SURİYE İÇ SAVAŞINDA SIKIŞAN SURİYE TÜRKMENLERİ

2014 yılına girilen şu günlerde Suriye’de, romantik deyimle “Arap Baharı” başlayalı 34 ay geçti. Bu 34 ay içerisinde Suriye tanınmaz hale geldi. Taş taş üstünde kalmadı. Ülke binbir parçaya bölünmüş gibi. Ama Suriye’nin geleceği konusunda herhangi umut verici bir ışık da henüz görünürde yok.


Suriye’deki Türk (Türkmen) Varlığı

Suriye’de gelinen gündeki tablo, hangi cephenin kime ait olduğu bilinmeyen, tozun dumana, at izinin it izine karıştığı bir manzarayı resimliyor. Bu iç savaştan zarar görmeyen yok gibi. Bu yazıda Suriye’deki Türklerin (Türkmenlerin), Suriye “iç savaşı”ndaki durumu gözler önüne serilmeye çalışıldı.

Türklerin Suriye’de hâkimiyet kurduğu ilk dönem Tolunoğulları ile başladı.[1] 905 yılında Tolunoğulları devleti yıkıldı. Daha sonra XI. yüzyılda, Suriye’de başlayan Büyük Selçuklu Devleti’nin hâkimiyeti varsa da, bu hâkimiyet Haçlı Seferleri nedeniyle fazla sürmedi. 1128’de Haçlı kuvvetlerini Halep’ten çıkaran Selçuklu Emirlerinden Musul Atabeyi İmadeddin Zengi’nin oğlu Nureddin Zengi Suriye’yi geri aldı.[2] Bu tarihten sonra çeşitli devletler kurulsa da Suriye’de Türk varlığı devam etti. 1516’da Mercidabık Savaşı’yla bir diğer Türk devleti olan Memlük Sultanlığını yenen Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim, Suriye’yi de topraklarına kattı.[3] Bu tarihten sonra Suriye’de Türk varlığı devam etti.

I. Dünya Harbi sonundan itibaren, tüm diğer eski Osmanlı topraklarında bırakılan “Evladı Fatihanlar” gibi Suriye’deki Türkmenlerin de sorunları artarak devam etmiştir. Öyle ki, II. Dünya Harbi sonunda bazıları gruplar halinde Türkiye’ye göç etmiştir. Çeşitli baskılar sonucu 1945, 1951, 1953 ve 1967’de sayıları kati olarak bilinmeyen toplu göçler yaşandı. Ağırlıklı olarak Kırıkhan, İskenderun ve Adana’ya yerleştirildiler.

Suriye’de uzun yıllardır sağlıklı ve ayrıntılı verilere dayanarak nüfus sayımı yapılmadığından, ülkedeki Türk (Türkmen) nüfusu konusunda da çeşitli tahminler yapılmaktadır. Halep, Lazkiye, Telkele, Kunteyra ve Şam bölgesine göç eden Golan Türkmenlerinin sayısı bazı kaynaklarda 2000’li yılların başı itibariyle 1 milyon ve üzerinde tahmin edilmektedir.[4]

Bazı kaynaklar ise Suriye Türkmenlerinin nüfusunun 3.5 milyon civarında olduğunu ileri sürmektedirler. Bu sayı içerisinde Türkçe dilini unutarak bir bakıma “Araplaşmış” Türkmenlerin de dâhil edilmiş olması muhtemeldir.  Bazı Suriye uzmanları ise, 3.5 milyon olduğu bilgisi verilen Suriye Türkmenlerinin “yaklaşık 2 milyonun tamamen Araplaştığını, birçoğunun Türkmen kimliğini dahi unuttuğunu” ileri sürerek, sonuç itibariyle Suriyeli Türkmen nüfusunun 1-1.5 milyon arasında olabileceği değerlendirmesinde bulunmaktadırlar. Bu nüfus bile 22-23 milyonluk toplam nüfus içerisinde küçümsenmeyecek bir oran demektir.

Suriyeli Türkmenlerin neredeyse %99’u Sünni mezhebine mensuptur. Çok az sayıda Alevi Türkmen köyleri de vardır. Ortadoğu’daki Türkler arasında Türkiye Türkçesine en yakın olanı Suriye Türkmenlerinde görülmektedir.  Bir örnek vermek gerekirse “Kerkük’te, Kerküklülerle konuştuğunuzda çok daha rahat anlaşabilirsiniz ama Telafer’e gittiğinizde veya Diyala’ya gittiğinizde çok daha zor anlaşabildiğinizi!” anlarsınız. Irak Türkmenleriyle kıyaslandığında, Suriye Türkmenlerinin Türkçesi Kerkük Türkçesinden daha rahat anlaşılabilir bir düzeydedir.
Buna karşılık Suriye Türkmenleri sosyoekonomik açıdan Irak Türkmenleri, hele de Kerkük Türkmenlerine kıyasla çok kötü bir duruma sahiptir. Suriye’de Türkmenler genellikle kırsalda ve daha alt sınıfı oluşturmaktadır. Halep gibi Türkiye’ye yakın yerlerde kentleşenlerin dahi  daha alt sınıfta yer aldıkları görülmektedir.[5] Bu duruma kuşkusuz ki Suriye’de özellikle II. Dünya sonrası sıkça rastlanan darbelerde Türkiye düşmanlığı, soğuk savaş döneminde farklı kutuplarda bulunma ve 1973’te Suriye’de iktidara darbeyle gelen Hafız Esad’ın sistemli çalışmaları etkili olmuştu.

Türkiye-Suriye ilişkileri, Ekim 1998’de PKK terör elebaşısı Öcalan’ın ülke dışına çıkartılması ve ardından Kasım 1998’de Adana Mutabakatı’ndan itibaren düzelmeye başladı. Hele de 2000 yılında Hafız Esad’ın ölmesinden sonra yeni Cumhurbaşkanı Beşşar Esad’la birlikte hızla düzeldi. Bu düzelme Suriye’deki Türklere uygulanan baskıyı da azalttı. Öyle ki Nisan 2007’de Halep’teki 75 bin kişilik yeni Olimpiyat stadının açılışı Fenerbahçe ile Suriye’nin Al İttihad takımı arasındaki maçla yapıldı. Bu maç öncesi ve sonrasında Türk takımına gösterilen sevgi seli kuşkusuz ki bölgenin Türk unsuru ağırlıklıydı.[6]

Eylül 2009’dan itibaren iki ülke arasındaki vize muhafiyeti başladı. “Stratejik Ortaklık” kurularak karşılıklı ortak kabine toplantıları yapıldı. 6 Şubat 2011’de Hatay’da Asi ırmağı üzerine yapılacak barajın temel atma töreni Suriye Devlet Başkanı Esad ve Başbakan R. T. Erdoğan’ın katılımıyla gerçekleşti.[7]

Suriye’de Arap Baharı ve Türkiye-Suriye İlişkilerinde Erken Gelen Kopma
Aralık 2010’da Tunus’ta başlayan, Ocak 2011’de Mısır’ı alt üst eden, Şubat 2011’de başladığı Libya’da 42 yıllık Kaddafi yönetimini süpüren “Arap Baharı”, 15 Mart 2011’de Suriye’ye sıçradı.
Başlangıçta masum sokak gösterileri şeklinde gerçekleşen sokak gösterilerine Esad rejimi sert karşılık verdi. Bu arada bazı reformlar yaptığı gibi, bazılarının yapılacağını da söyledi. Ama daha önceki üç Arap ülkesindeki gelişmeleri gören Suriyeli muhalifler direnişlerini sürdürdüler. Nisan 2011’de BM Güvenlik Konseyi’ne getirilen “Suriye’ye yaptırım” konusu, Rusya ve Çin’in vetosuyla reddedildi. Bu arada Suriye’den çevre ülkelere kaçışlar başladı. Türkiye’ye de ilk sığınmacı grubu Haziran 2011 başlarında Yayladağı’na ulaştı. Bu ilk kafileyi diğerleri izledi. Türkiye birkaç kez “Esad’a bizzat gönderilen mesajlarla”, “halka karşı silah kullanılmasının önlenmesini” istedi. Ama Ağustos 2011’de, Ramazan ayı içerisinde de sert karşılıklar ve ölümler gerçekleşti. Bu hareketle Türkiye-Suriye ilişkileri kopma noktasına geldi.[8]

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu 9 Ağustos 2011’de Şam’da Esad’la uzun bir görüşme yaptı. Cumhurbaşkanı ve Başbakanın mesajlarını götürdü. Hatta ABD’nin de “mektuplarını taşıdığı” dahi ileri sürülerek Türk basınında yer aldı. Türkiye’nin öncelikli isteği Hama’daki zırhlı birliklerin geri çekilmesiydi. Ama tam tersi yapıldı. Hatta Humus, İdlib, Deyri Zor’a da ateş edildi.  13 Ağustos 2011’en itibaren Lazkiye de tank ve denizden de askeri gemilerin top atışlarına maruz kaldı. Esad’la görüşmesinden 6 gün sonra Davutoğlu, “Sözün bittiği yerdeyiz!” dedi.[9]

Bu tarihten sonra Türkiye, evvelce karışmadığı Suriyeli muhaliflerin İstanbul’da “Ulusal Konsey” kurmalarına izin ve hatta onlarla görüşerek destek verdi. Başbakan Erdoğan, 26 Eylül 2011’de, bir soru üzerine Suriye Cumhurbaşkanı Esad için “Bize yalan söyledi!” dedi. Bu bir ülke devlet başkanına ve devlet adamına, bir diğer devlet adamının söyleyeceği ve sözünü kamuoyu ile paylaşabileceği bir fiildi. Düşünülmeden sarf edilen bu ifadeyi daha sert ve diplomatik lisandan uzak diğerleri izledi. Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)’nun komutan ve subayları Hatay’daki sığınaklarda barındırıldı. Buradan Suriye’deki silahlı muhalefeti yönlendirmelerine destek verildi.
13 Kasım 2011’de Suriye’de başkent Şam, Halep ve Lazkiye’de bir araya gelen Baas rejimi yanlıları, rejim lehinde gösteri yaptılar. Ancak bir süre sonra bu göstericiler grubu bir “güruh” haline gelerek Türk Büyükelçiliği ile diğer iki şehirdeki Türk konsolosluklarına saldırdılar. Üstelik Türk Bayrağı’nı yaktılar. Bu nefretin arka planında Dışişleri yönetiminin, “kraldan çok kralcı” tutum izlemesinin de etkisi olduğu kesindir. Zira Türkiye, Ağustos 2011’le birlikte Esad rejimine karşı en şiddetli hareket eden ülke haline gelmişti. Bu ise, Türkiye’nin geleneksel “Yurtta sulh, cihanda sulh” politikasından farklı ve biraz Atlantik ötesinin “dümen suyunda” gibi gözüken bir politikaya benzetildi.[10]

Türkiye’nin Esad rejimi ile bağlarını tamamen kopartması yanlıştı. Esad’ın kısa sürede muhalefet, uluslararası yaptırım veya son olarak bir askeri harekatla uzaklaştırılacağı tahmini yapan Türkiye’nin, bu tahmini tutmayacaktı. Zaten bu husus 2013 sonlarına doğru İngiliz Muhafazakâr Parti milletvekili Nick De Bois’in moderatörlüğünde yapılan panelde eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış tarafından, “Türkiye’nin Esed rejimi ile bütün gemileri yakarak iletişim kanallarını tamamen kapatması!”nın yanlış olduğu söylendi. Yakış’a göre bu yanlışın sonucunda oluşan boşluğu İran ve Rusya doldurmuştu.[11]

Bu tarihten sonra sadece Türkiye-Suriye ilişkileri değil, Esad rejimi ile Suriye Türkmenleri arasındaki ilişkiler de ağır hasar aldı. Üstelik silahsız, savunmasız ve Esad’ın amansız düşmanı “Türkiye” taraftarıydılar. Onlar için yeni “zor” günler tekrar başlamıştı.

Türkmenler böyle iken, Suriyeli Kürtlerin büyük bir kısmı “Kürt Ulusal Konseyi” halinde muhalefette yer aldılar. Sadece PYD, Esad rejimine yakın bir çizgideydi. PKK terör örgütünün Suriye kolu olarak da bilinen, Salih Müslim’in yönetimindeki PYD, Kasım 2013 ortalarına doğru Suriye’de özerklik “geçici yönetim” bile ilan etti.[12] Bu durum Türkiye gibi, Irak Kuzey Yönetimi (Barzani)’nin de pek hoşuna gitmemişti.

Suriye İç Savaşında Arada Kalan Suriye Türkmenleri

Suriye Türkmenleri, Suriye’de iç savaşa dönen kargaşadan giderek artan güçlükleri yenebilmek için adeta el yordamıyla da olsa bir şeyler yapmaya çalıştılar. Bunlardan biri 15 Aralık 2012’de İstanbul’da Suriye Türkmenleri 1. Toplantısı gerçekleştirildi. Bu toplantıyla Suriye Türkmenlerini her bölge ve alanda temsil edenler tek çatı altında toplanmaya çalışıldı. Dışişleri Bakanlığı’nın ev sahipliğindeki toplantıya Meclis Başkanı Cemil Çiçek ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu da katıldılar. Suriye Türkmenleri Onursal Başkanı Mersin Milletvekili Mehmet Şandır da bir konuşma yaptı. Başbakan Erdoğan da aynı gün Suriye Türkmenlerinden bir heyeti İstanbul’daki ofisinde kabul etti.
Konuşmacılardan Dışişleri Bakanı Davutoğlu, “Suriye Türkmenlerinin ülke geleceğinde hak ettiği yeri alacağından kimsenin şüphesi olmaması gerektiğini, yeni kurulan Suriye Ulusal Koalisyonu (SUK) içinde de Türkmenlerin hak ettiği yeri aldığını” belirtti.

Toplantıda Şam, Halep, Golan, Hama, Humus, Lazkiye, İdlib, Rakka ve Tartus’tan gelen temsilciler de konuşmalarında kendi bölgelerinde Türkmenlerin yaşadığı sorunları dile getirdiler. Onları Suriye Türkmen askeri birliklerini temsilen katılan komutanların yaşadıkları sıkıntıları ve destek beklentilerini dile getiren konuşmaları izledi.

Toplantının yapıldığı günlerde Suriye Türkmenlerinden SUK Meclisi’nde 16, Suriye Ulusal Konseyi Genel Sekreterliği’nde 2 temsilci bulunuyordu. Keza bir süre önce Katar’da oluşturulan muhaliflerin yeni adresi Suriye Ulusal Koalisyonu’nda da 3 Suriyeli Türkmen temsilci kişi yer almıştı.[13]

Mart 2012’de Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORSAM), Suriye Türkmen Topluluğu Hareketi Sözcüsü Ziyad Hasan’la mülakat yaptı. Hasan, birçok soruya verdiği cevaplar yanında Türkmenlerin isteklerini de sıralamıştı. Bu arada Türkiye’nin desteğiyle İstanbul’da kurulan SUK’ta bile Türkmenlerin dışlandığını belirtmişti.[14]

2012 sonu itibariyle Suriye Türkmenlerinin askeri alanda başarılı oldukları görülüyordu. Suriye’nin en büyük muhalif askeri tugaylarının liderleri ve tugay komutanları arasında Türkmenler de vardı. Türkmen bölgelerini savunmak için Türkmen birlikler ve tugayları da kurulmuştu. Halep direnişçileri içerisinde “Fatih Sultan Mehmet”, “Sultan Abdülhamid” ve “Fatih’in Torunları” gibi başlangıçta başarılı olan Türkmen tugayları öne çıkmıştı. Halep’in Selahattin mahallesi gibi stratejik noktasında İdlib kökenli Türkmen tugaylar Arap tugaylarla birlikte mücadele ediyordu. Lazkiye, Humus ve Şam’gibi muhaliflerin direniş gösterdiği yerlerde de gene Türkmen tugayları vardı. Kırsaldaki Türkmen yerleşim bölgeleri de bu Türkmen askeri birlikleri tarafından kontrol ediliyordu.[15]

2013 yaz aylarına doğru Suriye’de dengeler değişmeye başladı. Suriye’deki iç savaşın gidişatı, Türkiye’ye yeni komşular eklenebileceği endişesini getirdi. Beklenilenin aksine, Suriye’de muhalifler bir araya gelerek ortak cephe oluşturamadılar. Bu geçen süre Esad rejiminin denge kurmasını kolaylaştırdı. Muhalefet içerisinde etkinliğini arttıran el-Muhaberat, muhalefeti iyice bölmeyi başardı. Muhalefetin bir araya gelememesinde, mevcut silahlı büyük gruplara yardım ve destek veren ülkelerin tercihlerinin farklılıkları da rol oynadı. Türkiye genelde Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve yakın bir zamana kadar el-Nusra’ya yardım ederken, Suudi Arabistan ve Körfez Ülkelerinin tercihleri farklı gruplardı.

 ABD ve İngiltere’de istihbarat birimlerinin bilgileriyle hazırlanan bilgilere göre Suriye’deki
100 bini bulan Suriyeli silahlı muhaliflerin 1.000-1.200 gruba bölünmüştür. 10 bin silahlının el-Kaide bağlantılı, 30-35 bin İslamcı savaşçının cihat fikrinden ziyade Suriye Savaşı’na odaklandığı ve 30 bin civarında “ılımlı İslamcı” olduğu bildirilmektedir. Suriye’de en etkili silahlı grup ÖSO idi. General Selim İdris yönetiminde 10 bin savaşçıya sahipti. Türkiye sınırında etkin “Kuzey Fırtınası” gibi gruplar da ÖSO bünyesindeydi.

Aynı tarihlerde  “Cihadcı” diye bilinen el-Kaide bağlantılı el-Nusra’nın yaklaşık 6 bin silahlı mensubu vardı.  El-Nusra ile el-Kaide’nin Irak uzantısı “Irak Şam İslam Devleti” (IŞİD) arasındaki bağ son zamanlarda oldukça geliştirildi. Hatta aynı çatı altında oldukları dahi ileri sürüldü. Nitekim el-Nusra son günlerde “Irak ve Şam İslam Devleti” adını da kullanmaya başladı. 

12 Selefi grubu içeren, 10 bin ila 25 bin arasında silahlı kişiye sahip olduğu tahmin edilen ve el-Nusra gibi İslami yasaları kurmak isteyen bir diğer grup da Suriye İslam Cephesi’dir. 20 farklı silahlı gruptan oluşan “Suriye İslamcı Özgürlük Cephesi”  adlı İslamcı örgütlenmedir. 14 bin kişilik Faruk Kıtası ile 11 bin silahlı kişinin bulunduğu “Tevhid Tugayı” önemli gruplardır. Türkiye sınırına yakın Faruk Kıtası’nın kanadı Faruk El Şamal’a Türkiye’nin destek verdiği, Tevhid Tugayı’nı Halep’te ÖSO’yu desteklediği söyleniyordu.  Bunlara ilaveten 10 bin silahlıdan oluşan “Suriye Şehitleri Tugayı”, “İslamcı Ahrar El Şam Hareketi” gibi 100 gruptan oluşan, Şeriat isteklisi en büyük Selefi grup teşkilat, 64 farklı kıtadan oluşan Şam’daki en İslam Tugayı gibi gruplar da büyük muhalifler arasındaydı. YPG, PKK destekli PYD de diğer silahlı ve farklı Kürt gruplarıydı.[16]

Tüm bu gruplar içerisinde el-Kaide uzantıları ile PYD-PKK ve Esad rejimi güçlenirken, ÖSO ve Türkmen tugayları kan kaybetmeye başlamıştı. Elektrik, su ve telefonları kesik olmasına rağmen sivil halkı korumak için kısıtlı imkânlarla mücadele eden Türkmen tugayları, başta ağır silah olmak üzere gıda ve ilaç sıkıntısı çekiyordu. Ormanlık alana kurdukları çadırlarda yaşamlarını sürdüren Türkmen askerler, bazen ele geçirdikleri tankları, yakıt ve mermi sıkıntısı nedeniyle kullanamıyordu. Buna karşılık Esad’ın askerleri Türkmen bölgesini sürekli ağır silahlarla bombalamaya devam ediyordu. Silah ve cephaneye ilaveten yiyecek ve ilaç sıkıntısı da had safhadaydı. Eylül 2013’te Türkmen subaylardan biri durumu “Bize yardım eden ülkelere ve başta Türkiye’ye teşekkür ediyoruz. Ancak yardımlar yeterli değil. Birçok devlet yardım sözü verdi. Özellikle ağır silahlar vereceklerini söylüyorlar ama vermediler. Verilen hiçbir söz tutulmadı. Uluslararası toplum bizi öksüz bıraktı. Artık yeter, bir an önce yardım etsinler!”[17]şeklinde yakınarak özetlemişti.

Eylül 2013 itibariyle Türkiye’de 25 bin civarında Türkmen sığınmacı olduğu ileri sürülüyordu. Suriyeli Türkmenlerden Molla, Suriye’deki karışıklığın en sıcak bölgelerinde Türkmenlerin bulunduğunu, yerle bir edilen Bab-ı Amr’da 2.400 Türkmen’in şehit edildiğini anlatmıştı. Bu Türkmen şehitlerin olduğu Arap medyasında yer almadığını ifadeyle “Biz Türkiye’ye de ‘can vatan anavatan’ gözüyle bakıyoruz ancak maalesef medyada yer almıyor. Arap kardeşlerimize bu konudan bahsettiğimizde onlar ‘sizin arkanızda Türkiye var’ diyorlar!”[18] şeklinde yakınarak açıklamıştı.

Suriyeli Türkmenler de her ne kadar diğer sığınmacılar gibi bazı kamplara yerleştirilmişse de, bazıları da Hatay’dan İstanbul’a kadar uzanan yolda çeşitli şehirlere göç etmişlerdi. Ama pek çoğunun hali perişandı. Kasım 2013 sonlarında İstanbul’da Kadıköy İskelesi’nde karşılaştığı bir Türkmen’in : “Men Türkmen’em. Savaştan gelmişim. Lütfen yardım.” Demesi üzerine,  bir gazeteci şunları yazmıştı: “Suriyeli Türkmenler, Osmanlı bakiyesi olarak o topraklarda yaşayan kardeşlerimiz Suriye’deki iç savaşta maalesef Türkiye’nin yanlış ve kışkırtıcı tutumu yüzünden Esad’a karşı olan cephede yer aldılar ve Türkiye’ye güvenmenin faturasını çok ağır bir şekilde ödüyorlar. ÖSO birlikleri Halep’e ilk saldırmaya başladığında, Başbakan’ın ‘kahramanlarım’ dediği bu birliklerin içinde Türkmenler de vardı. Suriye Türkmenleri, ‘Emevi Camii’nde’ kılınacak namazı boşuna beklediler.”[19]

İşte bölgede ÖSO’nun zayıflaması, Selefilerin güçlenmesiyle birlikte, Hatay’ın Yayladağı İlçesi’nin bitişiğindeki yerleşik Bayır-Bucak Türkmenlerine terör estirilmeye başlanmıştı.  Ama ilginçtir ki, Esad’ın kısa sürede devrileceği yanılgısı içerisindeki Türkiye’nin. Türkmenlerin Esad güçleri ile Selefiler arasında sıkışıp kalmasından habersiz olmasıydı. Bölge Türkmenlerinden biri bu durumu bir gazeteciye Kasım 2013 sonlarında şöyle özetlemişti:

“Irak Şam İslam Devleti (IŞİD), son birkaç aydır köylerimize sızmaya başladı. Evvela camilerde imamlığı ellerine geçirdiler. ‘Sufisiniz size gerçek dini öğreteceğiz, şeriat getireceğiz,’ dediler. Ellerinde müthiş silahlar vardı. Çoğu yabancı. Sudanlı, Mısırlı, Yemenli, Dağıstanlı, Faslı. Biz Özgür Suriye Ordusuna (ÖSO) bağlıyız. Onlara yardım ediyoruz diye bizleri öldürmeye başladılar. “Zaher Bibers” adlı bir tugayda savaşan Yusuf Baldır isimli militan araya giriyor. “IŞİD Halepte de Türkmenleri vuruyor. Daha geçenlerde 13 kardeşimizi öldürdüler. Membiç Köyü’nde bir kadınımızı sekiz adam aralarında paylaştılar. Kadın kendini asıp öldürdü. Biz Türkiye’den daha fazla yardım bekliyoruz. Silah istiyoruz ama yok. Türk ordusu bize sahip çıksın 5 günde Beşar’ı bitiriz. … Selefiler ve Beşar elele Türkmenleri yok etmeye çalışıyor.”
Buradan da anlaşılacağı üzere; Esad rejimine karşı kışkırtılan Türkmenler adeta yalnız bırakılmışlar. Bir araya gelemeyecek kadar dağınık oldukları gibi, liderleri arasında da bitmeyen çekişmeler var. Kuzey’den Akdeniz’e geçişi sağlayan stratejik bir bölgedeki Suriyeli Türkmenler, Selefilere hedef olmuşlar. Nüfusları daha çok olmasına rağmen, Kürtler kadar etkili ve seslerini duyurabilecek yetenekten yoksunlar. Şayet Esad iktidarda kalmayı sürdürürse, gelecekte en ağır faturanın kesileceği bir kitle olacaklar. Türkmenler Suriye iç savaşından önce, özellikle Hafız Esad döneminde rejimin nazarında “Türkiye ajanı” olarak devamlı baskı gören bir kesimdi.

İşte Türkiye-Suriye arasında köprülerin atıldığı 2011 ortalarından itibaren Türkiye’nin desteklediği ÖSO’nun saflarına geçen Türkmenler, ne ÖSO’dan ne de başka yerlerden beklenen desteği alamamışlardı. Bu durumu gazeteciye anlatan Abdullah isimli Türkmen savaşçı, “Savaşa pompalı tüfekle başladık. … Bize 100 tane NATO silahı geldi. Ama beraberinde verilen mermilerin hiçbiri işlemedi!”[20] şeklinde Türkiye’yi de hicveden bir ifade kullanmıştı.
Aslında Eylül 2013’teki gelişmelerle ÖSO’nun gücü de iyice sorgulanmaya başladı. Zira ÖSO içindeki unsurların bir kısmı el-Kaide bağlantılı olduğu gibi, ayrıca yeni oluşan Suriye İslam Cephesi çatısı altında da yer aldılar.[21]

2014 başlarında Suriye ve Türkmenler

Aralık 2013 başlarında İslam Cephesi, Bab-el Hava’yı ele geçirdi. Bunun üzerine ABD ve İngiltere, ÖSO’ya Türkiye üzerinden yapılan askeri yardımı kesti. Kararın alınmasında, “ÖSO’ya gönderilen askeri malzemenin, ÖSO’yu da saf dışı edip kendi hâkimiyetlerini kurmak isteyen radikal İslamcıların eline geçmesi!” olduğu iddiasıydı. Bu durum da ÖSO’nun zaten başlamış ola yaprak dökümünü hızlandıracağı, mücadele azim ve iradesine darbe vuracağı anlamına geliyordu.[22]

Bu konu aynı tarihlerde kendisine sorulan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, “Suriye’de el-Nusra ve IŞİD’in dahil olmadığı İslami Cephe’yle o güne kadar herhangi bir görüşme olmadığını, ancak bunun gerçekleşme ihtimalinin bulunduğunu” söyledi. Ocaktaki Cenevre-2 konferansı için çaba içinde olduklarını belirten Kerry, “Suriye sorununa tek çözüm müzakere. Engeller olsun olmasın, bunu yapmaktan daha iyi bir alternatif bulunmuyor” ifadesini kullandı.[23] Buradan da anlaşılacağı üzere, ABD’nin Suriye’ye görüşmeler dışında bir seçenek üretme durumunda değildir.

Birleşmiş Milletler, Aralık 2013 sonlarında Suriye’deki krizi “on yıllardır dünyanın gördüğü en büyük insani kriz” diye adlandırarak, bununla başa çıkmak için 6.5 milyar dolara ihtiyacı olduğunu duyurdu. Bu rapora göre 2014 yılında 22.4 milyonluk Suriye’de nüfusun yaklaşık dörtte üçü insani yardıma ihtiyaç duyacaktı. Çevre ülkelere sığınanların sayısının 2 kat artışla 4.1 milyona ulaşacağı, bunlardan Türkiye’ye gelenlerin toplam sayısının 1.5 milyonu bulacağı tahmin ediliyordu. Aralık 2013 itibariyle Suriye’de insani yardıma muhtaç 10 milyon kişi vardı. 660 bin Suriyeli de mülteci kamplarında yaşıyordu.

Uluslararası Kurtarma Komisyonu, Suriye içindeki 500’den fazla yerleşim bölgesinde araştırma yapmış. Buna göre tahıl ürünlerinin yokluğu ekmeğin fiyatına %500 zam yaptırmış. Bir battaniyenin fiyatı ise ortalama aylık gelirin %93’üne denk (27 dolar: 55 TL) olacak kadar yükselirken, beş Suriyeliden dördü ise yemek bulamama endişesi taşımaktadır.[24]

Eğer ertelenmezse, 22 Ocak 2014’te “Suriye’nin dostları” Cenevre-II adı altında ve sürekli ertelenen bir toplantıda bir araya gelecekler. Bu toplantıya Barzani tarafından Aralık 2013’te araları düzeltilen PYD ve Suriyeli diğer muhalif Kürt gruplar birlikte katılacaklar.[25]

BM’nin yukarıda özetlenen Suriye raporunda Suriye Türkmenleri özel olarak yer almamaktadır. Oysa Aralık 2013 sonu yaklaşırken Suriyeli Türkmenler Hareketi Başkanı Abdülkerim Ağa “Ulusal Koalisyon ve muhaliflerin kurduğu Suriye Ulusal Meclisi’nde yapılan toplantılarda defalarca Cenevre-II’ye katılmak istediklerini dile getirdiklerini” ifadeyle, “Meclise girene kadar canımız çıktı. Koalisyon’a çok zor şartlar altında girdik. Biz yalnızca (Beşar) Esad’a karşı değil Suriyeli muhaliflere karşı da mücadele ediyoruz. Bağırıyoruz, sesimizi duyurmaya çalışıyoruz ama muhalifler bizi muhatap bile almıyor!” diyerek, durumlarını özetlemişti. Ağa konuşmasının devamında Muhaliflerin oluşturduğu anayasa taslağına değinerek, “Türkmenler, Araplardan sonra Suriye’de ikinci unsur. Anayasaya diğer grupların haklarını yazdılar. Kürtlere 17 sandalye verdiler, bakan aldılar. Biz bakan önerdik ama seçmediler!” şeklinde haklı şikâyetini de bildirmişti.

Türkmenlerin cihatçılarla Suriye rejimi arasında kaldığını açıklayan Ağa, “Köylerimizi boşalttılar. Buralarda yaşayanlar Türkiye’ye ya da sınıra kaçtı. Lazkiye’de 200-300, Humus’ta 100-150 Türkmen köyü boşaltıldı. Birçok köy de Esad rejiminin kuşatması altında. Golan’dan göç eden Türkmenlerin yaşadığı yere 5-6 aydır su ve ekmek bile gitmiyor!”[26] şeklindeki ifadesiyle Suriye Türkmenlerinin 2013 yılı sonlarındaki durumunu özetlemişti.

Suriye’deki karışıklık sebebiyle Türkiye’ye sığınanlara ilaveten, Lübnan’a da kaçanlar vardı. Daha Eylül 2013 ayında Lübnan’a sığınan 300 Türkmen aile, kaldıkları Devlus bölgesindeki kampın sağlıksız koşullarından perişan olmuşlardı.[27]

Sonuç

Türkiye’nin “Esad’ın kısa sürede devrileceği” tezinin gerçekleşmediği, Suriye’de çözüm konusunda inisiyatif kaybettiği, büyük ümitler ve destek verdiği ÖSO’nun güç kaybettiği Suriye’de, bir diğer kaybeden de Türkmenler oldu. “Evladı Fatihan” diyebileceğimiz Türkmenler ne yazık ki, gene Türkiye’nin isabetsiz, plansız, hesapsız dış politikasının kurbanı oldular. Aslında daha Mart 2012’de Halepli Türkmen liderlerden Ziyad Hasan ORSAM uzmanıyla mülakatında geleceği görürcesine şunları söylemişti:

“Biz Türkmenlere gelince; şimdiye kadar gelişen bütün siyasi süreçlerin dışında kaldık. Bunda hem biz Türkmenlerin örgütsüz oluşunun, hem de Türkiye’nin ilgisizliği büyük rol oynadı. Ve eğer Türkiye’nin bize karşı olan tutumu bu şekilde devam ederse sürecin tamamen dışında kalmaya mahkûmuz. Bu nedenle Suriye Türkmenlerinin Türkiye’ye mesajı şudur: Suriye Türkmenlerini desteklemek Türkiye’nin hem siyasi hem milli hem de tarihi bir görevidir. Bu görevi yerine getirmemek tarihin affetmeyeceği bir hata olacaktır.”[28]

Türkmenler Suriye iç savaşında en çok zarar gören kesimden biri haline geldi. Bu olumsuzlukların sebepleri şöyle özetlenmektedir:

·  “Coğrafi olarak dağınık halde yaşamaları,
·  Toplumsal, siyasal ve askeri örgütlenme açısından zayıf konumda olmaları,
·  Siyasal ve askeri açıdan örgütlü ve güçlü toplulukların arasında yaşıyor olmaları,
·  Nüfuslarının çok fazla olmaması,
·  Dış destekten yoksun olmaları.”[29]
 
Suriye Türklerinin yeni Suriye’de “var” olabilmeleri yapılacaklar şöyle özetlenebilir:

a. Ana dillerini unutmamalı, Suriye’nin resmi dilini de çok iyi bilmelidirler. Sorunlarını dış dünyaya anlatabilecek “İngilizce, Almanca, Fransızca” gibi dilleri bilenler de olmalıdır.
b. Ekim 1921 tarihli TBMM Hükümet-Fransa (daha sonra Lozan) Antlaşması hükümlerinde Suriye Türkleri ile ilgili hükümleri çok iyi öğrenip, hukuki ve siyasi zeminlerde savunmalıdırlar. Suriye’nin ilk anayasasında ve sonrakilerde Türkler lehine olan ancak askıya alınan maddeler bulunup, savunulmalıdır.
c. Helsinki İnsan Hakları Sözleşmesi çok iyi öğrenilmeli ve gerektiğinde kullanılmalıdır.
d. Türklerin yaşadığı tüm bölgelerden Türkleri temsil edebilecek yetenekteki kanaat önderleri ile bir kongre yaparak, kendi lider kadroları seçilmelidir.
e. Türkiye’de Orta Doğu hakkında çalışmalar yapan bilim kurumlarından ve daha önce tecrübe kazanan Irak Türklerinin tecrübelerinden yararlanılmalıdır.
f. Türkmenler kurumsal bir dernek (platform) haline geldikten sonra, Türkiye’den istenecek maddi ve manevi kaynaklar belirlenmeli ve istenmelidir. [30]
g. Türkiye, Suriye’deki ve sığınmacı Türkmenlerin can ve mal güvenliği, eğitimi, sosyal durumunu temin için uluslararası ve milli kurumlarını devreye sokmalı, Suriye’nin geleceğinde Türkmenlerin haklarının baki olacağı çalışmaları yapmalı, bu hakları BM ve Suriye’nin Dostları toplantılarında savunmalıdır.
[1] Celalettin Yavuz, Geçmişten Geleceğe Suriye-Türkiye İlişkileri, ATO Yayınları, Ankara, 2005, s. 29.

[2] Nevin Yazıcı, “Suriye Siyasi Tarihi”, 29.05.2012,  http://www.21yyte.org/tr/yazi6619-Suriye_Siyasi_Tarihi.html

[3] Celalettin Yavuz, age, s. 45.

[4] Celalettin Yavuz, age, s. 484-485.

[5] Oytun Orhan, “Lazkiye’den Horasan’a Türk Varlığının Siyasî ve Sosyal Durumu”, Çatışma ve Kaos Ortamında Ortadoğu Türkleri Panel Bildiri Metni, TASAV, 8.06.2013, Ankara, s. 29-30.

[6] Yusuf Kobal, “Halep'te Arap işi!”, Milliyet, 4.04.2007.

[7] Celalettin Yavuz, Serdar Erdurmaz, Arap Baharı ve Türkiye: Orta Doğu’da Kırılan Fay Hatları, Berikan Yayınları, Ankara, 2012, s. 222-223.

[8] Celalettin Yavuz, “Türkiye-Suriye: ‘Sıfır Sorun’dan Çatışmaya mı?”, 8.08.2011, http://www.turksam.org/tr/a2446.html

[9] Celalettin Yavuz, “Türkiye’nin ‘İç Meselesi’ Suriye’de Davutoğlu-Esad Görüşmesi Neyi Değiştirdi?”, 16.08.2011, http://www.turksam.org/tr/a2451.html

[10] Celalettin Yavuz, “Suriyelileri Türk Büyükelçiliğine Saldırmaya ve Türk Bayrağı Yakmaya İten Sebepler”, 15.11.2011, http://www.turksam.org/tr/a2526.html

[11] Zaman Gazetesi’nin, İngiltere Parlamentosu’nda “Suriye krizinin Türkiye ve bölgeye etkisi” başlıklı paneli sırasında gerçekleşti. Eski Dışişleri Bakanı, AKP’li Milletvekili Yaşar Yakış, Zaman gazetesi yazarı ve Cihan Haber Ajansı Genel Müdürü Abdülhamit Bilici ve King’s College Üniversitesi’nden Dr. Craig Larkin konuşmacı olarak katıldı. Bkz: Kadir Uysaloğlu, “‘Suriye’de rejimle iletişimi koparmak yanlıştı’”, Zaman, 13.12.2013. 

[12] Mahmut Gürer, “PYD’yle ipler koptu”, 15.11.Kasım 2013.

[13] Oytun Orhan, “Suriye Türkmenleri Platformu 1. Toplantısından İzlenimler”, 19.12.2012, http://www.eskimeyendostlar.net/haber/suriye-turkmenleri-platformu-1-toplantisindan-izlenimler-oytun-orhan/730

[14] “Suriyeli Türkmen Muhalifler”, 2012 Suriye Raporu, ORSAM, Kasım 2013, s. 58.

[15] Oytun Orhan, “Suriye Türkmenleri Platformu 1. Toplantısından İzlenimler”.

[16] Celalettin Yavuz, “Sınırın Suriye Tarafında Yeni ‘Komşu’ Devletler!”, 22.09.2013, http://www.haberacisi.com/yazilar/haber21142-Sinirin_Suriye_Tarafinda_Yeni_Komsu_Devletler.html

[17] Erdal Türkoğlu, “Muhalif Türkmenlerden yardım çağrısı”, 20,09.2013, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/230373--muhalif-turkmenlerden-yardim-cagrisi

[18] “Suriyeli Türkmenler: Asıl tehlikeyi bizi Hatay’dan gönderdiklerinde yaşarız“, 13.09.2013, http://www.sonhaberoku.com/spor/fenerbahcenin-yeni-golcu-adayinda-son-durummagazin/pucca-kimdir-fotografiguncel/rum-milletvekilleri-bile-bunu-yapmadiguncel/kim-milyoner-olmak-ister-oytun-namoglukultur-sanat/kurtulus-son-durakta-1928in-sirriteknoloji/copyscape-ile-yazilarinizin-ozgu-h16546.html

[19] Muharrem Bayraktar, “Suriye'de Türkmen bataklığı”, 27.11.2013, http://www.yenimesaj.com.tr/?artikel,12007896/suriye-de-turkmen-batakligi/muharrem-bayraktar

[20] Amberin Zaman, “Katliniz vacip karılarınız hediye”, Taraf, 25.11.2013.

[21] Yasin Atlıoğlu, “Suriye’nin El Kaide ile İmtihanı”, 21. Yüzyıl, Aralık 2013, sayı 60, s. 70.

[22] Sami Kohen, “Suriye’de cephe üstüne cephe!”, Milliyet, 13.12.2013.

[23] “ABD ve Batı’nın Esad’a ihtiyacı var!”, Yeniçağ, 19.12.2013.

[24] “Suriye’nin 6.5 milyar $ yardıma ihtiyacı var “, Milliyet, 17.12.2013.

[25] Namık Durukan, “Cenevre 2’ye birlikte gidecekler”, Milliyet, 19.12.2013.

[26] Gizem Acar, “Suriyeli Türkmenlerin ‘yok olma’ korkusu”, Milliyet, 23.12.2013.

[27] Paula Alfred Astih, “Lübnan’daki Suriyeli Türkmen Sığınmacılar Zor Durumda”, 16.09.2013, http://kozmik.tv/tr-TR/haberler/1724/lubnandaki-suriyeli-multeciler-zor-durumda

[28] “Suriyeli Türkmen Muhalifler”, s. 59.

[29] Oytun Orhan, “Suriye’de İç Savaş ve Türkmenler”, 12.08.2013, http://www.eskimeyendostlar.net/makale/suriyede-ic-savas-ve-turkmenler-oytun-orhan/4907


[30] Celalettin Yavuz, “Suriye Türkmenlerinin Geleceği: Uzun İnce Bir Yol!”, 22.01.2013, http://www.turksam.org/tr/a2821.html



.