"Atımın
ayak bastığı her yer toprağımdır" diyecek kadar kendine güvenen bir lider.
Dünyanın en büyük askeri dehalarından sayılan bir hükümdar: Atilla.
Atilla,
Volga nehri kıyısında 395 yılında dünyaya geldi. Babası 13 yaşında öldükten
sonra amcası onu bozkırda tek başına yaşarken buldu ve himayesine aldı.
Gençliğini amcasının yanında devlet işlerinde ve savaşlarda geçirerek
tecrübelendi. Daha sonra amcasıyla beraber kavimler göçüne katılarak, Orta
Asya'nın bozkırından İtalya'ya kadar ilerlediler. Amcası Rua'nın hükümdarlığı
döneminde Batı Roma İmparatorluğu ile Hunlar ittifak halindeydi. Bu yüzden
Atilla, bir dönem Roma'da yaşamış ve böylelikle ileride düşmanı olacak bu
insanları yakından gözleme imkânı bulmuştu.
434
yılında amcasının ölümüyle, Atilla ve kardeşi Bleda iki hükümdar olarak tahta
geçtiler. 5 yıl boyunca Orta Asya'nın bir bölümü, Karadeniz'in kuzeyi ve
Avrupa'nın bir kısmını içine alan topraklarında kendilerine isyan eden veya
boyunduruk altında bulunmayı kabul etmeyen kabileleri dize getirdiler. Bu 5
yılın sonunda Vizigotlar, Vandallar, Tursulingler ve Cermenler gibi pek çok
savaşçı kavmi tek bayrak altında birleştirmeyi başardılar. Bir yandan da zayıf
Bizans'ın kendilerine karşı hata yapmasını bekliyorlardı. Bir süre sonra
beklenen hata gerçekleşti ve Margos şehrindeki eski Hun mezarları talan edildi.
Bunu duyan Atilla, "atalarımın ruhlarını rahatsız ettiniz" diyerek
ordusuyla yola çıktı ve Margos şehrini yerle bir etti. Bizans imparatoru II.
Theodosius, bu durum karşısında savaş istemedi. Atilla'nın şartlarını kabul ederek
olayı kapattı. Bu olaylardan sonra herkes Bizans İmparatorluğu'nun Hunlara
dayanamayacak güçte olduğunu görmüş oldu. Avrupa'nın kullandığı silahlara göre
çok daha ileri seviyede olan Hun ordusu, 2 yıl sonra büyük bir sefere çıktı.
Her savaşta kale surlarının arkasına saklanan ve savunma yapan Avrupalılara
karşı Atilla'nın yeni silahları vardı. Atilla ve Bleda, mancınıklar, kuleler ve
büyük koçbaşları ile dört bir yandan balkanlara girdi. Niş (Sırbistan), Sofya
(Bulgaristan), Filibe (Bulgaristan) ve Lüleburgaz (Türkiye) şehirleri çok kısa
bir zamanda harap edildi.
Atilla
bir askerdi ve tüm dünyayı fethetmek istiyordu. Ama kardeşi Bleda savaş yanlısı
değildi ve Atilla'yı her zaman kısıtlıyordu. Bu sefer sırasında Atilla ile
Bleda'nın arası bozuldu. Kısa bir süre sonrada Bleda çadırında hançerlenmiş bir
şekilde ölü bulundu. Bazı tarihçiler bunu Atilla'nın yaptığını söylese de
gerçek hiçbir zaman öğrenilemedi. Atilla artık tek hükümdardı ve askerlerinin
ona güveni tamdı. Kardeşinin ölümünden sonra hiç beklemeden Bizans'ın üstüne
yürüdü. Gerçekleşen meydan savaşında Hun atlıları Bizans askerlerinin üstünden
geçti. Atilla orduyu iki kola ayırarak savunmasız Bizans topraklarına girdi.
Bir kolu Yunanistan tarafına göndererek, Mora yarımadasını fethetti. Kendisi ise
Bizans'ın başkenti Kostantiniyye'ye yürüdü. Atilla bugünkü Büyükçekmece'ye
kadar gelince, Kostantiniyye elden gidecek korkusuyla Bizans'ın paçaları
tutuştu ve anlaşma istedi. Bizans çok ağır koşullarda bir anlaşma imzaladı.
Tarihçilerin
yazdıklarına göre Atilla'nın istediği vergiyi verebilmek için Bizans
İmparatorluğu pek çok asilzadenin servetine el koymuş, halk isyan etmiş ve
ekonominin çökmesinden dolayı birçok insan ölmüş veya intihar etmiştir. Bu
olaydan sonra Bizans tamamen itaat altına alınmış ve sıra Batı Roma
İmparatorluğuna gelmişti.
Tüm bunlar olurken Atilla için ilginç bir gelişme
oldu. Batı Roma İmparatoru III. Valentinianus'un kız kardeşi Justa Grata
Honoria gizlice Atilla'ya bir yüzük göndererek kendisiyle evlenmek istediğini
söylemişti. Atilla ise bu teklifi kabul etti ama III. Valentinianus'dan çeyiz
olarak imparatorluğun yarısını istedi. İmparator bunu reddetti ve savaş patlak
verdi. 20 Haziran 451 günü Katolon ovasında 2 ordu karşı karşıya geldi. 24 saat
süren savaşın sonunda iki tarafta çok büyük kayıplar verse de, bozguna uğrayan
ve tamamen dağılan taraf Roma ordusu oldu. Herkes Atilla'nın kaçan Roma
ordusunu takip etmesini beklerken, o tüm ordusuyla Alp dağlarını aşarken
İtalya'nın kalbine, savunmasız Roma'ya doğru ilerlemeye başladı. Yol üstünde
kendisine direnen pek çok şehri harabeye çevirdi. Ama Atilla sözüne sadık bir
hükümdardı. Direnmeden teslim olan Milan ve Pavia gibi şehirlerde, söz verdiği
gibi kan dökmeden ayrıldı. Atilla aman dileyene dokunmuyordu. Fakat karşısında
kılıç çekene de hiç acımıyordu. Tüm İtalya dehşet içerisindeydi. Herkes
"Hunlar geliyor" diyerek köylerini bırakıp kaçıyorlardı. Batı Roma
İmparatoru III. Valentinianus, Bizans İmparatorluğu'ndan, Atilla'ya düşman
kabilelerden, herkesten yardım talep etmesine rağmen Atilla korkusundan hiç
kimse gelmedi. Artık Batı Roma yalnızdı. Senatörler, savaşmadan teslim olan
şehirlere dokunmadığını hatırlatarak merhamet istemek gerektiği kararına
vardılar. Papa I. Leon önderliğinde Atilla'nın ayağına gidecek ve merhamet
dileyecek bir heyet hazırlanarak yüklü miktarda altınla birlikte yola çıktı.
Atilla'nın yanına vardıklarında ne konuştukları hakkında herhangi bir yazılı
belge bulunmasa da, neticede Romalılar bağışlanmak için yalvarmışlardı. O gün
orada yapılan görüşmeyi anlatmak için yapılan çizimlerde,
Papa Leon'un
Atilla'nın önünde diz çökmüş ve ayaklarına kapanmış şekilde tasvirleri de
bulunmaktadır. Papa, Atilla'yı geri dönmeye ikna ederek, İtalya'yı ve Hristiyanlık
dininin geleceğini kurtarmıştır. Aşağıdaki resimde, 470'li yıllardan kaldığı
tahmin edilen, keşiş Marinus'un çizmiş ve yazmış olduğu bir belge
görülmektedir. Rivayete göre Atilla'nın Papa'ya: "Ben ve milletim
Tanrı'nın kırbacıyız. Tanrı, yoldan çıkan milletleri cezalandırmak için bizi
gönderir." sözünden sonra Atilla'nın adı tüm Avrupa'da "Tanrı'nın
kırbacı" olarak anılır. Kendisini bizzat gören Bizanslı tarihçi Priskos
Atilla'yı şu şekilde tarif etmiştir: "Kısa boylu, hafif çekik gözlü, geniş
omuzlu ve güneş yanığı bir tene sahipti. Sade giyiniyordu. Misafirleri ve kumandanları,
altın ve gümüş tabaklarda yemek yerden, onun tahtadan tabağı ve bardağı
vardı."
Atilla
kendi topraklarına dönmesinden 2 yıl sonra 453 yılında, yani İstanbul'un
fethinden tam 1000 yıl önce, düğün gecesi çadırında ölü olarak bulunmuştur.
Bazı kaynaklarda evlendiği eşi İldiko'nun suikastı sonucu öldüğü iddia
edilmektedir. Atilla'nın na’şının önce altından, sonra gümüşten, en sonunda
demirden bir tabuta konularak, Tuna nehrinin yönü değiştirilerek, nehrin altına
gömüldüğü ve cenazesine katılan herkesin öldürüldüğü iddia edilmektedir.
Günümüzde
Atilla'nın kültürel mirasını Türkler ve Macarlar üstlenmektedir. Avrupa'da ve Hristiyan
dünyasında ise şeytan olarak geçmekte ve adından hâlâ tedirgin olunmaktadır.
Bugün, Vatikan merkezli Katolik kilisesi ve İstanbul merkezli Ortodoks
kilisesi, varlıklarını iki büyük Türk hakanı olan, Atilla'ya ve Fatih Sultan
Mehmet Han'a borçludur. İstedikleri takdirde her ikisini de yerle bir
edebilirlerdi. Buna Protestanlık da dâhil. Hristiyanlar, haçlı savaşlarıyla
İslam'ı yeryüzünden silmek için mücadele ederken, Türkler, İslam'ın getirdiği
hoşgörü sayesinde, dinlerine dokunmamıştır. Eğer ki İslamiyet'in hoşgörüsü ve
bağışlayıcı merhameti olmasaydı, şuanda belki de Hristiyanlık diye bir din
olmayacaktı.
Türklerin,
Avrupa toprakları üzerindeki baskısı nedeniyle gerçekleşen Kavimler Göçü,
bugünkü Avrupa devletlerinin temelini atan çok önemli bir olaydır. Türklerin
soyunda çekinecek hiçbir ayıbı yoktur. Bu sebeptendir ki, büyük Türk tarihinde,
sözde Ermeni soykırımı yalanından başka, diğer milletlere karşı işlenmiş bir
zulüm tespit edememişlerdir. Bu iftiranın ve yalanın bu kadar büyütülmesinin ve
gündemden düşürülmemeye çalışmalarının bir nedeni de budur. Avrupalılar ve
Rumlar, Atilla'yı unutamamışlardır. Bugün Kıbrıs'ta bulunan Rumlar, KKTC ile
Rum Kesimi'ni ayıran Yeşil Hat'a, Attila Hattı adını vermişlerdir.