Her
ne kadar, hakkında, Şevket Süreyya Aydemir’in üç ciltlik “Tek Adam” adlı eseri
varsa da Atatürk tek adam değildi. Şevket Süreyya’nın o nitelemesi, Atatürk’ün
yönetim tarzının tek adamlık olduğunu değil, Atatürk’ün, millete-memlekete
hizmetleri, devrimleri, ileri görüşlülüğü dolayısıyla tek adam, emsalsiz lider
olduğunu anlatır. Ki o konuda tamamıyla katılırım.
Yönetim
biçimi, yönetim anlayışı konusunda Atatürk’e kat’iyen “tek adam” denilemez!
Bugünkü sistemi eleştiren veya övmek isteyenler, “Atatürk de tek adamdı”
diyorlar… Onlara sadece şunu hatırlatın: Atatürk’ün bütün hayatı boyunca ülkede
daima bir Başbakan vardı. Ve o başbakan göstermelik değil, İsmet İnönü gibi,
Celal Bayar gibi güçlü ve etkili karakterlerdi. Yine bişey daha hatırlatalım:
Atatürk’ün ömrünün sonuna kadar, Genelkurmay Başkanı, tarihî kişiliği olan,
Cumhuriyet’in iki mareşalinden biri Fevzi Çakmak Paşa’ydı. Atatürk Fevzi
Çakmak’ı daima ayakta karşılar, kabul ederdi. Devletin tepesinde bunlar gibi
güçlü karakterler varken “tek adam” nasıl olunabilir?
Atatürk’ün,
benim de şimdi bazı örneklerini verdiğim toplu fotoğraflarına bakın: Yanındaki,
karşısındaki insanlar ne kadar rahatlar… “Tek adam”ın yanındakiler öyle rahat
olabilirler mi?
En
çok Atatürk’ün sofrası tenkit edilir. Biraz evvel internette, Atatürk’ün sofra
hizmetlerine bakan Cemal Granda’nın hatıralarını buldum. Granda diyor ki:
“Atatürk danışmaya çok önem verirdi. O sofralar onun içindi”. Şimdi düşünün,
hangi tek adam danışmaya önem verir?
Yine,
Cemal Granda, hatıralarında, herkesin bildiği bir hadiseyi kendi gördüğü
şekilde anlatıyor:
O
gün sofrada bulunanlardan Reşit Galip söze, zamanın Milli Eğitim Bakanı Esat
Hoca’dan yakınmayla başladı:
-
“Yaşlı insanlara vekillik yaptırmamalı. Memlekete fayda yerine zarar getiriyor”
diye sert bir dille konuşmaya başladı.
Atatürk
biraz şaşkınlık, fakat büyük bir sabırla “Merak etmeyin, hepsi düzelecek” diye
doktoru yatıştırmaya çalıştı.
Atatürk,
doktoru bir kez daha sabır ve durgunluğa çağırdıktan sonra:
-
“Siz böyle konuşmaya devam ederseniz ben size muhatap olmamakta mazurum” dedi.
Doktor
ise,
-
“Kabahat hep sizde, hocadır diye cahilleri hep başımıza koydunuz.”
Sofrada
bir bomba etkisi yapan bu konuşma üzerine Atatürk:
-
“Memlekete Maarif Vekili yok mu?”
-
“…”
-
“Var ya, Esat Hoca mükemmeldir” deyince Reşit Galip “Hayır” anlamında başını
sallayarak,
-
“Çok iyi ama çok da ihtiyar." Artık ondan geçmiştir. Bu memlekete daha
dinç vekiller lazım.
Bunun
üzerine Atatürk ile Reşit Galip arasında şu tartışma geçti
-
“Yahu nasıl olur? Bu adam beni okutmuştur. Kültürü yerinde, ilme vukufu vardır.
Soframda hocam hakkında böyle konuşmanı istemem. Beni okutan adam, nasıl maarif
vekili olamazmış?”
-
“Değil seni okutmak, senin Allah’ını okutsa yine bu adam maarif vekili olamaz.”
Böyle
bir konuşmanın Atatürk ile olacağı hiç kimsenin aklından bile geçmezdi.
Hepimizin rengi sararmıştı. Korkudan titriyorduk. Konuklar donup kalmışlardı.
Hiç beklemediğimiz bu tartışma, herkesi şaşkına çevirmişti. Ortalıktan çıt
çıkmıyordu. Herkes hareketsiz, bu patlak veren olayın nereye varacağını
düşünüyordu. Sinirden titrediğini ve ellerini masaya dayadığını gördüğüm
Atatürk, tarifsiz bir şekilde kızmıştı. Fakat duygularını belli etmeden, çok
sakin bir şekilde şu buyruğu verdi:
-
“Lütfen, masayı terk ediniz…”
O an
biraz ferahladık. Reşit Galip kalkar gider diye, yarın da olay unutulur diye
umutlandık. Ne yazık ki, sevincimiz bir iki saniye sürdü. Çünkü Reşit Galip
coşmuştu bir kez, ne karşılık verdi dersiniz?
-
“Burası sizin değil, milletin sofrasıdır. Burada oturmaya benim de sizin kadar
hakkım vardır. Cumhuriyette tenkit serbesttir…” diye başlayınca Atatürk yavaşça
yerinden kalktı ve dedi ki:
-
“Öyleyse müsaade ederseniz ben terk edeyim” diyerek eşsiz ve benzersiz bir
beyefendilik örneği göstererek, ayağa kalkıp, salondan çıkıp gitti.
Hemen
arkasından koştum. Her zaman olduğu gibi kapıları kilitledim. Atatürk soyunana
kadar bir kelime konuşmadı.
O
sırada yaver, dağılmaya hazırlanan sofradakilere şu emri getirmişti: “Reis-i
Cumhur hazretleri, kendileri varmış gibi sofranın devamını arzu ediyorlar”.
Ertesi
gün Reşit Galip, Atatürk’e ve İstanbul’a küserek Ankara’nın yolunu tuttu. Hatta
cebinde on lirası bile olmadığı için tren parasını Umumi Kâtip Tevfik Bey’den
borç aldığını hatırlarım.
Aradan
bir ay geçmişti. Biz yine İstanbul’daydık. Saat 15 sularında yemek salonuna
gelen Atatürk bir ara bana:
-
“Çelebi efendi, (Atatürk Granda’ya böyle hitap edermiş) şimdi Ankara’da Reşit
Galip bey, bir konferans verecek onu dinleyelim mi?
Radyoyu
koşup açtım. Reşit Galip’in Türk ocağı salonunda verdiği bir saatten fazla
süren konferansı sessizce dinledi. Radyoyu kapattıktan sonra gözlerinde bir
sevinç pırıltısı yanıp söndü.
-
“Kendisini affettirdi” dedi
On
beş gün kadar sonra, güzel bir sonbahar günü biz Ankara’ya gittik. Ertesi
akşam, Reşit Galip’i sofraya çağırılmış gördüm. Sanki aralarında hiçbir şey
geçmemiş gibi hareket ediyorlardı. Atatürk bir ara Reşit Galip’e doğu eğildi.
Sadece onun işitebileceği bir sesle,
-
“Yarından itibaren Maarif vekilisiniz” dedi.
Bu
mu “tek adam”?
İnsaf
yahu! İz’an yahu!
Dünyanın
geldiği noktaya, gidişata, bilhassa İslam coğrafyasının haline baktıkça, her
geçen gün, her geçen yıl, Atatürk’ün ve devrimlerinin önemi ve kıymeti biraz
daha fazla anlaşılıyor. Her geçen gün, Atatürk ve kadrosuna şükran duygularımız
ve rahmet dualarımız daha derinden, daha yürekten geliyor. Hepsinin ruhları şad
olsun.
26
Ağustoslar, 30 Ağustos Zafer Bayramı, Zafer Haftası kutlu olsun.
Cumhuriyetin
ışığı her an biraz daha güçlenerek ilelebet pırıl pırıl parlasın! Bütün
karanlıkları yok etsin! Aydınlatsın, aydınlatsın, aydınlatsın!
Şair
(D. 1906, Tebriz / İran – Ö. 18 Eylül 1988). Tam adı Mir Ağaoğlu Muhammed
Hüseyin. Azerbaycan’ın tanınmış şairlerindendir. İlköğrenimini Tebriz’de
tamamladıktan sonra gittiği Tahran’da başladığı yükseköğrenimini yarıda
bıraktı. 1921’de Tıp Fakültesini bitirdi. 1936 yılında başladığı devlet
hizmetinden emekli oldu. Genç yaşta annesi ve babasını kaybetmiş olması ruhunda
derin izler bıraktı. 1935’te Tebriz’de evlendi. Bu evlilikten iki kız ve iki
erkek çocuğu dünyaya geldi.
Uzun
zaman Farsça şiirler yazdı. 1953 yılında annesinin isteği ile Azeri lehçesinde
Hayder Baba’ya Salam manzumesini yazarak yurdu sembolize edip, Heydar Baba
Dağı’nı vatan sevgisi, halk inancının saflığı ve duruluğu konularını sembolize
etti. Ayrıca bu şiirinde çocukluk günlerinin anıları ile baba ocağına duyduğu
özlem ve doğduğu yörenin doğal güzelliklerini anlattı. Şehriyar, bu manzumesi
ile Kuzey ve Güney Azerbaycan ile diğer Türk halkları arasında manevi bir köprü
kurulmasını sağladı. Şiire küçük yaşlarda başlayan Şehriyar’ın eserlerinin
büyük bölümü Farsça olmakla birlikte Türkçe eserleri de vardır. Farsça şiirleri
üç ciltlik Divan’da toplanmış; Türkçe şiirleri ise Türkçe Şiirlerinden Örnekler
ve Haydar Baba’ya Selam adlarıyla yayımlanmıştır.
Geldin,
ben sana kurban olayım, ama şimdi neden?
Ey
vefasız, ben yataklara düştükten sonra neden?
Sen
devasın ama Sührab"ın ölümünden sonra geldin
Taş
kalpli, daha önce isteseydin, şimdi neden?
Ey
güzel, senin nazın uğruna gençliğimi verdim
Artık
gençlere geçer nazın, bana neden?
Gökyüzü
kavuşmak isteyenlerin haline ağlıyorken
Hayretteyim,
dünya parçalanmıyor neden?
Gül'ün
hasretiyle yanan ey hüzünlü bülbül
Suskunluktu
vefanın şartı, bu çığlıklar neden?
Ey
Şehriyar yolculuğu çıkmazdın sen yolluk almadan
Şair (D. 1906, Tebriz / İran – Ö. 18 Eylül 1988). Tam adı Mir Ağaoğlu Muhammed Hüseyin. Azerbaycan’ın tanınmış şairlerindendir. İlköğrenimini Tebriz’de tamamladıktan sonra gittiği Tahran’da başladığı yükseköğrenimini yarıda bıraktı. 1921’de Tıp Fakültesini bitirdi. 1936 yılında başladığı devlet hizmetinden emekli oldu. Genç yaşta annesi ve babasını kaybetmiş olması ruhunda derin izler bıraktı. 1935’te Tebriz’de evlendi. Bu evlilikten iki kız ve iki erkek çocuğu dünyaya geldi.
Uzun zaman Farsça şiirler yazdı. 1953 yılında annesinin isteği ile Azeri lehçesinde Hayder Baba’ya Salam manzumesini yazarak yurdu sembolize edip, Heydar Baba Dağı’nı vatan sevgisi, halk inancının saflığı ve duruluğu konularını sembolize etti. Ayrıca bu şiirinde çocukluk günlerinin anıları ile baba ocağına duyduğu özlem ve doğduğu yörenin doğal güzelliklerini anlattı. Şehriyar, bu manzumesi ile Kuzey ve Güney Azerbaycan ile diğer Türk halkları arasında manevi bir köprü kurulmasını sağladı. Şiire küçük yaşlarda başlayan Şehriyar’ın eserlerinin büyük bölümü Farsça olmakla birlikte Türkçe eserleri de vardır. Farsça şiirleri üç ciltlik Divan’da toplanmış; Türkçe şiirleri ise Türkçe Şiirlerinden Örnekler ve Haydar Baba’ya Selam adlarıyla yayımlanmıştır.
(şair şehriyar’ın muazzam eseri.)
Heyder baba, ıldırımlar şakanda,
seller, sular şakkıldayıb akanda,
kızlar ona saf bağlayıb bakanda,
selâm olsun şevkatize, elize,
menim de bir adım gelsin dilize.
heyder baba, kehliklerin uçanda,
göl dibinden dovşan kalkıb, kaçanda,
bahçaların çiçeklenib açanda,
bizden de bir mümkün olsa, yâd ele,
açılmayan ürekleri şâd ele.
bayram yeli çardakları yıkanda,
novruz gülü, kar çiçeği çıkanda,
ağ bulutlar köyneklerin sıkanda,
bizden de bir yâd eyleyen sağ olsun,
derdlerimiz koy dikkelsin dağ olsun.
heyder baba, gün dalıvı dağlasın,
üzün gülsün, bulakların ağlasın,
uşaklarun bir deste gül bağlasın,
yel gelende ver getirsin bu yana,
belke menim yatmış bahtım oyana.
heyder baba, senin üzün ağ olsun,
dört bir yanın bulak olsun, bağ olsun,
bizden sora senin başın sağ olsun,
dünya kazov-kader, ölüm-itimdi,
dünya boyu oğulsuzdu, yetimdi.
heyder baba, yolum senden keç oldu,
ömrüm keçdi, gelenmedim geç oldu,
heç bilmedim gözellerin neç oldu,
bilmezidim döngeler var, dönüm var,
itginlik var, ayrılık var, ölüm var.
heyder baba, igit emek itirmez,
ömür geçer efsus bere bitirmez,
nâmerd olan ömrü başa yetirmez,
biz de vallah unutmarık sizleri,
görenmesek helâl edin bizleri.
heyder baba, mir ejder seslenende,
kend içine sesden-köyden düşende,
aşık rüstem, sazın dillendirende,
yadındadır ne hövlesek kaçardım,
kuşlar tekin kanad çalıb uçardım.
şengülava yurdu, aşık alması,
gâh da gedib orda konak kalması,
daş atması, alma-heyva salması,
kalıb şirin yuhu kimin yadımda,
eser koyub, ruhumda her zadımda.
heyder baba, kuru gölün kazları,
gediklerin sazak çalan sazları,
ket kövşenin payızları, yazları,
bir sinema perdesidir gözümde,
tek oturub, seyr ederem özümde.
heyder baba, karaçemen caddası,
çovuşların geler sesi, sedası,
kerbelâ’ya gedenlerin kadası,
düşsün bu aç, yolsuzların gözüne,
temeddünün uyduk yalan sözüne.
heyder baba, şeytan bizi azdırıb,
mehebbeti üreklerden kazdırıb,
kara günün ser-nüviştin yazdırıb,
salıb halkı bir-birinin canına,
barışığı beleşdirib kanına.
göz yaşına bakan olsa, kan akmaz,
insan olan hancer beline takmaz,
amma hayıf, kör tutduğun burakmaz,
behiştimiz cehennem olmakdadır,
ziheccemiz meherrem olmakdadır.
hazan yeli yarpakları tökende,
bulut dağdan yenib kende köçende,
şeyhülislam gözel sesin çekende,
nisgilli söz üreklere deyerdi,
ağaçlar da allah’a baş eyerdi.
daşlı bulak daş-kumunan dolmasın,
bahçaları saralmasın, solmasın,
ordan keçen atlı susuz olmasın,
deyne bulak, hayrın olsun, akarsan,
ufuklara humar-humar bakarsan.
heyder baba, dağın daşın seresi,
kehlik okur, dalısında feresi,
kuzuların ağı, bozu, karası,
bir gedeydim dağ-dereler uzunu,
okuyaydım: ’çoban, kaytar kuzunu’.
heyder baba, sulu yerin düzünde,
bulak kaynar çay çemenin gözünde,
bulakotu, üzer suyun üzünde,
gözel kuşlar ordan gelib keçerler,
halvetleyib bulakdan su içerler.
biçin üstü sünbül biçen oraklar,
ele bil ki, zülfü darar daraklar,
şikarçılar bildirçini soraklar,
biçinçiler ayranların içerler,
bir huşlanıb, sondan durub biçerler.
heyder baba, kendin günü batanda,
uşakların şamın yeyib yatanda,
ay bulutdan çıkıb kaş-göz atanda,
bizden de bir sen onlara kıssa de,
kıssamızdan çoklu gam u gussa de.
karı nene gece nağıl deyende,
külek kalkıb kap-bacanı döyende,
kurd keçinin şengülüsün yeyende,
men kayıdıb bir de uşak olaydım,
bir gül açıb ondan sora solaydım.
‘emmecan’ın bal bellesin yeyerdim,
sondan durub üs donumu geyerdim,
bahçalarda tiringeni deyerdim,
ay özümü o ezdiren günlerim,
ağac minib, at gezdiren günlerim.
heçi hala çayda paltar yuvardı,
memmed sadık damlarını suvardı,
heç bilmezdik dağdı, daşdı, divardı
her yan geldi, şıllak atıb aşardık,
allah, ne koş, gamsız-gamsız yaşardık.
şeyhülislam münâcatı deyerdi,
meşed rahim lebbâdeni geyerdi,
meşdâceli bozbaşları yeyerdi,
biz hoş idik, hayrat olsun, toy olsun,
fark eylemez, her n’olacak, koy olsun.
melik niyaz verendilin salardı,
atın çapıb kıykacıdan çalardı,
kırkı tekin gedik başın alardı.
dolayıya kızlar açıb pencere,
pencerelerden ne gözel menzere.
heyder baba, kendin toyun tutanda,
kız gelinler hena, pilte satanda,
bey geline damdan alma atanda,
menim de o kızlarında gözüm var,
aşıkların sazlarında sözüm var.
heyder baba, bulakların yarpızı,
bostanların gülbeseri, karpızı,
çerçilerin ağ nebatı sakkızı,
indi de var damağımda, dad verer,
itgin geden günlerimden yad verer.
bayram idi gece kuşu okurdu,
adaklı kız bey çorabın tokurdu,
herkes şalın bir bacadan sokurdu,
ay ne gözel kaydadı şal sallamak,
bey şalına bayramlığın bağlamak.
şal istedim men de evde ağladım,
bir şal alıb tez belime bağladım,
gulam gile kaçdım, şalı salladım,
fatma hala mene çorab bağladı,
han nenemi yada salıb ağladı.
heyder baba, mirzemmed’in bahçası,
bahçaların turşa şirin alçası,
gelinlerin düzmeleri, tahçası
hey düzüler gözlerimin refinde,
heyme vurar hatıralar sefinde.
bayram olub, kızıl palçık ezerler,
nakış vurub, otakları bezerler,
tahçalara düzmeleri düzerler
kız-gelinin fındıkçası, henası,
heveslener anası, kaynanası.
bakıçının sözü, sovu, kağızı
ineklerin bulaması, ağızı,
çerşenbenin girdekânı, mövizi
kızlar deyer: “atıl-matıl, çerşenbe,
ayna tekin bahtım açıl, çerşenbe”.
yumurtanı göyçek, güllü boyardık,
çakkışdırıb sınanların soyardık,
oynamakdan birce meğer doyardık,
eli mene yaşıl aşık vererdi,
irza mene novruz gülü dererdi.
novruz ali hermende vel sürerdi,
kâhdan enib küleşlerin kürerdi,
dağdan da bir çoban iti hürerdi,
onda gördün ulak ayak sahladı,
dağa bakıb kulakların şahladı.
akşam başı nahırçılar gelende,
kodukları çekib, vurardık bende,
nahır keçib gedib yetende kende,
heyvanları çılpak minib kovardık,
söz çıksaydı, sine gerib sovardık.
yaz gecesi çayda sular şarıldar,
daş kayalar selde aşıb, karıldar,
karanlıkda kurdun gözü parıldar,
itler gördün, kurdu seçib ulaşdı,
kurd da gördün, kalkıb gedikden aşdı.
kış gecesi tövlelerin otağı,
kentlilerin oturağı, yatağı,
buharıda yanar odun yanağı,
şebçeresi, girdekânı, iydesi,
kendi basar gülüb-danışmak sesi.
şücâ haloğlunun baki savgati,
damda kuran samavarı, söhbeti,
yadımdadı şestli keddi, kameti,
cünemmegin toyu döndü, yas oldu,
nene kız’ın baht aynası kâs oldu.
heyder baba, nene kızın gözleri,
rakşende’nin şirin-şirin sözleri,
türki dedim, okusunlar özleri,
bilsinler ki, adam geder ad kalar,
yahşı-pisden ağızda bir dad kalar.
yaz kabağı gün güneyi döyende,
kend uşağı kar güllesin sövende,
kürekçiler dağda kürek züvende,
menim ruhum ele bilin ordadır,
kehlik kimi batıb kalıb, kardadır.
karı nene uzadanda işini,
gün bulutdan eyirerdi teşini,
kurd kocalıb, çekdirende dişini,
sürü kalkıb dolayıdan aşardı,
badyaların südü aşıb-daşardı.
hecce sultan emme dişin kısardı,
molla bağır emoğlu tez mısardı,
tendir yanıb, tüstü evi basardı,
çaydanımız arsın üste kaynardı,
kovurkamız saç içinde oynardı.
bostan pozub getirerdik aşağı,
doldurardık evde tahta tabağı,
tendirlerde pişirerdik kabağı,
özün yeyib, tohumların çıtlardık,
çok yemekden lap az kala çatlardık.
verzeğan’dan armud satan gelende,
uşakların sesi düşerdi kende,
biz de bu yandan eşidib bilende,
şıllak atıb bir kışkırık salardık,
buğda verib armudlardan alardık.
mirza tağı’ynan gece getdik çaya,
men bakıram selde boğulmuş aya,
birden ışık düşdü otay bahçaya,
”eyvay dedik, kurddu”, kayıtdık,
kaşdık,
heç bilmedik ne vakt küllükden aşdık.
heyder baba, ağaçların ucaldı,
amma hayıf cevanların kocaldı,
tokluların arıklayıb acaldı,
kölge döndü, gün batdı, kaş kereldi,
kurdun gözü karanlıkda bereldi.
eşitmişem yanır allah çırağı,
dayır olub mescidüzün bulağı,
râhat olub kendin evi, uşağı,
mensur han’ın eli kolu var olsun,
harda kalsa, allah ona yar olsun.
heyder baba, moll’ ibrahim var, ya
yok?
mekteb açar, okur uşaklar, ya yok?
hermen üstü mektebi bağlar, ya yok?
menden ahonda yetirersen selâm,
edebli bir selâm-ı mâ lâkelâm.
hecce sultan emme gedib tebriz’e,
amma ne tebriz ki, gelemmir bize,
balam durun, koyak gedek evmize,
ağa öldü, tufakımız dağıldı,
koyun olan yad gediben sağıldı.
heyder baba, dünya yalan dünyadı,
süleyman’dan, nuh’dan kalan dünyadı,
oğul doğan, derde salan dünyadı,
her kimseye her ne verib alıbdı,
eflatun’dan bir kuru ad kalıbdı.
heyder baba, yaru yoldaş döndüler,
bir-bir meni çölde koyub, çöndüler,
çeşmelerim, çırahlarım, söndüler,
yaman yerde gün döndü, akşam oldu,
dünya mene harâbe-i şâm oldu.
emoğluynan geden gece kıpçağ’a,
ay ki çıkdı, atlar geldi oynağa,
dırmaşırdık, dağdan aşırdık dağa,
meşmemi han göy atını oynatdı,
tüfengini aşırdı, şakkıldatdı.
heyder baba, kara gölün deresi,
hoşgenâb’ın yolu, bendi, beresi,
orda düşer çil kehliğin feresi,
ordan keçer yurdumuzun özüne,
biz de keçek yurdumuzun sözüne.
hoşgenâb’ı yaman güne kim salıb?
seyyidlerden kim kırılıb, kim kalıb?
amir gafar dam daşını kim alıb?
bulak gene gelib gölü doldurur,
ya kuruyub, bahçaları soldurur.
amir gafar seyyidlerin tacıydı,
şahlar şikar etmesi kıykacıydı,
merde şirin, nâmerde çok acıydı,
mazlumların hakkı üste eserdi,
zalimleri kılıç tekin keserdi.
mir mustafa dayı, uca boy baba,
heykelli, sakkallı, tolustoy baba,
eylerdi yas meclisini, toy baba,
hoşgenâb’ın âb-ı rûsu, erdemi,
mescidlerin, meclislerin görkemi.
mecdüssâdât gülerdi bağlar kimi,
guruldardı, buludlu dağlar kimi,
söz ağzında erirdi yağlar kimi,
alnı açık, yakşı, derin kanardı,
yaşıl gözler çırağ tekin yanardı.
menim atam süfreli bir kişiydi,
el elinden tutmak onun işiydi,
gözellerin âhire kalmışıydı,
ondan sonra dönergeler döndüler,
mehebbetin çırağları söndüler.
mir sâlih’in deli sevlik etmesi,
mir aziz’in şirin şahsey getmesi,
mir memmed’in kurulması, bitmesi,
indi desek, ahvâlâtdı, nağıldı,
keçdi getdi, itdi batdı, dağıldı.
mir abdül’ün aynada kaş yakması,
çövçülerinden, kaşının akması,
boylanması, dam-divardan bakması,
şah abbas’ın dürbini, yâdeş behayr,
hoşgenâb’ın hoş günü, yâdeş behayr.
sitâr’ emme nezikleri yapardı,
mir kadir de her dem birin kapardı,
kapıb, yeyib, dayça tekin çapardı,
gülmeliydi onun nezik kappası,
emmemin de, ersininin şappası.
heyder baba, amir heyder neyneyir?
yakın gene samavarı keyneyir,
day kocalıb, alt engiynin çeyneyir,
kulak batıb, gözü girib kaşına,
yazık emme, havâ gelib başına.
hanım emme mir abdül’ün sözünü,
eşidende eyer ağzı, gözünü,
melkâmıd’a verer onun özünü,
da’vaların şuhlugılan katallar,
eti yeyib, başı atıb yatallar.
fizze hanım hoşgenâb’ın gülüydü,
amir yahya em kızının kuluydu,
ruhsâre artist idi, sevgiliydi,
seyid hüseyn mir salih’i yansılar,
amir cefer geyretlidir, kan salar.
seher tezden nahırçılar gelerdi,
koyun kuzu dam bacadan melerdi,
emme can’ım körpelerin belerdi,
tendirlerin kavzanardı tüstüsi,
çöreklerin gözel iyi, istisi.
göyerçinler deste kalkıb uçallar,
gün saçanda kızıl perde açallar,
kızıl perde açıb, yığıb kaçallar,
gün ucalıb, artar dağın celâli,
tebietin cevanlanar cemâli.
heyder baba, karlı dağlar aşanda,
gece kervan yolun aşıb çaşanda,
men hardasam, tehran’da, ya kâşan’da,
uzaklardan gözüm seçer onları,
hayâl gelib, aşıb keçer onları.
bir çıkaydım damkaya’nın daşına,
bir bakaydım keçmişine, yaşına,
bir göreydim neler gelib başına,
men de onun karlarıylan ağlardım,
kış donduran ürekleri dağlardım.
heyder baba, gül konçesi handandı
amma hayıf, ürek gazası kandı,
zindegânlık bir karanlık zindandı,
bu zindanın derbeçesin açan yok,
bu darlıkdan bir kurtulub kaçan yok.
heyder baba, göyler bütün dumandı,
günlerimiz birbirinden yamandı,
birbirizden ayrılmayın, amandı,
yakşılığı elimizden alıblar,
yakşı bizi yaman güne salıblar!
bir soruşun bu karkınmış felekden,
ne isteyir bu kurduğu kelekden?
deyne, keçirt ulduzları elekden,
koy tökülsün, bu yer üzü dağılsın,
bu şeytanlık korkusu bir yığılsın.
bir uçaydım bu çırpınan yelinen,
bağlaşaydım dağdan aşan selinen,
ağlaşaydım uzak düşen elinen,
bir göreydim ayrılığı kim saldı?
ölkemizde kim kırıldı, kim kaldı?
men senin tek dağa saldım nefesi,
sen de kaytar, göylere sal bu sesi,
baykuşun da dar olmasın kefesi,
burda bir şîr darda kalıb bağırır,
mürüvvetsiz insanları çağırır.
heyder baba, gayret kanın kaynarken,
karakuşlar senden kopub kalkarken,
o sıldırım daşlarıynan oynarken,
kavzan, menim himmetimi orda gör,
ordan eyil, kâmetimi darda gör.
heyder baba, gece durna keçende,
köroğlunun gözü kara seçende,
kıratını minib, kesib biçende,
men de burdan tez matlaba çatmaram,
eyvaz gelib çatmayıncan yatmaram.
heyder baba, merd oğullar doğginan,
nâmerdlerin burunların oğginan,
gediklerde kurdları dut boğginan,
koy kuzular ayın şayın otlasın,
koyunların kuyrukların katlasın.
heyder baba, senin könlün şad olsun,
dünya varken ağzın dolu dad olsun,
senden keçen yakın olsun, yad olsun,
deyne menim şâir oğlum şehriyâr,
bir ömürdür gam üstüne gam çalar.
..:Mahmud ahmed-i nejad, bu şiiri
Tebriz eyaletine yaptığı bir konuşma sırasında okumuştur. Türkiye dışındaki
Türk şiirinin İlk örneklerindendir.
------------------------------
İKİNCİ HAYDAR BABAYA SELAM
TEMMUZ 23, 2020
Doç. Dr. Muharrem Ergin’in, Türk Kültürü Dergisinin Nisan 1965 tarihli 30’uncu nüshasında yayınlanan “İkinci Haydar Babaya Selam” başlıklı yazısı…