Prof. Dr. Kemal YÜCE
Tapduk kelimesi, gerek dil ve edebiyat
gerekse efsane sahasına ait gelişi güzel bir terim olmayıp, bu konularda önemli
bir kültür motifinin adıdır. Bu yönüyle tapduk kelimesi, Türk edebiyatı ve
mitolojisinin açıklama ihtiyacı taşıyan terimlerinden biridir. Türk mitolojinin
temel taşı denilebilecek anahtar kelimeleri tespit etmek ve bunlar etrafında
sistemleştirme çalışmaları yapmak lazımdır. İşte “tapduk” terimi, burada, bu
açıdan ele alınacaktır.
Tapduk kelimesinin edebiyat
tarihimiz içindeki kullanımlarını şöyle sıralayabiliriz:
1.Tapduk, Yunus Emre’nin pirinin
adıdır. Tapduk adını, Yunus Emre”nin mürşidi ve bir şahıs olarak kabul edersek,
onun hayatı hakkında hiç bir bilgi bulamayız. Yunus Emre gibi önemli bir
şahsiyetin piri sayılan Tapduk Emre üzerinde şimdiye kadar bir araştırma yapılmaması,
büyük ölçüde belge eksikliğinden ve bir parça da konuyu ele alış tarzından
kaynaklanmaktadır. Kendisine birçok mezar izafe edilmesine rağmen, Tapduk
Emre’nin yaşayan bir kişi olup olmadığı hala esrarını korumaktadır. Bu gerçek
bir ad değil, mahlas, hatta daha ileri giderek diyebiliriz ki bir külttür. Buna
bir inanış sistemi de diyebiliriz. Tapduk kültünün en güzel ve yüksek seviyede
işlenişini Yunus Emre’de buluyoruz.
Tabduk sadece bir isim veya sıfat
değil, bir anlayışın ve bir geleneğin anahtar kelimesidir. Bu anahtarla biz,
bir taraftar Yunus Emre’yi irşat eden fikirlerin kapısını aralıyor, diğer
taraftan da onda eski Türk mitolojisine ait bilgiler bulabiliyoruz. Böylece
“tapduk” bir düşünce sisteminin içine girebildiği gibi, başka bir şahıs
üzerinde de tecelli edebiliyor. Nitekim Yunus Emre ile ilgili menkıbede Tapduk
adlı kişinin Hacı Bektaş-ı Veli olduğu belirtilmektedir. Fuat Köprülü de Türk
Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı meşhur eserinde bu kelimenin açıklamasını
Bektaşi vilayetnamesi ile izaha çalışıyor. Buna göre, Taptuk bir isim değil,
mahlastır. Bu, Hacı Bektaş-ı Veli”ye müridi sayılan Yunus Emre tarafından
verilmiş bir unvandır. Öğrencinin mürşide ad vermesi alışılmış bir hadise
değildir. Burada “tapduk” pir veya iışad eden manasındadır:
“Bektaşi ananesine göre Hacı
Bektaş-ı Veli Rum diyarına geldiği zaman, orada Seyyid Mahmud Hayrani,
Celaleddin-i Rumi, Hacı İbrahim Sultan gibi bir takım mutasavvıflar Hacı
Bektaş”ın davetine icap ettikleri halde, Emre adlı velayet sahibi şeyh, bu
davete icabet etmemişti. Hacı Bektaş, Sarı İsmail ismindeki dervişini gönderip,
Yunus Emre’yi yanına çağırttı ve gelmemesindeki hikmeti sordu. Yunus Emre perde
arkasında çıkan bir elin kendisine nasip verdiğini ve hazır bulunduğu erenler
bezminde Hacı Bektaş adlı kimseyi hiç görmediğini söyledi. Hacı Bektaş ise, o
elin bir işareti olup olmadığını sorunca, “Ayasında yeşil bir ben gördüm”
cevabını alır. O vakit Hacı Bektaş-ı Veli avucunu uzattı ve elindeki yeşil beni
gösterdi. Yunus Emre, kendisine el veren mürşit karşısında bulunduğunu hemen
anladı ve üç kere hayretle ” Taptuk padişahım” dedi. Ve ismi o zamandan sonra
Taptuk Emre oldu. (1). Bu rivayet Alinin Künhu”l Ahbar’ı dahil başka
kaynaklarda da geçmektedir, (c. V s. 56).
Tapduk, tapmak kelimesinden
türemiştir. Ayrıca ilahi türü dini şiirlere, nefes, durak denildiği gibi,
özellikle Gülşeni tarikatında tapuğ da denilmektedir. Yine aynı kaynaklı bir
kelime olarak Kazak ve Kırgızlardaki “tapzuğ”lar, büyük bir ihtimalle dini
giriş ayinlerinde söylendiğini sandığımız manzum bilmecelerdir. Tapduk
kelimesinin neden böyle esnek ve fikir hayatımızın birçok alanında karşımıza
çıktığını anlamak için, dil ve efsane dünyamıza bakmak gerekmektedir.
2.Türkçede Tapmak ve bulmak şeklinde
geçen bu eş anlamlı kelimeler, eski Türk inanışı ile yakından ilgilidir.
Tapmak’da bu kutsiyet olduğu halde, bulmak’ın böyle bir üst anlamı yoktur. 15.
yüzyılda Âşık Paşa manzum Garip-namesinde;
“Kan ola can ü ten gevher kopa Kul
ola cümle cihan ana tapa” demektedir(2).
Dilci Gerard Clauson,
“tapmak-bulmak” kelimelerini sadece dil açısından ele alıp, çeşitli Türk
lehçelerinde bazen kaybolup bazen de ortaya çıkışına ve bazı Türk boylarındaki
kullanılış biçimine dikkati çekmiştir(3). Türkçede bulmak manasında hem bulmak
hem de tapmak kullanılmaktadır. En eski metinlerden olan Tonyukuk abidesi ve
fal kitabı Irk Bitik’de bu manada bulmak kelimesi geçmektedir. Tapmak hizmet
etmek manasınadır. Clauson, “Hizmet etmek manasında tapmakın bütün Türk
lehçelerinde bulunması dikkate değer” diyor. Uygurca bulmak manasında hem
bulmak hem de tapmak kelimeleri mevcuttur. Bu araştırıcı, tapmak kelimesini
kullanmada Kıpçakların Oğuzlarla değil de, diğer Türklerle, Kazak ve Kırgızlarla
uyuşmuş olmasını garip karşılamaktadır. Oysa en eski Türkçede bulmak manasına
hem bulmak hem de tapmak kelimesi kullanılmaktaydı. Doğu, Kuzey Doğu, Kuzey
Batı lehçelerinde bulmak kelimesi bilinmiyor. Bunun yerine tapmak
kullanılmaktadır. Oysa Güney ve Güney Batı lehçelerinde, Anadolu Türkçesinde
tapmak kelimesinin yanı sıra bulmak kelimesi de mevcuttur. Mesela Turkische
Turfan-Texte’de (I, ol 1) ed, tavar tileser, buldung, taptıng. Mal mülk
diliyorsan buldun. Hakaniye lehçesinde de Kaşgari bu iki fiil arasında mana
ayrımı yapmaz: (II-2) “Kul Tenrige tapdı Ol nenni tapdı, Ol yarmak buldı”
demektedir. Tapduk, bazen bulmak manasına kullanıldığı halde, “bulmak”
kelimesinden apayrı, daha zengin ve üst anlamlara çekilmiştir. Tarama
sözlüğünde “tapmak: inkiyat etmek, ta’bi olmak, boyun eymek, ta’zim etmek,
perestiş etmek, mutavassıt etmek” şeklinde açıklanmaktadır. (TDK, V)
Bu manada Enveri”nin
Dusturnamesinde:
“Yağı olan yeri viran ettik
Her ki tapmadıysa giryan ettik”
Ve yine,
“Tana battı göre ol kişi
Otuz ere taptı altı bin kişi ”
şeklinde geçmektedir.
Görüldüğü gibi bu eş anlamlı
“bulmak” ve “tapmak” kelimelerinden “bulmak”, fizik bir alt anlam taşıdığı
halde, “tapmak” kelimesi, inanç sistemiyle ilgili üst anlamdadır. İnançla
ilgili kelimeler, genellikle eş anlamlı olarak kullanılırlar. Abdulkadir İnan
bir araştırmasında özellikle kutsal kelimelerin eş anlamlı olduklarını
söylemekte ve buna bağlı olarak da kurt ve böri kelimelerini örnek
göstermektedir(*4). Kutsal kelimeler, hayatta gelişigüzel kullanılamazlar,
gerektiğinde eş veya zıt anlamlılarıyla birlikte kullanılırlar. Birçok Türk
lehçesinde, “bulmak” kelimesi “tapduk” ile yan yana kullanılmıştır. Tapduk
ancak bir inanış olduğu zaman ve özel durumlarda kullanılabilir. Bu kültün,
inanışın yaygın olduğu Türk ülkelerinde Tapmak kelimesi kullanılmıştır.
Ziya Gökalp “Eski Türkler mefkureyi
gökten inen bir altun ışık suretinde tasavvur ederlerdi. ” demektedir (5). Bu
semavi nurun ruhlarla izdivacından ilahi kutsiyete malik, yeni bir cemiyet
vücuda gelirdi. Tapduk kelimesinin ışık kelimesi ile birleşerek yeni mana ve
düşünce ufukları içerisine girmesi “emre”ler döneminden “aşıklar” dönemine
geçişte görülmektedir. “Işık” emre” ve Âşık” kelimeleri isimleri hem belirli
zümrelerin hem de halk edebiyatında bir şiir geleneğinin adıdır. Tabduk’un
büyük bir mutasavvıfın mürşidine ad olması, bazen de “tapuğ” adıyla ilahiler
söylenmesi yanında, bu kelimenin İslamiyet’ten önce de var olduğunu hesaba
katarak, Türk mitolojisi ile ilişkisini araştırmak gerekmektedir.
Görüldüğü gibi bazı terimler, eski
Türk mitolojisinin izahında anahtar durumundadır. Mitolojik unsurları, sadece
Yunan mitolojisine dayanarak, oradaki terimleri dikkate alarak hareket etmek
doğru değildir. Mitolojide milletlere has orijinal unsurları tespit etmek daha
zordur. Bu orijinal unsurlar, kültürler arasındaki ortak unsurlardan daha
enteresan ve önemlidir.
Ehliman Ahundov’un Azerbaycan
Folkloru Antologiyası adlı eserinde Taptug isimli bir nagıl anlatılmaktadır
(6). Nağıl’a masal denilip denilemeyeceği tartışmasını bir yana bırakarak,
“tapduk” nağılını, masaldan ziyade mitolojik bir hikâye kabul ediyoruz. Bu
hikâyenin kahramanı olan Tapduk, eski Türk mitolojisine has özellikler
taşımaktadır. Bozkurt, Oğuz Kağanın çadırına böyle bir kutsal ışıkla inmişti.
Uygurlar, kağanlarını ağaç üzerine inen kutsal ışık içinde bulmuşlardı.
Kırgızların han kızı, ırmak içine düşen kutsal ışığa parmağını soktuğu için
hamile kalmıştı. Bütün bu Türk destanlarında olduğu gibi, Tapduk da kutsal
ışıkla yer yüzüne iner.
Tapduk’un Türk mitolojisindeki önemi
bu kadarla da kalmamaktadır. Araştırıcılar, Türk mitolojisini,
1. Tanrıların ruhları ve kainatı
yaratması dönemi,
2. Bunların yer yüzüne inip
insanlarla olan münasebetleri dönemi ve
3. Sembolik veya alegorik izahlar
dönemi şeklinde ele almışlardır. Bu son dönem, daha çok edebi yaratmalar
dönemidir. Türk mitolojisinde ilk dönemle ilgili malzeme ve bilgileri Bahaeddin
Ögel teferruatıyla izah etmiştir (7). İkinci özelliği ise, Hocam Fikret Türkmen
özellikle gök yüzü alegorileri ile ilgili olanlarının halk hikâyelerindeki
edebi işlenişini ele almıştır (8).
Birincisi, daha çok kainatın ve
dünyanın yaratılışı dönemidir. İkincisi ilahların, bir takım insani hasletlerle
anlatılmasıdır. Üçüncü dönem ise, mitolojinin edebiyata yansıması
diyebileceğimiz bir takım sembolik hikâyeler dönemidir. Bu ikinci merhalenin Türk
mitolojisindeki yerine hiç değinilmemiştir. Halbuki bilhassa Yunan
mitolojisinde, bu afa merhaleye açık olarak rastlıyoruz. Bu ara bir merhalede
“tanrılar” ve “tabiat kuvvetleri”, kişiler şeklinde tasavvur edilmekte, hatta
insani kisveler taşımaktadır.
Araştırıcılar, Türk mitolojisindeki
bu noktayı ya oluşum eksikliğine ya da metinlerin kaybolmasına bağlıyorlardı.
Halbuki “tapduk nağılı” bize gösteriyor ki Türk mitolojisinde de tabiat
kuvvetleri kişileştirilebiliyor ve yarı insani, yarı ilahi vasıflara sahip
olarak karşımıza çıkabiliyorlar. Tapduk nağılındaki Tufan Bey (Fırtınalar
tanrısı), Gün hanım (Güneş), Şemsi Hanım Gün hanımın kızı (Güneşin ışınları),
Zulmat padişahı (karanlıklar dünyasının beyi), Bağ-ı İrem cennet veya
aydınlıklar dünyası, Türk mitolojisinin söz konusu devresine aittir.
Ay Bey, Nured-Dünya, Kaf dağı, Kamer
Hanım gibi yer ve şahıs isimleri, bu hikâyenin Türk ve İslam mitolojisinin
karşı karşıya kaldıkları dönemde teşekkül ettiğini göstermektedir. Bu hikâyede
gökteki ilahlar yer yüzüne inmiş, yer yüzündeki insanlar da zaman zaman gök
yüzüne çıkmışlardır. Gökyüzünde tabiat küvetleri birbiriyle evlendikleri gibi,
yer yüzünden de gelin almışlardır. Hikâyede aşk kıskançlıkları geçmektedir. Bu
yüzden Gün hanım kızını öldürmek istiyor. Yine Yine Gün hanımın kızı da
annesinin sevgilisini kıskanıyor.
Türk mitolojisindeki “haber ağacı”
Şemsi hanımın emrindedir. Bu ağaç yardımıyla dünyada cereyan eden her olaya
vakıf oluyor. Hikâyenin sonunda “Şemsi hanımı Nureddünyaya, cavan olmuş, goca sevgilileri
birbirine Gün Hanımı Tufan deve ve Gemer Hanımı Tapdığa verdiler. Tapdığ gedib
Süleyman taciri ve Minagerden hanımı da getirdi. Tapdıg hem ışığlı dünyanın,
hem de Zülmat dünyasının padşahı oldu(9).
Bu azeri nağılında. Yunan
mitolojisinde, tanrı veya yarı tanrı diye vasıflandırılan kahramanlara dev
denilmektedir. Farsça dev kelimesinin etimoloji sözlüklerindeki “divin” yani
“tanrı” kelimeleri ile ilişkili oldukları iddiaları dikkate alınırsa burada
masallardaki dev anlamından ayrı bir anlam taşıdığı hemen anlaşılır. (9). Bu
hikâyedeki devler, mesela “Tufan dev”, fırtınayı ve tufanı temsil etmemektedir;
ama fırtına ve tufanın bizzat kendisidir.
Aynı şekilde, Kamer hanım ayı, Gün
hanım ise Güneşi temsil etmektedir, diyemiyoruz. Bunlar bizzat o varlıkların
kendileridir. Halbuki Fikret Türkmen’nin yukarıda sözünü ettiğimiz çalışmasında
bu terim artık sembolik bir anlam kazanmıştır. Bu alegorik benzetmeler, eski
Türk mitolojisinin izleri olmaktadır. Ama asıl dikkatimizi çeken nokta, tabiat
kuvvetlerinin kişileştirilmiş olmasıdır. Yunan mitolojisinde olan, fakat Türk
mitolojisinde şimdiye kadar işaret edilmeyen bu ikinci dönem, tabiat
kuvvetlerinin insan olarak karşımıza çıktıkları dönemdir. Yer-sublar ve diğer
tabiat kuvvetlerinin kişileştirilerek anlatılması, mitolojinin daha sonraki
devrelerinde meydana gelmektedir. Bu yüzden, bazı araştırıcılar, Odesa’ya,
tamdestan gözüyle bakmamaktadır. Tapduk nağılında yer alan tabiat kuvvetleri
tıpkı insanlar gibi beşeri bir aşk yaşamakta Türk mitolojisinin bilinmeyen bir
devresinin metinleri telakki edilmektedir. Sonuçta folklor metinleri dikkatle
incelenmeye devam edilirse, Türk mitolojisini tamamlayan parçaları tek tek
bulunabilir ve yerli yerine konabilir.
Kaynak:
Fuad Köprülü, İlk Mutasavvıflar,
1966, Ankara, s. 221.
TDK Tarama Sözlüğü V
Gerard Clausen, Türkçe Sözler
Üzerinde Araştırmalar, Jean Deny Armağanı, s. 68-69.
Ziya Gökalp, Makaleler IX, Kültür
Bakanlığı Yay, istanbul, 1980, s. 13 vd.
Ehliman Ahundov, Çev. Semih Tezcan,
Azerbaycan Halk Yazını Örnekleri, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1978,
ss206- 234 vd.
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi,
TTk, Ankara 1972.
Fikret Türkmen, Türk Halk
Hikâyelerinde Gökyüzü ile İlgili Allegoriler, I. Uluslararası Türk Folklor
Semineri Bildirileri, Ankara 1974, s. 159-164.
Abdulkadir İnan; Makaleler ve
İncelemeler, 1. cilt Türk Tarih Kurumu Basımevi Ankara 1991.
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi,
TTk, Ankara 1972.
Prof. Dr. Kemal YÜCE
Prof Dr. Fikret Türkmen
Armağanı,İzmir Aralık 2005,s.763-766
.