Ravil Bukharaev
1522'de Rusların eline geçmesiyle
Kazan Hanlığı'nın kendine özgü uygarlığının ortadan kalkması Rusya ve Rus
Müslümanları arasındaki sınır, birbirinden çok farklı iki uygarlık arasında bir
hudud olduğunu düşünen tarihçiler için muamma olabilir.
Çağdaş Rus siyasetinin
en milliyetçi temsilcileri sanki Müslüman hanlıkları ve Rusya arasında hiçbir
dönem barışçı komşuluk ilişkileri yaşanmamışçasına, bu iki varlığın
birbirlerini ne kültürel ne de ekonomik açıdan asla etkilemediğini iddia
ederler. Bu tür siyasetçiler Tatar İslamı ve Ortodoks Hıristiyanlık arasındaki
ilişkiyi sürekli bir savaş durumu ve karşılıklı kuşkunun hakim olduğu bir
ilişki tipi olarak sunarlar.
Aslında, 1552 zabtından hemen sonra,
Rus otoriteleri, inançlarını Ruslar tarafından önerilen ekonomik veya siyasi
ayrıcalıklarla asla değişmeyen Müslümanlara derin acılar vermiş olan bir
Hıristiyanlaştırma sürecine girmiştir. Hıristiyanlığı benimsemeyenlere büyük
miktarlarda vergiler getirilmiştir. Fiziksel olarak işkence görmüşler, buz
hücrelerinde tutulmuşlar, şehirlerdeki evleri ellerinden alınmış, uzak köylere
gitmeleri yasaklanmış ve Müslüman köylülerin verimli toprakları ellerinden
alınarak yeni gelen Ruslar arasında dağıtılmıştır. İslam inancının açıklanması
yaklaşık iki yüz yıl boyunca Rusya'da yasaklanmıştır. Kazan'ın düşmesi sonrası
camilerin tahrip edilmesi 16, 17 ve 18. yüzyıllarda devam etmiştir. Ancak
Ortaçağ Rusyası'nda İslam'a karşı duyulan açık tepki Kazan'ın Rusya tarafından
zabtıyla başlamış ve bu olaylar Rusların İslami inanç ve kültüre, dair duyduğu
tarihi nefretten çok, süregelen bir propagandanın ürünü olarak gözükmektedir.
Dindarlık Adı Altında Tecavüz
Açıkçası, Hıristiyanlaştırma sürecinin
başlaması her hangi bir zorlama olmaksızın ya da çok az zorlama sonucu
gerçekleşmiştir. Kazan'ın ilk Rus Başpiskoposu Gury'e, 1555'te Korkunç İvan
tarafından Müslümanların, Hıristiyanlığı kabullenmelerini çekici hale
getirebilmek maksadıyla Rus merhametliliğinin ve konukseverliliğinin ön plana
çıkarılması talimatı verilmişti.
"Başpiskopos, Tatarları mümkün
olduğunca kendine alıştırmalı ve onları korkuyla değil sevgiyle vaftiz edilmeye
hazırlamalıdır."
Başpiskoposun sevgi anlayışı özellikle
Müslümanların davet edildiği alkollü, düzenli ziyafetlerdir. Diğer yöntemler
ise çeşitli suçlardan dolayı hüküm giymiş ya da suçlanmakta olan Müslümanları
kurtarmak, yeni vaftiz edilmiş olanların topraklarını ve mallarını
kullanmalarına izin vermek ve Müslümanlar için zorunlu olan vergilerden onları
muaf tutmak olmuştur. Bu tür politikalar bir ölçüde başarılı olmuştur; ancak
başvurulan yöntemler manevi kazançlardan çok maddi kazançlara yönelik
olduğundan, yeni vaftiz edilmiş Tatarların serbest kaldıklarında veya
hissettiklerinde ata inançlarına dönmeleri söz konusu olmuştur.
Kazan Hanlığı'ndaki Müslümanların
Hıristiyanlaştırılma politikaları iddiaları ne olursa olsun, aslında gerçek tam
tersiydi. Rusya'nın diğer yerlerinde de olduğu gibi, atanan Rus valilerin
yönetimi rüşvet, zimmetine para geçirmek ve başkalarının hakkını ihlal etmek
temellerine oturmuştur. Müslüman toprakları keyfi yollarla dağıtılmış, vaftiz
edilmek bile Kazan Tatar toprak ağalarını belli bir süre koruyabilmiştir. Bu
türlü bir durumda, Müslümanların Ortodoks Hıristiyanlığı kitleler halinde kabul
etmemeleri şaşırtıcı değildir. Kazan Hanlığı'nın alınmasında
özgürleştirilmelerinin önemli bir rol oynadığı, Müslüman hanelerinde yaşayan
Rus savaş tutsakları bile İslam'ı ve İslami yaşam tarzını yaşam biçimi olarak
seçmiş olabilir.
Merhamet Adı Altında Eziyet
Daha sonradan Rus Ortodoks
Kilisesi'nin başına geçecek olan Kazan ve Astrahan'ın yeni Başpiskoposu
Mutaasip Hermogen, 1593'te dönemin Rus Çarı Feodor Yonnovotiç'e bir yazı
yazarak şikayette bulunmuştu. Yeni vaftiz edilmiş Müslümanların hâlâ Tatarlarla
birlikte yaşadığını, Müslüman tarzında yiyip içtiklerini ve kiliselere
gitmediklerini bildirmiştir.
"Haç takmazlar, evlerinde
ikonalar ve haç işaretleri bulundurmazlar; ve Hıristiyan rahiplerin evlerine
girmelerine de izin vermezler...Bununla beraber, birçok tutsak Rus ve diğer
Ruslar, Tatarlarla yaşamaktadır, onlarla evlenmektedir... ve Tatar inancını
benimsemektedir."
Bu yazı üzerine, Müslümanları nazik
yollarla Hıristiyanlaştırmak yerine daha kesin yollar benimsenmiştir. Çar
Feodor Yonnovotiç ele geçirilen topraklarda İslamiyet'in direnişine, özellikle
de yeni camilerin ve okulların yapılmasına öfkelenmiş ve bunların bir an önce
yok edilmesi emrini vermiştir. Kazan Tatarları bu yapıların yenilerini inşa
etmekten ve İslam inancına göre ibadet etmekten men edilmiştir. Bunun da
ötesinde, 17. yüzyılda Müslümanların vaaz vermesi ve Hıristiyanları
Müslümanlaştırma eylemleri sırıkta yakılmaları ile son bulmaktaydı. Dini
eziyetler öylesine ağır bir hale gelmişti ki Kazan Tatarları silahlarını alıp,
Rus çarlığının bunalımlı dönemlerinde ayaklanmalara katılmıştır. Ancak bu türlü
eziyetler 17. yüzyıl boyunca devam etmiş ve bunların sonucu olarak Rus
Müslümanları 1670-1671 Stepan Razin ayaklanmalarına kitlesel olarak
katılmıştır.
Gizli İslam
Yaşam sürüyordu ve Kazan Hanlığı
kendilerini zorla da olsa yeni gerçekliklere alıştırmaya çalışıyordu. Trajik
şekilde, 1672 ve 1694 büyük yangınları Kazan şehrini tahrip etmişti. Alevlerde
yanan yalnızca Tatar mimarisi değil; aynı zamanda devlet arşivlerinin ve özel
kütüphanelerin çok sayıda dokümanı olmuştur. Bu Kazan Hanlığı uygarlığının
yaşadığı son darbe olmuştur. Daha sonra Kazan Tatarlarının kendine özgü
uygarlığı Rus İmparatorluğu çerçevesinde gelişmiştir. Başta hanlığın adı olmak
üzere, isimler değiştirilmiş ve Kazan Hanlığı kültürel bağımsızlığını tamamen
kaybetmiştir. İslam kültürü Rus Ortodoks ideolojisinin erişemediği köylerle
sınırlı kalmıştır. Ancak, kent yaşamının mirası korunmuş ve insanların tarihi
anılarında yaşatılmıştır. Ancak Büyük Petro'nun tahta geçmesiyle, Tatar kültürü
yeni sıkıntılarla karşılaşmış ve kendi anavatanında öksüz kalmıştır.
"Kazan Hanlığı" adı Büyük
Petro'nun (1672-1725) tahta geçtiği tarihe kadar kullanıldı. Ancak nüfusun
yapısı çarpıcı bir şekilde (dramatik olarak) değişmiştir. Kazan Tatar
aristokrasisinin bir kısmı özgürlük savaşlarında ölmüş bir kısmı da baskılara
dayanamayarak Hıristiyanlığı kabul ederek, Rus aristokrasisine katılmıştır.
Geri kalan Müslüman Tatarlar iki sosyal gruba bölünmüştür. Bu gruplardan biri küçük
toprak sahiplerinden ya da askerlerden oluşan ve Rus çarının hizmetinde olan bu
gruplardan biri Kazak Tatarlarıdır. Diğer grup da Yasak Tatarları olarak
anılmaya başlandı. Yasak, Kazak Hanlığı'nda ödenen geleneksel vergilerin
adıydı. Müslüman nüfusun büyük çoğunluğu köyde yaşamaya zorlandı ve bu durumda
bile köylerinin başkente ya da ana su yollarına yakın olmasına izin verilmedi.
Kazan Hanlığı'nın düşmesinden yıllar
sonra, Kazan'daki uluslararası ticaret Rus tüccarlarının eline geçtiğinde, daha
fazla Kazan Tatarının daha önceki başkentin eteklerinde yaşamasına izin
verildi. 16. yüzyılda ortaya çıkan eski ve yeni Tatar yerleşimleri şimdiki
modern Kazan şehrinin bir parçasını oluşturur. Kazan Tatarı Müslümanlarının
yeni yaşam tarzlarına alışmaktaki tüm çabalarına rağmen, kültürlerinin ve
dinlerinin baskı altında olması sonucunda, tarihi anavatanda altı milyon
Tatardan yalnızca dörtte biri kalmıştır. Diğerleri ise inançları doğrultusunda
özgürce yaşayabilecekleri yerlere gitmeye zorlanmıştır. Rus İmparatorluğu'nun
hızla yayılması sonucunda, Ural ya da Volga civarında gidebilecekleri çok az
yer kalmıştır. Bu yüzden Tatar kolonilerine Çin ya da Japonya gibi uzak
yerlerde bile rastlanmaktadır.
Şairler ve Sufiler
Kazan Hanlığı'nın son şairi Mevla
Kolı'nın kaderi 17. yüzyılda Müslüman kültürü ve edebiyatının maruz kaldığı
durumun göstergesidir. Kendisinin gerçek adı Bayramgali Koliev'dir ve mistik
şiirleri nedeniyle Bimka Sufi olarak anılır. Bölgede Rus yönetimine hizmette
bulunan ancak kendi ulusal kültürüne sadık kalmasına izin verilen bir Kazak
Tatar ailesinden gelmekte olup Çiti adında bir köyde doğmuştur. Mevla Kolı,
Kazan'da şehrin eteklerindeki Mamay okulunda eğitim görmüştür. Çağdaş Rus
arşivlerine göre, kendisi 1678'de Tatarlara eski Bulgar şehri Bilyar'da oturma
izni verildiğinde, Tatarları bu bölgeye yerleştiren kişidir. Ancak 1699'da bu
Tatar yerleşimi Ortodoks Rus yerleşimine dönüşmüş ve buranın yerlilerinin Şesma
Nehri kıyısındaki eski İştiryak Köyü'ne yerleştirilmeleri istenmiştir. Mevla
Kolı'nın torunları bu dönemden beri bu bölgede yaşamaya devam etmektedir.
Mevla Kolı'ya göre kendisinin üstadı
ve öğretmeni Mamay da bir şairdir ancak bu araştırma açısından onun Molla ve
din öğretmeni olması çok daha önemlidir. Kazan'ın düşmesinden 17. yüzyıla kadar,
Kazan Tatarları ve Rus Müslüman halkının resmi din görevlisi yoktu.
"Molla" unvanı hiyerarşik bir konumun göstergesi olmayıp
"eğitimli insan" anlamına gelir. Bu mollalar, büyük ve küçük köylerde
yalnızca dinin temel kaidelerini değil aritmetik ve hat sanatı gibi konularda
da ders vermekte olan halkın içinden olan insanlardır. İslam'ın korunması ve
geliştirilmesi Mamay, Mevla Kolı ve birçok bilinmeyen sıradan insanların
elindeydi, bu insanlar İslam'ı ve kültürel mirasını zamanın tüm şartlarına
karşı korumuşlardır. Mevla Kolı ve diğer Sufiler ile Abuzeler sürekli bir
yerleşim mekanı arayışları, Rus otoritelerinin izniyle bile Müslümanların
rahatsız olmadan onlarla birlikte yaşayamadıklarının göstergesidir.
Kazan Hanlığı'nın iyi kurulmuş eğitim
sisteminin dinsel hoşgörüsüzlük nedeniyle ne hale geldiğini bilmiyoruz. Kazan
büyük medresesi ve diğer camilerinin kendilerine ait dini okulları olduğu
bilinmektedir, bu okullarda Arap dili ve Şeriat kanunları öğretilmekteydi.
Kazan Hanlığı'nın büyük şehirleri ve kasabaları da Kazan ekonomisinin eğitimli
insana duyduğu ihtiyaçtan dolayı öğrenim merkezleri durumundaydı. 19. yüzyılın
sonlarında bile Volga-Ural bölgesindeki Müslüman eğitim sisteminin çerçeve
olarak etkisinin hissedildiği Ortodoks medreseler temel eğitim vermekteydi.
Geleceğin ceditçileri eski muhafazakar sisteme karşı kendi İslami uyanış
savaşlarını vereceklerdir. Ancak bu dönemlerde sistem günün gereklerine cevap
verir nitelikteydi. Bu dönemdeki eğitim sisteminin temeli muhtemelen 12. yy.'da
(1142'de ölen Arap alimi Necmeddin Nesefi'den'Akaid Nesefi) ve 14. yy.'da
(örneğin 1358'de ölen Hasan Kâdi'nin Aristocu ve Eflatuncu mantığı yorumlaması)
yapılan çalışmalara dayanmaktadır. 15 ve 16. yüzyılın ürünleri ve diğer
kitaplar tabii ki 19. yüzyıldakilerden daha yeniydi ve bu dönemlerde verilen
eğitimde uygulanabilirlik çok önemliydi.
Ancak bu uygulanabilirlik özelliği,
Kuran-ı Kerim'in ve hadislerin kişisel yorumlanma döneminin bitmesiyle beraber,
Ortodoks Sünni inancını savunan öğrenciler arasında özgür düşünce ve felsefeyle
ilgilenen sufilere karşı bilimsel bir savunma aracı olarak kullanılmaya
başlandı. Dönemin Şii ve Sufi düşünce akımlarıyla çevrelenmiş olan Orta Asya
dogmatizmi, Kazan'ın resmi din adamları çevresinin akademik etkinliklerine de
yansımış gözükmektedir. Sonraki yüzyıllarda gizlice yürütülen çalışmalarla
güçlendirilen Tatar Medreseleri ders programının tutucu yönü düşünüldüğünde,
Akaid Nasafi üzerine Timur'un çağdaşı, tarafından yapılan yorumlamalar ve önde
gelen İslam bilgini Saadettin Taftazani, Kazan resmi din çevrelerinin
eğitiminde önemliydi. Hem Nesefi hem de Taftazani evreni, Sufilerin üç
kategorisine zıt olarak Tanrı'nın nitelikleriyle açıklamaya çalışıyordu. Bunlar
"bu dünyadaki şeylerin hayali olduğunu, gerçekte var olmadığını" ya
da "bu şeylerin bizim varlıklarına inandığımız sürece var olup, göreceli
niteliklere sahip olduklarını" ve "bu yüzden de bunları gerçekte
bilip özlerini anlamanın asla mümkün olmadığını" iddia etmektedirler. Bu
üç kategori konusunda, Taftazani aşağıdaki ifadelerle belirgin bir sonuç
çıkarmaktaydı:
"Hiçbir şeyi tanımayan özellikle
üçüncü kategoriyle yarışan insana değmez, yok olmaları ya da tövbe etmeleri
için onları ateşe atmak daha iyi olur."
Yukarıdaki çıkarımın tüm katılığına
rağmen, bu sözler İslami bir sorgulamadan çok yalnızca bir söylem gibi
görünmektedir. İlk olarak, günümüz "İslam savaşçılarına" kıyasla daha
doğru bilgilere sahip Ortaçağ alimlerine göre İslam'da ateşle cezalandırma kati
olarak yasaklanmıştır, ikincisi Sünnilerin sufilere karşı çıkmalarına rağmen
sufiler Kazan Hanlığı'nda önemli yerlere gelmekle kalmayıp, kendilerine özgü
disiplinleri ve okulları bulunmaktadır. Resmi ulemanın ve sufilerin bir arada
bulunması, resmi din görevlilerinin Ümmet üzerindeki sufi etkisinden memnun
oldukları anlamına gelmez. Bu konuda önde gelen Batılı araştırmacılardan J. S.
Triningham'ın aşağıda belirttiği gibi:
"Pratikte dini otoritelerin
birlikte bulunmalarına izin verilmiş olsa bile, tüm sufilik tarihi boyunca
"ulema" ve laik otoritelerin saldırıları durmamıştır; ancak geçmişte
bu saldırılar birey olarak sufilerin kınanması ve belirli tarikatların
bastırılmasından öteye gitmemiştir. Bu onların Müslüman toplumlarındaki
yaşamlarını asla etkilememiştir. Çünkü dini bir ihtiyaca cevap veriyorlar ve
İslam'ın derin anlamını sunuyorlardı."
Kendilerine özgü entelektüel bir sınıf
olarak Sufilere gösterilen bu hoşgörü İslam'ın yayılmasına katkıda
bulunduğundan anlaşılır bir şeydi. Kazan Hanlığı döneminde bile sufi ve
dervişlerin bu rolleri küçümsenemez, çünkü Müslüman olmayan insanları Müslüman
yapma konusundaki çabaları sürekliydi. Yalnızca gezgin Dervişlerin bilinmeyen
ümmete katkısı olmakla kalmamıştır. İster bir şeyhin müritlerinden oluşan bir
çember olarak ister bir sufi üstadı tarafından yönetilen bir köy okulu olarak,
sufi kurumları "Müslüman olmayanları Müslüman yapmakta ve yeni inançlarını
kalplerinde hissetmelerinde" etkin rol oynamaktaydı (J. S. Triningham). Bu
türlü sufi merkezlerinin özellikle resmi otoritelerin daha belirsiz rol
oynadığı yerlerde, Vyatka-Ural bölgesi ve Kazan ile Kasım Hanlıkları arasındaki
bölgelerde özellikle etkin olduğunu söylemek yanlış olmaz. İslam inancının
Mişar ve Karinsk Tatarlarında yayılması bu önermenin doğruluğunu kanıtlamak
için yeterli olmaktadır çünkü Mişarlar Kazan ya da Kasım Hanlığı'nın doğrudan
kontrolü altında olmayan bölgelerde yaşamaktaydı. Bu yüzden sufi okullarına
eğitim ve misyonerlik merkezleri olarak izin verilmese de hoşgörülü
davranılmaktaydı, ancak S. J. Triningham "resmi dini otoritelerin kendi
kontrolleri dışındaki merkezlerin varlığından asla hoşnut olamadıklarını"
vurgular.
Nakşibendilik ve Osmanlı Etkisi
Bir sufi tarikatı olan Nakşibendi
tarikatı, Yesevilerle olan tarihi bağları ve Osmanlı sultanlarının himayesi ile
bilinmekte olup, daima ilkeli olması ve resmi ulemaya karşısında sadeliği ile
tanınır. Bu yüzden resmi ulema sınıfı Nakşibendilerin müridi olmasa da
sempatizanlarıdır. Dönemin İslam dünyasında, sufi tarikatların gelenekleri
zamanla geleneksel İslam'ın bir parçası olarak kabul edilmeye başlanmıştır:
örneğin, 1420'lerde doğan Mevlid daha sonraki popüler Müslüman inançlarının ve
pratiklerinin önemli bir parçası olarak bunu doğrular niteliktedir. Bu yüzden
J. S. Triningham'ın da belirttiği konu "ilk gerçek mevlid. Türkçe
okunmuştur. ve yazarı da gerçek bir Osmanlı olan Süleyman Çelebi'dir
(825/1421)" bir hayli ilginçtir.
Dini eğilimlerin yanı sıra, kültürdeki
Osmanlı etkisi Osmanlı'nın Kırım'daki popüler bağlantıları ve hanedanlık
bağlantıları ile kendini göstermekteydi ve Orta Asya'daki daha geleneksel
bağlantıların yerini almaya başlamıştı. Osmanlı İmparatorluğu maddi dünyada
liderliğin yanı sıra halifelik kurumunun da merkezi olmuştu, bunun sonucunda da
uzak hanlıklardaki dini çevreler manevi olarak kendisine itaat etmekteydi.
Resmi dini yapılar zamanla Osmanlı halifeliğininkine benzer hale geldi ve bunun
sonucunda da hanların ve evliyaların mezarları da tekke olarak anılmaya
başlandı. Günümüzde var olan tek mezar, Han Şah Ali'nin mezarı bu Türkçe
terimle anılmaktadır.
Resmi ulema ve Nakşibendi (Yesevi)
sufiler arasındaki tüm muhtemel çatışmalara rağmen, sufi okullarının ve
misyonerlik merkezlerinin varlığı Kazan Hanlığı'nın Ruslar tarafından
istilasından sonra özellikle önem kazanmıştır. İslami eğitim de hayatta
kalmasını bölgedeki Ortodoks Hıristiyanlığı'nın yaygınlaşmasına borçludur.
Örneğin M. Khudyakov bu konuda şöyle yazar:
"Kazan Hanlığı'nda sufizm
-Türkistan'dan ithal edilmiş olan Budist kökenlere sahip mistik bir öğreti-çok
geniş alanlara, uzaklara yayılmıştır. Kazan Sufileri ünlü Türkistanlı hoca
Ahmet Yesevi'nin takipçileridir. Hisamutdin kitabında Kazan Hanlığı sınırları
içerisindeki Ahmet Yesevi tarafından kendine verilen unvanı almış olan Sufi
liderler sıralanmaktadır:
1) İbraş oğlu Beyraş, Ahmet Yesevi'nin
öğrencisi
2) Tugk-Muhammed oğlu İş-Muhammed,
Beyraş'ın öğrencisi
3) Zul-Muhammed oğlu İdris
4) İbrahim oğlu Kasım
5) Buharalı Feyzullah Efendi
6) İstiryak oğlu Ahund Şam.
Bu kişilerden Kasım ve Feyzullah
yaşamlarını tamamlayıp Kazan topraklarına, Beyraş ve İş-Muhammed Malmıj
bölgesinde Işmenev-Maskarı civarına, İdris ve Şam ise Laişev bölgesinde
Tiberdini Köyü'ne gömülmüştür. Sufilerin kafirler arasında İslam'ın yayılması
ve tüm bölgede kamusal eğitimin yaygınlaşması konusunda etkileri büyük
olmuştur.
Ancak yukarıda sıralanan Kazan
Hanlığı'ndaki sufi şeyhlerinin doğruluğu kesin değildir, çünkü bilgiler
Şerafettin oğlu Hüsamettin'in "Risale-i Tevarih-i Bulgariya"
eserinden alınmıştır. Bu eserdeki bilgilerin doğruluğuna inanılacak olursa, bu
esere 1550'de başlanmış ve 1584'te tamamlanmıştır. Ş. Mercani, Tatar ve Başkırt
mollaları tarafından bu tarz uydurma birçok eserin yazıldığını ve İdil-Ural
Müslümanlarına dağıtıldığını bildirmektedir.
Mercani, "Tevarih-i
Bulgariya" adlı kitabındaki bir makalesinde bu eserlerdeki bariz
hataların, yalanların altını çizer. Aslında eleştirilen yayının yazarı başından
itibaren olayları ve tarihi kişilikleri birbirine karıştırmıştır. 1386'da ölen
Taftazani'nin öğrencisi olduğunu belirtmiştir.
Maalesef, Hüsamettin'in yaptığı
hataların bazıları, M. Khudyakov tarafından da tekrarlanmıştır. Bu Mercani'nin
tarihi çalışmalarına aşina olan M. Khudyakov tarafından alışılmışın dışında bir
davranıştır. Örneğin, Tugk-Muhammed oğlu Şeyh İş-Muhammed tarafından yönetilen
okul hakkında, M. Khudyakov şöyle söyler:
"Dönemin Tatar tarihçisi için şu
sözler oldukça üzüntü vericidir: "Tugk Muhammed oğlu Işh-Muhammed doğru
bir insandır. Aday köyünde, 36 yaşında bir okul yönetmekteydi bu da dönemin bir
çok bilginini etrafına toplamıştır...20 yıl sonrasında bu tarikatın
müritlerinden hayatta kalan olmamıştır..."
Ş. Mercani, "Şeyh Baba"
takma adlı Şeyh İşh-Muhammed'in 1785'e kadar hayatta olduğunu yazmıştır. Beyraş
ise "Sufi, İşan, Seyid ya da Şeyh" değildi yalnızca zengin bir adamdı
ve Mercani'nin döneminde mezarı Aday köyü civarında bulunan İşh-Muhammet'in
çağdaşıydı. Bu yüzden Tatar tarihçisi M. Khudyakov, kendi dönemindeki kişilerin
isimleri ile geçmişteki şahısları karıştıran bilgisiz bir kişiydi. Mercani'ye
göre "cümlelerinin hepsi yalanlarla, düzmecelerle doludur".
Yukarıda belirtilenler Kazan
Hanlığı'nda fetihten sonra kurulan ve geliştirilen sufi okullarının var olduğu
gerçeğini çürütmez. Ancak sorun Kazan Hanlığı kamu eğitimi tarihine ait kişisel
detayların ve isimlerin tam olarak belirlenmesinin mümkün olmamasından
kaynaklanmaktadır. Çünkü bu türlü tüm bilgiler Kazan Tatarlarının resmi tarih
belgeleriyle birlikte yok olmuştur. Ancak özellikle İslam'ın yaygınlaşması ile
bağlantılı olan dini çevrelerden gelen aileler arasında bu türlü bazı kişilerin
isimlerini bulmak mümkündür. Bu Molla ailelerine ilişkin titizce işlenmiş
bilgiler Ş. Mercani'nin çalışmasında, özellikle de Kazan dini çevrelerinin sufi
geçmişine atıflarda bulunulan "Personalities and Memorable Events"
adlı makalesinde bulunabilir. İlginç olan bir diğer nokta, Ş. Mercani, İmam
olmanın koşullarını da sıralar, seçilen bir insana hangi aileden geldiği sorulur,
bu sorunun da cevabı "Hoca Ahmet Yesevi'nin ailesinden gelmekteyim"
şeklindedir.
Sorumlu bir araştırmacı olarak Ş.
Mercani, 18. yüzyılın başından önceki olaylara ve kişiliklere çok az değinir.
Kazan Hanlığı döneminde var olduğunu öne sürdüğü Aşit Köyü tarihine değinirken
Mercani, köyde Müslüman bir evliyanın mezarı olduğundan ve köylülerden birini
de Ak Sufi adıyla anıldığından bahseder. Mercani'deki Kazan dini çevrelerinin
biyografilerinde sufi atalarına değinilen bölümlerde, Kazan Hanlığı'nda
sufiliğin 19. yüzyıl boyunca devam ettiğini yazar. Bu 16-18. yüzyıllarda
İslam'ın resmi olmayan statüsü düşünüldüğünde doğru olmayan bir bilgidir.
Yenilenen Zulûm
Bildiğimiz gibi Büyük Petro'nun
yönetimi sırasında bölge Kazan Eyaleti'ne dönüştürülmüştür ve ülkenin isminin
dahi değiştirilmesi Rus birlikleri tarafından 1708'de bastırılan bir isyana
neden olmuştur. İsyan sonrası dini eziyetler yenilenmiştir. 1713'teki kraliyet
kararnamesine göre:
"Büyük Çar, Kazan ve Azak
Eyaletlerinde mal ve mülklere, Hıristiyan çalışanlara sahip olan Müslüman
kafirlere altı ay içinde vaftiz olmayı kabul etmelerini emreder. Vaftiz
edilerek daha önce sahip oldukları mal ve mülklere yeniden sahip
olabileceklerdir, ancak altı ay içinde vaftiz edilmeyi kabul etmediklerinde
üzerindeki çalışanlarıyla birlikte mal ve mülklerine Büyük Çar tarafından el
koyulacaktır."
Vaftiz edilmek isteyenlerin sayısı
oldukça azdır ancak bu kararnameyle Müslüman aristokrasisi, mirzalar, ya iyi
sınıfa dahil olmayı kabul edecek ya da fakirleşip, tüm haklarından mahrum
bırakılacaklardır. Sonuç olarak, Kazan Tatar ve Nogay aile isimleri Rus aristokrasisi
soyağaçlarında sıkça anılmıştır. Ancak Müslüman topraklarının
Hıristiyanlaştırılması öyle zorlu olmuştur ki, 1715'de yeni bir kararname
yürürlüğe girmiştir. Bununla beraber, daha önceki çifte ve üç katı
vergilendirmeye ek olarak Büyük Petro yönetimi altında Müslümanlar
kaldıramayacakları bir yükün daha altına sokulmuştur.
Kazan Eyaleti'nde gemi direği
kalasları kesmek ve taşımaktan ibaret olan gemi yapımı işinde çalışmaya
zorlanmışlardır. Bu, otoritelerin rüşvet anlayışları ve hakaretleri ile daha da
kötü ve en az ücret verilen işlerden biri olmuştur.
Dini zorlamalar Kazan'da "Yeni
Vaftiz Edilenler Bürosu'nun" kurulmasıyla İmparatoriçe Birinci Elizabet
döneminde daha da derinleşmiştir. Bu kurumun ve kurum başkanı Piskopos Lukas
Konaşeviç'in uygulamaları Rusya Müslümanları anıları arasında halâ tazedir.
Yalnızca 1742'de, Kazan bölgesindeki 546 caminin 418'i tahrip edilmiştir.
1932'de basılan kitabında N. Vorobyov şöyle der:
"Kendine ait askeri alayları olan
"Yeni Vaftiz Edilenler Bürosu" Müslümanlara yönelik onları
yaşadıkları köyden uzaklaştırmak (yeni vaftiz edilenleri Müslüman ve Pagan
etkisinden korumak amacıyla), vaftiz edilmeyi reddedenlere vaftiz edilenlerin
vergilerini yüklemek gibi birçok suç işlemişlerdir.
Bu yüzden 18. yüzyılın ikinci
yarısında pek çok Müslümanın Pugaçev Ayaklanması'na katılması şaşırtıcı
değildir. Bu büyük ayaklanma Orenburg bozkırlarına kadar yayılmış ve Ufa ile
Kazan'ı da içine alarak Urallara ve Orta İdil'e kadar uzanmıştır. 90.000
Müslüman'ın bu ayaklanmaya katıldığı tahmin edilmektedir. Ancak 18. yüzyıldaki
1735'ten 1740'ya kadar süren en büyük Rus ayaklanmasından bile önce, en az
40.000 Tatar ve Başkırt, dini baskılara karşı verdiklere mücadelede yaşamlarını
yitirmişlerdir.
Ancak Konaşeviç'in politikaları tamamen
başarısız olmuştur. 1755'te başpiskopos görevden alındığında, köylerde yeni
cami yapımlarına tekrar başlanmıştır.
Tatarların Ruslaştırılma politikaları
oldukça zorlu olmuştur. Ünlü ideolog İvan Posoşkov bu konuda kazanılan
deneyimleri toparladı. Tatar çocuklarının ailelerinden alınıp Rus toprak
ağalarının yanına hizmetçi olarak verilmesini önermiştir, böylece kendi
anadillerini unutacaklar ve Rusça dışındaki diller de ortadan kaybolacaktı.
İvan Posoşkov bundan sonra Tatarların "gerçek Hıristiyanlar" olacağını
iddia etmiştir.
İslami Demokrasi Harekete Geçer
Peki bu dönemlerde dini liderlere ne
olmuştur? "İdil-Ural" adlı kitapçığında İdil-Ural Müslümanlarının
çektiği acıları anlatan ünlü Tatar yazar ve politikacısı Ayaz Ishaki, Müslüman
din adamlarından kitabında defalarca bahsetmiştir: "Müslüman din adamları
şiddetli cezalandırmalara maruz kalmıştır (S.25). Müslüman din adamları her
türlü haklardan mahrum olmuşlardır. (s.28)." 16. yüzyılın ikinci
yarısından 18. yüzyılın sonuna kadar olan dönemde Müslüman nüfuzunun maruz
kaldığı koşullar yüzünden, İslam'ın gerçek manasında ortada her hangi bir
Müslüman din adamı kalmamıştır. Dönemin tarihi kayıtlarında sıkça adı geçen
"Molla" ve "ahun" terimleri de "atanmış din
adamı" anlamında değil "bilgili kişi" anlamında anlaşılmalıdır.
Ancak resmi din görevlisi olmadan, belki de bunun yokluğu yüzünden, Rusya'da
İslam yeni kökler kazanmış eski köklerini de yeniden diriltmiştir. Bu İslam'ın
geleneksel olarak yönetici sınıfa ait olmayıp, öğrenme ve girişimciliğe meyilli
olan sıradan insanların dini olmasından kaynaklanmaktadır. 1783'te Hindistan ve
Orta Doğu'da kaldığı yıllara ilişkin yazılarında İsmail Ağa 1751 yılına ilişkin
şöyle yazar:
"Allah'ın izniyle Molla Nadir,
Molla Yakup, İsmail ve Nadir Molla'nın hizmetçilerinden biri olan Gabderahman
ile birlikte ticari amaçlarla Buhara şehrine büyük Seyit tarafından
gönderildik. "
Buradaki "büyük" kelimesi
araştırmamız dahilinde çok önemli bir kelimedir. Büyük Seyit yüksek
otoritelerin izniyle dini ve ekonomik baskılardan bıkan bir kısım Tatarla
birlikte 1745'te Kazan bölgesinden Orenburg'a gelen ve ticari ilişkilerini
Buhara, Hive, Kaşgar ve diğer Asya topraklarına kadar genişleten tarihi bir
kişiliktir. Mevla Kolı örneğinde de gördüğümüz gibi, Rusya tarafından
fethedilen Müslüman toprakları içinde Kazan Hanlığı'nın başarısız liderlerinin
yerini alacak yeni bir liderlik tipi ortaya çıkmıştır. Bu kişiler, kendi
topraklarında, Rus otoriteleri tarafından uygulanan koşullar altında giderek
daha da zor hale gelen yaşamları yerine, daha sakin geleneksel bir hayat
arayışında olan kendi yurttaşlarını yönetmişlerdir. Bu dönemde Kazan Eyaleti
Urallardan İdil'e uzanan, göçebe Kazak stepleri sınırlarına kadar olan geniş
bir alanı kapsıyordu. Bu türlü bir lider abız ya da büyük adıyla anılıyordu ve
yalnızca idari görevli değil, dini otorite olarak da görev yapıyordu. Kazan
Eyaleti'nin güneyinde Orta Asya Müslüman ülkeleriyle ticari ilişkileri
bulunmaktaydı, yine atalarının ekonomik geleneklerini devam ettirerek tüm İslam
dünyasıyla ilişkilerini sürdürmekteydiler. Bu şekilde, Kargala olarak da
bilinen Seyit yerleşimi, bölgede en gelişmiş İslam merkezlerinden biri
olmuştur.
Bu yaygın abuzeler kurumu Rus Ortodoks
kontrolü altındaki bölgede İslam'ın yasaklanması, sürekli baskılara maruz
kalınması gibi koşullar altında gelişen dini bir liderlik şekli olmuştur. Tatar
abuzeler kendi toplumlarının gerçek liderleri olmuştur. Bir tarafta yüksek dini
otorite görevlerini yerine getirirken, diğer taraftan da Rus hükümet kurumları
ile ilişkilerde temsilci rolündeydiler.
Bu türlü liderlerin otoritesi çeşitli
koşullara dayanmaktadır, bunlardan önemli bir tanesi de İslami geleneklere ve
dini bilgilere sadık olmalarıdır. Bu kişilerin dünyevi işlerden kazandıkları
para ve kişisel karizmaları da kendi toplumlarında önemli konumlara sahip
olmalarında önemli bir rol oynamıştır. Tüm bunların yanında bu tür insanların
görevi yalnızca İslam'ı korumak değil, aynı zamanda onu daha da fazla yaymak
olmuştur.
Vahit İmamov adlı Kazanlı bir Tatar
bilgin "Akay-Kilmek Ayaklanması" adlı makalesinde, görevleri İdil ve
Ural Dağları arasındaki bölgede Müslüman ayaklanmalarını bastırmak olan Rus
askeri kumandanları Krillov ve Rumyantsev'in raporundan alıntılarda
bulunmuştur. Bu raporda, şöyle yazar:
"Tüm bu köylerde, Kazan
bölgesinden ayrılmış olan Tatarlar, molla ve abuzeler idaresi altında yaşar.
Bunların hepsi bilgili ve zeki adamlardır. Bu kişilerin sözleri halk tarafından
peygamberin sözü gibi algılanır. Bu yüzden Tatar mollaları ve abuzeler Ufa
bölgesinden uzaklaştırılmalıdır, dini okullar (medreseler) kapatılmalıdır ve
öğrencileri de tercüman, vs. olarak kullanılmalıdır.
Raporda, aynı zamanda bu kişilere Müslüman
köylerine Rus Ortodokslarını da oturtmaları ve Müslümanlar arasında nüfusun
artışını engellemeleri için bir yıl verilmesi gerektiği söylenmektedir.
Aslında mollaların din hocaları ve
abuzeler olarak etkinlikleri Rus otoriteleri tarafından hiç de hoş olmayan
sonuçlar doğurmuştur. Eğer 1719 yılı öncesi dönemde Kazan bölgesinde
Hıristiyanlaştırılmış Tatarların sayısı 1332 ise, bu tarihten sonraki on iki
yılda bu sayı 2995'e düşmüştür.
Yeniden Oluşturulan Model
Doğal dini liderliğin arkasındaki bu
gerçek İslami misyonerlik dürtüsü, 19. yüzyıl boyunca ve 20. yüzyılın
başlarında Rusya İslamı'nın gelişiminin temelini oluşturmuştur. Kargalalı Seyit
gibi karizmatik Müslüman liderleri, ibadet yerleri ve dini okullar gibi kamusal
yerler kurmuşlardır, bu yerler daha sonra gelişerek Orenburg'da
"Hüseyniye", Kazan'da "Muhammediye", Ufa'da
"Galiya" medreseleri, Izh Bobi, Troitsk, Kargala gibi medreselere
dönüşmüştür. 20. yüzyılın başında, Rusya'daki Ekim Devrimi'ne kadar bu eğitim merkezleri
tüm İslam dünyasında en önde gelen, yenilikçi İslami çalışmaların merkezi
olmuşlardır. Aynı toplumsal davranış şekli Ekim Devrimi sonrasında, Rusya'daki
1918-1920 iç savaşında Tatar mültecileri tarafından tekrarlanmıştır. Bolşevik
karmaşası ve baskısı sonrası, Güney Sibirya'da, Rus Uzak Doğusunda, Çin,
Japonya ve Avustralya, ABD, Almanya vs. bölgeleri kapsayacak şekilde dünyanın
diğer yerlerinde camiler ve okullar kurmuşlardır. Finlandiya'da 19. yüzyıl
sonunda Tatar toplumunun oluşumu da aynı şekilde gelişmiştir.
Ahmarov G., Kazan tarihi, Kazan, 1910.
Ahmetdzhanov M., Tatar shazharalyare,
Kazan, 1995.
Akiner S., Islamic Peoples of the
Soviet Union, London, Kegal Paul, 1993.
Alekseev V., Istoricheskie
puteshestviya: otryvki iz vospominanii i zapisok inostrannykh puteshestvennikov
po Volge v XV-XVIII vv., Stalingrad, 1936.
Alekseev Yu., Osvobozhdenie Rusi ot
ordynskogo iga, Leningrad, 1989.
Alishev S., Kazan' i Moskva.
Mezhgosudarstvennie otnosheniya v XV-XVI vv., Kazan, 1995.
Antonii Possevini Societatus Jesu.
Moscovia. Antverpiae, 1587.
Barbaro Iosafa and Ambrogio Contarini,
Travel to Tana and Persia, London, Haklyut, 1873. Basilov V., Kul't svyatikh v
islame, Moscow, 1970.
Benningsen A., Lemercier-Quelquejay
Ch., Islam in the Soviet Union, New York, 1967.
Bennigsen A., Lemercier-Quelquejay
Ch., La Grande Horde Nogay et le probleme des communications entre l'Empire
ottoman et l'Asie Centrale en 1552-1556, Turcica, vol. 8, 1976.
Bennigsen A., Wimbush S. E., Muslim
National Communism in the Soviet Union, A Revolutionary Strategy for Colonial
World, Chicago, 1979.
Bennigsen A., Wimbush S. E., Muslims
of the Soviet Union, A Guide., Indiana University Press, Bloomington and
Indianapolis, USA, 1986.
Berezin I., Bolgary na Volge, Kazan,
1853.
Bichurin N., Sobranie svedenii o
narodakh, obitavshikh v Srednei Azii v drevnie vremena, vv. I-III,
Moscow-Leningrad, 1950.
Bukharaev R., Azan, Volga Tatar
Islamic Poetry, Islam International Publications Ltd., Surrey, UK, 1992.
Bukharaev R., Tatars in the Alien
Lands, Kazan, 1993.
Bukharaev R., Kazan. The Enchanted
Capital, Flint River Press, London, 1995.
Bukharaev R., The Model of Tatarstan
under President Mintimer Shaimiev, Curzon, 1999.
Bukharaev R., Islam in Russia: The
Four seasons, Curzon, 2000.
D. J. Matthews, Bukharaev R.,
Historical Anthology of Kazan Tatar Verse, Curzon, 2000.
Cherniavsky M., The Structure of
Russian History. Interpretive Essays, New York, 1979.
Derdmend, Sailanma Eserler, Kazan,
1959.
Divaev A., Iz obychaev i verovanii,
Kazan, 1889.
Dmytrishin B., Medieval Russia. A
Source Book, 850-1700, Fort Worth, Texas, 1990.
Downs N., Basic Documents in Medieval
History, D. Van Nostrand Company Inc., Toronto-London, 1959.
The Emergence of Moscow, 1304-1359,
University of California Press, 1968.
The Encyclopedia of Islam, New
Edition, Leiden, E. J. Brill, London, Luzac & Co, 1971.
The Encyclopedia of Religion,
Macmillan and Free Press, 1987.
Fahretdin R., Bolgar wa Kazan
turkleri, Kazan, 1993.
Fahretdin R., Kazan Hanları, Kazan,
1995.
Fattah N., Shazhare, Kazan, 1990.
Fuks C. F/Kazanskie tatari v
statisticheskom I etnograficheskom otnoshenii, Kazan, 1844.
Gasprinskyi I., Russkoe musulmanstvo,
Simpheropol, 1881.
Grekov B., Yakubovsky A., Solotaya
Orda i eyo padenie, Moscow-Leningrad, 1950.
Grube E. J., The World of Islam, Paul
Hamlyn, London, 1967.
Gubaidullin G., Tarih sahifaları
açilganda, Kazan, 1989.
Herberstein S., Rerum Moscoviticarum
Commentarii, The Haklyut Society, London, MDCCCII. Herberstein, Zapiski o
Moskovii, S. Petersburg, 1908.
Hughes T. M., Dictionary of Islam,
Cosmo Publications, New Delhi, India, 1977. Hurngronje S., De Islam, Baarn, 1912.
Ilminsky N., O phoneticheskikh
svyazyakh mezhdu chuvashskim i tyurkskimi yazykami, Izvestia Ego Velichestva
Arkheologicheskogo Obshestva, S. -Petersberg, 1865.
Inostrantsy o Moskve. Moskva XV-XVII
vekov, Moscow, Stolitsa, 1991.
Iskhaki G., Idel-Ural, Paris, 1933.
Ishmuratov Z., Sotsialnaya rol' I
evolutsai islama v Tatarii, Kazan, 1979.
Islam. Entsiklopedicheskii slovar',
Moscow, 1991.
Islam na territorii byvshei Rossiiskoi
imperii, Encyclopedicheskii slovar, Moscow, 1998.
Istoriya Tatarii v documentakh i
materialakh, Moscow, 1937.
Ivan the Great of Moscow, London and
New-York, 1961.
Kandalyi G., Shigerler hem poemalar,
Kazan, 1988.
Khakimzyanov F., Yazyk epitafii
volzhskikh bulgar, Moscow, 1988.
Karamzin N., Istoriya Gosudarstva
Rossiiskogo, Zolotaya Alleya, Kaluga, 1993.
Karimullin A., Tatary: etnos i
etnonim, Kazan, 1989.
Khalikov A., Mongoly, Tatary, Zolotaya
Orda I Volzhaskaya Bulgaria, Kazan, 1994.
Khalikov A., Tatarskyi narod i ego
predki, Kazan, 1989.
Khudyakov M., Otserki Po Istorii
Kazanskogo Khanstva, Kazan, 1990.
Klyuchevsky O., Kurs russkoi istorii,
v. 1, Moscow 1956. Klyuchevsky O., Kurs russkoi istorii, v. 2, Moscow 1957.
Klyuchevsky O., Rasskazy inostrantsev
o rossiiskom gosudarstve, Moscow, Prometei, 1991.
Kostomarov N., Russkaya Istoriya v
zhizneopisaniyakh eye glavneishikh deyatelei, Moscow, Mysl' 1991.
Kuntsevich G., Istoriya Kazanskogo
Tsarstva ili Kazanskii letopisets.
Popitka istorico-literaturnogo
issledovaniya, St. Petersberg, 1905.
Kuryudzawa T., The Conquest of Kazan
by Muscovy, From the Scholarly papaers of the Department of Philology of the
Hokkaido University, October 1992.
Landa G., Islam v istorii Rossii,
Moscow, 1995.
Mardzhani S., Mustafadel Ahbar Fi
Ahwali Kazan wa Bolgar, Kazan, 1989.
Martin J., Medieval Russia 980-1584,
Cambridge University Press, 1995.
Materialy po istorii Tatarii, issue I,
Kazan, 1948.
Materialy po istorii tatarskogo
naroda, Kazan, 1995.
Miftakhov Z., Mukhammadieva D.,
Istoriya Tatarstana i tatarskogo naroda, Kazan, 1993.
Muhammedyar, Nurı Sodur. Tukhvai
Mardan., Poemalar, Kazan, 1966.
Muhammedyar, Nurı Sodur, Kazan, 1997.
Nasyri Q. Sailanma Eserler, Kazan, 1956.
Pelenski J., Russia and Kazan.
Conquest and Imperial Ideology (1438-1560s), Mouton, The Hague-Paris, 1974.
Proiskhozhdenie kazanskikh tatar,
Papers of the special session of the Department of History and Philosophy of
the USSR Academy of Sciences held together with the Institute of Language,
Literature and History of the Kazan Branch of the Academy of Sciences of the
USSR on 25-26 April 1946 in Moscow, Kazan, 1948.
Russian Colonial Expansion to 1917,
London and New York, Mansell Publishing Ltd., 1988.
Rorlich A., Volga Tatars. A Profile in
National Resilience. Hoover Institution, Stadford University, Stanford,
California, 1987.
Sabirzyanov G., Narody srednei Volgi i
Yuzhnogo Urala v panorame vekov, Magarif, Kazan,
Safargaliev M., Raspad Zolotoy Ordy,
Saransk, 1960.
Said E. W. Covering Islam. How the
Media and the Experts Determine How We See the Rest of the World, Routledge
& Kegan Paul, London and Henley, 1981.
Said E. W., Culture and Imperialism,
Vintage, London, 1993.
Said E. W., Orientalism, Penguin
Books, London, 1995.
Semyonov Y., Siberia, Its Conquest and
Development, Hollins & Carter, London, 1963.
Shamiloglu Y., Disease in the History
of the Golden Horde, Central Asian Survey, London, Volume 12, No. 4, 1993.
Tatary Srednego Povolzh'ya i
Priuralya, Moscow, 1967.
The Times Guide to the Peoples of
Europe, Times Books, Harper Collins Publishers, London, 1994.
Tukay G., Complete Works in 5 Volumes,
Kazan, 1985.
Urmancheev F., Geroicheskii epos
tatarskogo naroda, Kazan, 1984.
Urmancheev F., Epicheskie skazaniya
tatarskogo naroda, Kazan, 1980.
Usmanov M., Tatarskie istoricheskie
istochniki XVII-XVIII vv., Kazan, Publishing House of the Kazan State
University, 1972.
Usmanov M. Utkennen-Kilechekke, Kazan,
1990.
Validov J., Ocherki obrazovannosti i
kulturi tatar do revolutsii 1917 goda, Moscow-Petrograd,1923 XI-XVIII.
Yüzyşıllarda
.