Prof. Dr.E. Semih YALÇIN
Türk milletinin tarihinde ender zuhur eden liderlerdendi; o, bir
dâhi ve gerçek bir “müceddit” yani
yenileyiciydi. Devletin devamlığı
nazariyesini haklı çıkarırcasına bir cihan devletinin yıkıntıları arasında
yepyeni bir Türkiye Cumhuriyeti kurdu. Bu teoriyi güçlendiren hususlardan biri,
“genç ve yeni Türkiye”nin Osmanlı’nın saltanat dışındaki temel müesseselerini
ve erklerini tevarüs etmesidir.
Osmanlı
hükümranlığını temsil eden saltanat ve hilafet ilga edildi ancak bu kurumların
sahip olduğu yetkiler TBMM’ye devredildi. Yani saltanat da hilafet de Meclisin
“şahsiyet-i maneviyesinde mündemiç”tir. Mustafa Kemal ve arkadaşları, zaten
millete ait olan bir hukukun millete iadesinde öncü oldular.
Ancak
saltanatı milletin değil de bir hanedanın ebedi hakkı zanneden bazı İkinci Grup
mensupları, Birinci Meclis Millî Mücadeleyi zafere ulaştırdıktan sonra bile
Mustafa Kemal’e muhalefeti sürdürdüler. Aralarında onun sultan olmaya
çalıştığını öne sürenler bile çıktı. Muhalifler, zaferi müteakip memlekette
canlanan iyimserlik havasından kısa sürede sıyrılarak Mustafa Kemal Paşa’nın
“önüne geçilemeyen gücünü ve nüfuzunu” kırmak gayesiyle yeni planlar
hazırlamaya koyuldular. 2 Aralık 1922 günü Erzurum Mebusu Süleyman Necati,
Mersin Mebusu Selahattin ve Samsun Mebusu Emin Beyler, Seçim Kanunu’nda bazı
değişiklikler yapılmasını öngören bir teklif verdiler. Teklife göre,
milletvekilli olabilmek için Türkiye’nin o günkü hudutları dâhilinde doğmuş
olmak gerekiyordu. Türkiye dışındaki
Osmanlı topraklarından göç ederek gelenlerdeyse en az beş yıl oturma şartı
aranıyordu. Bu teklifin verilmesinin sebebi açıktı: Mustafa Kemal’in
milletvekili olmasını engellemek. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa kendisini
hedef alan önerge sahiplerine ve Meclise şöyle seslendi:
“Millet
bu efendilerle hemfikir midir? Efendiler, beni vatandaşlık hukukundan ıskat
etmek salâhiyeti bu efendilere nereden verilmiştir? Bu kürsüden resmen heyet-i
âliyenize ve bu efendilerin daire-i intihabiyeleri halkına ve bütün millete
soruyorum ve cevap istiyorum!”.
Mecliste
Mustafa Kemal Paşa’nın milletvekili seçilmesini engellemeyi hedefleyen yasa
teklifinin görüşüldüğünü öğrenen vatandaşlar yurdun çeşitli yerlerinden
çektikleri telgraflarla müteşebbisleri protesto ettiler. Millet, siyasetin
dışına itilmek istenen “Halaskâr Gazi”ye sahip çıktı. Tepkilerin büyümesi
üzerine muhalifler emellerine ulaşamadılar.
Muhaliflerin
büyük zafer sonrasında mecliste görülecek işleri her vesileyle baltalamaya,
kendisine yönelik oyunlar çevirmeye devam etmeleri, Mustafa Kemal Paşa’da artık
Meclisin yenilenmesinin elzem olduğu kanaatini güçlendirdi. Kendi tabiriyle
“Meclis tecdit olunmadıkça millet ve memleketin ağır mesuliyetli işlerini
tedvir etmeye imkân olmadığı”na inanan Mustafa Kemal Paşa, milletvekili seçimlerinin
yapılmasını ve Meclisin yenilenmesini sağladı. Cumhuriyet’i de işte bu İkinci
TBMM kabul ve ilan etti.
AKP
iktidarı bugün, İkinci Grubun Mustafa Kemal karşısındaki yenilgisinin rövanşını
almaya çalışıyor. Mecliste çoğunluğu sağladıkları günden beri bütün mesaileri
Atatürk’ün attığı temelleri yıkıp yerine yeni Türkiye vücuda getirmek üzerine
sürüyor.
Cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan, “Yeni Türkiye” rüyasını gerçeğe dönüştürmek için
Başbakanlığından beri birtakım adımlar atıyor. Bu adımlar hem Türk devlet
geleneğini hem de Cumhuriyet Türkiye’sinin rejimi ve sistemini değiştirmeyi,
yeni devlet teamülleri oluşturmayı hedefliyor. Erdoğan böylece kendisine bir
“müceddit” süsü vermeye çalışıyor.
Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ı Çankaya Köşkü’nü terk etme kararına iten sebeplerin başında
Cumhuriyet’i ilan kararının bu mekânda alınması geliyor. Rejimden ve Atatürk’ün
eserlerinden duyulan rahatsızlığın yanında farklı bir sistem ve rejim kurma
hayalleri, “Yeni Türkiye” yavelerinin arkasına gizleniyor. Bu tavır, “Ben Mustafa
Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni tanımıyorum.” anlamına geliyor.
Tayyip
Erdoğan’ın “Yeni Türkiye”den maksadı, Cumhuriyet’i tamamen yıkıp yerine
saltanatı çağrıştıran başkanlık rejimi tesis etmek; Türk milletinin hükümran
olmadığı çok etnisiteli ve eyalet yapılanmasına bir sistem getirerek
demokrasinin dışında bir devlet teşkilatlanması oluşturmaktır.
Oysa
Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının kurduğu Türkiye Cumhuriyeti zaten
yenidir. “Yeni Türkiye” tabirini ilk kullanan da Mustafa Kemal’dir. Bunun daha
yenisi olmaz. Kavram ve kelime oyunlarıyla, varlığını sembolize eden mekânları
terk etmek suretiyle devletimize başka bir veçhe ve şekil vermeye çalışmak
nafiledir. Ayrıca sistem ve rejimi dönüştürmek için siyasal zeminin müsait
olduğunu sanmak büyük yanılgıdır. %51’lik bir oya dayanarak rejim ve sistemle
oynamaya cüret; parlamenter sistemin sınırlarını aşan tehlikeli bir mecraya
girmek olur. Milletin ezici çoğunluğunun benimsemediği, toplumsal mutabakatı
arkasına almayan her türlü dayatma, kaos ve istikrarsızlık getirir. Millet buna
rıza göstermeyecektir.
Nasıl
demokratik teamülleri değiştirerek demokratik parlamenter sistemi yıkmak mümkün
değilse temelini milletin attığı Cumhuriyet rejimi de bina veya mekân
değiştirerek dönüştürülemez. Çünkü meşruiyeti sadece milletten alınan salt
çoğunluğa dayalı oylar değil, aynı zamanda topyekûn milletin hukukunu koruyan
Anayasa ve yasalar tayin etmektedir. Dikta ile demokrasi arasındaki fark da
burada ortaya çıkmaktadır. Bu itibarla ister cumhurbaşkanı isterse dağdaki
çoban olsun, herkes hukukun üstünlüğüne riayet etmek zorundadır. Türk
toplumunda huzur, güvenlik ve esenlik; geçmişin intikamını almak ve çıkışı
olmayan karanlık ideolojik yollarda macera aramakla değil, Anayasa ve yasalara
uymakla sağlanır.