Ankara Savaşı, 28 Temmuz 1402

1402 yılının başlarında, bir zamanların görkemli Bizans İmparatorluğu’nun üç aşamalı surları Osmanlı Türkleri tarafından kuşatma altındaydı. Kuşatmayı
yöneten kişi, beş yıl önce Niğbolu Savaşı’nda Macar Sigismund komutasındaki büyük bir haçlı ordusunu mağlup eden ve askeri yeteneğini defalarca kanıtlamış olan Sultan Bayezid idi. Bayezid, neredeyse tüm Balkanlar ve Anadolu’nun hâkimi idi ve ordusu güneydoğu Avrupa’nın en güçlü ordusuydu. Tüm Hıristiyanlık kendisinden korkuyordu.

Bir gün Osmanlı ordugâhına garip elçiler geldi. Gelenler Timur’un elçileriydi. Sultana, kuşatmayı kaldırmasını ve Bizans’tan aldığı toprakları geri iade etmesini emrettiler. Becerikli ve yaşlı bir fatih olan Timur adına konuşuyorlardı. Timur, Güney Rusya’dan, Kuzey Hindistan’a kadar olan coğrafyada büyük bir imparatorluk kurmuştu. O ve Bayezid birbirine komşu iki devdi ve birbirleri arasında yıllardır süren bir sürtüşme vardı. Mağrur ve aşırı güven sahibi Sultan, elçilerin sözlerini duyunca kendini kaybetmişti. Elçileri hakaretlerle aşağılayarak geri gönderdi. Sonra kuşatmayı kaldırdı ve ordusunu Anadolu’ya sürerek, kendisine emir verme cüretini gösteren bu türediyi bitirmek için harekete geçti.

     Ankara’ya vardığında, Anadolu’nun dört bir yanından gelen sipahilerle ordusu kabarmıştı. Aynı zamanda bir düzineden fazla Tatar birliği kendisine katılmıştı. Sultan, ordusunu dinlendirmek ve bir sonraki hamlesini planlamak üzere ağır tahkimatlı Ankara şehri dışında ordugâhını kurdu.
     Osmanlı keşif birlikleri Timur’un Sivas’ta ordugâh kurduğunu, Tokat civarındaki vadi ve boğazlardan geçerek Ankara’ya yürümeyi planladığını bildirdiler. Bayezid’in iki seçeneği vardı; ya Tokat’a doğru yürüyecek ve düşmanın önünü kesecekti, ya da su, yiyecek ve hayvan yeminin bol olduğu Ankara’da bekleyecekti. Bayezid doğuya ilerlemeye karar verdi. Çünkü Ankara civarındaki ekinin hasat mevsimi yaklaşıyordu. Bu ekinlerin düşman eline geçmesini istemiyordu.

     Timur, Bayezid’in kararını öğrenince iki avantaj doğduğunu gördü. Kendi ordusu genel itibariyle süvari ağırlıklıydı. Bayezid’in ordusunda ise ağırlık piyadeydi. Timur derhal Sivas’tan ayrıldı ve güneybatıya doğru ilerledi. Kuzeyinde kalan Osmanlı Ordusu’nu geçti ve onların arkasına sarkarak Ankara’yı kuşattı. Sultan’ın bu stratejik merkezi kaybetmek istemeyeceğini biliyordu. Bayezid hemen ters istikamete döndü. Ordusu Temmuz sıcağında, çorak arazide yapılan cebri yürüyüşlerden perişan olmuş vaziyetteydi. Ankara’ya vardığında, düşman ordusunun, önceden kendi ordusunun terkettiği bölgede ordugâh kurduğunu gördü. Kurnaz Timur, bölgedeki tek akarsuyun yatağını saptırmıştı. Osmanlı ordusu bu akarsuya ulaşamıyordu. Ayrıca bölgedeki tek membayı da kirletmişlerdi. Osmanlı Ordusu’nda susuzluktan ölümler yaşanıyordu. Bayezid’in iki seçeneği vardı. Ya ordusunu gerideki dağlara çekecek ve derlenip, toplanacaktı. Ki bu durumda Timur Ankara kalesi düşene kadar kendisini takip edemezdi. Bu durumda Timur ya sıcak altında kuşatmaya devam edecek, ya da Sultan’ı takip edip, onun belirlediği savaş alanında çarpışacaktı. Bayezid’in diğer seçeneği ise hemen saldırmaktı.

     Buradaki durumu Niğbolu ile kıyaslamak ilginç olacaktır. Orada 5000 Fransız şövalyesi, güçlerinden ve cesaretlerinden emin şekilde, Macar müttefiklerinin hazırlanmasını beklemeden, aceleyle Türkler’e taarruz etmişlerdi. Bu, tarihte Müslüman bir orduya karşı yapılan son şövalye taarruzuydu. Şövalyeler, Türklerin ilk savunma hattını kolayca dağıttılar, hemen arkalarındaki elit yeniçerileri kuvvetini de yardılar ve onların arkasındaki sipahi atlılarıyla muharebeye tutuşup onları da kısmen bozdular. Tam da tek başlarına koca bir orduyu mağlup ettiklerini düşünürken, kendilerini Bayezid ve ordusunun ana kuvvetiyle karşı karşıya buldular. Şövalyeler kısa sürede kuşatılıp imha edildiler. Bu olay Haçlı Ordusu’nun kaderini tayin etmişti. Mağlubiyetin sebebi mağruriyet ve aşırı güven olmuştu.

     Haçlılar’a mağlubiyet getiren bu sebepler, bu sefer Bayezid’in hemen saldırmayı seçmesine sebep olmuştu.

     Kuruluş itibariyle farklı olsalar da, iki ordu birbirine denk sayılırdı. İki orduda da birçok savaş görmüş komutanlar vardı. Bu adamlar cesur, disiplinli, yetenekli ve sadıklardı. İki ordudaki atlı okçular birbirinin aynıydı. Ok, mızrak ve kılıç taşıyorlar, miğfer dışında zırh giymiyorlardı. Hızlı atlara sahiptiler ve usta binicilerdi. Ama Osmanlılar, süvarinin üstünlüğünün yok olmaya başladığını önceden görmüşler ve piyade kuvvetlerine ağırlık vermişlerdi. Piyadenin, süvariye göre iki ana avantajı vardı. Birincisi; atlı okçudan daha uzun bir ok taşıyordu ve ikincisi; uzun oku sayesinde daha uzun bir menzile sahipti. Timur’un ordusundaki bazı atlı okçular Moğollar gibi iki ok birden taşıyorlardı. Ayrıca atlı okçular, yaya olarak hiç bir değere sahip değildiler. Sonuç itibariyle Osmanlı Ordusu savunma yapması gereken bir orduydu ve Bayezid’in bunu bilmesi gerekirdi.

     İki taraf arasındaki en büyük fark, liderlerin karakteriydi. Bayezid iktidarını babasından devralmıştı. Şatafatı seviyordu, aşırı güven sahibiydi ve düşmanlarını hor görüyordu. Timur ise, basit bir kabile emirinin oğlu olarak dünyaya gelmiş ve iktidara kendi çabasıyla yükselmişti. Bayezid hiç sıkıntı ve yokluk çekmemişti. Timur ise yokluk ve sıkıntıyla pişmişti. Ayrıca Timur daha çok savaş tecrübesine sahipti. Timur zaferlerini titiz planlamayla, sefer düzeniyle ve gece yarılarına kadar satranç tahtasının başında düşünerek kazanmıştı. Aceleci ve ani saldırılarıyla ün yapan Bayezid’in lakabı “Yıldırım” idi. Timur’un lakabı ise daha dehşet vericiydi; “Yıkım Prensi”.
İki ordu, Ankara’nın kuzeydoğusundaki Çubuk Ovası’nda karşı karşıya geldiler. Timur birliklerini titiz bir planlamayla yerleştirmişti. Sağ yanını Çubuk Nehri’ne vermiş, sol yanını ise hendekler ve siper kazıklarıyla koruma altına almıştı.

     Timur, İran ve Maveraünnehir bölgesinden gelen Asyalı bir kuvvete komuta ediyordu. Piyadeleri vardı ama bunlar az sayıdaydı. Ordunun en kuvvetli birliği Semerkant’tan yeni gelen torunu Muhammed komutasındaki takviye kuvvetlerdi. Her birliğin farklı bir sancağı vardı. Üniformaları, eyerleri, kalkanları ve sadakları sancak rengindeydi. Bu sancaklar kırmızı, sarı, beyaz, pembe ve diğer parlak renklerdeydi. Bazı birliklerinde örme zırh, bazılarında ise göğüs zırhı vardı.

     Timur’un ordusunun sağ kanadı oğlu Miranşah komutasındaydı. Öncü birlikler, Ebubekir ve Emir Cihan Şah komutasındaydı. Sol kanat Emir Süleyman Şah komutasındaydı. Torunu ve veliahdı olan Muhammed ise merkezdeydi. Tepesinde altın bir hilal olan atkuyruğundan yapılmış tuğ onun yanındaydı. 40 süvari kıtasından oluşan ihtiyatlar ise bizzat Timur’un komutasındaydı. Timur’a torunları ve emirler eşlik ediyordu.

     Bayezid’in ordusunun sağ kanadında, tamamen zırhlı 20.000 Sırp süvarisi bulunuyordu. Bu birliğe Bayezid’in kayın biraderi ve yakın dostu olan Sırbistan Despotu Stefan Lazareviç komuta ediyordu. Sağ kanatta ayrıca, tımarlı sipahiler, piyadeler ve bir miktar mancınık vardı. Sol kanat ise Şehzade Süleyman Çelebi komutasındaydı. Bu kanatta da Tımarlı Sipahilerle desteklenmiş Makedonyalı birlikler, Anadolulu piyade birlikleri ve bir miktar da Türk ve Tatar başıbozuk piyade ve okçuları vardı.

     Ordunun merkez birlikleri bizzat Bayezid’in kendisi ve üç oğlu, İsa, Musa ve Mustafa Çelebiler komutasındaydı. Kapıkulu süvarisiyle desteklenmiş 5000 kişilik bir yeniçeri birliğinden oluşuyordu. Ordunun süvari ihtiyatı ise Mehmet Çelebi komutasındaydı. Öncü birlik olarak tüm cephe hattına Tatar birlikleri konuşlandırılmıştı. Bu birlikler, tüm ordu mevcudunun %25’inden biraz daha fazlaydı. Bu birliklerin buraya yerleştirilmesi Osmanlı askeri doktrininin bir sonucuydu. Amaç düşmanın önüne en değersiz birlikleri koyup, Osmanlı Ordusu’nun ana kuvveti ile vuruşmadan önce bu birliklerle asker ve enerji harcamasını sağlamaktı. Bayezid aynı usulü Niğbolu’da da uygulamıştı.

      Ordu mevcutları arasındaki fark büyüktü. Timur’un 140.000 civarında askeri varken, Bayezid’in ordusu 80.000 civarında idi. Bu sayılarla Ankara Savaşı, Ortaçağ’ın en büyük meydan savaşlarından biridir. Bazı kaynaklar iki ordunun da savaş filleri olduğunu söyler. Timur’un savaş filleri olduğu kesindir ama savaşta çok büyük bir rolleri olmamıştır.

     İki ordu da savaşın öncesindeki akşamı ibadete ayırdılar. Ertesi sabah ise çalınan borazanlar, davullar ve büyük ziller savaşın başlangıcını haber veriyordu.

     Bayezid hemen saldırıya geçti. Sırp Süvarisi Timur’un sol kanadına saldırmak üzere ileri fırladılar. İlerlemeleri atlı okçular tarafından durduruldu. Bu okçular, Osmanlı mancınıklarının attığı neft yağı ile yakılmış ateş gülleleri ile bombardımana tutuldular. Bunu fırsat bilen zırhlı Sırp süvarisi öncü birliği yardı ve düşmanın ana kuvvetleri üzerine saldırmak üzere ilerlemeye devam ettiler.

     Çalan borazanlar Bayezid için ihanetin haberini veriyordu. Öncü kuvvetleri oluşturan Tatarlar sağ ve sol kanatlara doğru çekildiler ve Mehmet Çelebi komutasındaki süvari ihtiyatına ve sol kanadın gerisine saldırmak üzere harekete geçtiler. Sultan ile Tatarlar’ın arası yüksek vergiler ve ordudaki düşük ücretler yüzünden zaten iyi değildi. Ayrıca Timur’un casusları savaştan çok önce Tatarlar’ın arasına sızmışlar, onlara aralarındaki kardeşlik bağını hatırlatmışlar ve Timur’un yağmada Bayezid’den daha cömert olduğunu söylemişlerdi.

     Yürekli Sırplar, Timur’un sol kanadını acımasızca geri püskürterek onun samimi takdirini kazanmışlardı. Bu bölgedeki bazı birlikler geri çekilmiş ve kaçmaya başlamışlardı. Kaçan birlikler Sırplar tarafından takip edilmeye başlanmıştı. Bu birliklerin pusuya düşürüleceğinden korkan Bayezid daha fazla ilerlememeleri emrini verdi. Timur’un sol kanadındaki durum o kadar kritik hale gelmişti ki, Muhammed ihtiyattaki süvarilerinin bir kısmını oraya yollamıştı.

     Bu sırada Timur, Osmanlı sol kanadına hücuma geçmişti. Bu hücuma filler de katılmıştı. Burada cephesinde Timur’un saldırısından bunalan ve gerisinde de ihanet eden Tatarlar ile uğraşan Süleyman Çelebi, savaşın kaybedildiğini düşünerek toplu geri çekilme emrini verdi.

     Süleyman Çelebi’nin birliklerinin savaş alanını terk ettiğini gören Sırp süvarileri de ümitlerini kaybederek geri çekilmeye başladılar. Osmanlı Ordusu’nun geri çekilmesi adeta bir çığ gibi büyüdü. Kısa sürede, savaş alanında bir tek Sultan Bayezid, ona bağlı yeniçeriler ve Mehmet Çelebi’nin süvari ihtiyatı kalmıştı. Mehmet Çelebi de kısa süre sonra savaş alanını terk etti.

     Timur’un ordusunun ana kuvvetleri kaçan birlikleri takip ederken, kalan birlikler de Bayezid’in bulunduğu tepeyi kuşattılar. Düşman kuvvetlerinin sayıca üstünlüğüne rağmen yeniçeriler saatlerce direndiler. Bayezid de askerlerinin yanında, elinde savaş baltası ile taarruzları püskürtmek üzere yiğitçe vuruştu. Karanlık çöktüğünde yanında sadece 300 adamı kalmıştı. Çekilmeye karar verdi. Düşman hattını at sırtında geçmeyi başardı ama bu sırada atı okçular tarafından vuruldu. Burada yakalandı ve Timur’un o sırada oğullarıyla satranç oynamakta olduğu çadırına götürüldü. Devler savaşa tutuşmuştu ve “Yıkımın Prensi” bu savaştan galip çıkmıştı.