Türk Bayrağı ve Ayyıldız

Medeniyetin her kısmında olduğu gibi askerî teşkilâtta da harikalar gösteren Türkler; askerî kıt'alarda muhtelif şekil ve kıt'ada amplemler kullanıyorlar; fakat bu muhtelif amplemler arasında en ziyade rağbet gören gök natureziminin bariz sembolleri olan güneş, ay ve yıldız şekilleri idi. 

Orta Asyada hüküm süren Hunların, Tok-yoların güneş ile aya ne kadar ehemmiyet verdiklerini METE'nin Çin imparatoruna yazdığı mektupta görmüştük; Orta Asyadan garbe göç eden Sumerlerin ve Etilerin de gök natureziminin başlıca mabutlarının timsalleri olan güneş, ay ve yıldız şekillerini resim veya hakkettikleri bir çok eserleı gözden geçirilmiş; hattâ garbe doğru yayılan Türk medeniyetinin tesiri altında kalan memleketlerde de bu timsallere büyük   ehemmiyet verildiği görülmüştü.
Nihayet büyük konstantin ve halefleri zamanında Orta Asyadan garbe doğru yeni göçler başladığı zaman Roma ordusunda sancak ve bayrak yerine kullanılan mücessem şekillerin yavaş yavaş kalkarak bunların yerine kumaşlar üzerine yapılmış resimlerinin; yani bugünkü sancak ve bayrakların meydana çıktığını görüyoruz. Bu devirdeki Roma askerî teşkilâtını incelediğimiz zaman Hunlar ve Cermenlerin tesiri altında büyük değişikliklerin meydana geldiği görülür. Bu devrede Romalıların kullandıkları Horte, Kohorte ve Aley gibi tabirlerin Hunlardaki ordu, kolordu, alay tabirlerinden başka bir şey olmadığı aşikârdır. Romalıların bu tabirleri aldıkları esnada Türk ordusunda kullanılan kumaş üzerine yapılmış sancak ve bayrakları görerek onları taklit etmiş olmaları ihtimali vardır.
İslâmiyetin tesiri altında kalan Türkler sancak ve bayraklar üzerine hernekadar Kur'andan alınmış fetih sureleri, kelimei tevhit ve saireyi yazmış ve işlemişler ise de dinî, siyasî bir alet makamında kullanan hükümdarların etraflarında toplanan yüksek sınıfın millî varlıklarından fedakârlık yapmalarına rağmen halk tabakası hem dillerini, hem de an'anelerini muhafazaya devam etmişlerdi. İşte Türk milletinin an'anelerine sadık kalması yüzündendir ki güneş, ay ve yıldız sembollerini paralar üzerinde kitabelerde sancak ve bayraklar üzerinde görüyoruz; Selçuklar zamanında olduğu gibi bu büyük devletin dağılması üzerine Suriyede, Mısırda ve Anadoluda vesairede meydana gelen devletler zamanında da bu timsaller kullanılmakta devam etti. Hususile ayın sembolü olan hilâl şekli haçlı muharebeleri esnasında   müslümanlığın    bir   remzi    makamında    telâkki    edilmeğe başlandı.
İlhanlıların tazyiki karşısında parçalanıp dağılan Anadolu Selçuk devletinin yerine geçen Anadolu beylikleri ve hususile Anadolu Türklerini bir araya toplamağa muvaffak olan Osmanlı devleti de hem dinî, hem millî an'anelerin tesiri altında kalarak surei fetih ve kelimei şehadet işlemeli sancak ve bayraklarla birlikte hilalli sancaklar da kullandılar. Gemilerin direklerine ve kalelerin yüksek yerlerine müteaddit hilâli havi sancaklar çekiliyordu. Yabancı milletlerin gözlerine çarpan bu hilâl alâmeti Osmanlıların remzi; millî alâmetleri olarak tanıldı.
Osmanlı hükümdarlarının standart makamında kullandıkları sancaklarında dinî yazılara büyük bir ehemmiyet verilmekle beraber bu sancaklar üzerinde de bir çok güneş, hilâl ve yıldızların resmedilmiş olduğu; bugün Topkapı sarayında muhafaza edilmekte olan sancaklar üzerinde görülmektedir.
Selim III, zamanında; Avrupadaki komşu devletlerin askerî teşkilâtını gözönüne alarak ordu ve donanmanın ıslah ve tensikile uğraşıldığı esnada sancak ve bayraklarımızın da renk ve şekillerini tesbite çalışıldı. Harp gemilerinin kırmızı zemin üzerinde beyaz bir hilâl ile sekiz köşeli yıldızı havi sancak taşımaları kabul edildi. Müstahkem mevkilerde bu sancağı çekeceklerdi; fakat ticaret gemilerinin sancakları başka şekillerde idi. Nizamı cedidin ilgası ve Selim III. ün istifa etmesine rağmen millî an'anelere uygun olan bu sancak halk tarafından benimsendi ve gerek Mustafa III. ve gerekse Mahmut II. zamanlarında da kullanılmakta devam etti. Fakat Selim III. ve gerekse Mustafa ve Mahmut II. nin bugün mevcut olan standartlarına bakacak olursak onların da eski hükümdarlar gibi dinî yazılar ve zülfikarlarla işIenmiş; güneş, ay, ve yıldızlarla süslenmiş olduğunu görürüz. Abdülmecidin son zamanlarına doğru yıldızın şuaları beşe indirildiği gibi; Abdülaziz ye Abdülhamit II. devirlerinde de hilâle hendesi bir şekil verildi; Fakat bütün bu değişikliklerin yapılmasına rağmen hükümdarın ve hükümdar ailesinin sancaklarında güneş sembolü eski mevkiini muhafazada devam etti.
Tarihin en eski zamanlarından beri Türk bayrak ve sancaklarında bu kadar önemli bir mevki olan güneş, ay ve yıldızın menşeini ararken; Milâttan dört asır önce Bizans paralarında ay ve yıldızın kullanılmasını bir delil gibi göstererek İstanbulun 1453 te zaptından sonra hilâlin Osmanlılara geçtiğini iddia etmek hiçbir zaman doğru olamaz. Eğer hilâl Osmanlılardan evvelki Türk devletlerinde mevcut olmasa idi; ancak o zaman bunun Bizanstan alındığını iddia kabil olurdu.
Hilâlin menşeini öküz ve sair hayvan boynuzlarında aramak ta doğru olamaz. Şark ve Garp memleketleri ahalisinden bazıları birer tılısım makamında hayvan boynuzları kullanabilirler. Fakat Türk bayrağının üzerindeki hilâl ile boynuz arasında hiçbir münasebet yoktur/î Eğer böyle bir münasebet olsaydı ne güneş ve ne de yıldızın kullanılması lâzım gelecekti. Halbuki bugün dahi Türk sancağı üzerinde güneş, ay ve yıldız motifleri kullanılmaktadır. Türkiye Cumhur Reisinin forsu üzerinde; Millî sancağın üzerinde olduğu gibi ay ve yıldız; üst tarafındaki köşede de yüzlerce asırlardan beri Türk hükümet reislerinin sembolü olan güneşin altın ışıklarını serpmekte olduğu görülür. Türkler güneş ay ve yıldızı şu veya bu milletten değil; doğrudan doğruya tabiî menşei olan gökten almışlardır.
 
 
 

Cumhur Resine mahsus
* Kaynak:
•    Türk Bayrağı ve Ay Yıldız, VII. Dizi - Sayı 4b, Fevzi KURTOĞLU, 141-143 ss.
internetten