2- Oğuz kağan Destanı İle İlgili Bütün Ayrıntılar-Bahaeddin ÖGEL

Birinci Yazının Ardılıdır...
13. OĞUZ DESTANINDA “KÖPEK BAŞLI” İNSANLAR
Oğuz Kağan destanlarının önemli bir bölümü de, “Köpek başlı insanlar”ın ülkelerine yapılan akınlardı.
Türkler bu kavimlere, “İt-Barak” adı veriyorlardı. “İt” sözü, eski Türklerde de, köpek anlamına geliyordu. “Barak da, bir nevi köpek idi”. Bazılarına göre, “Siyah ve tüylü bir köpek cinsi” idi. Fakat bu köpek de, herhalde başlangıçlarda, efsanevi bir köpek olmalı idi. Oğuz Kağan destanlarına göre, “İt Barak’ların memleketi, kuzey-batıya doğru uzanan, karanlık ülkeleri içindeydi. Oğuz-Han, ‘İt-Barak’ lara karşı bir akın yapmış; fakat mağlup olarak, dağlar arasındaki bir nehrin ortasında bulunan, küçük bir adacığa sığınmak zorunda kalmıştı. Bu adacıkta, savaşta ölen askerlerinden birinin karısı da, bir çocuk doğurmak zorunda kalmıştı. Fakat buraya sığınan Oğuz Han’ın, ne bir çadırı ve ne de bir evi vardı. Kadın, ağaç koğuğuna girmiş ve orada çocuğunu doğurmak zorunda kalmıştı. Oğuz-Kağan, kadının esenlikle doğum yapmasına sevinmiş ve çocuğa da, Kıpçak adını vermişti”. Eski Türk efsanelerine göre “Kıpçak” sözü, “ağaç koğuğu” anlamına geliyordu. Bildiğimiz üzere “Kıpçak” lar, Altay dağlarının batısından, ta Güney Rusya içlerine kadar uzanan, büyük Türk kitleleri idiler. Herhalde Kıpçak sözü de, çok eski çağlardan beri meydana gelmiş, bir kavim adı olmalıydı. Fakat Türk destanlarını yazanlar, Kıpçak’la “ağaç koğuğu” arasında bir benzerlik bulmuşlar ve bu yolla, Kıpçak Türklerinin türeyişlerini anlatmak istemişlerdi. Az önce de söylediğimiz gibi, “Oğuz-Kağan, ikinci karısını bir göl ortasında bulunan küçük bir adacıktaki ağaç koğuğunda bulmuştu”. Uygurların türeyiş efsanesinde de, “Eski Uygur ataları, iki nehir ortasında bulunan bir odacıkta ki, kayın ağacından” doğmuşlardı. Bu örneklerden de kolayca anlaşılıyor ki, bir tarih olayı gibi gösterilen bu akınlarda, Türk mitolojisinin çok eski ve müşterek motifleri, sık sık görülebiliyorlardı:
Türkler “Barak” derlerdi, Kara tüylü köpeğe,
Böyle ad verirlerdi, büyük soylu köpeğe.
Aslında efsaneler, bir köpek anarlardı.
Onu da köpeklerin, atası sayarlardı.
Bu köpek soylu idi, çok büyük boylu idi,
Av çoban köpekleri, hep onun oğlu idi.
Kuzey-batı Asya’da güya “İt-Barak” vardı,
Türklerse İç Asya’da, onlara uzaklardı.
Başları köpek imiş, vücutları insanmış,
Renkleriyse karaymış, sanki Kara Şeytanmış.
Kadınları güzelmiş, Türklerden kaçmaz imiş,
İlaç sürünürlermiş, ok mızrak batmaz imiş.
Destanda denilmiş ki, Oğuz-Han yenilmişti,
Bir adaya sığınıp toplanıp derilmişti.
On yedi sene sonra, Oğuz onları yendi.
Kadınlar yardım etti, orada savaş dindi.
Oğuz bu bölgeleri, “Kıpçak-Beğ” e il verdi,
Bunun için Türkler de, oraya “Kıpçak” derdi.
Gerçi, bu efsane idi. Fakat içinde tarih olayları da yatmaktaydı. Öyle anlaşılıyor ki, bu bölgedeki güzel kadınları Türkler almışlar ve onlardan da, yeni bir nesil meydana getirmişlerdi. Belik Kıpçak’ın annesi de, güzel bir İt-Barak kadınından başka bir kimse değildi. Sonradan Kıpçak, Oğuz-Kağan tarafından bu bölgelere tayin edilmiş ve kuzey ülkeleri, hep onun soyları tarafında idare edilmişti. “Kıpçak’lar da Türkçe konuşuyorlar ve Türk kültürüne sahip idiler”. Fakat Oğuz destanı, Kıpçağı Oğuz-Han’ın soyundan değil, nihayet askerlerinden birisinin neslinden getiriyordu. Kıpçak kuzeylere gitmiş, orada soyları türemiş ve yerlilerle karışarak, yeni akraba. Bir Türk kavmi meydana getirmişti.
“Köpek başlı insanlara Avrupa ve Hint mitolojilerinde de rastlanıyordu”. Eski Yunan mitolojisinde de, köpek başlı insanlarla ilgili, birçok efsanelere rastlıyoruz. Daha sonraki Avrupa mitoloji de, köpek başlı insanlara, zaman zaman yer vermişti. Avrupalılar, bu köpek başlı kavme, “Borus” adını veriyor ve onların, bugünkü Finlandiya ile Rusya’nın kuzey kısımlarında yaşadıklarını söylüyorlardı. Oğuz-Kağan destanındaki “İt-Barak” lar da aşağı yukarı, aynı bölgelerde idiler. Bu bakımdan, Avrupa ve Yunan Mitolojisi ile Türk Mitolojisi arasında, bir benzerlik ve bir bağ meydana gelmektedir. Köpek başlı insanlar motifi, herhalde Türkler arasına, dışarıdan gelmiş bir efsane olmalı idi. Fakat Türkler, köpeğe önem vermezlerdi. Köpek, Türklere göre, aşağı bir hayvandı, bunun için de Türk Mitolojisi, köpek başlı insanları daima küçük görmüştü. Köpek başlı insanlarla ilgili efsaneleri, Hindistan’da ve güney bölgelerinde de görüyoruz. Hint Mitolojisi zaman zaman, köpeğe daha fazla önem vermişti. Bu sebeple Hindistan’daki köpek başlı insanlar, aşağı bir sınıfı değil; soylu Hintlileri temsil ediyorlardı. Motifin, eski Yunan’da ve Avrupa’da görülmüş olmasına rağmen, Türklerde de bunların benzer şekillerini görmüyor değiliz. Mesela Doğu Göktürk devletinin önemli bir bölümünü meydana getiren. Tarduş Türklerinin ataları da, “Başı kurt ve vücudu insan olan” bir kimse idi. ” Köpek başlı insanlara, Çin efsanelerinde de büyük bir yer verilmişti. Çin’in kuzeyinde ve Mançurya’da oturan bazı kavimler Çinlilere göre köpek başlı idiler. Bu efsaneler Çin’de, çok daha eski çağlarda başlamıştı. Hatta diyebiliriz ki, Çin’in köpek bağlı efsaneleri, Yunanistan’daki efsanelere nazaran daha eski idiler”. Mançurya’nın kuzeyinde oturan iptidai Moğollar, köpeğe büyük bir önem verirlerdi. Onlarca köpek, hem kutsal ve hem de kendi milletlerinin atası idi. Bu sebeple Oğuz-Kağan destanına köpek başlı insanlar motifinin, Çin’den mi, yoksa Avrupa’dan mı geldiğini, kolayca kestirmek mümkün olamamaktadır. Cengiz-Han devrinde yazılmış olan Oğuz destanları, daha çok Batı ile ilgileri olan yazarlar tarafından kaleme alınmışlardı. Bu sebeple Oğuz destanlarında köpek başlı insanlar, Kuzey Rusya ile Finlandiya’da gösteriliyorlardı. Elimizde bu konu ile ilgili, daha eski kaynaklarımız maalesef yoktur. Buna rağmen, eski Türk destanlarında, güya Kuzey Mançurya’da yaşayan “Köpek başlı” insanlardan da söz açılıyordu.
14. “ALTIN YAY” VE “ÜÇ GÜMÜŞ OK”
“Oğuz-Kağan’ın altı oğlu hükümdarlık sembolü olan, ‘altın bir yay” ile “”üç gümüş ok”u, avda bulup getirmişlerdi”:
Altından yapılmış bir yay ile üç gümüş okun, Oğuz’un oğulları tarafından bulunuşu, hemen hemen bütün Oğuz destanlarında yer almaktadır. Tabii olarak, ayrı yer ve zamanlarda yazılmış olan Oğuz destanlarında, bu konuda da ufak değişiklikler görmüyor değiliz. Uygur Türkçesi ile yazılmış Oğuz destanı, yayla okların daha önce, rüyada görüldüklerini yazıyordu. Bu çok güzel olay, şöyle olmuştu:
Söz dışında kalmasın, bilsin herkes bu işi,
Oğuz-Kağan yanında, vardı bir koca kişi,
Sakalı ak, saçı boz, çok uzun tecrübeli.
Soylu bir insan idi, akıllı düşünceli.
Ünvanı Tüşimeldi, yani Kağan veziri,
“Uluğ Türük” dü adı, Oğuz’un seçme eri.
Altından bir yay gördü, uyur iken uykuda,
Yayın bulunuyordu, üç gümüşten oku da.
Ta doğudan batıya, altın yay uzanmıştı,
Üç gümüş ok kuzeye, sanki kanatlanmıştı.
Anlattı Oğuz-Han’a, uyanınca uykudan,
Rüyayı tabir etti, içindeki duygudan,
Dedi: “Bu düşüm sana, dirlik düzenlik versin!
“Hakanıma inşallah, birlik güvenlik versin!
“Rüyada ne gördüysem, Gök Tanrı’nın sözüyle,
“Seni de öyle yapsın, Tanrı kutsal özüyle!
“Yeryüzü hep insanla, dolup taşar boyuna,
“Tanrım! Bağışlayıver! Oğuz-Kağan soyuna!”
Eski tarih kaynaklarına göre ise olay şöyle olmuştu:
“Oğuz-Han’ın altı oğlu bozkırlarda avlanırken, tesadüfen bir altın yay ile üç gümüş ok bulmuşlar ve bunları babalarına getirmişlerdi”.
Oğuz destanlarının en son metinlerinden biri sayılan, Hive’nin meşhur Türk hanı Ebülgazi Bahadır Han’ın eserinde ise durum şöyle anlatılıyordu:
“Oğuz-Kağan bir vezirine, altın bir yay ile üç gümüş ok vermiş ve bunların ayrı ayrı yerlerde, bozkırlar içine, yarıya kadar gömülmesini emretmişti. Bey, Oğuz-Kağan’ın emrini yerine getirerek yayı, batıdaki bir bölgeye ve üç gümüş oku da doğuda yarı yerlerine kadar gömerek, gelmişti. Bundan sonra Oğuz-Kağan göğün kızından doğan üç oğlunu, yani Gün-Han, Ay-Han ve Yıldız-Han’ı batıya göndermişti. Yerin kızından doğan üç oğlunu, yani Gök Dağ ve Deniz Hanları da, avlanmak için, doğuya göndermişti. Batıda ve doğuda avlanan çocuklar, yay ile okları bularak sevinmişler ve hemen onları babalarına götürmüşlerdi. Oğuz-Han, altın yayı bulan çocuklarını, Batı ülkelerine tayin etmiş ve gümüş okları bulanları da Doğu bölgelerine vermişti”. Oğuz-Han’ın beyini göndererek, yay ile okları yarı yerlerine kadar toprağa gömdürmesi, başka hiçbir kaynakta görülmemektedir. Bu bakımdan böyle bir olayın, sonradan uydurulmuş olması, ilk bakışta akla çok uygun gelmektedir. Fakat Türk mitolojisinin diğer motiflerini de hatırlayınca, bu olay üzerine önem vermeden geçmek, mümkün olmamaktadır. Çok eski bir efsanedir: “Atilla’nın çobanlarından birisi, günün birinde bir sığırın, ayağının kanadığını hayretle görmüş. Acaba sığırın ayağını böyle ne kesti diye araştırırken, yere saplanmış bir kılıç bulmuş. Sapından yere saplanmış olan bu kılıcı topraktan çıkararak, Atilla’ya getirmiş. Atilla’nın etrafındakiler bunu görünce çok sevinmişler ve bu kılıcın, Tanrının kılıcı olduğunu söylemişler. Ayrıca, bu kılıcı elde eden hükümdarın da, yeryüzüne hakim olacağını ifade etmişler”. Gerçi bu hikaye, İskitler çağında da görülen bir efsane motifidir. Fakat Batı bölgelerini ellerinde tutacak olan Oğuz-Han’ın oğullarının, yere gömülü altın bir yay bulmaları, da, herhalde Ebül Gazi Bahadır Han tarafından uydurulmuş bir efsane motifi olmasa gerekti.
“Atilla’nın kılıcı” gibi, Oğuz-Kağan’ın oğullarının buldukları “Altın Yay” ile “Üç gümüş ok” da, Tanrı tarafından gönderilmiş bir hakanlık sembolü gibi düşünülüyordu. Oğuz-Kağan’ın vezirinin, az önce bu konu ile ilgili olarak nasıl bir rüya gördüğünü okumuştuk. Şimdi yine Uygur Türkçesi ile yazılmış Oğuz destanından, bu yay ile okların nasıl bulunduklarını okuyalım:
Sabah olunca gördü, kendinden büyükleri, Çağırtarak getirtti, kendinden küçükleri, Dedi: “- Hey! Gönlüm benim” Avlansana haydı der! “İhtiyarlık başa geldi, cesaretin hani der! “Gün, Ay, ve Yıldız sizler, gidin gündoğusuna, “Gök, Dağ ve Deniz siz de, gidin günbatısına!” “Oğuz-Han oğulları, bunu hemen duyunca, Gitti üçü doğuya, üçü batı boyunca. Av avlayıp, kuş kuşlayan, Gün ile Yıldız ve Ay, Buldular yolda birden, som altından tam bir yay. Sundular Oğuz-Han’a, Han sevindi hem güldü, Aldı bu altın yayı, kırarak üçe böldü. Dedi: “-Ey, oğullarım! Kullanın bir yay gibi! “Oklarımız erişsin, göğe değ bu yay gibi!” Av avlayıp kuş kuşlayan, Dağ ile Deniz ve Gök, Buldular yolda birden, som gümüşten tam üç ok, Sundular Oğuz-Han’a, Han sevindi hem güldü. Aldı üç gümüş oku, oğullarına böldü. Dedi: “- Ey, oğullarım! Sizlerin olsun bu ok, “Yay atmıştı onları, olun siz de birer ok!”
Yay Türklerde bir hakimiyet sembolü idi. Hatta Büyük Selçuklu devletinin sembolü de, bir yaydan başka bir şey değildi. Fakat Oğuz Kağan destanındaki altın yay, gökyüzünü baştan başa kaplıyordu. Burada yay, bir devletin değil; daha çok gökyüzünün bir sembolü halinde idi. Gerçekten de Türkler, zaman zaman yayı gökyüzünün bir sembolü olarak görmüşlerdi. Onlara göre “ebe kuşağı” da, Tanrının bir yayı gibi idi. Türlü renklerle bezenmiş olan “ebe kuşağı”, gerçekten de altın bir yayı andırıyordu. Daha sonraki motifleri de kesin olmamakla beraber bir açıklama denemesine tabi tutmak, henüz daha hiçbir şey bilmediğimiz bu konular için faydalı olacaktır. Daha gerçekçi Oğuz destanlarına göre: “Oğuz Kağan altın yayı, üç büyük oğluna vermiş ve onlara, yayın bir hükümdarlık sembolü olduğunu hatırlatmıştı. Bu sebeple hükümdarlık, devamlı olarak batıda oturan ve Oğuzların Boz-Ok Türklerini meydana getiren, üç büyük çocuğun hakkı olacaktı”. Gerçekten de Türklerde yay, bir hükümdarlık sembolü idi. Efsane yazarı, buna kendinden fazla bir şey ilave etmemişti: “Oğuz-Han doğuda oturan üç küçük oğluna, yani Üç-Ok’ların atalarına ise, üç gümüş ok vermişti. Bu okları verirken de oğullarına, okun bir elçilik sembolü olduğunu hatırlatmadan geri kalmamıştı”. Gerçi Türklerde ok, bir elçilik sembolü idi. Bir yere giden elçiler sembol olarak ellerinde, kendi hükümdarlarının oklarını taşırlardı. Fakat Oğuz-Kağan’ın küçük oğullarının, elçi mertebesinde oldukları düşünülemezdi. Göktürk devletinde Bumin-Kağan, doğuda oturur ve Büyük Kağan ünvanını taşırdı. Batıdaki küçük kardeşi ise, onun emrinde olarak Yabgu idi. Kendisi gerçi Büyük Kağan değildi ama; devlet içinde Bumin-Kağan’dan sonra geliyor ve bölgesinin idaresini de, tam selahiyetle elinde tutuyordu. Üç-Ok’ların devlet içindeki vazife ve selahiyetleri de, İstemi-Kağan’ınkine benzetilebilirdi.
15. OĞUZ DESTANINDA “VERASET DÜZENİ”
“Oğuz Kağan destanlarında, Hükümdarlık büyük oğullara geçiyordu”:
Az önce Türk mitolojisinde, yalnızca “Baba ailesi” nin görüldüğünü söylemiştik. İptidai kavimlerde görülen “Ana ailesi” nin izleri, Türk mitolojisinde tamamen kalkmış ve silinmişti. Ana ailesinin izlerinin bulunduğu kavimlerde veraset daha çok küçük oğullara düşerdi. Meselâ Cengiz İmparatorluğunda bile, bunun çeşitli kavgalarını görebiliyoruz. Türk mitolojisinde ise hükümdarlık hakkı, doğrudan doğruya büyük çocuğun hakkı idi. Bu sebeple Oğuz-Han’ın büyük oğlu “Gün-Han”, münakaşasız olarak, babasının yerine geçmişti. Ayrıca ana ailelerinde, dayı tarafının adları ve nüfusları çok geçerdi. Türk mitolojisinin hemen hemen tümünde ise, dayı ailesinin en ufak bir izine bile rastlamıyoruz: “Türkler, eski ve geri çağları çoktan geride bırakmış ve yüksek içtimai bir seviyeye erişmişlerdi”.
16. OĞUZ – KAĞAN DESTANININ ORTA ASYA’DAKİ KALINTILARI
Selçuklu ve Osmanlı devletlerini meydana getiren “Oğuz Türkleri”, Türklüğün en gelişmiş ve soylu bölümleri idiler”. Birçok defalar büyük devletler kurmuşlar ve tecrübe ile görgülerini, iyice geliştirmişlerdi. Oğuz Türklerinden başka, Orta Asya’da yaşayan, daha pek çok Türk vardı. Bunların pek çokları, ne büyük bir devlet kurabilmiş ve ne de toplum hayatlarını geliştirebilme ortamını bulabilmişlerdi. Ama bunlar da, yine Türk idiler. Onların kültürleri de, Oğuz Türkleri ile birçok bağlar taşıyorlar ve menşe birliği gösteriyorlardı. Mesela, Tanrı dağları ile Doğu Türkistan’ın batısında yaşayan Kırgız’lar, tarih boyunca büyük devlet hayatı yaşayamamışlardı. Tanrı dağlarının derin vadilerinde, hayvanlarını otlatmakla geçinen bu Türkler, zaman zaman kurulan büyük Türk devletlerine tabi olmuş ve öylece yaşayıp, gitmişlerdi. Bununla beraber, onların da elbette ki, Oğuz-Kağan’dan veya onunla ilgili Türk efsanelerinden haberleri vardı. “Oğuz-Kağan destanı, Oğuz Türklerinin bir devlet mitolojisi halini almıştı. Kurulan bütün devletler, kendilerini Oğuz-Han’a bağlıyorlar ve O’nun düzeni ile yetiniyor ve övünüyorlardı” Kırgız’ların ise, böyle bir iddiaları yoktu. Ama onlar arasında da, Oğuz Kağan babasını öldüren kahramanların bulunduğunu, sık sık görebiliyoruz. Kırgız’lar, aslen Moğol olan Oyratlardan çok korkarlardı. Oyratlar henüz daha Müslüman değil idiler. Kırgız’lar ise, Müslüman olmuşlardı. Fakat İslamiyete henüz daha, iyi olarak ısınmamışlardı. Kırgızlar efsanelerine göre: “Oyrat Hanı’nın, Alman-Bet adlı bir oğlu olur ve büyüyerek Müslüman olma ihtiyacını, belki de Tanrının ilhamı ile, hissetmeye başlar. Bunun için Kırgızların yurduna kaçıp, İslamiyet’i öğrenmek ve nasıl ibadet edildiğini görmek ister”. Öyle anlaşılıyor ki Kırgız’lar, bu sırada İslamiyet’in en önemli şartı olarak, sakal bırakma ile sarık giymeyi biliyorlardı. Bu sebeple kendilerine kaçan Oyrat Han’nının oğluna şöyle diyorlardı:
Bıyığını tıraş et, sakalını koyuver,
Saçların olmaz böyle, kakülünü kırkıver;
Başındaki şapkanın, düğmelerini kesiver,
Her Cumadan Cumaya, mescitlere geliver!
Eski Türkler “sakal” bırakmazlardı. Fakat bıyığa, büyük önem verirlerdi. “Uzun saç” bırakma da, Türklerin çok sevdikleri, bir ananeleri idi. Bu sebeple Oyrat Han’nın oğlunun bıyıkları, “şapkası” ile “saçları” , Kırgız Hocalarının gariplerine gitmiş ve kendilerine uyması istenmişti. Türk mitolojisi adlı büyük eserimizde, bu konu ile ilgili efsanenin, hemen hemen tümünü bulabilirsiniz.
“Müslüman olan Alman-Bet, babasına gider ve onun da Müslüman olmasını ister. Babası, oğlunun bu isteğini duyunca, kızar ve Alman-Bet’i yanından kovar, (Önemli olan nokta, Alman-Bet’in babasının da Oğuz-Han’ın babası gibi, Kara-Han adı taşımasıdır). Alman-Bet babasını razı edemeyince, yeniden Kırgız’lara kaçar ve Kırgız’larla beraber olup, babasına hücum eder. Büyük bir savaştan sonra Alamn-Bet, babası Kara Han’ı öldürür ve bu suretle intikamını almış olur”.
“Kırgız’ların bu efsanesi, gerek din ve gerekse konu bakımından, Oğuz destanı ile karşılaştırılamayacak kadar geridir”:
Alman-Bet, Oğuz-Han gibi büyük bir kahraman olarak gösterilmiştir. Fakat Alma-Bet’in kendisi, bir kağan değil; nihayet Kırgız Hanlarının emrinde bulunan, bir komutan gibidir. Savaşır, yaralanır, mağlup olur, basit insanlar tarafından zehirlenir ve her türlü şeyler başına gelir. Kara Han’ı öldürmekle, babası onun yurdunu da, eline geçirmiş değildir. Övündüğü şeyler de, birkaç sığır sürüsü elde etmek, bol miktarda yağ ve süt yağmalamak ve nihayet, şapka ile elbiseleri, ölülerin üzerinden çıkararak toplamak gibi, basit şeylerdi. Gerçi Kırgız’ların efsaneleri de çok güzeldir. Bir cemiyetin isteklerini, ızdıraplarını anlatır. Kendileri Müslüman olmuşlardır. Fakat etraflarındaki halklar ise, Müslüman değillerdir. Onlar da, eski büyük Türk devletleri gibi, bu bölgeleri alıp, düşmanlarını Müslüman etmek isterler. Bu sebeple kahramanlarına, türlü savaşlar yaptırırlar. Fakat savaşlar küçüktür. Akınlar uzun sürer ama; elde edilen yeni bir toprak parçasından, hiç söz açılmaz. Kahramanlar, döner, dolaşır, savaşırlar ve yine, kendi küçük yaylalarına gelirler.
Kaynak:
Bu sayfadaki bilgiler, Bahaeddin ÖGEL tarafından hazırlanan Mili Eğitim Bakanlığı – Eğitim Dizisi

“Türk Mitolojisi – I” adlı kitaptan alınmıştır.



.