İlk Türkler kimdir? Eski Türkler nasıl yaşıyordu?

Hayatın içinde birçok şeyi öğrenirken kendimiz hakkında bazı sorular sorarız. İnsan kendinden yola çıktığında diğer her şeyi daha net görür. Ben kimim? Biz nedir? Toplumda neredeyim? gibi soruların başlangıcı bireyin kişiliğine ve oradan da makro birey olan toplumuna dayanır. Biz burada ilk Türkleri inceleyerek kişinin kendinden yola çıkmasına yardımcı olacağız.

İlk Türkler- Eski Türkler Kimdir- Yaşam Tarzı Nasıldı Nereden Geldiler MS 1. yy ’da Romalı tarihçiler Pomponius Mela ve 2. yy ‘da Yaşlı Plinius Azak Denizi kıyısında yaşayan Turcae/ Tyrcae isimli kavimden söz ederler. Türk adının bugünkü şekliyle geçtiği ilk belgeler 2. yüzyıldadır. Çin’de ise bugünkü şekliyle geçtiği ilk belgeler 550 yılı itibariyledir. Daha önce MÖ. 2. yüzyılda Tüe-çi- Tüe-ki gibi farklı biçimleri de görülmüştür.  Türklerin Türk adını yazdıkları mevcut belgeler ise Orhun Abideleri (Milattan sonra 8. yüzyıl) dir. Türkler yazılı belgelerle ortaya çıkmıştır denemez. Asıl merak konusu olan topluluk olarak bir araya geldikleri zamandır. 
6-8 yy. larda yazılı belgelerle herkese ayan olan Türkler öteden beri Altay bölgesinde yaşıyordu.  Bugün Moğolistan-Çin-Kazakistan-Rusya ile çevrelenen bölgede bugünkü birçok kavim ortak bir yaşam sürüyordu. Altay Teorisi’ne göre Milattan önce 5.000 yılı civarında Altay Dağları çevresinde bugün “Altayca”  diye adlandırılan bir dil konuşulmaktaydı. Sonraları Türk, Moğol, Tunguz, Mançu diye bilinen uluslar “Altay” kültürü olarak beraber yaşamaktaydı. Kore ve Japon dillerini de Altay ailesine dahil edenler vardır. Böylelikle Asya’nın ortasından doğusuna bir akrabalık oluşur.
7000 yıl önce göçer hayatı sürülmekteydi. Yemek nereye gidiyorsa insanlar da oraya gidiyordu. Avcı- toplayıcı bir yaşam sürülüyordu. Orta çağa kadar tarım toplumuna geçilmemesinin birçok sebebi vardır. Öncelikle tarıma uygun arazi azdır. Stepler sıcaklık farkının çok fazla olduğu yarı kurak- bir iklime sahiptir. Ayrıca sürekli hareket halindeki göçer topluluklar birbiri için de tehlike oluşturmaktadır. Bir yerde kalmak, tehlike altında olmak demektir.
Milattan önce 5000 yılı civarında “AT’ın evcilleştirilmesiyle güvenlik endişesi en üst düzeye çıkmıştır. Bir yerde yerleşmeye çalışmak atlıların yağmaları ile sonuçlanacaktır. Üzenginin de icadıyla Orta Asya’nın atlı okçuları bütün Asya için tehlike olmuştur. Sürekli kargaşa ortamı, arazinin uygunsuzluğu, kültür birikimine izin vermeyen doğa ile ve kavimlerle savaş durumu binlerce yıl göçebe kalınmasıyla sonuçlanmıştır. Steplerdeki geniş çayırların hayvancılığa müsait olması da unutulmamalıdır. Bir sene bekleyip tahıl hasat etmek,  bu sıradaki binlerce akıncı ile uğraşmak yerine uçsuz bucaksız çayırlarda hayvan otlatmak ve tehlike görüldüğünde güvenli bir yere geçebilmek tercih edilmiştir. 
Bağımsızlık kaygısı üst düzeydedir. Dünya’nın her yerinde yerleşik hayat işgal riski ile birlikte gelir. Pierre Clastres gibi düşünürler, göçerlerin yetersizlikten değil, istemedikleri için yerleşik hayata geçmediklerini belirtir. Türk toplumunun büyük bir örneğini oluşturduğu bu teoriye göre: başka biri tarafından işgal edilmemek için hareketli bir yaşam sürülmüştür. Bir yerde kalmak başkalarına tabi olmak anlamına geleceğinden, özgür bir yaşam için hareketli olmak gerekmiştir.
MÖ. 10.000 civarında evcilleştirilen koyun, keçi, sığır gibi hayvanlardan gıda, iş gücü, taşımacılık ihtiyacını gideren insanlar yaşam standardı konusunda pek kaygılı değillerdi. 1000’li yıllara kadar, iyi bir yaşamdansa, en azından yaşayabilmek önemliydi. Hayatta kalmak hayatı iyileştirmeden önce geliyordu. Sürekli çatışma ortamının getirdiği bazı nitelikler de vardır. Şehirli evcimen topluluklara karşı müthiş bir üstünlük edinilmiştir. Duvarlar ve savaş makineleri ile durdurulmaya çalışılan step savaşçılarına tek çare kendi akrabalarıdır. Nitekim Çin, Türk savaşçılara karşı diğer Türk kavimlerini kullanıyordu. Çünkü elinde ok atan ayağıyla da o zamanın süper gücü olan atı kontrol eden savaşçıya başka çare yoktu. Çinli piyade daha etrafına bakamadan ölüyordu. Sürekli hareket halindeki okçu atlılar için piyadeler ancak hedef tahtası olmaktaydı.
Halk arasında bilgi paylaşımı ve kültür oluşturma adına sözlü ürünler çok gelişmişti. Yazamasalar da sürekli konuşarak bazı ürünleri nesilden nesile aktarmışlardır. Dünyanın en hacimli ve en yoğun destanları Türk kaynaklıdır. Dilin konuşmadaki önemi diğer dillere göre artmıştır. Akıcı ve anlaşılır bir yapı doğal olarak gelişmiştir. Denebilir ki: Türkçe konuşma eylemine bağlanmış savaşçıların dilidir. Türklerin dini hayatı ise aynen dili gibidir. Sade ve açıktır, bozkır hayatına uygundur. Başlangıçta kurt, ayı, dağ ve diğer canlı- doğal unsurları “ata” olarak belirleyen ve birçok “mit” oluşturan Türkler nihayetinde “Tengricilik” diye adlandırılan bir inanca sahip oldular.  İlk Türkçe yazılı belgelerden itibaren görülen bu dine göre: yalnızca bir tanrı vardır, tanrı doğanın arkasındaki güçtür, tanrının çevresinde iyi ve kötü ruhlar vardır, tüm dinler tanrıdandır ve doğruyu yalnızca tanrı bilir. Belki de bu yüzden Türkler belli başlı tüm dinlere mensup bulunmuşlardır.

Bugün hala yaşayan kırk banyosu, kırk çıkarma geleneği, kurşun dökme, çaput bağlama, ata- dede geleneği, nazar gibi inançlar kök tengricilik ve ötesine dayanır. Yeterince çoğalınca batıya göçen Orta Asya kavimleri 4. yy. daki kavimler göçünü başlatmıştır. İskit ve Hun adlarıyla Avrupanın içlerinde bugün de yaşayan topluluklar oluşturmuşlardır. Güneye gidenler Hindistan ve İran’da Türk devletleri kurmuştur. 10.yy itibariyle Kafkasya ve Hazar’ın güneyinden Anadolu ve Afrika’ya girilmiş buralarda da savaşçı imparatorluklar kurulmuştur. Osmanlı Devleti’nin kurucu unsuru olan Osmanoğulları bugünkü Türkmenistan havalisinden gelen Oğuz boylarından biriydi. 
Doğuhan Murat Yücel


.