1402 yılının başlarında, bir zamanların
görkemli Bizans İmparatorluğu’nun üç aşamalı surları Osmanlı Türkleri
tarafından kuşatma altındaydı. Kuşatmayı
yöneten kişi, beş yıl önce Niğbolu
Savaşı’nda Macar Sigismund komutasındaki büyük bir haçlı ordusunu mağlup eden
ve askeri yeteneğini defalarca kanıtlamış olan Sultan Bayezid idi. Bayezid,
neredeyse tüm Balkanlar ve Anadolu’nun hâkimi idi ve ordusu güneydoğu
Avrupa’nın en güçlü ordusuydu. Tüm Hıristiyanlık kendisinden korkuyordu.
Bir gün Osmanlı ordugâhına garip elçiler
geldi. Gelenler Timur’un elçileriydi. Sultana, kuşatmayı kaldırmasını ve Bizans’tan
aldığı toprakları geri iade etmesini emrettiler. Becerikli ve yaşlı bir fatih
olan Timur adına konuşuyorlardı. Timur, Güney Rusya’dan, Kuzey Hindistan’a
kadar olan coğrafyada büyük bir imparatorluk kurmuştu. O ve Bayezid birbirine
komşu iki devdi ve birbirleri arasında yıllardır süren bir sürtüşme vardı.
Mağrur ve aşırı güven sahibi Sultan, elçilerin sözlerini duyunca kendini
kaybetmişti. Elçileri hakaretlerle aşağılayarak geri gönderdi. Sonra kuşatmayı
kaldırdı ve ordusunu Anadolu’ya sürerek, kendisine emir verme cüretini gösteren
bu türediyi bitirmek için harekete geçti.
Ankara’ya vardığında, Anadolu’nun dört bir
yanından gelen sipahilerle ordusu kabarmıştı. Aynı zamanda bir düzineden fazla
Tatar birliği kendisine katılmıştı. Sultan, ordusunu dinlendirmek ve bir
sonraki hamlesini planlamak üzere ağır tahkimatlı Ankara şehri dışında ordugâhını
kurdu.
Osmanlı keşif birlikleri Timur’un Sivas’ta
ordugâh kurduğunu, Tokat civarındaki vadi ve boğazlardan geçerek Ankara’ya
yürümeyi planladığını bildirdiler. Bayezid’in iki seçeneği vardı; ya Tokat’a
doğru yürüyecek ve düşmanın önünü kesecekti, ya da su, yiyecek ve hayvan
yeminin bol olduğu Ankara’da bekleyecekti. Bayezid doğuya ilerlemeye karar
verdi. Çünkü Ankara civarındaki ekinin hasat mevsimi yaklaşıyordu. Bu ekinlerin
düşman eline geçmesini istemiyordu.
Timur, Bayezid’in kararını öğrenince iki
avantaj doğduğunu gördü. Kendi ordusu genel itibariyle süvari ağırlıklıydı.
Bayezid’in ordusunda ise ağırlık piyadeydi. Timur derhal Sivas’tan ayrıldı ve
güneybatıya doğru ilerledi. Kuzeyinde kalan Osmanlı Ordusu’nu geçti ve onların
arkasına sarkarak Ankara’yı kuşattı. Sultan’ın bu stratejik merkezi kaybetmek
istemeyeceğini biliyordu. Bayezid hemen ters istikamete döndü. Ordusu Temmuz
sıcağında, çorak arazide yapılan cebri yürüyüşlerden perişan olmuş
vaziyetteydi. Ankara’ya vardığında, düşman ordusunun, önceden kendi ordusunun
terkettiği bölgede ordugâh kurduğunu gördü. Kurnaz Timur, bölgedeki tek
akarsuyun yatağını saptırmıştı. Osmanlı ordusu bu akarsuya ulaşamıyordu. Ayrıca
bölgedeki tek membayı da kirletmişlerdi. Osmanlı Ordusu’nda susuzluktan ölümler
yaşanıyordu. Bayezid’in iki seçeneği vardı. Ya ordusunu gerideki dağlara
çekecek ve derlenip, toplanacaktı. Ki bu durumda Timur Ankara kalesi düşene
kadar kendisini takip edemezdi. Bu durumda Timur ya sıcak altında kuşatmaya
devam edecek, ya da Sultan’ı takip edip, onun belirlediği savaş alanında
çarpışacaktı. Bayezid’in diğer seçeneği ise hemen saldırmaktı.
Buradaki durumu Niğbolu ile kıyaslamak
ilginç olacaktır. Orada 5000 Fransız şövalyesi, güçlerinden ve cesaretlerinden
emin şekilde, Macar müttefiklerinin hazırlanmasını beklemeden, aceleyle Türkler’e
taarruz etmişlerdi. Bu, tarihte Müslüman bir orduya karşı yapılan son şövalye
taarruzuydu. Şövalyeler, Türklerin ilk savunma hattını kolayca dağıttılar,
hemen arkalarındaki elit yeniçerileri kuvvetini de yardılar ve onların
arkasındaki sipahi atlılarıyla muharebeye tutuşup onları da kısmen bozdular.
Tam da tek başlarına koca bir orduyu mağlup ettiklerini düşünürken, kendilerini
Bayezid ve ordusunun ana kuvvetiyle karşı karşıya buldular. Şövalyeler kısa
sürede kuşatılıp imha edildiler. Bu olay Haçlı Ordusu’nun kaderini tayin
etmişti. Mağlubiyetin sebebi mağruriyet ve aşırı güven olmuştu.
Haçlılar’a mağlubiyet getiren bu sebepler,
bu sefer Bayezid’in hemen saldırmayı seçmesine sebep olmuştu.
Kuruluş itibariyle farklı olsalar da, iki
ordu birbirine denk sayılırdı. İki orduda da birçok savaş görmüş komutanlar
vardı. Bu adamlar cesur, disiplinli, yetenekli ve sadıklardı. İki ordudaki atlı
okçular birbirinin aynıydı. Ok, mızrak ve kılıç taşıyorlar, miğfer dışında zırh
giymiyorlardı. Hızlı atlara sahiptiler ve usta binicilerdi. Ama Osmanlılar,
süvarinin üstünlüğünün yok olmaya başladığını önceden görmüşler ve piyade
kuvvetlerine ağırlık vermişlerdi. Piyadenin, süvariye göre iki ana avantajı
vardı. Birincisi; atlı okçudan daha uzun bir ok taşıyordu ve ikincisi; uzun oku
sayesinde daha uzun bir menzile sahipti. Timur’un ordusundaki bazı atlı okçular
Moğollar gibi iki ok birden taşıyorlardı. Ayrıca atlı okçular, yaya olarak hiç
bir değere sahip değildiler. Sonuç itibariyle Osmanlı Ordusu savunma yapması gereken
bir orduydu ve Bayezid’in bunu bilmesi gerekirdi.
İki taraf arasındaki en büyük fark,
liderlerin karakteriydi. Bayezid iktidarını babasından devralmıştı. Şatafatı
seviyordu, aşırı güven sahibiydi ve düşmanlarını hor görüyordu. Timur ise,
basit bir kabile emirinin oğlu olarak dünyaya gelmiş ve iktidara kendi
çabasıyla yükselmişti. Bayezid hiç sıkıntı ve yokluk çekmemişti. Timur ise
yokluk ve sıkıntıyla pişmişti. Ayrıca Timur daha çok savaş tecrübesine sahipti.
Timur zaferlerini titiz planlamayla, sefer düzeniyle ve gece yarılarına kadar
satranç tahtasının başında düşünerek kazanmıştı. Aceleci ve ani saldırılarıyla
ün yapan Bayezid’in lakabı “Yıldırım” idi. Timur’un lakabı ise daha dehşet
vericiydi; “Yıkım Prensi”.
İki
ordu, Ankara’nın kuzeydoğusundaki Çubuk Ovası’nda karşı karşıya geldiler. Timur
birliklerini titiz bir planlamayla yerleştirmişti. Sağ yanını Çubuk Nehri’ne
vermiş, sol yanını ise hendekler ve siper kazıklarıyla koruma altına almıştı.
Timur, İran ve Maveraünnehir bölgesinden
gelen Asyalı bir kuvvete komuta ediyordu. Piyadeleri vardı ama bunlar az
sayıdaydı. Ordunun en kuvvetli birliği Semerkant’tan yeni gelen torunu Muhammed
komutasındaki takviye kuvvetlerdi. Her birliğin farklı bir sancağı vardı. Üniformaları,
eyerleri, kalkanları ve sadakları sancak rengindeydi. Bu sancaklar kırmızı,
sarı, beyaz, pembe ve diğer parlak renklerdeydi. Bazı birliklerinde örme zırh,
bazılarında ise göğüs zırhı vardı.
Timur’un ordusunun sağ kanadı oğlu
Miranşah komutasındaydı. Öncü birlikler, Ebubekir ve Emir Cihan Şah
komutasındaydı. Sol kanat Emir Süleyman Şah komutasındaydı. Torunu ve veliahdı
olan Muhammed ise merkezdeydi. Tepesinde altın bir hilal olan atkuyruğundan
yapılmış tuğ onun yanındaydı. 40 süvari kıtasından oluşan ihtiyatlar ise bizzat
Timur’un komutasındaydı. Timur’a torunları ve emirler eşlik ediyordu.
Bayezid’in ordusunun sağ kanadında,
tamamen zırhlı 20.000 Sırp süvarisi bulunuyordu. Bu birliğe Bayezid’in kayın
biraderi ve yakın dostu olan Sırbistan Despotu Stefan Lazareviç komuta
ediyordu. Sağ kanatta ayrıca, tımarlı sipahiler, piyadeler ve bir miktar
mancınık vardı. Sol kanat ise Şehzade Süleyman Çelebi komutasındaydı. Bu
kanatta da Tımarlı Sipahilerle desteklenmiş Makedonyalı birlikler, Anadolulu
piyade birlikleri ve bir miktar da Türk ve Tatar başıbozuk piyade ve okçuları
vardı.
Ordunun merkez birlikleri bizzat
Bayezid’in kendisi ve üç oğlu, İsa, Musa ve Mustafa Çelebiler komutasındaydı.
Kapıkulu süvarisiyle desteklenmiş 5000 kişilik bir yeniçeri birliğinden
oluşuyordu. Ordunun süvari ihtiyatı ise Mehmet Çelebi komutasındaydı. Öncü
birlik olarak tüm cephe hattına Tatar birlikleri konuşlandırılmıştı. Bu
birlikler, tüm ordu mevcudunun %25’inden biraz daha fazlaydı. Bu birliklerin
buraya yerleştirilmesi Osmanlı askeri doktrininin bir sonucuydu. Amaç düşmanın
önüne en değersiz birlikleri koyup, Osmanlı Ordusu’nun ana kuvveti ile
vuruşmadan önce bu birliklerle asker ve enerji harcamasını sağlamaktı. Bayezid
aynı usulü Niğbolu’da da uygulamıştı.
Ordu mevcutları arasındaki fark büyüktü.
Timur’un 140.000 civarında askeri varken, Bayezid’in ordusu 80.000 civarında
idi. Bu sayılarla Ankara Savaşı, Ortaçağ’ın en büyük meydan savaşlarından
biridir. Bazı kaynaklar iki ordunun da savaş filleri olduğunu söyler. Timur’un
savaş filleri olduğu kesindir ama savaşta çok büyük bir rolleri olmamıştır.
İki ordu da savaşın öncesindeki akşamı
ibadete ayırdılar. Ertesi sabah ise çalınan borazanlar, davullar ve büyük
ziller savaşın başlangıcını haber veriyordu.
Bayezid hemen saldırıya geçti. Sırp
Süvarisi Timur’un sol kanadına saldırmak üzere ileri fırladılar. İlerlemeleri
atlı okçular tarafından durduruldu. Bu okçular, Osmanlı mancınıklarının attığı
neft yağı ile yakılmış ateş gülleleri ile bombardımana tutuldular. Bunu fırsat
bilen zırhlı Sırp süvarisi öncü birliği yardı ve düşmanın ana kuvvetleri
üzerine saldırmak üzere ilerlemeye devam ettiler.
Çalan borazanlar Bayezid için ihanetin
haberini veriyordu. Öncü kuvvetleri oluşturan Tatarlar sağ ve sol kanatlara
doğru çekildiler ve Mehmet Çelebi komutasındaki süvari ihtiyatına ve sol kanadın
gerisine saldırmak üzere harekete geçtiler. Sultan ile Tatarlar’ın arası yüksek
vergiler ve ordudaki düşük ücretler yüzünden zaten iyi değildi. Ayrıca Timur’un
casusları savaştan çok önce Tatarlar’ın arasına sızmışlar, onlara aralarındaki
kardeşlik bağını hatırlatmışlar ve Timur’un yağmada Bayezid’den daha cömert
olduğunu söylemişlerdi.
Yürekli Sırplar, Timur’un sol kanadını
acımasızca geri püskürterek onun samimi takdirini kazanmışlardı. Bu bölgedeki
bazı birlikler geri çekilmiş ve kaçmaya başlamışlardı. Kaçan birlikler Sırplar
tarafından takip edilmeye başlanmıştı. Bu birliklerin pusuya düşürüleceğinden
korkan Bayezid daha fazla ilerlememeleri emrini verdi. Timur’un sol kanadındaki
durum o kadar kritik hale gelmişti ki, Muhammed ihtiyattaki süvarilerinin bir
kısmını oraya yollamıştı.
Bu sırada Timur, Osmanlı sol kanadına
hücuma geçmişti. Bu hücuma filler de katılmıştı. Burada cephesinde Timur’un
saldırısından bunalan ve gerisinde de ihanet eden Tatarlar ile uğraşan Süleyman
Çelebi, savaşın kaybedildiğini düşünerek toplu geri çekilme emrini verdi.
Süleyman Çelebi’nin birliklerinin savaş
alanını terk ettiğini gören Sırp süvarileri de ümitlerini kaybederek geri
çekilmeye başladılar. Osmanlı Ordusu’nun geri çekilmesi adeta bir çığ gibi büyüdü.
Kısa sürede, savaş alanında bir tek Sultan Bayezid, ona bağlı yeniçeriler ve
Mehmet Çelebi’nin süvari ihtiyatı kalmıştı. Mehmet Çelebi de kısa süre sonra
savaş alanını terk etti.
Timur’un ordusunun ana kuvvetleri kaçan
birlikleri takip ederken, kalan birlikler de Bayezid’in bulunduğu tepeyi
kuşattılar. Düşman kuvvetlerinin sayıca üstünlüğüne rağmen yeniçeriler
saatlerce direndiler. Bayezid de askerlerinin yanında, elinde savaş baltası ile
taarruzları püskürtmek üzere yiğitçe vuruştu. Karanlık çöktüğünde yanında
sadece 300 adamı kalmıştı. Çekilmeye karar verdi. Düşman hattını at sırtında
geçmeyi başardı ama bu sırada atı okçular tarafından vuruldu. Burada yakalandı
ve Timur’un o sırada oğullarıyla satranç oynamakta olduğu çadırına götürüldü.
Devler savaşa tutuşmuştu ve “Yıkımın Prensi” bu savaştan galip çıkmıştı.