Ali Alper ÇETİN
Türk
dilinin gelişmesi ve yayılmasında büyük hizmetleri bulunan, bu uğurda ölümsüz
eserler yazan ilk Türkçeci şairlerimizden Âşık Paşa’nın kimliğini oluşturan
başlıca öğe, onun Türk diline verdiği önem olmuştur.
1272
yılında Kırşehir’de doğan Âşık Paşa, tanınmış mutasavvıf Baba İlyas’ın
torunudur. Baba İlyas onüçüncü yüzyılın başlarında, birçok Türk bilginleri gibi
Ortaasya’daki Horasan Türk bölgesinden Anadolu’ya göçmüş, Kırşehir ve
çevresindeki Türkmen oymaklarının şeyhi olmuş, onlarla birlikte Selçuklu
Sultanı İkinci Keyhüsrev’e karşı yapılan Babaî ayaklanmasına katılmıştır.
Anadolu’da doğan oğlu Muhlis Paşa, Osman Gazi’nin güvendiği ve saydığı adamları
arasındadır. Kırşehir’e yerleşen Muhlis Paşa’nın üç oğlundan en büyüğü Alâeddin
Ali’dir. Alâeddin Ali, baş ağa, yani en
büyük kardeş olarak tanınmış, başağa adı zamanla (Beşe), sonra da Paşa olarak
söylenmiş, şiirlerinde (Âşık) mahlasını kullandığı için de, asıl adı unutularak
(Âşık Paşa) adı, her tarafta ün yapmıştır.
Âşık
Paşa, çocukluğunda babası Muhlis Paşa tarafından yetiştirilmiş, din ve tasavvuf bilgilerini Kırşehir’li Şeyh
Süleyman’dan öğrenmiştir. Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında babası ile
birlikte Osman Gazi’nin yanında hizmet görmüş, Sultan Orhan’ın Osmanlı
Beyliğinin başına geçtiği yıllarda Kırşehir’e gelerek baba ocağına
yerleşmiştir.
Âşık
Paşa, Kırşehir’de, Ahilik teşkilâtının büyük bir saygıyla bağlandığını
“mürşidi” olmuş, çevresinde toplanan Oğuz Boylarına, dostluk ve kardeşlik
ilkelerini aşılamış, onlara Türkçe seslenmiş, eserlerini katıksız öz Türkçe ile
yazmıştır.
Âşık
Paşa, çevresinde yalnız Türkçe ile konuşup bilişmemiş, eserlerini Türkçe
yazmış, aynı zamanda, o güne dek moda olan Arapça ve Farsçaya karşı Türk
dilinin güçlü bir savunucusu olmuştur. Onun kimliğini oluşturan başlıca öğe,
Türk diline verdiği önem olmuştur. Arapça, Farsça, İbranice ve Ermenice
dillerini iyi bilmesine karşın eserlerini katıksız öz Türkçe ile ortaya
koymuştur. Arap ve Fars kültürlerine ve dillerine duyulan hayranlığı kınamış ve
eserlerini Türk dilinde kaleme alarak bu eğilimlere karşı koymuştur. Türkçenin
Anadolu’da bir edebiyat dili olarak yerleşmesinde önemli hizmetler görmüştür.
Bilindiği
gibi, Anadolu Selçuklu sultanları, özbeöz Türk oldukları, Türk Oğuz Boylarıyla
Anadolu’da ilk Türk devletini kurdukları halde, İslâmiyetin etkisiyle Arapçaya,
İran kültürünün etkisiyle Farsçaya resmî dil gözüyle bakılmıştır. Türkçeyi
savsaklar duruma geçmişlerdir. Buna karşı ilk tepki, Anadolu Oğuz Boylarından
gelmiş, hatta, 1277 yılı Mayıs ayında Karamanoğlu Mehmed Bey, Selçuklu başkenti
Konya’yı basarak, Türk dilinin devlet dili olduğunu duyurmuş, ferman
çıkarmıştır.
Bu
fermandan sonra, Türkçe yazan ve söyleyen şairlerin sayısı artmış, Mevlânâ’nın
oğlu Sultan Veled, Şeyyad Hamza, Yunus Emre gibi şairlerimiz Türkçeye hakkını
vermişler, vermeye devam etmişlerdir. Âşık Paşa da Türkçeci bu şairler
arasındadır, hatta bu konuda yüreği çok daha yanık, çok titizdir. Garibnâme
adlı eserinde devrin aydınlarından şikâyet yollu şöyle demektedir:
Türk
diline kimseler bakmaz idi,
Türklere
hergiz gönül akmaz idi.
Türk
dahi bilmez idi bu dilleri,
İnce
yolu, ol ulu menzilleri.
Bu
Garibnâme eğer geldi dile
Kim
bu dil ehli dahi mânâ bile.
Yol
içinde birbirini yermeye
Dile
bakıp mânâyı hor görmeye
Ta
ki mahrum kalmaya Türkler dahi
Türk
dilinden anlıyanlar ol Hakk’ı .
Âşık
Paşa, Türklük şuuruna varmış, Türkçe şiirlerinde Türk’ün Tanrı ve yurt
sevgisini, barışçı dünya görüşünü, dostluk ve kardeşliği, tasavvufî bir
anlatımla dile getirmiştir.
Âşık
Paşa’nın en tanınmış eseri, 12 bin beyitlik Türkçe “Garibnâme” sidir. Bu eser,
on bölüm içinde, dini ve tasavvufî öğütler veren bir ahlâk kitabıdır. Yıllar
sonra, “ Mevlid” sahibi Süleyman Çelebi, Garibnâme’yi görecek ve bu eserden
esinlenecektir.
Garibnâme’nin
dışında, Fakrnâme, Vasf-ı Hâl, Hikâye ile kendisine ait olduğu şüpheli olan
Kimya Risalesi ve Risâle fî beyâni’s-semâ isimli eserleri de bulunmaktadır.
Mevlânâ ve hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerde Yunus Emre’nin etkisinde kalmıştır.
Âşık
Paşa’nın aruz ve hece ölçüsüyle yazılmış şiirleri, gazelleri, ilâhileri vardır.
Bir ilâhisinde şöyle der:
Benden
mi bana bu elem,
Aşktan
mı yoksa derd ü gam.
Bunca
belâ, cevr ü sitem,
Bilsem
nedendir, nedendir?
Candan
olursa ger nihan,
Olmaya
tende zerre can,
Buluben
bu sözü iyan,
Bilsem
nedendir, nedendir?
Âşık’ta
bu hayret nedir,
Ma’şukta
şevket nedir,
Derviş
buna hikmet nedir?
Bilsem
nedendir, nedendir?
Âşık
Paşa, 3 Kasım 1333 tarihinde, Kırşehir’de hayata gözlerini kapamış, ölümünden
sonra, mezarı üzerine, işlemeli sütbeyaz mermerlerle kaplı bir türbe
yaptırılmıştır. Bugün, Kırşehir’in yüksek bir yamacında bir sanat anıtı olarak
gözleri ve gönülleri doyuran Âşık Paşa Türbesini ziyaret edenler, okudukları
Fâtiha ile birlikte, büyük şaire Türk dili adına şükran duygularını da dile
getirmelidirler.
Onun,
bugün en çok muhtaç olduğumuz birlik ve dirlik üzerine söylediği şu şiirdeki
samimiyetine bakınız:
Cümle
işin yekrehi birlikdürür
Birliğe
yetmek bütün erlükdürür
Birliğe
yetenler erdi menzile
İkilikle
kimse gelmez hasile
Kanda
kim iki gönül birliktedür
Göresin
bunlar hangi dirliktedür
Birlik
ehli hoş geçirir vaktını,
Birikenler
tuttu dünya tahtını.
Kaynakça
Wikipedia
www.antoloji.com
www.turkedebiyati.org
www.edebiyatogretmeni.org
Anadolu’yu
Aydınlatanlar, Mehmet Önder, 1987