver Özçağlayan

BİLİNENLER-BİLİNMEYENLER (1)

  

Bir zamanlar çalıştığım gazetenin servisiyle işime giderken, o gazetede henüz göreve başlamak üzere gittiğini öğrendiğim benden on yaş kadar daha küçük yaşlarda bir arkadaşla karşılaştım. Sonraki günlerde hem aynı yerde çalışmanın hem de her gün aynı servisle iş yerimize gidip gelmenin oluşturduğu yakınlıkla samimiyetimiz günbegün artmıştı ki; O’nun iyi bir yazar seviyesi tutturduğunu hem edebî, hem felsefi, hem de sosyal konulu yazılarda başarılı olduğunu görmenin hazzını yaşamaya, ayrıca yeni arkadaşımızın daimi okuyucusu olduğumun farkına varmaya başladım. O da ayrıca yazdıklarımla ilgili bana güzel intibalar getiriyor, hattâ zaman zaman, “daha sizlerden öğreneceğimiz çok şeyler var ağabey...” diyerek biz eskilere övgü ile saygılarını gösterme yoluna giriyordu.

Ancak kısa bir zaman sonra gördüm ki; o arkadaşımız, benim takibinde hassasiyet gösterdiğim bir yazar olmuş, tüm çalışan ve okuyanlarının nazarında gün geçtikçe aranır ve adından hayli bahsedilir duruma erişmişti. Birgün sabah servisinde yine gazeteye giderken gazete Müdürümüz ve başyazarımız rahmetli Necdet Sevinç bu yeni arkadaşa dönerek "Hadi Ahmet, bir şarkı söyle de dinleyelim. Enver Ağabey de seni dinlesin" deyiverdi.

Rahmetli Necdet Bey’le eskiden beri tanışıklığımız bulunduğundan, benim Musiki uğraşılarımı bilirdi. Ahmet hiç de naz etmeden bir şarkıya başladı, sonuna kadar devamla, kusursuz bir solo yapıverdi.

Arkadaşımızın kulağı çok sağlam, sesi de gayet güzeldi. Bu işin oradaki en "yetkili bileni" olarak tebrik ve taktirlerimi belirttim; ara sıra da bu servis seyahatlerinde benim de şarkı söylediğim zamanlar olmuştu. Ancak Ahmet’ten sonra hep ondan dinlemeye başladık.

Ben bir yıl kadar sonra, bir anlaşmazlık nedeniyle gazeteden ayrılmıştım. Kısa bir zaman sonra da bir başka gazetede göreve başladım. Ancak talihe bakın ki; bir hafta kadar sonra Necdet Bey’le sevgili Ahmet de oraya taşındılar. Aynı kadroyu yeni yerimizde de oluşturmanın hazzını yaşamaya başlamıştık ki; bir müddet sonra Ahmet’in ayrılacağını ve de ayrıldığını duymanın üzüntüsünü yaşadık. Ancak bu gazeteci Ahmet’in kimliği ile sonrasını yansıtacak satırlarım sakın sizi şaşırtmasın. Zira kısa bir müddet sonra bu Ahmet’in "şarkıcılığa", Ses Sanatçılığına başladığını görmenin şaşkınlığını ve sevincini de yaşamış olduk.

Bizim sevgili Ahmet artık kısa zamanda sevilen, şöhretli ve kendine özgü şarkılar okuyan bir Ahmet Şafak oluvermiş.

Sevgili Ahmet, şimdilerde pek duyulmuyor olsa da sanırım şöhreti dillerde söyleniyor, sesi kulaklarda çınlayıp duruyordur.

Sevgili Ahmet Şafak, belki de kendini öyle saydığı yaşlılık kategorisinin tadını çıkarırken, biz de O’nun çok kıymetli bir makalesini, yazımızın sonuna almak istedik. Hayli yararlanacağınızı umarak!

Sevgilerle... (Aksakal)

Enver Özçağlayan

(DEVAMI VAR)

O BİR TÜRK BÜYÜĞÜDÜR!..

 
 

"Bigâne meğirid mera zin kûyem

Derkûy-u şuma hane-i had micûyem

Düşmen neyem her çend ki düşmen rûyem

Aslem Türkest eğerçi Hindu gûyem."

 

"Beni bu beldede yapancı sanmayın. Sizin beldenizde

ben evimi arıyorum. Her ne kadar düşman görünüşlüysem de,

düşman değilim. Farsça yazsam bile aslım Türk’tür."

 

Şiir günümüzde; 751. ölüm yılını andığımız rahmetli Mevlâna Hazretlerinin bir rubaisiyle başlamamız elbette bir sebebe dayanıyor Muhterem Dostlar. Çoğu zaman küçük devletleri bırakın, büyük devletlerin de çeşitli konularda övünmeye, kendilerini olduğundan fazla göstermeye ihtiyaçları vardır. Bu durum savaş zamanlarında olduğu gibi, barış zamanlarında da böyle sürüp gider. Devletler için propaganda malzemesi olarak savaşta aranan tipler vardır, barışta aranan ayrı ayrı tipler vardır. Devletler her zaman ve devir için ayrı ayrı tip ve modellerden yararlanmak yoluna giderler. Uygun zaman ve zeminlerde şöhretli Dinî Liderler ve mutasavvıflar da her devletin her zaman kullanageldiği propaganda materyallerindendir. Bunlardan biri ve önde geleni de bizim yukarıda bahse konu ettiğimiz Büyük Mutasavvıf Mevlâna Hazretleridir. 751 yıl önce vefatını her yıl andığımız Mevlâna, eski bir Türk Şehri olan Belh şehrinde doğan tanınmış bir ailenin evladıdır. Ancak tarihi (Moğol baskınları gibi mecburiyetlerle) hayli küçük yaşta; Babalarının riyasetinde, ailece oradan göç edip Anadolu’ya doğru yol almaları uzun zamanlarını almıştır; önce Nişabur’a göçerler. Onlar için bu şehir uzunca kaldıkları, onlara vatan gibi olan, oranın dilini ve kültürünü aldıkları yerleşim muhitleri olmuştur. Sonra Bağdat’a ve Kûfe üzerinden Mekke-Medine’ye giderek hacı olurlar. Ardından Şam, Erzurum, Malatya ve orada l8 yaşını idrak eden Celalettin’in Gevher Hatunla evliliği tahakkuk eder. Bir müddet sonra da 1.Alaaddin Keykubat’ın daveti üzerine Konya’ya yerleşirler. Konya’ya ulaştıklarında Celalettin’in bundan sonraki hayatı, ulaştığı tüm değerler Konya’da oluşacaktır. Buna rağmen tüm eserlerini Farsça yazması, O’nun kültürde görünüm algısının başka devletlere mal olma gerekçesini oluşturmuş ve Mevlâna’nın kimlik durumu, büyük propagandalarla, başka devletlere mal edilmek istenmiştir. Ancak O, bizzat kendi kimliğini bir rubaiyle tanıtmış olmasa dahi; Türk bir aileye mensubiyeti, tarihin şahadetiyle ortadadır.

Her türlü menfi bir kimlik propagandasına karşı Mevlâna kimlik gerçeğini ortaya koymak için bu kısa bilgiyi ifadelendirmek istedik. Büyük Mutasavvıfımız Mevlâna Hazretlerine rahmet dualarımızla.

Saygıyla duyurulur...

(Aksakal)

 

Enver Özçağlayan

 Edebiyat Defteri


Turkuaz Sevdam

 

Semerkant’tan Buhara’ya aslen şecerem bağlı,

Kırım-Tatar, Özbek, Kazak göbek dönmez Emmoğlu.

"Yâkutiler" Sibir’deki çınar kökü Türkoğlu,

Bir ok attım Türkistan’a, menzilini yönlerim,

Ne mutluyum, onurluyum, Türk’üm türkü dinlerim.

 

İlk Kurt izi Ötüken’de deseler inanırım,

Ural-Altay dağlarına Yılkıyla tırmanırım.

Ata yurduma varınca Kurt postu donanırım.

Hangi soydaş neredendir lehçesinden anlarım,

Ne mutluyum, onurluyum, Türk’üm türkü dinlerim.

 

Sincan halkı, kızıl Çin’de Uygurların teberi,

Bilmiyorsan, oku öğren! tarihten al haberi.

Türklük kokar Ortaasya bozkırının her yeri,

Bilge Kaan yazıtında kazılıdır dünlerim.

Ne mutluyum, onurluyum, Türk’üm türkü dinlerim.

 

Azerbaycan bilirim ki, oğuz ata torunu,

Pek severim gardaşımın gardaşlık şuurunu.

Dedem Korkut diyarında Aliyev şiârını,

"İki devlet bir milletiz " dùsturuyla ünlerim.

Ne mutluyum, onurluyum, Türk’üm türkü dinlerim.

 

Gence, Şuşa, Nahçivan’dan iniversen aşağı

Tebriz ellerine kadar hamısı Türk uşağı.

Yüzyıllardır Rus, Ermeni ve de Acem uşağı

Zulmeyledi gardaşıma duydunuz mu? canlarım.

Ne mutluyum, onurluyum, Türk’üm türkü dinlerim.

 

Hiç anlamam poptan, cazdan, türkü söylerim gözüm!

Bağlamamın tellerinde bağlıdır yanık sözüm.

Yalnız Türkiyeli değil, Türkistanlıdır özüm,

Bizi bize anlatır bak! bin yıldır ozanlarım.

Ne mutluyum, onurluyum, Türk’üm türkü dinlerim.

 

Ben beni bileli dostlar! Türk tarihi okurum,

Göğsümdeki ay-yıldızı şiirlere dokurum.

Bazen şehit-şuhedâya gözyaşımı dökerim.

Tam onaltı bayrağımın gölgesinde "şan’larım"

Ne mutluyum, onurluyum, Türk’üm türkü dinlerim.

 

Ali Görgan

Edebiyat Defteri