Merhum
ATSIZ’ın Ocak – 1970 tarihli İRAN TÜRKLERİ makalesindeki görüşleri:
25
milyonluk İran’da Türkler 12 milyonla en büyük millî topluluğu teşkil etmekte
ve Fars, Arap, Kürt, Lor, Belüç gibi etnik unsurlar arasında her alandaki
cevvaliyetleri ile İran’ın âdeta bir Türk memleketi olduğu gerçeğini ortaya
koymaktadır. Unutulmamalı ki bugün İran’ın hâkim unsuru farz olunan Farslar
ancak 8–9 milyonluk bir kütleden ibarettir ve bu unsur, bundan önceki uzun
yüzyıllar boyunca daima İran’daki Türk topluluğunun hâkimiyeti altında
yaşamıştır.
İran
1402’de tamamen Selçukluların hükmüne girip 12. asır sonlarına kadar bu
hanedanın, daha sonra yine halis Türk olan Harzemşahların, Harzemşahlardan
sonra Çengiz Hanedanının bir kolu olan İlhanlıların, ilhanlılardan sonra
Calayırlar, Karakoyunlular, Temirliler, Akkoyunlular, Safevîler, Afşarlar ve
Kaçarların hâkimiyeti altında kalmış ve bu hâkimiyet 1925 yılına kadar
uzamıştır. 1042 ile 1925 arası 883 yıl eder. Bir ülke 883 yıl Türklerin elinde
kalıp da halkının çoğu Türk olunca şüphesiz bir Türk memleketi sayılacaktır.
Bir Türk memleketi olduğu halde zıt ve yabancı bir ülke sayılmasının tek sebebi
ortaçağlardaki devlet kavramında en mühim faktör sayılan mezhep ayrılığının
doğurduğu aralıksız ve lüzumsuz kavgalardır.
Tarihlerin
Türk – Acem kavgası diye gösterdiği Çaldıran meydan savaşında Türklüğü temsil
eden Yavuz Sultan Selim’in ordusunda 10.000 kadar devşirme yeniçeri vesaire
bulunduğu halde Acemliği temsil eden Şah İsmail’in ordusu yüzde yüz
Türkmenlerden mürekkepti. Saray ve ordu dili Türkçe olan İran’ın fiilen olmasa
bile resmen Farslaşması 1925’te Pehlevî Hanedanının İran tahtına geçmesinden
sonradır.
İran’ın
kendi devlet başkanları olarak saydığı Tuğrul Beğler, Alp Arslanlar,
Melikşahlar, Sancar-Mâziler, Şah İsmâiller, Tahmasblar, Nadir Şahlar ve onların
orduları tamamiyle Türktür. İran edebiyatını teşvik ve mükâfatları ile
geliştirenler Türk hükümdarlarıdır. Fars edebiyatı şairlerinin mühim bir bölümü
de Türk ırkından kimselerdir.
Hele
İkinci Cihan Savaşı’nın kritik günlerinde, İran Ruslar’la İngilizler tarafından
istilâ edilir ve Pehlevî Hanedanının kurucusu “Büyük Şah Rıza Pehlevî” esir
edilerek sürgüne gönderilirken Basra Körfezi’nde kuvvetli İngiliz filosuna
küçük birkaç savaş gemisiyle karşı koyarak şehid olan İran amirali “Bayındır”
da, adından da anlaşılacağı üzere, Türk’tü.
Zaten
bu muhteşem deliliği de ancak bir Türk yapabilirdi.
İranlılara,
geleceklerinin Türk dostluğuna bağlı bulunduğunu, Türk düşmanlığının İran’ın
lehinde olmayacağını hatırlatmak ise dostça bir uyarmadan başka bir şey
değildir.
.