Safevi Devleti

Safevi Hanedanı, İslam tarihinde Şiiliği resmî mezhep olarak kabul eden ilk devlet. Akkoyunlu hükümdar Uzun Hasanın torunu olan İsmail Safevi, Akkoyunlu Elvend Mirza'yı Şarur yakınlarında yendikten sonra 1501 yılının temmuz ayında Tebriz'de kendisini Azerbaycan'ın Şahı ilan etti. Bundan sonra tüm İran'ı ele geçirerek, Mayıs 1502'de kendisini İran Şahı ilan eden I. İsmail sonraki 250 yılda Orta Doğu'ya büyük etki yapacak bir Şii devletinin temelini koymuştur.

Safevilerin devlet işlemlerinde Farsça, ilk dönemde Saray ve Kızılbaş askeri teşkilatında Türkçe de kullanılmıştır. Örneğin Osmanlı hükümdarları şiirlerini Farsça yazarken Şah İsmail Azeri Türkçesinde yazmıştır. Kızılbaşların merkezden uzaklaştırıldıktan sonra pek kullanılmaz olmuştur!

Şah İsmail'in dedesi Safiyüddin İshak, Safevi tarikatının şeyhidir.

Burada büyük Sufi mürşidi Zahit Gilani'nin tarikatına giren ve şeyhin kızıyla evlenerek onun ruhani varisi olan Safiyüddin, mürşidinin ölümünden sonra Zahidiye Tarikatı'nın başına gelmiş, sonraki uygulamalarıyla Zahidiye tarikatını Safeviye Tarikatı'na dönüştürmüştür. Tarikat şeyhlerinin etrafında toplananlar daha çok Azerbaycan ve Anadolu'nun Kızılbaş Türkmenleri olmuştur.

Sünni Akkoyunlu Türkmen boyları ise Yavuz Sultan Selim tarafından Çaldıran Savaşından sonra Tebriz'den alınarak Erzurum, Gümüşhane, Bayburt ve Trabzon'a yerleştirilmiştir. Safiyüddin'in Tat dilini kullanmasına karşın tarikatın 15. yüzyıl mürşitleri Şeyh Cüneyt ile Şeyh Haydar ve özellikle tarikatı devlete dönüştüren Şah İsmail ile ardılı hükümdarlar günlük konuşmalarında ve eserlerinde Azericeyi kullanmışlardı.
Şah İsmail
1447'de tarikatın başında bulunan Şeyh Cüneyt İran'da politik bir güç haline gelmek için devrimci Şii anlayışını benimseyerek tarikatını dönüştürdüğünde Ak Koyunluların elinde bulunan Doğu Anadolu'ya gelerek Türkmenleri etrafına toplamaya başlamıştı.Kara Koyunlular ile mücadele halinde olan Ak Koyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın yanına giden Cüneyt onun kız kardeşi Hadice Begim ile evlenmişti. Bu evlilik ile Uzun Hasan, Cüneyt'in Türkmenler üzerindeki nüfuzundan yararlanmayı düşünürken, Cüneyt de bu sayede amaçlarını gerçekleştirmek için serbestiyet elde etmişti. Etrafına topladığı güçle Azerbaycan'da Şirvan ülkesine saldıran Cüneyt yapılan savaşta yaşamını yitirdi.Yerine geçen oğlu Şeyh Haydar dayısı Uzun Hasan'ın kızı Halime Begim/Alemşah ile evlendi. Bu sayede Anadolu'da Alevi anlayışını daha da artırdı. Osmanlı hükümdarı II. Bayezit'in gerekli önlemleri almaması da Safevilerin güçlenmesinde önemli bir rol oynadı. Anadolu'dan sürekli göçlerle güçlenen Erdebil şeyhi Haydar, Ak Koyunluların Otlukbeli yenilgisinden sonra düştüğü bunalımlı durumdan yararlanmaya çalıştı. Fakat dayısının oğlu Akkoyunlu Yakup Bey ile yaptığı bir savaşta yaşamanı kaybetti. Oğlu Şeyh İsmail, Ak Koyunluların iç savaşından yararlanarak 1500 yılında Erzincan'a geldi. Etraftaki bütün müritlerinin toplanmasını emredince Ustacalu, Şamlu, Rumlu, Dulkadir, Tekelü ve Karaman-Turgutlu Türkmenleri ile Varsaklar'dan binlercesi etrafında toplandı. 1501'de Akkoyunlu Elvend Mirza'yı Nahçıvan'da yenilgiye uğratan İsmail Azerbaycan'ın tamamını ele geçirerek Tebriz'de kendini şah ilan etti. Böylece dedesinin başlattığı Şii devrimci-politik girişim İsmail tarafından başarıyla sonuçlandırılmış oldu. Artık Erdebil Safeviye Şeyhliği'nin yerini Safevi Şahlığı alıyordu.

Anadolu'da 15.yüzyıl boyunca Osmanlı ilerlemesi devam etmiş Türkmenler de kontrol altına alınmıştı. Kuruluş döneminde heterodoks zümrelere daha müsamahakar davranan Osmanlı İmparatorluğu bu sıralarda kontrol etmekte zorlandığı göçebe Türkmen boylarını yasadışı ilan ederek baskı altına almıştı. İşte bu ortamda Erdebil Safeviye şeyhi İsmail, Azerbaycan'dan Anadolu içlerine kadar yayılmış bulunan küskün Türkmen (çoğu Alevidir) boy ve oymaklarını ruhani otoritesiyle birleştirerek 1501'de zamanın en güçlü Sünni Türkmen federasyonu olarak bilinen Elvend Mirza liderliğindeki Ak Koyunlular'dan Tebriz'i ele geçirdi.

Bölgede yeni kurdukları siyasal organizasyona meşru bir temel oluşturmak ve Kızılbaşların desteğini almak isteyen Safeviler, kendilerinin 7. Şia imamı Musa el-Kazım yoluyla Ali ve Fatma -Muhammed'in kızı- soyundan geldiklerini iddia ettiler, İsmail ayrıca şahlığını ilan ettikten sonra, otoritesini İran'da daha da güçlü kılmak için Sasani imparatorluk mirasında da hak iddia etti.

Tebriz'in zaptıyla Safevi hanedanlığı başlamış oluyordu. I. İsmail 1501'de Tebriz'i başkent, kendini Azerbaycan Şahı ilan etti ve buradan İran içlerine doğru yayılmasını sürdürdü. Kuruluşu takip eden ilk on yıl boyunca bir yandan devletini Osmanlı saldırılarından korumaya çalışan İsmail, öte taraftan Ak Koyunlu kalıntılarını ezerek, onların topraklarındaki yayılmasını sürdürdü. 1503'te Hemedan,1504'te Şiraz ve Kirman, 1507'de Şia'nın kutsal mekanları Necef ve Kerbela, 1508'de Van, 1509'da Bağdat, 1510'da Özbek Şeybani Hanlığının kurucusu Muhammet Şeybani Han'ı hezimete uğrattığı bir savaş neticesinde Horasan ve Herat (Sistan'ın merkezi) şehirlerini zaptetti. 1511'de Özbekler bu yenilgi üzerine Maveraünnehir'e çekilerek Safevilere karşı uzun yıllar sürecek saldırılarını devam ettirmişlerdir. Şah İsmail zamanında şahlık sarayında resmi dil Azerice idi.

Uzun yıllardır İsmail'in faaliyetlerini yakından izleyen ve onun 1511'de Anadolu'da çıkarttığı Şah Kulu ayaklanmasıyla ne kadar etkili olabileceğini gören Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim, nihayet 1514'te Safevileri ezmek maksadıyla Doğu Anadolu ve Azerbaycan üzerine yürüdü. Osmanlı Arşivlerinde bu yürüyüş sırasında 40-70.000 Alevinin öldürüldüğü, bu olanlardan dolayı rahatsız olan Yeniçerilerin birkaç kez Yavuz'a şart kabul ettirdikleri geçmektedir. Osmanlıların top ve tüfeklerine karşın Safevi ordusu çok daha ilkel silahlarla savaşa hazırlanmıştı. İki tarafın ordusu başlarında bizzat hükümdarları olduğu halde Tebriz'in batısında Çaldıran'da karşılaştı. Safeviler yenilgiye uğradı. Tebriz'i kolayca ele geçiren Osmanlı kuvvetleri I.Selim'in bütün ısrarlarına karşın İran platosunda Safevi ordusunu izlemeyi reddettiler. Kışın yaklaşmasıyla Tebriz terk edildi. Bu savaş yıllar sonra Şah I.Tahmasp ile Sultan I.Süleyman (Kanuni) arasında aynen kendini tekrarlayacaktı.

İran'ın fethini tamamladıktan sonra Şah İsmail geniş Sünni ahalinin mezhebini zorla değiştirme yoluna gitti. Sünni ulema ya öldürüldü ya da sürgün edildi. İsmail, ortodoks Şii (On İki İmam Şiiliği) inancıyla uzlaşması pek olanaklı olmayan heterodoks Şii (On iki imamcı Tasavvuf, Alevi) inancına rağmen Şia'nın dinsel ileri gelenlerini ülkesine getirerek onlara sadakatleri karşılığında toprak ve paralar bahşetti. Safevi döneminden sonra ve özellikle Kaçar hanedanı döneminde Şii ulemanın rolü artmış, ulema bağımsız ya da hükümetlerle ortaklaşa rol oynamaya başlamıştır. Safeviler sufî/tasavvufî geçmişine karşın Nimetullahi tarikatı dışındaki pek çok tasavvufî sünni ve şii tarikatlarına müsaade etmediler. Devlet feodal bir teokrasi haline geldi fakat bu din ve devlet ayrılığı biçiminde değildi. Şah dinsel ve dünyevi yetkilerin her ikisini birden elinde tutuyordu. Safevilerle birlikte iyice büyüyen İslam dünyasındaki bu dinsel hizipleşme, bir yandan Azerbeycan'ın iç bütünleşmesini ve ulusal duygularının kaynaşmasını sağlarken, öte taraftan Sünni komşularının öfkesini devlet üzerine yönlendirmesine de yol açtı.

Osmanlılarla süregelen savaşlar nedeniyle 1548'de Şah I.Tahmasp başkentini Tebriz'den - bir iç bölge şehri olan - Kazvin'e taşıdı. Daha sonra Şah I.Abbas (Büyük Abbas) buradan da vazgeçerek, Orta İran'da yer alan eski İsfahan şehrinin hemen yanına inşa ettiği yeni İsfahan'ı başkent yapacaktır.

Safevilerin en ihtişamlı hükümdarı Şah I. Abbas (1587-1629) Kızılbaş-Türkmen ümeranın (askeri ve sivil bürokratlar) saray entrikaları ve cinayetleri arasında hayatta kalmayı başararak babası Şah Muhammet Hüdabende'nin zorunlu olarak tahtan çekilmesi üzerine 16 yaşında İran tahtına çıktı.

Hükümdar olduğunda ilk fark ettiği şey, savaş meydanlarında Osmanlılar ve Özbekler (Şeybaniler)tarafından sürekli mağlup edilen ordusunun acizliği oldu. Nitekim Osmanlılar Gürcistan ve Ermenistan'ı zaptederken, Özbekler de doğuda yedinci İmam Ali Rıza'nın bulunduğu Meşhet ve Sistan'ı ele geçirmişlerdi. İlk olarak kuzeydoğudaki topraklarının Osmanlılara ait olduğunu kabul etmek karşılığında onlardan barış istedi. Bu sırada İran'a seyahat amacıyla gelmiş Robert ve Anthony Sherley adındaki iki İngiliz gezgini, şah ordusunun Avrupa modeline benzer paralı ve iyi eğitim görmüş daimi bir orduya dönüştürülmesinde şaha yardım ettiler. Rakibi olan Osmanlı padişahları bu işi çok öncelerden beri başarmış ve ordularını sürekli modernize etmişlerdi. Abbas barutun kullanımını hararetli bir biçimde benimsedi. Yeni reformlarla birlikte ordusu, Kızılbaşlar yanında, Gürcistan, Ermenistan ve Çerkez ülkelerinden devşirilen Gulamlar, Tofenkçiler (Tüfenkçi) ve Topçiler (Topçu) gibi bölüklere ayrılmıştı.

İlkin Özbeklerle savaşan I. Abbas (İranların verdiği isimle Abbas - i Bozorg = Büyük Abbas) Herat ve Meşhet'i geri aldı. Daha sonra Osmanlılara döndü. 1603'te başlayıp aralıklarla süren savaşlar sonunda 1622'de daha önce Osmanlılara bırakmak zorunda kaldığı Irak-ı Acem (Doğu Irak) ve Kafkas Berisi (Trans Kafkasya) ülkelerini geri aldı. Ayrıca Bağdat da ele geçirildi. Yeni kurduğu askeri birliklerini kullanarak, 1602'de Portekizlileri Bahreyn'den, 1622'de İngiliz donanmasını Hürmüz Boğazı'ndan çıkardı. Böylece Portekizlilerin Hindistan'la ticaretlerinde şah damarı değerindeki İran (Basra) Körfezi'ni kontrolü altına aldı. İngiliz Doğu Hindistan Şirketi ve Hollanda Doğu Hindistan Şirketi ile ticari ilişkilerini genişletti.

Abbas, çoğu Ermeni, Gürcü ve Hint kökenlilerden oluşan ve ekonomik gücüyle etkinleşen bir tüccar sınıfı yarattı. Bunları kul sistemi ile bürokrasiye enjekte eden şah, bu sayede devletin kurulup genişlemesinde oynadıkları rol ile her zaman yönetsel - askeri yetkeyi elinde tutan Kızılbaş ümeraya karşı bağımlılığını kırarak merkezi otoriteyi kurabildi. Nitekim ölümü sıralarında Safevi saray tarihçisi İskender Bey Türkmen'in verdiği bilgilere bakılırsa 93 bürokratının (emir) 21'i kul (devşirme) olmak üzere, geri kalan 72 emirin yalnızca 48'i Kızılbaş Türkmen idi. Bu durum Şah Abbas'ın, oymakları ile feodal bağlarını hep canlı tutan Kızılbaş ümeranın devlet mekanizmasındaki politik gücünü ne derece kırdığını gözler önüne sermektedir.

Osmanlılar ile Safeviler , 150 yıldan daha uzun bir süre Irak'ın verimli toprakları uğruna savaştılar. 1509'da Bağdat'ın Şah İsmail tarafından fethini, kısa bir süre sonra Osmanlı Sultanı Kanuni Sultan Süleyman'ın fethi izledi. Daha sonra silsile halinde devam eden saldırılar akabinde Safeviler 1623'te Bağdat'ı henüz geri almışlardı ki, 1638'de tekrar Osmanlı sultanı IV. Murat'a bırakmak zorunda kaldılar. 1639'da Kasr-ı Şirin Antlaşması'nda Osmanlılar ile Safeviler arasında sınırları belirleyen bir antlaşma imzalandı Bu antlaşmanın çizdiği sınır - her iki tarafın sınırları eskisine nazaran çok daralmış olsa da - günümüze kadar hiç değişmeden Türkiye - İran sınırı olarak kaldı.

Bu arada 1609 - 1610 yıllarında Mahâbât Kürt kabileleri Safeviler'e karşı ayaklandı. Kanlı mücadeleler sonucunda, Şah Abbas Osmanlı yönetiminden kaçıp kendisine sığınan Kalenderoğlu Celalileri ile isyanı bastırdı; pek çok Kürt aşireti Şah Abbas'ın emriyle Horasan'a sürüldü. Bölgeye Afşar Türkmen oymakları yerleştirildi.

Şah Abbas suikasta uğramak saplantısından hiçbir zaman kurtulamadı. Bu nedenle şüphe uyandıran hanedan üyelerini ya katletti ya da gözlerine mil çekmek suretiyle saf dışı bıraktı. Nitekim bu şekilde oğullarından birini idam ederken, ikisini de gözlerine mil çektirerek kör bıraktı. Bundan başka iki oğlunu da kendi ölümünden önce kaybedince, sonuç Şah Abbas için bir trajediye dönüştü. 1629'da öldüğünde geride ardılı olabilecek yetenekte hiçbir oğul bırakmamıştı.

Şah Abbas'ın uzun hükümdarlığı sonunda devletin sınırları bugünkü İran, Irak, Ermenistan, Azerbaycan Cumhuriyeti, Gürcistan ile Türkmenistan, Özbekistan, Afganistan ve Pakistan'ın bazı kısımlarını içine almaktaydı.

Safevi Devleti'nin kurulmasında ve gelişmesinde rol oynayan oymaklara bakıldığında , genelde yaygın olan teze aykırı olarak devletin kuruluşunda esas rolü Ak Koyunlu ve Kara Koyunlu Türkmenlerinin değil , orijinal ve yeni Anadolulu (Rumlu) ve Suriyeli (Şamlu) Alevi Türkmen topluluklarının oynadığı ortaya çıkmaktadır. Devletin kuruluşunda rol oynayan büyük oymaklardan ilki Rumlu olup , Sivas'ın Koyulhisar (Koylahisar) ve Karahisar (Şebin - Şimdi Giresun'a bağlı) yöreleri ile Tokat ve Amasya bölgelerinindeki köylü Kızılbaş Aleviler tarafından meydana getirilmiştir. Ustacalu oymağı ise Sivas - Amasya - Tokat bölgesinde yaşayan ve bazı oymakları Kırşehir'e kadar yayılan Ulu Yörük topluluğuna ait bir oymaktı. Adından da anlaşılacağı üzere Antalya bölgesi Türkmenlerinden oluşan Tekelü oymağı içinde Hamit-ili (Isparta - Burdur) ve Menteşe-ili (Muğla) Türkmenleri de yer alıyordu.

Bu üç Anadolulu oymaktan başka, devletin kuruluşunda görev alan bir diğer topluluk Suriye Türkmenlerinden oluşan Şamlu oymağıydı. Bu oymak yazın Sivas'ın güneyindeki Uzun Yayla'da, kışın Halep - Gaziantep arasında yaşayan ve Osmanlı döneminde Halep Türkmenleri denilen oymaklardan kopmuştu. Devletin kuruluşunda önemli rol oynayan oymaklardan biri de Kahramanmaraş ve Boz Ok (Yozgat) bölgesini içine alan Dulkadir (Ar: Zü'l-Kadr = Tr: Güç, kudret sahibi) elinin bilhassa Boz Ok kesiminde yaşayan Türkmenlerden oluşan Dulkadir (Zü'l- Kadr) oymağıydı. Bu oymak mensuplarının ayrılması ile zayıflayan Dulkadiroğulları Beyliği kolayca Osmanlılar tarafından ortadan kaldırılmıştır. Bütün bu oymaklar dışında kuruluşa katılan daha küçük topluluklar da şunlardır: Tarsus yöresi Varsakları, Orta ve Doğu Karadeniz Çepni'leri, Arapgirlü, Turgudlu (Karamanoğlu Türkmenlerinden), Bozcalu (Halep Türkmeni), Acirlü, Hınıslu (Türkleşmiş Kürt) Çemişkezeklü (Kürt).

İşte bu oymakların meydana getirdiği Safevi Kızılbaş Topluluğu Anadolulu yeni bir oluşumdur; mezhepsel ve siyasal bakımdan Ak Koyunlu ve Kara Koyunlular'dan farklı, özgün bir örgütlenmedir.

Devletin kuruluş ve örgütlenmesinin esasını oluşturan bu oymaklardan başka, daha sonra Safevi siyasal örgütlenmesine katılan Ak Koyunlu ve Kara Koyunlu boyları da olmuştur. Ancak bunların çoğu Kızılbaşlığı kabul ettikleri halde önemli statüler elde edememişlerdir. Bunlardan Kaçarlar 15. yüzyıl sonlarında Boz Ok 'tan Gence' ye göç etmiş bir Ak Koyunlu boyudur. Bir diğeri, Karamanlu oymağı, Kara Koyunlu Ulusundan olup Karabağ 'da yerleşmişti. Devletin kuruluşunda rol almayıp, sonradan dahil olan boylardan en önemli rol oynayan Türkmen boyudur. Bu boy Ak Koyunlu bakiyelerinden olup, Ak Koyunluların Musullu ve Pürnek (Purnak) boylarına Safeviler, komple Türkmen demişlerdi. Son olarak, İran 'da yerleşmiş olan Afşarlar da kuruluştan sonra önemli sayılan statüler aldılar.


Safevi Döneminde Türkmen - Fars Anlaşmazlığı

Şah İsmail Safevi Devleti'ni tesis ettikten sonra, kuruluşta rol oynayan iki etnik grup arasındaki görüş ve yaşam tarzı ayrılığının ne şekilde uzlaştırılabileceği gibi büyük ve çetrefilli bir sorunla karşı karşıya kaldı: Bir yanda onu güce taşıyan askeri becerileriyle klasik İslam toplumunun ehl-i kılıçı (Seyfiyye) Kızılbaş - Türkmenler, öte tarafta yüzyıllardır İran'ı yöneten Arap, Türk (Gazne, Büyük Selçuklu vd.), Moğol ve Türkmen (Ak Koyunlu, Kara Koyunlu) hükümdarları döneminde olduğu gibi dinsel ve bürokratik sınıfları - yani ehl - i kalemi - (Kalemiye) dolduran İranlılar (Farslar).

Aslında iki grup arasında sürtüşme kaçınılmazdı. Çünkü Kızılbaş Türkmenlerin göçebe olması ve bunun getirdiği toplumsal yapıları geleneksel İran sınıflı yapısı ile uzlaşabilir durumda değildi. Bu orijinal sosyo - politik yapılanma, daha önce İran'da kurulmuş olan Büyük Selçuklu Devleti'nin çöküşünde de en nemli etkenlerden biri olmuştu. Şah İsmail 1508 yılından, öldüğü 1524 yılına kadar vezirlik makamına peş peşe beş İranlı'yı atadı. Bu İranlı vezirlerden 2.si Maveraünnehir'de Kızılbaş Türkmenlerden oluşan bir ordunun komutasına getirildiği zaman, Kızılbaş asker ve emirleri zorunlu olarak onun hizmetine girmeyi bir utanç nedeni saydılar. Savaş meydanında yüzüstü bıraktıkları vezirin feci bir biçimde katledilmesine sebep oldular. 4. vezir bizzat Kızılbaşlar tarafından katledildi, 5.si ise onların isteği üzerine öldürüldü. Anlaşılacağı gibi Kızılbaşlar, Tacik dedikleri yerli İranlıların yalnızca başkentte oturup mali işlerle ilgilenmelerini istiyorlardı. Şah Abbas'ın Osmanlıları model alarak oluşturduğu kul (devşirme) sistemine karşı çıkıyor ve onları da Kara Oğlu diye küçümsüyorlardı fakat daha sonra, başlangıçta Kızılbaş-Türkmen devleti olan Safaviler Fars karakterine büründü.

İran kültürü Safevi himayesinde gelişti. Şah İsmail'in bizzat kendisi Hatayî ya da Şah Hatayi mahlasıyla Azerice pekçok şiirler yazdı. Şah Tahmasp bir ressamdı. Şah II. Abbas ise Tanî mahlasıyla Türkçe şiirler yazan bir şair olarak da tanınmıştı.

Bu dönemde kiremit imalatı, çömlekçilik, dokumacılık gibi el sanatları gelişirken, minyatürcülük, ciltçilik, dekorasyon ve hattatlıkta büyük ilerlemeler kaydedildi. 16.yüzyılda halı dokumacılığı bir göçebe ve köylü sanatı olmaktan çıkarak, profesyonel tasarım ve imalata dayalı iyi işleyen bir sanayi haline dönüştü. Tebriz bu sanayinin merkezi konumundaydı. Erdebil halıları yalnızca hanedana hasredilmişti. Yanlış adlandırılmış meşhur Polonez halıları 17. yüzyılda İran'da imal edilirdi.

Geleneksel formlar ve malzemeler kullanan Rıza Abbasi (1565 - 1635) İran resmini, yarı çıplak kadınlar, gençlik ve aşıklar gibi yeni temalarla tanıştırdı. Onun resim ve hat tarzı Safevi döneminin pek çok sanatçılarını etkileyerek, İsfahan ekolü olarak bilinir hale geldi. 17. yüzyılda uzak kültürlerle - özellikle Avrupa ile gelişen ilişkiler İranlı sanatçılara yeni fikirler verdi. Kısa sürede üç boyutlu görünümü, perspektif ve gölgeyi, yağlı boya kullanmayı benimsediler. O kadar ki, Şah II.Abbas Muhammed Zaman adlı ressamını eğitim görmesi için Roma'ya göndermişti.

İsfahan, Büyük Abbas'ın 1598'te başkentini daimi olarak oraya taşımasından sonra Safevi mimarisinin en seçkin örnekleriyle doldu. 1630'da yapımı tamamlanan imparatorluk camisi Mescid - i Şah ile Mescid - i İmamî, Lütfullah Camii ve İmparatorluk sarayı Âlî Kapu (Osmanlı’daki Bab - ı Âli'ye nispeten) en önemli yapılardır.

En meşhur İslam filozoflarından Molla Sadra (Sadrettin eş - Şirazî) (1571 - 1640), Şah Abbas döneminde (1587 - 1629) yaşadı. En önemli eseri Esfar (Yolculuklar - Seyahatlar) 'dır. Tasavuf gizemciliği, Şii ilahiyatı ile Aristo ve İşrakiyyun felsefelerini (en önemli temsilcileri İbni Sina ve Sühreverdi idi) sentezleyen ve Hikmetü'l Müte'âliye (Metafilozofi = Transcendent Theosophi) denilen bir düşünüş ortaya koydu.

Abbasi döneminin en önemli tarihçisi Türkmen İskender Beğ Münşi'dir. Şah Büyük Abbas dönemini anlattığı Tarih - i Âlemârâ - yi Abbasî adlı eseri, Abbas'ın ölümünden birkaç yıl sonra kaleme alınmış olup, tarihi olayların ve şahısların nüanse edilmiş derinliklerini gözler önüne seren çok değerli bir yapıttır.

Safeviler 17. yüzyılda geleneksel düşmanları Osmanlı ve Özbek Şeybaniler ile savaşını sürdürürken, iki yeni komşu ile de rekabete girişmek zorunda kaldı. Moskova Knezliği / Rus Moskofları bir önceki asırda Altınorda Hanlığı'nın devamı olan Astrahan , Kazan , Sibir (Küçüm) ve Nogay Hanlıklarını ortadan kaldırmış, nüfuzunu Kafkasya ve Orta Asya'ya dek yaymıştı. İranlıların Devlet - i Moğol (Moğol Devleti) dediği Hindistan Babür Devleti ise Kandahar ve Herat'ı alarak daha önce İran kontrolündeki Afganistan'a sızmaya başlamıştı.

Bütün bunlardan başka 17. yüzyıl boyunca Doğu - Batı arasındaki ticaret güzergahı değişmiş, Avrupalıların keşifleri ve Osmanlıların deniz aşırı seferleri sonucunda İran'dan uzaklaşmıştı. Şah Abbas'ın ordusunu ücretli gulam (devşirme) sistemine dönüştürmesi kısa vadede işe yaradıysa da, sonraki yüzyılda eyaletler üzerindeki baskı ve ağır vergilerle birlikte ülkenin sosyo - ekonomik gücünün zayıflamasına yol açtı.

Şah Abbas'tan sonraki Safevi hükümdarları - Şah II. Abbas hariç - silik karakterliydi. Nitekim II.Abbas'ın hükümdarlığının sonu olan 1666 yılı, aynı zamanda Safevi hanedanı için de sonun başlangıcına işaret eder. Vergi gelirlerindeki düşüş ve büyüyen askeri tehlikelere karşın sonraki şahlar savurgan bir yaşam tarzı benimsemişlerdi. I.Süleyman'ın 8 yıl boyunca hareminde vakit geçirdiği dönemin yazarlarınca nakledilir. Şah Sultan Hüseyin ise yaşamını içki içerek geçirmiş bir hükümdardı.

Ülke sık sık,merkezden uzak sınır boylarında baskın ve yağmalara uğramaya başladı. 1698'de Kirman Eyaleti Beluçlar tarafından, 1717'de Horasan Afganlar tarafından ve Mezopotamya Arap bedevilerince istila ve yağmalara uğradı.Şah Sultan Hüseyin (1694 - 1722 ) Doğu İran'daki sünni Afgan tebaasını zorla Şiileştirmeye çalıştı. Afganlar buna şiddetle tepki gösterdi. Gilzai Peştunları'nın reisi Mir Veys Han, Kandahar'ın Safevi valisi Gürcü Gürgen Han'a (Gürcüce adı Giorgi) karşı ayaklanma başlattı. Üzerine gelen bir Safevi ordusunu bozguna uğrattı. 1722'de Mir Veys'in oğlu Mahmud'un komuta ettiği bir Afgan ordusu doğudan İran'a girerek başkent İsfahan'ı kuşatıp yağmaladı. Daha sonra kendisini İran şahı ilan etti.

Afganlar on yıldan fazla bir süre istila ettikleri İran topraklarından çıkarılamadılar. Horasan'daki Afşar Türkmenlerinin beyi ve Safevilerin en etkili komutanı Nadir Han (sonraki Nadir Şah) nihayet 1729'da Damgan Muharebesi'nde Afganları bozguna uğrattı ve İran'dan çıkardı. Buna rağmen ertesi yıl Afganlar hâlâ İran topraklarına yağma hareketlerini sürdürüyorlardı. 1738'de Nadir Şah başta Kandahar olmak üzere tekrar Doğu İran'ı fethetti. Aynı yıl Gazne, Kabil ve Lahor'u fethetti. Delhi üzerine yürüdüyse de İran'dan gerekli desteğin gelmemesi üzerine başarılı olamadı. Şah II.Tahmasp döneminde ( 1722 - 1732 ) gerçekte erk onun elindeydi. Çocuk yaşta tahta çıkan III.Abbas'ın saltanat naipliğini yaptı. Nihayet 1736'da, zaten elinde olan iktidar erkini kullanarak kendisini İran şahı ilan etti. Böylece 1736'dan 1747'ye kadar İran'da kısa süreli Afşar hanedanı kurulmuş ve Safevi hanedanı kesintiye uğramıştı.

1747'de Nadir Şah'ın bir suikast neticesinde öldürülmesi üzerine, Safeviler tekrar İran şahlığını ele geçirdiler. Fakat bu, gelişmekte olan Zend Hanedanı'nın gerçekte iktidarı ele alarak meşruluğunu pekiştirmesini sağlamasından başka bir işe yaramadı. III.İsmail'in kısa süreli kukla rejimi, Zend hanedanının kurucusu Kerim Han'ın ülkede iktidarı ele geçirecek meşruluğu sağlaması ile 1760'ta resmen son buldu.


http://turktarihi.blogcu.com
Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…