İklil KURBAN
Nerede
sömürgecilik, nerede zulüm, orada yalan…
Yakın
zamandan beri, 50-60 yıldır süregelen Çin bunalımının biraz daha yükselmiş
olduğunu öğrenmekteyiz. Bu bunalımın dış siyasetteki belirtisi, “İkinci Dünya
Savaşı’nda ölenlerin mezarını ziyaret ettin” diye, Japon Başbakanı ile yaşanan
gerginliktir. Bu bunalımın iç siyasetteki belirtisi, “Uygurca çağımıza ayak
uyduramayan dil” diye, Uygurları topyekûn Çinlileştirmenin eylemini başlatarak,
Uygurlar ile yaşanan gerginliktir.
Bilindiği
gibi 1990’lı yılların başı, Sovyet İmparatorluğu çökmüş, uluslararası
komünizm-sömürgecilik sarsılmış; bilhassa Çin, ileride yine nelerin olabileceğinin
kaygısıyla tutunacak bir dal arıyor konumundadır. Böyle bir vaziyette, uzun
yıllardan beri varlığını sürdüregelen Doğu Türkistan’ın bağımsızlığı davasının
daha da alevleneceği kaçınılmaz bir olgu idi; öyle de oldu.
Yıl
1992, Haziran ve Temmuz ayları, Almatı’da ve Bişkek’te, Uyguristan Azatlık
Teşkilatı’nın kuruluş kurultayları açılıp, Doğu Türkistan’ın kurtuluşu gündeme
getirilmişti. Aynı yılın Kasım ayında İstanbul’da da geniş katılımlı Doğu
Türkistan sorunu ile ilgili bir toplantı gerçekleşmişti. Yanılmıyorsam, bu
tarihlere denk getirilmiş, biraz erken veya biraz geç, Pekin’de Uluslararası
Türkoloji Konferansı açılıp, esas konu olarak, Kaşgarlı Mahmud’un Divanü
Lûgat-it-Türk adlı kitabı ve Yusuf Hashacib’in Kutadgu Bilig adlı kitabı
konuşulup, bu şahıs ve bu eserlere yüksek değer verilmişti. Ev sahibi olarak bu
konferans aracılığıyla Çin, uluslararası alanda, hem bu bilim dalına olan
saygısını (!) sergilemiş, hem bu bilimin kaynağı olan Uygurlara sevecenliğini
(!) belirtmiş görünmekte idi.
Evet
biliyoruz, Türklüğe ilgi duyan herkes biliyor; Türklük biliminin kaynaklarının
kökü, 5.yüzyıldaki Yenisey Yazıtlarına; 8.yüzyıldaki Orhun Abidelerine;
11.yüzyıl Karahanlı Medeniyetine; 14.yüzyıldaki Avrupalıların Kıpçak dilini
öğrenmek için yazdığı Codex Cumanicux (Kodeks Kumanikus) sözlüğüne kadar uzanıp
gidiyor… Orhun ve Yenisey anıtlarından evvelki devirleri bilmiyoruz,
fakat, bu anıtlardan o çağlarda Türk dilinin oldukça gelişmiş, olgun bir durum
almış bulunduğunu öğreniyoruz. O devirlerde Ruslar henüz dünyamızda yoktu.
Dünyada Türklük bilimiyle (Türkoloji ile) uğraşan bilim adamlarının sayıca ne
kadar olduğunu bilmiyoruz. Fakat bu konuda bilinen gerçek şu ki, bu sahaya ilgi
duyan Türk kökenli bilim adamlarının yanında bulunup, bu sahadaki çalışmalarıyla
ün kazanmış yabancı bilim adamlarını biliyoruz, örneğin: Radlov (Alman),
Barthold (Alman) vs.
Türkçemiz
(tüm lehçeleri), konuşulması kolay ses uyumuyla; algılanması kolay mantıklı
grameriyle; sözcük türetilmesi kolay son ekli yapısıyla; her zaman dil bilginlerinin,
dil meraklılarının ilgisini çekmiş bir dildir. Örnek için bir karşılaştırma:
Türkçemizin diğer dillerden üstün olduğunu kanıtlayan en önemli meziyetlerinden
biri, ek alırken sözcük kökü sabit kalır değişmez; öğrenilmesini kolaylaştırır,
öğrencinin aklını şaşırtmaz. Rusçanın böyle bir özelliği yoktur, ekten dolayı
sözcük kökü değişip tanınmaz hale gelir; böyle dilleri öğrenmek zordur,
öğrencinin aklını şaşırtır. Ben, meziyetlerle türemiş Türkçe (Uygurca, Tatarca,
Özbekçe, Kazakça, Kırgızca) denilen bu dili konuşan anadan doğduğum için
mutluyum. Dünyayı titreten ulu hükümdarlarımız Atilla, Timur, Fatih bu dil ile
konuşmuş; ulu bilgin Uluğbey ve ulu şair Alişir Nevayi bu dil ile düşünüp-bu
dil ile yazmış; Kaşgarlı Mahmut bu dilin Arapçadan hiç eksik olmadığını
savunmuş; Alişir Nevayi bu dilin Farsçadan çok daha üstün olduğunu
kanıtlamıştır.
Eğer
Çin, birileri için, “çağımıza ayak uyduramayan dil” yakıştırmasını kullanmak
istiyorsa, bu birileri Çin, bu dil ise, Çin dilinden başkası değildir. Çünkü
Çin dili tek heceli olma özelliğiyle konuşulması-öğrenilmesi zor olduğu kadar,
yüz binleri bulan resim yazısından (sinogram-hiyeroglif) oluşan yazı dilinin
ezberi söz konusu olduğunda, bu işin peşinden sonuna kadar koşmaya cesaret eden
Çinlinin ömrü yetmez. Evet, milâttan önceki Eski Mısırlıların resim yazısını
Çinliler halen kullanmaktadır; tek heceli olmanın gereği benzer sesli sözcükler
çok olduğu için, dünya dillerinde kullanılan alfabe Çin diline uymamaktadır.
İşte “Çağ dışı dil”, diye buna denilir. Yeri iken, Çin’e, buradan sesleniyorum:
“Hodri meydan, Uygur dilinin çağ dışı olduğunu kanıtla!!!” Kanıtlanamayan
sözleri ancak, namussuzlar-alçaklar söyler. Çinli kültürünün ve dilinin böyle
kullanışsız olmasından dolayıdır ki, Cengiz Han’ın yasalarında Çinli yaşamı
eşek ile eş değer sayılmıştır. Bir Çinliyi öldüren kişi, bir eşek karşılığında
cezadan kurtulmuştur. Doğanın nitelik (değer) ile niceliğin (sayının) zıt
orantılı olma (nitelik inerse nicelik yükselir) yasasının gereğidir ki, Çinli
nüfusu olağanüstü çoğalıp, günümüzde bir buçuk milyara yaklaşmıştır. Kalitesiz,
gereksiz bu, sözde insan topluluğu günbegün dünyamızı kirletmekte, başkalarının
yaşam ortamına zorla sokulmaktadır. Yakın bir gelecekte bu atık insan akınına
dur denilmezse, dünyamız yaşanmaz hale gelecektir. Bu ulusun besini de çok
ilkel ve bayağıdır: yılan, kurbağa ve pirinç. Karakter olarak bu ulus, önünden
elini öper, arkandan hançerini saplar. Dil olarak Çin dili, atık insan dili
olduğu için, böyle bir dil ile bilim yapmanın asla olasılığı yoktur. Bu
sebeptendir ki, Çin’in yüksek üniversitelerinin dili İngilizcedir. Çin dilinin
böyle sakat, çağ dışı olmasına rağmen, dünyada hiç kimse, Çinliye dilini
değiştir, demez. Çünkü böyle bir davranış her şeyden önce insanî ahlaka,
bireysel hak ve hukuka aykırıdır. Çin anlayışında ve geleneğinde ise, ahlak,
hak ve hukuk denilen ilke ve kavram yoktur; en temel insanî duygu olan ana
diline saygı ve sevgi hiç yoktur; tüm insanî manevî değerler Çin için hiçe
bedeldir. Çin’in Doğu Türkistan’da yaptığı manevî tahribatı anlatabilmek için
kitapların yazılması yetmez.
Türkçemize
övgüler söylenmiş, Pekin’de açılan Uluslararası Türkoloji Konferansı’ndan aşağı
yukarı 10 yıl zaman geçtiği şu günlerde, Çin yönetimi hiç utanmadan, Uygurcayı
“çağımıza ayak uyduramayan dil” olarak nitelendirip, ön planı 2002’de yapılmış
“çift dilli eğitim” denilen bir uygulamayı tüm Doğu Türkistan çapında yürürlüğe
koymuş bulunmaktadır. Bu uygulamaya göre, Çin okulları ile Uygur okulları
birleştirilmiş, ana okuldan başlayarak tüm Uygur çocukları Çince öğrenip, bu
dil ile eğitimlerini sürdürecekmiş. Aksi halde Uygurlar zengin
olamayacakmış(!); çağın gerisinde kalacakmış(!). Çünkü Uygur dili çağımıza ayak
uyduramayan gerici bir dilmiş(!). Çin neden böyle, Uygurlara yönelik tutumunda
180 derece döneklik yapıp, övgü yönteminden kınama yöntemine geçmiştir?
Samimiyetsiz art niyetli övgü, işe yaramamış-Uygurların bağımsızlık savaşını
durduramamıştır, ondan. Bakalım, bu yalan uydurma kınamalar ne sonuç verecek?!
Şu olacağı şimdiden kestirip söylemenin hiç sakıncası yoktur: Yalanlar er geç
yok olup gidecek; gerçekler ise enkazların altından yeniden doğacaktır.
Komünist
Çin’in bu asimilâsyon ırkçı doktrini aniden ortaya çıkmış yeni bir olgu
değildir. Bu olgunun kökü, Doğu Türkistan’ın işgal edildiği 1755 yılına dek;
Doğu Türkistan’a “Şin Cang” adının verildiği 1884 yılına dek; Doğu Türkistan’ı
Milliyetçi Çin’in yönettiği 1949 yılına dek; son olarak Komünist Çin’in Doğu
Türkistan’ı işgal ettiği bugüne dek uzanmaktadır. Devirler farklı olsa da amaç
aynıdır: Doğu Türkistan denilen bu toprağın sahibi olan Uygurları
Çinlileştirip-yok edip, bu toprağı ebedî Çin toprağı yapmaktır. Doğu
Türkistan’ın işgale uğradığı günden bugüne dek, “Şarkî Türkistan” adının dile
getirilmesi kesinlikle yasaklanmış olup, Milliyetçi Çin döneminde Doğu
Türkistan’da yaşayan Türk kökenli halkların hepsi “soydaş” olarak
adlandırılmıştır. Ayrıca o dönemde iddialarının sanki bilimsel olduğunu
kanıtlamak için, “Türk sözcüğü yalnız dil bilimine aittir ve bunun hiç ırk
manası yoktur” şeklindeki bir sahte tez ileri sürülmüştür. Mao Zedung ise,
“Azınlıklar tek başına medeniyet yaratamaz, ancak ulu ağabey Çin ulusunun
yarattığı medeniyetten yararlanabilirler” denilen saçmalığı söylemiştir.
Çin
siyasetinin zehirleme gücü çok yüksek, zulmü derin kalıcı olduğu için, içimizde
hainlerimiz-düşmanlarımız çoktur. Çin siyaseti öyle ikiyüzlü, öyle zehirli ki,
birbirine zıt iki kutuplu gibi algılanan ırkçılık ile Marksizm yoğrulup, bu
melez düşünce, Çinli olmayan ulusları (Uygur-Tibet-Moğol ve başka ulusları) yok
etmenin felsefî esası olarak ustalıkla kullanılagelmektedir. Çin’in ırkçı tezi,
“Yaşasın ulu ağabey Çin ulusu!” sloganına dayanmakta; Marksizm tezi, “Tüm ulus
ve ulusallık yok olacaktır!” hükmüne dayanmaktadır. Bana göre, Doğu Türkistan
davası sadece Uygurlar adına değil, tüm Türklük adına yürütülse, var
olma-kazanma şansı daha yüksek olacaktır. Çin, bugünkü gidişatıyla, karşısına
çıkan bir güç tarafından dur, denilmezse, Uygurları yok edip, Uygur elini
yutabilir; fakat, tüm Türklüğü yok edemez, tüm Türk elini yutamaz. Biz, ezelî
ve ebedî düşmanımız Çin’e ve Rus’a karşı ölüm kalım savaşında, bütün
tarihimizde, hiçbir zaman düşmanlarımızın kuvvetli oluşu nedeniyle yenilmedik.
Biz her zaman kendi hatalarımız nedeniyle ve içimizde bulunan hainler-düşmanlar
tarafından mağlûp edildik. Halkımız bu işgal karşısında hiçbir zaman boyun
eğmemiştir. 1755 işgalin başlama tarihinden Yakup Bey’in Kaşgar’ı kurtardığı
1865 tarihine dek geçen 100 yıldan aşkın bir devir, tarihte “İsyanlar Yüzyılı”
olarak adlandırılmıştır. Genel olarak bugüne dek büyük küçük olarak 400’den
aşkın isyan, Doğu Türkistan topraklarında cereyan etmiştir.
Şin
Cang Uygur Özerk Bölgesi denilen sahte kuruluşun kukla başkan yardımcısı olan
Cappar Hebibulla, “Uygurlar Çince konuşsa ne olmuş, Döngenler de (Çin
Müslümanları) Çince konuşuyor…. “ diye, ulusal dilini ve ulusunu, oturduğu
makamının bedeline satmıştır. Ne acıdır ki, sözde Uygur adını taşıyan bu
kişiler, Uygurların akan kanını, dökülen gözyaşını şerbet olarak içmektedirler.
Çin, “Bak! Her şeyi Uygurlar kendileri isteyerek yapıyor; biz onların hiçbir
işine karışmayız; onun içindir ki, Uygurlar bizi çok seviyor!” diye, bu işin
rahat propagandasını yapmaktadır. İşte, ölümcül, zehirli olduğu kadar tatlı,
başkalarını yok etmenin Çin usulü.
Ünlü
yazar, eserleri 150 dile çevrilmiş Cengiz Aytmatov’a, Türkiye’ye geldiği
sırada, gazeteci Neslihan Savaş’ın, “Kırgızca ve Rusça yazan bir yazarsınız.
İki dille yazmanın etkileri nedir?” şeklindeki sorusuna verilen yanıt ilgimi
çekmişti:
“Rus
olmayan topluluklar açısından iki dilli olmak bana avantaj sağlıyor. Bizim
dilimiz büyük uygar ülkelerce bilinmiyor. Ama Rusça son derece gelişmiş bir
dil, onunla yazıyor olmam bana daha geniş açılımlar yapma olanağı veriyor. Daha
çok kişiye kolayca ulaşabiliyorum. Rus dili Rusların dışındaki yerli halkların
dışarıya açılmasına yardımcı oluyor.”
Cengiz
Aytmatov’un yukarıda geçen, Rus dili ve kendi dili hakkındaki düşüncesi,
kendinden olmayanları hor gören zehirli sömürge siyasetinin ürünü olarak,
zehirlenmişliğin yalın bir örneğidir-kanıtıdır. Yeri iken burada, yazara ben
yine şu soruları sormak içimden geldi:
-Diliniz
neden uygar ülkelerce bilinmiyor?
-Rusça
son derece gelişmiş bir dil, diyorsunuz, sizin diliniz neden gelişememiştir?
-Veya
Çin’in Uygur dili hakkında söylediği gibi, diliniz çağımıza ayak uyduramayan
bir dil midir?
-Dilinizin
gelişememiş olmasında yapısı mı kusurludur, yoksa başka bir sebebi mi var?
-“Rus
dili Rusların dışındaki yerli halkların dışarıya açılmasına yardımcı oluyor”,
diyorsunuz. Bu, durup dururken başkalarının yardımına muhtaç olma durumu,
“yerli halkların” sömürülen-horlanan bir halk olduğundan kaynaklanmıyor mu?
Tüm
ömrü Sovyet eğitiminin elemesinden geçmiş, Sovyet rejiminin baskısı altında
yaşamış ve koyu Rus tesirinde büyümüş, Türklük bilimi ve Türklük bilinci zayıf
olan Cengiz Aytmatov’un, yukarıdaki sorularıma gerçekçi ve net cevaplar
verebileceğini sanmam. Çünkü, Çin yanlısı, Rus yanlısı insanlardan dürüstlük
beklemek, şeytandan iman beklemek kadar ahmaklık olur.
Bugünkü
Rusya Federasyonu sınırları içinde bulunan Türkî halkların en uygarı ve
bağımsızlık savaşının önderi konumundaki Tatarlar, sömürge siyasetinin
zehirleyici etkisine karşı, kendilerini korumak için dil mücadelesi
vermektedirler. Tatarlar çoktandır Latin alfabesine geçiş kararını almış olup,
Tatar yazı dili bu doğrultuda adım atarken, Devlet Başkanı Putin başta olmak
üzere Rus şovenistlerinin engeline takılmıştır. Öfkeli Ruslar-Rus basını, bu
nedenle, alfabe değişikliği ötesinde anlamlar taşıdığını öne sürmüştür.
Tataristan’ın Türkiye’ye yaklaşmaya çalıştığını savunan Nezavisimaya (Bağımsız)
gazetesi, bu cumhuriyetin Rusya topraklarında yaşayan diğer Türk asıllı
halkların önderi olmak isteğini de yazmıştır. Gazete, Tataristan’ın Rus kültürünü
dinamitlediğini, gelecekte diğer Türk asıllı halkların da aynı adımı
atabileceğini bildirmiştir.
Evet
öyle, milletçe var olma savaşı veya milletçe yok etme savaşı, her şeyden önce
dil ve kültür savaşıdır. Türk dilli olma veya Türkçülük, Türk devletinin var
olma felsefesidir. Bu felsefeyi dışlayan devlet, Türk devleti olamaz. Bu
felsefeye bugün en çok muhtaç olan Türk boyu Uygurlardır. Uygurların Çin
zulmünden kurtulabilmeleri ve devlet sahibi olabilmeleri, önce bu felsefeyi
benimsemelerinden geçer. Bu sebeple düşmanlarımızın korkulu düşü-Türkçülüktür.
Çinceden
çevrilmiş “Pantürkizm Medeniyeti Hakkında Araştırmalar” adlı, 181 sayfalık
Uygurca bir kitap, 2000 yılında Ürümçi’de basılmıştır. Çin neden, özel
uzmanların hazırladığı böyle bir yayına gereksinim duymuştur? Elbette
Pantürkizm’den korktuğu için, Pantürkizm’i karalamak için. Çin Pantürkizm’den
neden korkuyor? İleride Doğu Türkistan’da kurulacak devletin felsefesi
Pantürkizm-Türkçülük olduğu için. Bu kitabın sonuç olarak sunduğu aşağıdaki
ifadeler, düşman diliyle Pantürkizm’in tanımını yapar niteliktedir:
“Medeniyet
Pantürkizm’i, siyasî Pantürkizm’in esasıdır. Bu esas, siyasî Pantürkizm’in
yaşamı-gelişimi için kaynak ve Şin Cang’daki (Doğu Türkistan’daki) bölücülüğü
nazarî esasla-medeniyet arka görünümüyle besler. Aynı zamanda Batılı
düşmanlarımızın devletimizi parçalamasına kolaylık doğurur. Bu sebeple,
Pantürkizm’e karşı savaş ve onun medeniyet alanındaki derin etkisini
temizlemek, ideoloji sahamızdaki uzun vadeli vazifemizdir.”
İşte
Çin’in, “çağımıza ayak uyduramayan dil” diye, Uygur dilini yok etmeye
çalışmasının sebebi, yukarıdaki kendi ifadelerinden yalın bir şekilde
anlaşılmaktadır. Çin’in, Uygur diline yönelik “çağımıza ayak uyduramayan dil”
tanımlaması, Uygurlar diline ve kültürüne dayanıp, kendi devletlerini
kuracaktır, Şin Cang (Doğu Türkistan) elden gidecektir korkusundan kaynaklanmış
çıplak bir yalandır.
Kendi
kendine sahip, kendi diline de, devletine de sahip olan Uygurlar, çağımıza daha
kolay-daha iyi ayak uydurabilen Uygurlar olmaz mı idi?! Çağımıza ayak
uydurmanın yolu, yok etmek değil, geliştirmek değil midir?! Ne yazık ki,
sömürgeciler hiçbir zaman böyle yalın mantıktan hoşlanmazlar, anlamazlar.
İsyandan başka çare yoktur. İsyan, mazlumların son çaresidir. Zalim ve mazlum
var olduğu sürece, isyan da var olacaktır. Sanırım, haksızlığa karşı bu savaş
Uygurlar ile sınırlı kalmayacak, büyüyerek evrensel boyutta sürüp gidecektir.
Çünkü insanlığın doğası, dürüstlük, hak ve özgürlükten yanadır.
İklil KURBAN
MART
2006