BİZ RUH’UMUZU TANRI DAĞLARINDA BIRAKTIK 1



Emine Işık Pehlivanoğlu
İnsanların birçoğu ABD’ye, Avrupa’ya ve Uzak Doğu’ya seyahat etmek isterler. Oysa ben çok uzun bir süredir Orta Asya’yı ziyaret etmek ve Atalarımızın geldiği toprakları, Ana Yurdumuzu yakından tanımak istiyordum. Fakat doğal olarak tek başıma böyle bir yolculuğa çıkmam mümkün değildi. Her şeyden evvel hiç bilmediğim o coğrafyada bana rehberlik edecek, dil ve adres sorunu olmayan, uzman kişilerin yardımına ihtiyacım vardı.
Nihayet bu hayalimi gerçekleştirmemi sağlayacak olan insan karşıma çıktı. Anadolu’nun dört bir yanındaki eski Türk Damgalarının kazınmış olduğu kaya resimlerini ve mezar taşlarını keşfetmesiyle tanınan araştırmacı-yazar Sayın Ümit Şıracı’nın, Ana Yurtlarımızdan Kırgızistan’a, Tanrı Dağlarına bir kültür turu düzenleyeceğini öğrendim. Hiç bu fırsatı kaçırır mıyım? Hemen kaydımı yaptırdım ve sekiz günlük tur programında nelerin, hangi tarihi yerlere ziyaret ve aktivitelerin olduğunu öğrendikten sonra, aktiviteler için gereken malzeme listesini temin ettim.
Örneğin yürüyüş pantolonu, yürüyüş sandaleti, dağda yürüyüş botu, kafa lambası, dağa çıkar ve inerken yaslanmak ve dengeyi korumak için yürüyüş batonu, teri çabucak kurutan sentetik tişört, rüzgar ve su yalıtımlı mont gibi, daha önceden gardrobumda hiç bulunmayan kıyafetleri satın aldım. Hazırlıklarım sadece alışverişle de sınırlı kalmadı. 3.500 rakımlı Ala Göl’e yürüyerek ve 3.000 rakımlı, dünyanın 2. Büyük dağ gölü olan Son Göl’e ise 6 saat süren bir at yolculuğu sonucu ulaşacağımızı öğrenince, kondisyonumu arttırmak için her gün düzenli olarak spor yapmaya başladım. İyi ki de spora başlamışım, zira tura katılan ve her biri kendi mesleki yada akademik kariyerlerinde başarılı olan insanların hepsinin, kondisyon olarak gayet güçlü olduklarına tanık oldum. Bu yılın Temmuz ayının 11’inde İstanbul Havalimanı’nda başlayan maceramız, 19’unda Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’teki Manas Havalimanı’nda son buldu. Ama biz Ruhumuzu Tanrı Dağlarında bıraktık…
Nasıl bırakmayalım ki? Bir kere, Kırgızistan, Anadolu’muzun, Kırgızistan’ın yüzde 60’ını kaplayan Tanrı Dağları da Toroslar’ımızın birebir kopyası gibiler. 80’li yıllarda Modern Folk Üçlüsü’nün söylediği, Anadolu isimli bir türkü vardı hani? Hepiniz hatırlarsınız; “Sen ne güzel bulursun, Gezsen Anadolu’yu, Dertlerden kurtulursun, Gezsen Anadolu’yu! Billur ırmakları var, Buzdan kaynakları var, Ne hoş toprakları var, Gezsen Anadolu’yu! Orda bahar başkadır, Yazlar kışlar başkadır, Ah bu diyar başkadır, başkadır, Gezsen Anadolu’yu!”… Sözlerini M. Faruk Gürtunca’nın yazdığı bu şiirin devamı şöyledir:
Gülerken köylü kızlar
Güler sanki yıldızlar
Ne kalbin, gönlün sızlar
Gezsen Anadolu’yu.
Derde şifa bulursun
Halkta vefa bulursun
Kim der cefa bulursun
Gezsen Anadolu’yu.
Kırlarında koşar at
At, ruhunu savur, at
Ruhunda açar kanat
Gezsen Anadolu’yu.
Dağdan serin yel eser
Soğuk suları Kevser
Güzelliği şaheser
Gezsen Anadolu’yu.

Bir ağaç kabuğundan
İçince bir tas ayran,
Erir, varsa her yaran
Gezsen Anadolu’yu.
Ne eşsiz yerleri var,
Beldeler dilberi var,
Bin Bursa, İzmir’i var
Gezsen Anadolu’yu.
Hanlar, köprülerden aş,
Ellerden ele dolaş.
Yumuşak gelir her taş
Gezsen Anadolu’yu.

İşte tam bu şiirde tarif edilen, Anadolu’muzun o hiç bozulmamış, el değmemiş, maden ocakları ve hes santralleriyle kirletilip, kelepçelenmemiş eski hali gibi bir coğrafya ile karşılaştık Kırgızistan’da… Karşılaşınca da hepimiz atalarımızın binlerce sene evvel iklim değişikliği sebebiyle o güzel Ana Yurttan dünyanın dört bir yanına göç etmek zorunda kalınca, bir bölümünün kendilerine Yeni Yurt tutmak için neden Anadolu’yu seçtiklerini anlamış olduk. Çünkü bir adı da Minor Asya (Küçük Asya) olan Anadolu coğrafyası, Orta Asya coğrafyasının küçük bir kopyasıydı. Yemyeşil meralar ve otlaklar, yaylalar, derin vadiler, irili/ufaklı yüzlerce dere, başı karlı yüce dağlar, Karadeniz’deki ormanların birebir aynısı, ulu yemyeşil ağaçlar ve doğal tatlı su kaynağı olan göller… Şimdi gelin, bir de bu enfes doğal güzelliklerin üzerine, uçsuz/bucaksız kırlarda özgürce otlayan koyun, sığır ve at sürülerini yerleştirin bakalım… Ne kadar olağanüstü bir manzara değil mi? Üstelik bu tabloda ruhunuzun dinginliğini bozan, “medeniyet dediğin, tek dişi kalmış o meşhur canavar”dan; betondan, çelikten, plastikten ve asfalttan eser yok…

Ruhunuz orada kalmasın da ne yapsın, söyler misiniz bana?

(Devam edecek…)