Daha önce
de bazı yazılarımızda söylediğimiz üzere, Türk tarihinde her zaman rastlanmasa
da bazen birbirleriyle akraba veyahut da kardeş olanların gayet uyumlu bir
şekilde devlet ve millet idaresinde vazife aldıklarını görebiliyoruz. İşte
bunlardan birisi de, Tuğrul ve Çağrı beylerdir.
Çok uzun
bir İslami ismi olmakla beraber bütün dünya onu Tuğrul unvanıyla tanır ve
Tuğrul da, Türk coğrafyasında yaşayan yırtıcı bir kuştur. Yine hepimizin
bildiği gibi Tuğrul ve Çağrı Beğler, Selçuklu sülalesinin kurucusu olan Selçuk
Beğ’in oğullarından Mikail’in çocuklarıdır ve babaları bir savaş esnasında
öldüğünden, dedeleri tarafından yetiştirilmişlerdi. Herhalde Tuğrul ve
Çağrı’yı, Selçuk çok seviyordu ki, o büyük oğlu Arslan Yabgu’ya rağmen yerine
bunları geçirmek istemişti. Ama yine de Selçuk’un ölümünden sonra, amcalarına
saygısızlık yapmadılar ve onu aile reisi olarak tanıdılar. Amcası da kendi
evlatlarıyla, yeğenlerinin arasında bir problem yaşanacağını bildiği halde
onlara dokunmadı. Bu yetimlere değerli bir emanet olarak baktı.
Selçuk
Beyin ölümünden sonra, Tuğrul ve Çağrı beyler de herhalde Arslan Yabgu’nun
faaliyet sahası olan Buhara civarına geldiler. Bu arada bölgenin diğer bir
hakim ailesi Kara Hanlılar ile yapılan mücadelelerde Tuğrul Beğ tutuklandı ise
de, Çağrı bir baskın yaparak kardeşini kurtarmayı başarmıştı.
Dolayısıyla
onlar Maveraünnehir’deyken Kara Hanlı ileri gelenlerinden Ali Tigin’in
kendilerini rahat bırakmamaları üzerine Tuğrul Beğ çöllere çekilmiş, Çağrı da
meşhur Anadolu seferine çıkmıştı. Arslan Yabgu’nun 1025’te Gazneli Mahmud
tarafından esir edilmesi, onların siyasi istikbalinde bir dönüm noktasıdır.
Böylece ailenin başına bu iki gözü-pek, becerikli kardeş geçtiler. Ancak Arslan
Yabgu taraftarı bazı Oğuzların da onlardan ayrıldıkları bir hakikattir. Bu
durum Türkmen-Oğuz grupları arasında bir huzursuzluğa neden oldu. Ayrıca Tuğrul
ve Çağrı’ya bağlı Türkmen kabileleri diğer bir Oğuz beyi olan Şah Melik’in
hücumlarına maruz kalıp (1034), büyük zayiatlar verdiler. Bunun ardından
Gaznelilerden izin almadan Harezm’den Horasan’a sığındılar. Belki de Sultan
Mesud’un emrindeki Gazneli Devleti diğer Türk hanedanlıklarına nazaran, bu
sırada en zayıflarıydı. Çünkü Mesud’un babasının yerini dolduramadığını
biliyoruz. Dolayısıyla Türkmenlerin burayı tercih etmelerinde bu vaziyetin etkili
olduğunu düşünebiliriz.
Bir süre
sonra esasını Kınık boyunun meydana getirdiği Selçuklu Oğuzlarıyla,
Gaznelilerin arası açıldı. Onlar hiçbir bedel ödemeden Gazne Sultanlığının
topraklarını yurt tutmuşlardı. Üzerlerine yollanan Gazne ordusunu 1035 tarihinde
yendiler. Böylece müsaade almadan girdikleri bu toprakları hak ettiklerini
ispatladılar. Esasında aileyi ve Selçuklu birliğini bu sıralarda Tuğrul ile
Çağrı yönettiği halde, amcaları Musa hiyerarşik düzende daha önde geliyordu ve
ona bağlı gibi gözüküyorlardı.
Selçuklu
Oğuzları güçlerinin derecesini bildiklerinden, Gaznelilerle yapılacak bir
harpte zarar göreceklerini anlıyorlardı. Bu sebepten, her şeye rağmen Gazne
sultanıyla uzlaşmanın en doğru yol olduğunu düşünmekteydiler. Buna bağlı olarak
yerleştikleri yurtların belli bir meblağ karşılığında kendilerine verilmesini
talep ettilerse de, Sultan Mes’ud bunların arzusunu dinlemediği gibi, Oğuzlar
üzerine bir de ordu göndermişti. Selçuklu Oğuzları bugünkü Aşkabat’ın
batısındaki Nesa yakınlarında Gazneli güçlerine ağır bir darbe indirdi. Bunun
üzerine Türkmenler yavaş yavaş Selçukluların etrafında toplanmaya başladılar.
Yeniden Gazneli topraklarına akın yaptılar ve Merv, Serahs, Baverd
mıntıkalarını talep ettiler. Serahs (Nişabur’la Merv arası) yakınlarında tekrar
bir çarpışma oldu (1038) ve Gazneli ordusu bir kez daha yenildi.
Fakat
Gazneli Sultanlığı da kolay kolay teslime niyetli değildi. İşte bu yüzden iki
Türk ailesi bir kez daha harp hazırlığına başladı. Nitekim Selçuklular ile
Gazneliler arasında devam eden savaşların en büyüğü ve önemlisi Merv
civarındaki, Dandanakan kalesi yakınında oldu. Selçuklular Sultan Mes’ud
idaresindeki Gazne ordusunu 23 Mayıs 1040’da müthiş bir bozguna uğrattılar. Bu
savaş ile Horasan’da bağımsız bir devlet kuruluyordu. İşte Horasan’da yeşeren
bu devlet İslâm tarihçilerinin Selçuklu Devleti dediği, bizim devletimiz, yani
Türkiye’dir.
Bu
başarıdan sonra Selçuklu ailesi biraraya gelerek, eski Türk geleneğine uygun
biçimde kazandıkları arazilerin yönetimini kendi aralarında paylaştılar. Tuğrul
Beğ yeni hanedanlığın sultanı olarak Nişabur’u, Çağrı Beğ Merv’i ve Musa Yabgu
da Serahs’ı aldılar. Tuğrul Beğ üvey kardeşi İbrahim Yınal’ı önce Nişabur’a
göndermiş ve hutbeyi kendi adına okutmuştu. Sonra da Sultan Tuğrul buraya
geldi.
Bütün bu
düzenlemelerin peşinden o, Kutalmış ve İbrahim’i Anadolu gazasına memur
etmişti. Hatta onlar Gence önünde Bizans ordusunu bozguna uğrattılar (1046).
Böylece İbrahim Yınal Azerbaycan valisi oldu ve ardından Selçuklu şehzadeleri
Erzurum şehri yakınlarındaki Erzen’e kadar geldiler. Gürcü ve Abaza
kuvvetleriyle takviyeli 50.000 kişilik Bizans ordusunu Hasankale önlerinde
1048’de bir kez daha yendiler. Gürcü prensi esir düştü ve bu yüzden Bizans
imparatoru, Tuğrul Beğ’e kurtuluş fidyesini konuşmak için bir elçi yolladı.
Ancak o böyle bir paraya gerek duymadı ve esir kumandana insanca davrandı. 1054
yılında Gürcü kralı Bagrat tarafından da desteklenen bir Bizans askeri gücü
Gence’yi kuşatmış olmasına rağmen, Tuğrul Beğ Azerbaycan’a ulaşmış; Gence ve
Tebriz’de kendi adına hutbe okutmuş, Erzurum’a kadar ilerleyen Türk kuvvetleri
Çoruh ve Kelkit vadilerini ele geçirmişti.
Bu sırada
güneyde, Abbasi halifesi Büveyhiler ve Türk askerlerin kumandanı Arslan
Besasiri’nin baskısı altında idi. Halife ısrarla Tuğrul’u Bağdat’a çağırdı.
Tuğrul da 1055’te Bağdat’a gitti ve Besasiri’yi kaçırdı. Büveyhi idaresi sona
erdirildi. Bu hizmetlerinden dolayı Tuğrul Beğ’e “Rükneddin” lakabı verildi.
Böylece Selçuklu Türkleri İslam’ın dünyevi hakimiyetine sahip oluyorlardı. Bağdat’ta
yapılan törende Tuğrul Beğ’e yedi hilat giydirildiği söyleniyor. Biri
Acemistan, diğeri Arabistan hakimi sıfatıyla iki taç taktı. Yine iki kılıç
kuşandı. Böylece halife kendisinden üstün birisini tanımış oldu.
Tam bu
esnada İbrahim Yınal’ın kardeşine isyanı, Tuğrul’un Bağdat’tan ayrılmasına
sebep oldu. O, İbrahim karşısında çok zor durumlara düştü. Nihayet yeğenleri
Alp Arslan, Yakuti ve Kavurd sayesinde onu alt etmeyi başardı. İbrahim Yınal
Türklerde hanedan azasının kanının akıtılmaması geleneğine uygun olarak yayının
kirişi ile boğuldu (1059). Besasiri de ele geçirilerek öldürüldü (1060).
Halkına çok
adil bir şekilde davranmaya özen gösteren Tuğrul Beğ’in, bütün bu başarıları
Türklerin Abbasi halifeliği üzerindeki tesirini artırdı. Halifenin kızıyla
evlenmek istemesine önce halife karşı çıktıysa da, onun gücünden korktuğu için
buna razı oldu. Arkasından yeni eşiyle Rey’e dönmüş (1063) ve burada
hastalanarak ölmüştür.
O, düşmanı
da olsa mert insanları takdir eden birisiydi. Hatta Arslan Besasiri’yi halife
bağışladığı takdirde, hizmetine almayı bile düşündüğü söylenir. Kişiliğine
baktığımızda, kardeşi Çağrı’dan daha yumuşak bir tabiata sahip olduğu
anlaşılıyor. Bu açıdan merhametli olduğu kadar, kültürlü ve ileriyi gören bir
hükümdardı.
Prof. Dr.
Saadettin GÖMEÇ