Turkuaz Sevdam

 

Semerkant’tan Buhara’ya aslen şecerem bağlı,

Kırım-Tatar, Özbek, Kazak göbek dönmez Emmoğlu.

"Yâkutiler" Sibir’deki çınar kökü Türkoğlu,

Bir ok attım Türkistan’a, menzilini yönlerim,

Ne mutluyum, onurluyum, Türk’üm türkü dinlerim.

 

İlk Kurt izi Ötüken’de deseler inanırım,

Ural-Altay dağlarına Yılkıyla tırmanırım.

Ata yurduma varınca Kurt postu donanırım.

Hangi soydaş neredendir lehçesinden anlarım,

Ne mutluyum, onurluyum, Türk’üm türkü dinlerim.

 

Sincan halkı, kızıl Çin’de Uygurların teberi,

Bilmiyorsan, oku öğren! tarihten al haberi.

Türklük kokar Ortaasya bozkırının her yeri,

Bilge Kaan yazıtında kazılıdır dünlerim.

Ne mutluyum, onurluyum, Türk’üm türkü dinlerim.

 

Azerbaycan bilirim ki, oğuz ata torunu,

Pek severim gardaşımın gardaşlık şuurunu.

Dedem Korkut diyarında Aliyev şiârını,

"İki devlet bir milletiz " dùsturuyla ünlerim.

Ne mutluyum, onurluyum, Türk’üm türkü dinlerim.

 

Gence, Şuşa, Nahçivan’dan iniversen aşağı

Tebriz ellerine kadar hamısı Türk uşağı.

Yüzyıllardır Rus, Ermeni ve de Acem uşağı

Zulmeyledi gardaşıma duydunuz mu? canlarım.

Ne mutluyum, onurluyum, Türk’üm türkü dinlerim.

 

Hiç anlamam poptan, cazdan, türkü söylerim gözüm!

Bağlamamın tellerinde bağlıdır yanık sözüm.

Yalnız Türkiyeli değil, Türkistanlıdır özüm,

Bizi bize anlatır bak! bin yıldır ozanlarım.

Ne mutluyum, onurluyum, Türk’üm türkü dinlerim.

 

Ben beni bileli dostlar! Türk tarihi okurum,

Göğsümdeki ay-yıldızı şiirlere dokurum.

Bazen şehit-şuhedâya gözyaşımı dökerim.

Tam onaltı bayrağımın gölgesinde "şan’larım"

Ne mutluyum, onurluyum, Türk’üm türkü dinlerim.

 

Ali Görgan

Edebiyat Defteri

KARAKEÇİLİ TÜRKMENLERİ

 



XVI. yüz yılda Anadolu’da bu adla iki önemli oymağa rastlanmaktadır. Bunlardan biri Urfa, diğeri de Ankara bölgesinde yaşamaktaydı. Aynı yüz yılın ikinci yarısında Teke (Antalya) yöresinde de bu adla anılan küçük bir oymak mevcuttu. Ankara bölgesindeki Karakeçililerden bir kol Eskişehir bölgesine göçerek orada yurt tutmuş, bu koldan bazı obalar da Balıkesir bölgesinde yerleşmiştir. Urfa yöresindeki Karakeçililer hakkında en eski bilgi XV. yüz yılın ikinci yarısına kadar inmektedir. 

Bu sıralarda Karakeçililer, Akkeçili oymağı ile birlikte Mardin yöresinde yaşıyor ve Akkoyunlulardan Mardin Hükümdarı Cihangir Mirza’ya tâbi bulunuyordu. Uzun Hasan Bey, ağabeyi Cihangir Mirza ile mücadele ederken 1457 yılında Mardin yöresine girmiş ve Cihangir Mirza’ya bağlı olan Karakeçili ve Akkeçili oymaklarını göç ettirerek kendi ülkesine ait bir yere yerleştirmişti. Bu oymaklardan Akkeçililere dair başka bilgiye rastlanmamaktadır. Muhtemelen bunlar küçük gruplara bölünerek yeni adlar altında varlıklarını sürdürmüşlerdir. XVI. yüz yılda Kütahya yöresinde 27 obalı Akkeçili adlı bir oymak vardı. 

Fakat bunların Mardin yöresindeki Akkeçililerden farklı bir teşekkül olduğu anlaşılmaktadır. Karakeçililer ise XVI. yüz yıla ait Urfa sancağı tahrir defterlerinde zikredildikleri gibi adlarına mühimme defterlerindeki hüküm sûretlerinde de rastlanır. Bunlar, daha sonra Urfa’nın kuzeyindeki Siverek yöresiyle ona komşu yerlerde yurt tutmuştur. Bu arada Siverek’e bağlı Karakeçi köyü bu oymağa ait yerleşim merkezlerinden biridir. Malatya’ya bağlı Besni kazasındaki Karakeçi köyünün ise bunlara ait olup olmadığı bilinmemektedir. 

Belgelerde Urfa Karakeçilileri Akkeçililer gibi Kürt asıllı gösterilir. Ancak oymağı teşkil eden şahıslar arasında Yağmur, Gündoğmuş, Bayram, Güvendik, Sevündük, Budak, Kaya, Sarı, Satılmış gibi Türkçe adlar taşıyanlara rastlanması bu bilginin doğru olmadığını ve bölgede beraber yaşadıkları Kürt aşiretleri dolayısıyla böyle anıldıklarını düşündürmektedir. 

XVI. yüz yılda Sivas’ın batısından Ankara’nın güneydoğusuna kadar uzanan geniş sahada yaşayan ve Uluyörük Türkleri adıyla anılan topluluğun büyük oymaklarından birini Karakeçililer teşkil ediyordu. Uluyörük topluluğu “bölük” denilen 28 oymaktan meydana geliyor, bunlardan bazıları Ak Salur, Çepni, Dodurga gibi Oğuz boylarının adlarını taşıyordu. Bir kısmının da Ağçakoyunlu, İnallu gibi Oğuz asıllı oldukları bilinen bu topluluğun bazı oymakları ise Cungar (< Ca’ungar = sol kol), Çavurçı (> Caverçi) gibi isimlerle anılıyordu; dolayısıyla bu sonuncuların Moğol asıllı olabileceği düşünülmektedir. Karakeçililerin taşıdıkları ad sebebiyle Oğuz asıllı oldukları şüphesizdir. Bunlar umumiyetle Ankara’nın güneydoğusunda Bâlâ ile onun doğusundan geçen Kızılırmak arasındaki yörede ikamet etmekteydiler. Karakeçililerin bu yurtları eskiden beri kendi adlarıyla anılmaktaydı. Günümüzde bu yöre idarî bakımdan yine onların ismiyle anılan bir nahiye olup nahiyenin merkezi de Karakeçili adını taşımaktadır. 

Karakeçililer Şarkıpâre, Ortapâre ve Yüzdepâre adlarıyla üç kola ayrılan Uluyörük topluluğu içinde Yüzdepâre’ye mensup olup 33 kışlakta oturmakta ve bu kışlaklarda Uluyörük’ün diğer bütün bölükleri gibi çiftçilik yapmaktaydılar. Yazın gittikleri yaylada hem davarları, sığırları ve atları otlatmakta hem de dinlenerek kendilerini hasada hazırlamaktaydılar. Oymağın vergi veren nüfusuna gelince bu sayı XVI. yüz yılda 2757’dir. Bu nüfusa kadınlar, çocuklar, din adamları, sakatlar, çok yaşlılar, sipahiler ve sipahizâdeler dahil değildir. Vergi nüfusu dörtle çarpılırsa 11.028 rakamı çıkar ki bu sayı oymağın gerçek nüfusu hakkında bir fikir verebilir. Vergi veren Karakeçililer arasında Budak, Gündoğmuş, Tanrıverdi, Yıldırım, Güvendik, Sevündük, Yağmur, Durak, Yaramış, Türemiş, Satılmış, Durmuş, Aydın, Bektaş, Oğurlu, Bozca, İnal, Karaca, Bayat, Kazlı, Salur, Dede Balı, Arslan, Tuman, Ağca, Menteşe, Turahan, Eymür gibi Türkçe isim taşıyanlar pek çoktur. 

Eskişehir yöresinde bulunan Karakeçililer, Uluyörük arasındaki Karakeçililer’in bir koludur. Bu kolun Eskişehir yöresine ne zaman geldiği bilinmemektedir. Bu Karakeçililer’in pek çoğu günümüzde, adı geçen ilin merkez ve Seyitgazi ilçelerindeki yirmiden fazla köyde oturmaktadır. Bunlar, uzun süreden beni her yıl eylül ayında kadınlar da dahil olmak üzere kalabalık bir halde Söğüt’te toplanarak Ertuğrul Gazi’nin türbesini ziyaret etmekte ve burada ziyafet ve şenlikler düzenlemektedirler. II. Abdülhamit bu şenliğe resmî bir hüviyet de verdirmişti. Buna göre bölgedeki en büyük mülkî ve askerî âmirlerle diğer görevliler, pek çoğunu Karakeçililerin meydana getirdiği kafilenin başında yürüyerek türbeyi ziyaret edecekler, ziyaretten sonra günün önemini belirten konuşmalar yapacaklar, ardından askerî bando Osmanlı marşları çalacaktı. 

Bu program imparatorluk sona erinceye kadar düzenli bir şekilde uygulanmıştır. Ayrıca II. Abdülhamit, Karakeçililere mensup seçme gençlerden 200 kişilik mızraklı bir bölük teşkil ettirmiştir. Bu bölüğe Söğütlü Maiyet Bölüğü adı verilmişti. Bunlar cuma selâmlığı ile diğer merasimlerde sarayda yakın ilgi görmüş ve takdir kazanmışlardı. Bölüğün yine Karakeçililerden olan kumandanı Mehmet Efendi, bölüğe mensup bir hemşehrisiyle birlikte Sultan Abdülhamit’in yatak odasının yanında yatardı. II. Abdülhamit onlardan “öz hemşehrilerim” şeklinde söz ettiği gibi Alman İmparatoru Wilhelm’e de Söğütlü Maiyet Bölüğü mensuplarını “akrabalarım” diye tanıtmıştı. 

Eskişehir bölgesindeki Karakeçililerden birçok oba XIX. yüz yılda Balıkesir yöresine göçmüş ve merkez ilçe ile İvrindi ve Balya ilçelerinde yurt tutmuştur. Bunlar günümüzde de adı geçen ilçelerdeki köylerde oturmaktadır. Bilhassa bu Karakeçililer zamanımızda her yerde aranan ve beğenilen güzel halılar dokumaktadır. Karakeçili halılarına diğer Yörük oymaklarının halılarında da görüldüğü gibi hendesî motifler hâkimdir ve bunlar Karakeçili halılarının karakteristiğini teşkil eder. 

Urfa, Ankara, Eskişehir bölgesi dışında bir kısım cemaatlerin Teke ve İçel yöresinde bulunduğu dikkati çekmektedir. 975 (1568) yılına ait bir hükümde, Karakeçili adlı bir cemaatin Karaman ilinde bir sipahinin raiyyeti iken yirmi otuz yıldan beri Teke sancağında yaşadığı için oymağın adının Teke sancağı defterine kaydedilmesi emredilmişti. Teke sancağındaki bu Karakeçili oymağı hakkında başka bilgi yoktur. Ancak zamanımızda İçel’de yaşamakta olan oymaklar arasında Karakeçili adlı bir oymak da bulunmaktadır. Bu oymağın XVI. yüz yılda Teke’de yaşayan Karakeçililer veya onların bir kolu olması mümkündür. Bugün Türkiye’de Karakeçili adını taşıyan bazı köylere rastlanmaktadır. 

Siverek’e ve Besni’ye bağlı Karakeçi adlı köylerle Uluyörük’e mensup Karakeçililerin bulunduğu nahiye ve nahiye merkezi dışında Çorum şehrinde bir mahalle, yine Çorum’a bağlı İskilip ve Sungurlu kazalarında birer köy Karakeçili adıyla bilinmektedir. Bu durum, vaktiyle Çorum yöresine nüfusu az olmayan bir Karakeçili oymağının yerleşmiş olduğunu göstermektedir. 

Ancak bunların Uluyörük Karakeçililerinin bir kolu olup olmadığını tesbit zordur. Karakeçili adını taşıyan iki köy de Manisa’nın Salihli ve Gördes ilçelerinde görülmektedir.

 

–Prof. Dr. Faruk Sümer– 


BOŞNAKLARIN KÖKENİ

Doç.Dr.Aydın Budak

Boşnak-Başnak: Kaşgarlı Mahmut (1072-1073) yılında yazdığı Divan-ı Lugat’it Türk adlı eserinde “Bizans-Rum ülkesine en yakın oturan Türk boyu Peçeneklerdir” demektedir. “Başnak” kelimesini de “başında tolgası, sırtında zırhı olmayan er” şeklinde açıklamaktadır.

Bizanslı Eflatuncu filozof-devlet adamı (1018 – 1078) Michael Psellos 967-1077 olaylarını anlattığı Khronographia (Vakayiname) adlı kitabında Balkanları tamamen hakimiyetleri altına alan 1050 yılında da bütün Trakya’yı işgal eden Peçenekleri anlatırken çağdaşı Kaşgarlı Mahmut’la aynı ifadeyi kullanıyor:

“Peçenekler zırh giymez ve başları miğfersizdir. Kalkan da taşımazlar. Savaşta bağırarak saldırırlar, püskürttükleri düşman askerlerini takipederek öldürürler. Derin vadilerde ve uçurumlarda yaşarlar. Ölüm karşısında korku bilmezler.”

Bir doğulu bilginin Başnaklar, bir Bizanslı tarih yazarının da Peçenek Türkleri hakkında aynı ifadeleri kullanmaları Peçeneklerle Başnakların aralarında bir köken farkının olmadığını göstermektedir.

Türkolog N. A. Baskalov, Türk Menşeli Rus Aile Adları adlı kitabında Peçenek kelimesini Peçe-on-ok şeklinde tahlil edip peçe=bey; arı beyi; Peçenek’in de Onokların beyi anlamına geldiğini söylüyor. Aynı mantıkla hareket ettiğimizde Başnakların Peçenek boylarından biri olduğunu ve Başnak sözünün baş+on+ok’tan kısaldığını kabul etmemiz mümkündür

Bağdatlı Mesudî 941 yılında yazdığı Mürucü’z-Zeheb (Altın Çayırlar) adlı eserinde Hazarlarlla Alanlara yakın ve bunlarla batı arasında 4 Türk kavmi bulunduğunu, bunların en cesurlarının Bacnak olduğunu kaydediyor. Mesudî’nin sıraladığı bu dört boydan Bacgard ve Nükerdeler Macar asıllı Bacnak ve Becneler ise Peçenek boylarıdır.

Bütün bu ifadeler Mesudî’de adı geçen Bacnakların Kaşkarlı’nın bahsettiği Başnaklar olduğunu şüphe bırakmamaktadır.

Bugün ne sebep ve hangi mantıkla olduğunu anlayamadığımız bir şekilde Boşnak-Başnakların Osmanlı döneminde İslamiyeti kabul etmiş bir Balkan kavmi olduğu fikri ön plana çıkarılıyor. Hâlbuki yine 11. asırda yaşamış bulunan Endülüslü El-Bekrî o asırda İslamiyet’in Peçenekler arasında iyice yayıldığını, hatta Peçenekler arasından İslam dini âlimlerinin çıktığını söylüyor

11. Asırda henüz Kayı Boyu’nun Osmanlı Devletini kurmadığı göz önünde tutulursa Boşnakların Osmanlı fütuhatı döneminde Müslümanlığı kabul ettiği iddiası boşa çıkmaktadır. Yakın tarihlerde Sırp zulmüne uğramış olan Boşnaklar Müslüman bir topluluktur, ama her şeyden önce Türk’türler.

Yard. Doç. Dr. Aydın BUDAK

BUDAK Aydın: “Yurdumuza Yerleşen Oğuz-Türkmen Boyları ve Bazı Yer Adları”, Gaziosmanpaşa Üniversitesi Yayınları

***

KUMAN-PEÇENEK DEVLETİ (Doç.Dr.Hüseyin Memişoğlu)

Miladi 1034 yılından itibaren Peçenek ve Kuman Türklerinin, Rodop'lar , Batı Trakya ile Pirin ve Vardar Makedonyası bölgelerine, hatta İstanbul surları önüne kadar inmeleri, Bizans'ı çok ciddi olarak telaşlandırmıştır. Bu nedenle Bizanslılar , 1050 yılında büyük bir ordu teşkil edip Peçenek ve Kuman Türklerinin üzerlerine sevk etmişlerdir. Fakat, Bizanslılar büyük bir yenilgiye uğrayınca barış andlaşması yapılarak Bizans devleti vergiye bağlanmıştır.

Bu andlaşmayı takip eden 30 yıllık süre içerisinde Rodoplar, Batı Trakya ve Makedonya Peçenek Türklerine tabî olan Kuman Türklerine terk edilmiştir. Peçenek Türkleri ise, Kosova, Yeni Pazar ve Bosna'ya doğru çekilmişlerdir.

Kuman Türkleri miladî 1087'de Peçenek Türkleri ile birlikte Bulgaristan, Makedonya, Yeni Pazar, Kosova, Bosna ve Arnavutluğu içine alan ve başkenti Kumanova olan "Kuman-Peçenek Türk Federasyonu" nu kurmayı başarmışlardır. Fakat bu iki kardeş Türk kavmi Bizanslılarla ve gayri Türk unsurlarla savaşacakları yerde, birbirleriyle savaşarak "milli birliği" yıkmışlardır. Bu nedenle 1087 yılında kurulmuş olan "Kuman-Peçenek Türk Federasyonu" 1091 yılında yıkılarak varlığını ve politik fonksiyonunu tarihin karanlıklarına terk etmiştir.

POMAK TÜRKLERİ

Doç.Dr. Hüseyin MEMİŞOĞLU

ANKARA TACETTİN DERGAHI'NDAKİ TARİHİ SIR !

 


Ankara’da Tacettin Mahallesi’ndeki ev 30 Ekim 1949’da müzeye çevrildi.

Peki bu evi değerli kılan neydi?

Bu kiralık evde Eşref, Mehmet ve Hasan adında üç kişi yaşıyordu.

Üçünün ortak noktası milletvekili oluşlarıydı. 1921 senesinin Mayıs ayında bu eve bir mektup ulaştı.. Mustafa adında bir zata geliyordu.

Mustafa kim miydi?

Mustafa, bu evde yaşayan o üç milletvekiliyle yakınlık kurmuş bir Hintliydi. Mustafa’nın kesin bir adresi olmadığı için bu adresi “mektuplaşmak için” kullanıyordu. Kendisine gönderilen mektuplar bu eve ulaşıyor, Mustafa da mektuplarını buradan alıyordu. Ve yine bir gün bir mektup ulaştı.

Evdeki mebuslardan adı Mehmet olan, yarı açık vaziyetteki mektubu alıp içine baktı. Zarfın içinde boş sayfalar vardı. “İnsan neden birine boş sayfalar gönderir ki!” diye düşündü.. Şüphelendi. Mektup özel bir yöntemle yazılmış, gizli bilgiler içeriyordu. Hemen bir kimyager bulundu. Avni Refik (Bekman) özel bir solüsyonla ile mektupta yazılanları gün ışığına çıkardı! Mustafa gözaltına alındı.

Ve her şeyi itiraf etti.. Bu Hintli Mustafa bir İngiliz ajanıydı.

Şubat 1919’da Afgan Emiri Habibullah’ı öldürmüş, ardından Mustafa Kemal Paşa’ya suikast düzenlemek için Ankara’ya gitmişti. Ankara’da herkesle dost gibi görünüyor, casus olarak bilgi topluyor, Atatürk’ü öldürmek için fırsat kolluyor ve...mektuplarıyla İngilizlere gelişmeleri bildiriyordu. Evet, amacı İngilizlerin isteğiyle Atatürk’ü ortadan kaldırmaktı. İşte o görünmez mürekkeple yazılan mektupta da Atatürk’ü öldürmesi için başarılar dileniyordu.

Neticede suçunu itiraf etti ve 24 Mayıs 1921’de idam edildi..

Evin duvarları birçok hadiseye tanıklık etmiştir. Atatürk’e suikastı bu evde yaşayan Mehmet adındaki kişi ortaya çıkarmıştı.

O mektuptan şüphelenmese belki Mustafa Kemal Paşa, Hintli Mustafa haini tarafından öldürülecekti.. Bu evi değerli kılan başka bir özellik daha vardı, ne mi? İstiklal Marşı işte bu gecekondu evde yazılmıştı.

Mustafa Sagir’in yakalanmasını sağlayarak Atatürk’e suikastı önleyen kişi bu evde yaşamış olan

Burdur Mebusu Mehmet yani

Mehmet Akif Ersoy’dan başkası değildi..Bilgisizlik ve cehalet karanlığının hüküm sürerek, her gün daha da arttığı günümüzde, aydınlık yarınlar için

bu bilgileri Türk gençlerimizden

lütfen esirgemeyin.

Prof. Dr. Kenan Aydın

Not;

Bahsigeçen milletvekilleri

Burdur Milletvekili M.Akif Ersoy

Balikesir Milletvekili Hasan Basri Çantay

Adana Milletvekili Dr.Eşref Akman

Sümerli Ludingirra'ya Göre, Sümerliler Orta Asya'dan Göç Etmişler

 


Bu ülkeye atalarım binlerce yıl önce göç etmişler. Neden göç ettiklerini, o zaman yazı bilmediklerinden yazamamışlar. Ancak atadan ataya söylene söylene kulağımıza gelen bazı öyküler var.

Yazımız icat edilip bir hayli geliştikten sonra, meraklı saray yazıcıları ve arşivcileri, şu ya da bu konuyu yazarken biraz değinmişler bunlara.

Kuzeydoğudaki dağlık bir ülkeden gelmişler. Ama bir kısmının da doğudaki “Dilmun” denilen bir yerden deniz yoluyla geldikleri söyleniyor.

Göçlerinin nedeni de, sıcak ve yağmurlu olan ülkelerinde her nedense büyük bir kuraklığın başlamasıymış.

Ne tahıl üretebilmiş ne hayvan besleyebilmişler.

Bakmışlar ki açlık ve yoksulluktan ulusumuz yok olacak, gruplar halinde ülkelerini bırakıp çeşitli yönlere doğru göç etmeye başlamışlar.

Benim atalarımın grubu da güneye doğru inmiş. Ancak bu yolculuk hiç de öyle kolay olmamış.

Geldikleri yer çok uzakmış. Yolda aşılması pek güç olan dağlar varmış. Hayvanları, çoluk çocukları, çadırlarıyla yıllar sürmüş bu göçleri.

Yollarda bazen yiyecek, bazen su bulamamışlar. Çeşitli hastalıklara tutulmuşlar. Ölenler, kalanlar olmuş. Sonunda güç belâ bugünkü topraklarımıza ulaşmışlar.

Bir de ne görsünler; iki büyük ırmak şırıl şırıl akıp duruyor, çevreleri alabildiğine dümdüz bir ova.

Ancak her yer bataklık, sazlar ve kamışlarla kaplı. Kimi yerleri ise kupkuru Bu kuruluktan çatlak çatlak olmuş toprak.

Atalarım hemen kolları sıvamış; çoluk çocuk, kadın erkek demeden bütün güçleriyle çalışmaya koyulmuşlar.

İki ırmak arasına kazmalarla suyolları, kanallar açarak bataklıkları kurutmuşlar. Kuruyan bataklığın toprağı da öyle verimli olmuş ki, ne ektiyseler tutmuş ve büyümüş.

Buranın havası çok sıcak olduğundan, kanalların açılması öyle hesaplanmış ki, hem toprağı kurutmaya hem de sulamaya yarayacak.

Kısa zamanda her yer tarlalar, bağlar ve bahçelerle kaplanmış. Bu arada evleri, tapınaklarıyla kentler kurulmaya başlamış.

 

SÜMERLİ LUDİNGİRRA TÜRK MÜ

 

“Güneş Dil Teorisi”ne sadece Hitit kazıları neden olmadı.

Prof. Samuel Noah Kramer (1897-1990) Sümeroloji’nin kurucusuydu.

“Tarih Sümer’de Başlar” kitabında birçok uzman arkadaşıyla aynı saptamayı yaptı: Büyük uygarlık kurucusu Sümerler, Mezopotamya’ya dışarıdan geldiler.

Nereden gelmişlerdi?

Muazzez İlmiye Çığ (ki Prof. Kramer’in yardımcısıydı) Sümer yazıtlardan yola çıkarak, 1996’da “Sümerli Ludingirra” adlı kitabı yazdı.

Öğretmen-yazar Ludingirra anılarında, atalarının kuzeydoğudaki dağlık bölgeden kuraklık sonucu geldiklerini anlatıyor! (Sayfa 14)

Ludingirra yazdıkları, Türkler’in kuraklık sonucu Anadolu’ya göç ettikleri iddiasındaki “Türk tarih tezi”ni doğruluyordu. (Eğer Ludingirra’ya inanmıyorsanız “Gılgamış Destanı”nı hiç okumayın!)

 

O yıllarda “Güneş Dil Teorisi”nin düşünsel kaynağı çoktu.

Bunlardan biri de Sir Canon George Rawlinson (1812-1902) idi.

Sümerler’ in Asya’dan gelmiş Türk kavmi olduğunu ileri sürdü. Buna kanıt olarak, Sümer diliyle Türkçe’nin benzerliğini gösterdi; ikisi de bitişimli dillerdendi.

Keza Sümerce’ye benzeyen Türkçe kelime sayısı hayli fazlaydı. (Kia: Kıyı; Temen: Temel; Ghir: Kırmak; Kouch: Kuşak gibi.)

Rawlinson tezine göre, Sümerlerin “ataları” Türk’tü.

İsviçreli Cenevre Üniversitesi Rektörü Prof. Eugene Pittard (1867-1962), Türk göç dalgalarının Avrupa’yı nasıl etkilediğini yazıp; uygarlığın kökünün Asya olduğu tezini ortaya attı.

 

Muazzez İlmiye Çığ, Sümerli Ludingirra, 2. Tablet

· Alıntı Arif Cengiz Erman


Hz. MUHAMMED TÜRK MÜDÜR?

 


Hz. MUHAMMED TÜRK MÜDÜR?

 

Hz. Muhammed Türk müydü? Günümüzün tarih araştırmacıları uzun zamandır İslam Dininin Ulu Önderi Hz. Mu-hammed hakkında bir takım araştırma yapmışlardır. Araştırmanın maksadı; Yüce Peygamberimizin Arap olup olmadığını ortaya koymaktı. Araştırmacıları böyle bir araştırmaya yönelten sebep; Mustafa Kemal Atatürk’ün Peygamberimiz hakkında söylediği sözlerdir. Bir başka sebep; Peygamberimizin Türklerle ilgili sözleridir. Araştırmacılar, Hz. Mu-hammed’in söylediği sözlerin sahih (doğru) olup olmadığını derinlemesine takip etmişler, doğruluğundan emin olduktan sonra konuyla ilgili makaleler ve kitaplar yazmışlardır.

 

Mustafa Kemal Atatürk, Türk Tarih Kurumu’nun 1932 yılında tertiplediği konferansa katılmış, konuyla ilgili şu konuşmaları yapmıştır. O konuşmalardan bazı alıntılar: “Milliyet teorisini, milliyet ülküsünü çözüp, dağıtmaya çalışan teorilerin Dünya üzerinde uygulama kabiliyeti bulunmamıştır. Çünkü tarih, olayları hadiseler, gözlemler, insanlar ve milletler için her zaman milliyetin hâkim olduğunu göstermektedir. Bugün Türk çocukları biliyor ve bilecekler ki onlar yalnız

dört yüz çadırlık bir aşiretten değil, on bin yıllık arî, medeni ve yüce bir ırktan gelen yüksek kabiliyetli bir millettendirler.” “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Eğer yazan yapana sadık kalmaz ise değişik olan hakikatler şüpheli bir şekil alır. Böylece de beşeriyetin yolunu değiştirirler” “Biz daima hakikati arayan ve onu buldukça ve bulduğumuza kani oldukça süslemeye cesaret gösteren insanlar olmalıyız. Her şeyden evvel kendi inisiyatifimizi ve de milli süzgecinizi kullanınız. Çünkü tarihi hadiseler ve müşahedeler insanlar ve milletler arasında hep milliyetin hâkim olduğunu göstermiştir. Dünyanın bize hürmet etmesini istiyorsak, ilk önce biz kendi benliğimize ve de milletimize bu hürmeti, hissi, fikri ve fiili olarak bütün davranış ve hareketlerimizle gösterelim. Bilelim ki, milli benliğini bulamayan milletler başka milletlerin esiridirler” “Eğer araştırırsanız Peygamberimizin Türk olduğunu ispat edebilirsiniz.”

 

Araştırmacı yazar Muharrem Kılıç, Mustafa Kemal Atatürk’ün bu tespitlerinin ve araştırma tavsiyelerinin izlerini sürmüştür. Bu yolda ciddi mesafeler alan Muharrem Kılıç’ın “Gizlenen Türk Tarihi/Hz. Muhammed” isimli kitabında iki noktaya temas edilmiştir.

 

a-) Naakal Tabletleri ile ortaya çıkan MU Uygarlığının (Güneş İmparatorluğu) bir Türk Uygarlığı olduğudur. MU Kıtası’nın “Büyük Tufan” ile yok olduğunda, bu uygarlığın Uygur Türkleri aracılığı ile dünyanın muhtelif yerlerine dağıldığı iddiası (Aztekler, Mayalar, İnkalar gibi) sağlam kanıt, bulgu ve bilgilerle belirtilmiştir. Sümerler, bu uygarlığın devamıdır; yani öz be öz Türk’tür ve dilleri de Turanî bir dildir. Tespitlere göre o dönemlerde Türk Dili, insanlığın ortak diliydi. Elde edilen bu tespitler, Atatürk’ün Güneş-Dil Teorisi’ni yeniden gündeme taşımıştır.

 

b-) Museviler, Hz. İbrahim’in Yahudi olduğunu iddia ederler; ancak Kuran-ı Kerim, Hz. İbrahim’in Yahudi olmadığını belirtmektedir. Bizim için esas olan Kuran olduğuna göre bu iddialara itibar edemeyiz. Kaldı ki; yerli ve yabancı bütün araştırmacılar, Sümer uygarlığını araştırmışlar, Sümerlerin Türk olduğu noktasında fikir birliğine varmışlardır. Bilindiği üzere, Hz. İbrahim, Sümer asıllı bir kral, aynı zaman da bir peygamberdi. İslam Önderi de Hz. İbrahim’in neslinden gelmiştir ki; bunu bizzat kendi ifadelerinden anlıyoruz. Araştırmacı Yazar Muharrem Kılıç, “Gizlenen Türk Tarihi ve Hz. Muhammed” isimli kitabında İslam Önderinin kısa ve uzun şeceresini çıkarmış; çıkardığı şecereleri de pek çok delillere dayandırmıştır.

 

O delillerden bazıları şöyledir:

 

a-) Hz. Muhammed’i Medine’ye davet eden Evs ve Hazreç kabileleri Sümer asıllı idiler. Sümerlerin dağılışı sırasında Yemen’e göç etmişlerdi. Medine’ye gelişleri daha sonradır. Biatlerinde; “Muhammed bizdendir” demişler ve Hz. Peygamberde; ”kanınız kanımızdır” diye karşılık vermiştir.

 

b-) Kureyş ileri gelenleri, Ebu Talip’in yanına gelerek ona; ya yeğenini susturup davalarından vazgeçmesini ya da Türk yurtlarına (öz yurtlarına) çekip gitmelerini tavsiye etmişlerdi. Peygamberimizin amcası Ebu Talip, bu tehditlere 94 beyitten oluşan “Kaside-i Lamiyye” ile cevap vermiştir.

 

İşte o kasideden bazı bölümler:

 

“Düşman bizim gücümüze boyun eğip kahroluyor. Hâlbuki onlar bizim Türk ve Aftalitlerin kapılarına sığınmamızı isterler. Allah’ın evine ant olsun ki, sizler yalan söylüyorsunuz. İşleri karmakarışık etmeden ne Medine’yi terk, ne de buralardan Türk yurtlarına gitmeyeceğiz…”

 

Ebu Talip’in bu şiirinde Türkler yanında “Aftalitler” yani Ak hunlardan söz etmesi oldukça ilginç ve önemlidir. Demek ki Araplar, Hz. Peygamber’in soyunu çok iyi biliyorlardı ama yüzyıllar boyu bu gerçeği gizlemişlerdir.

 

c-) Hz. Peygamberin torunu Hz. Hüseyin’in Kerbela olayından önce Türk yurtlarına gitme isteği Yezit tarafından reddedilmişti. Çünkü Yezit biliyordu ki; Hz. Hüseyin Horasan’a giderse, soydaşlarıyla birleşip, tekrar dönecekti…

 

d-) Bir gün Hz. Muhammed, ashaplarıyla otururken bilinmeyen bir dille; “ne güzel üzüm” buyurdu. Sahabe anlamamış ve “Ya Muhammed, Arapça konuş” dedi. İslam Peygamberi; “durun, yakınmayın. Ben köküm olan Hz. İbrahim dili ile konuşuyorum. Arap benden ama ben Arap’tan değilim” diye cevap verdi. İslam Peygamberinin Türklerle ilgili pek çok sözü mevcuttur. Araştırmacılar, sözlerin sahih olup olmadığını iyice tetkik ettikten sonra sahih olduğuna karar vermişlerdir.

 

O sahih (doğru) hadislerden bazıları:

 

a-) İstanbul mutlaka fethedilecektir. İstanbul’u fethedecek olan kumandan ne güzel kumandan, askerleri ne güzel askerdir.

 

b-) Türk dilini mutlaka öğreniniz. Çünkü onlar, İslam dinini dünyaya yayacaklardır.

 

c-) Türkler sizlerle savaşmadıkça, onlarla savaşmayınız. İslam Peygamberinin, Türklerin yaptığı kıl çadırdan istemesi ve kıl çadırda bir süre kaldığı da kayıtlarda mevcuttur. Ayrıca; Türklerden bahsederken sürekli olarak Kanturaoğulları demesi araştırmacıları bu yöne sevk etmiştir. Yapılan araştırmalar, Hz. İbrahim’in Mısır’a gittiğini ve orada hüküm sürmekte olan Hikoslar diye kayıtlara geçen Sümer Türk Hanedanı’nın Kantura isimli kızı ile (prenses) evlendiğini, Prenses Kantura’nın daha sonra Hacer adını aldığını ortaya koymuştur. (Azeri alfabesinde K ve H harflerinin arasında bir harf olan kalın hançereli H için kullanılan X harfi vardır. Burada bahsi geçen Kantura ismi kalın hançereli Hantura olmalı. Azerice yazılışı Xantura) Arap kaynaklarında Kantura’nın Türk Hakanının kızı olduğuna dair pek çok bilgiler mevcuttur. İbnü’l İbri, Kantura’nın hiç tereddütsüz Türk Hakanının kızı olduğunu kaydetmektedir. (Muharrem Kılıç. 119- İbnü’l İbri, Tarihu Muhtarasu’d Düvet Beyrut, s. 14’den nakil)

 

Konuya ışık tutan bir başka kaynak ise, Süryani Tarihçi Ebul Ferec’in “Tarih-i Muhtasar’ud düvel” isimli kitabının 23. sayfasında da Hz. İbrahim’in Türk Hükümdarının kızı Kantura ile evlendiğini ve Kantura’nın da Hacer ismini aldığına dair ciddi bilgiler vardır. (M.Kılıç 181)

 

İslam Peygamberi, Türkleri tarif ederken; “Suratları örs üzerinde çekiç ile dövülmüş gibi serttir” “Onlar, kıldan çadır-larda otururlar ve kıldan çarık giyerler. Onlar, çok iyi ata binerler ve at sırtında ok atarlar, kılıç kullanırlar.”

 

Toparlayacak olursak: Bilindiği üzere Mustafa Kemal Atatürk iyi bir okuyucudur. Tarihe, tarihimize ve İslam Dini’ne olan düşkünlüğü bilinmektedir. Atatürk, bu ilgisinden dolayı Türk soyunun izlerini sürmek için Tahsin Mayatepek’i üç yıllığına Meksika’ya Maslahatgüzarı olarak görevlendirmiştir. Mayatepek, ilk olarak tarih ve dil üzerinde araştırma yapmıştır. Orta Amerika’da Maya kültüründeki “Güneş Kültü” ve “Güneşe Tapınma Eyleminin Orta Asya’daki güneş kültü ile olan ilişkilerini Maya Dili ile Türkçe ve diğer Asya dillerinin ilişkilerini incelemiştir. Mayatepek, araştırma sonuçlarını 14 rapor halinde hem Atatürk’e ve hem de Türk Dil Kurumu’na yollamıştır. Yollanan raporları büyük bir dikkatle inceleyen Mustafa Kemal Atatürk, Mayaların Türk olduğunu ve kullanılan dillerin de Türk dili olduğuna kanaat getirmiştir. Ayrıca Mustafa Kemal Atatürk, ateistliği ile bilinen Tahsin Mayatepek’in ilerleyen dönemlerde, İslam dini ve onun önderi hakkındaki yanlış-kasıtlı bilgiler verdiğini görünce raporların kendisine değil, Türk Dil Kurumuna göndermesini istemiştir.

 

Peygamberimizin her hali ve duruşu dikkat çekicidir. Peygamberimiz ile ilgili ortaya atılan bu iddialar üzerine âcizane bir dizi araştırma yaptım ve edindiğim sonuçları aktarmaya çalıştım, Amacım; İslam Önder’inin ille de Türk olduğunu iddia etmek değildir. Onun insanlığa gönderilmiş bir uyarıcı, bir kurtarıcı olması.

 

Allah’ın (c.c) Peygamberi olması; İslam Önderine inanmamız ve onun izini takip etmemiz için yeterli sebeplerdir. Onu daha çok sevebilmek için başka sebepler aramanın hiçbir mantığı yoktur; ancak yıllar süren bu çalışmalara saygı duyulması gerekir. Zira bu çalışmaların her bir satırında bir özveri, bir emek vardır. Bu sebeple; varılan sonuçlar doğru olabilir. Görülen o ki; iddiaların güçlü delillere dayandırılması doğruluk oranını bir hayli artırmıştır. Beklentimiz şudur ki; tarihin tozlu sayfalarında insanlardan gizlenen pek çok gerçeğin bir gün, gün ışığına çıkarılmasıdır. Karanlıkta bırakılan hiçbir gerçek sonsuza kadar gizli tutulamaz.

 

Bir başka kaynak: Yenimesaj Tv. Hz. Muhammed Türk müdür? Hasan Çakır

 

Ana Karakterler:

Atatürk, Hz. Muhammed


Halit DURUCAN


.