Bütün dünya
edebiyatlarında olduğu gibi
Türk Edebiyatının da
ilk örnekleri destanlardır. Türk
edebiyat geleneği içinde “destan” terimi
birden fazla nazım şekli ve türü için kullanılmış ve kullanılmaktadır. Eski Türk Edebiyatı nazım şekillerinden mesnevilerin bir bölümü ve manzum hikâyeler, Anonim edebiyatta ve Âşık edebiyatında koşma veya mâni dörtlükleri ile yazılan veya söylenen ferdî, sosyal,tarihi, acıklı veya gülünç olayları tahkiye tekniği ile çeşitli uslûplarla aktaran nazım türüne ve bu yazıda ele alınan kâinatın, insanlığın, milletlerin yaradılışını , gelişimini, hayatta kalma mücadelelerini ve çeşitli olay ve nesnelerle ilgili sebeb açıklayan ve Batı Edebiyatında “epope” terimiyle anılan eserlerin tamamı da Türk edebiyatı geleneği içinde “destan” adı ile anılmaktadır. Bütün dünya edebiyatlarının başlangıç eserleri olan destanlar, çeşitli konularda yaradılış hikâyeleri yanında, milletlerin hayatında büyük yankılar uyandırmış bir kahramanın veya tarih olayının millet muhayyilesinde ortak sembol ve ifadelerle zenginleştirilmiş uzun manzum hikayeleridir. Destanlar bütün bir milletin ortak mücadelesini ortak değerler, kurallar, anlamlar bütünlüğü içinde yorumladığı ve yaşatıldığı toplumun geçmişini ve geleceğini temsil ettiği için dünya edebiyatının en ülkücü eserleri olarak kabul edilirler. Destanlar her zaman tarihî gerçekleri doğru biçimde nakletmezler. Destanlarda tarihi olay ve kahramanlar milletin ortak bilinçaltının, vicdanının istek, beklenti ,doğruları ve değerleri ile idealleştirilir, eski hatıralarla birleştirilerek tarihî gerçekmiş gibi anlatılırlar.Her milletin millî kimlik ve nitelikleri, ortak dünya görüşü , hatıra ve beklentileri yanında kusurları ve yanlışları da destanlarına yansır. Cihangirlik tutkusu, kuvvet, binicilik ve savaşcılık yanında verdiği sözde durma , acizlere ve mağluplara hoşgörü ile yaklaşma, yardımcı olma Türk destanlarında dile getirilen ortak değer ve kabullerdir. Türk destanları,kâinatın, insanın, kadının ve erkeğin yaradılışı, Türk milletinin doğuşu, çeşitli Türk devletlerinin kuruluş gelişme, çöküşleri, zafer ve yenilgileri gibi konularla beraber pek çok sebeb açıklayıcı efsaneyi de içinde barındırır. ilk örneklerinin manzum olduğu kabul edilen Türk destanlarından Kırgız Türkleri arasında yaşayan Manas destanı dışında bütünüyle günümüze gelebilen örnek bulunmamaktadır.Diğer Türk destanları çeşitli kaynaklarda özet, epizot, hatıra, kısaltılmış seçme metinler halinde bulunmaktadır.
birden fazla nazım şekli ve türü için kullanılmış ve kullanılmaktadır. Eski Türk Edebiyatı nazım şekillerinden mesnevilerin bir bölümü ve manzum hikâyeler, Anonim edebiyatta ve Âşık edebiyatında koşma veya mâni dörtlükleri ile yazılan veya söylenen ferdî, sosyal,tarihi, acıklı veya gülünç olayları tahkiye tekniği ile çeşitli uslûplarla aktaran nazım türüne ve bu yazıda ele alınan kâinatın, insanlığın, milletlerin yaradılışını , gelişimini, hayatta kalma mücadelelerini ve çeşitli olay ve nesnelerle ilgili sebeb açıklayan ve Batı Edebiyatında “epope” terimiyle anılan eserlerin tamamı da Türk edebiyatı geleneği içinde “destan” adı ile anılmaktadır. Bütün dünya edebiyatlarının başlangıç eserleri olan destanlar, çeşitli konularda yaradılış hikâyeleri yanında, milletlerin hayatında büyük yankılar uyandırmış bir kahramanın veya tarih olayının millet muhayyilesinde ortak sembol ve ifadelerle zenginleştirilmiş uzun manzum hikayeleridir. Destanlar bütün bir milletin ortak mücadelesini ortak değerler, kurallar, anlamlar bütünlüğü içinde yorumladığı ve yaşatıldığı toplumun geçmişini ve geleceğini temsil ettiği için dünya edebiyatının en ülkücü eserleri olarak kabul edilirler. Destanlar her zaman tarihî gerçekleri doğru biçimde nakletmezler. Destanlarda tarihi olay ve kahramanlar milletin ortak bilinçaltının, vicdanının istek, beklenti ,doğruları ve değerleri ile idealleştirilir, eski hatıralarla birleştirilerek tarihî gerçekmiş gibi anlatılırlar.Her milletin millî kimlik ve nitelikleri, ortak dünya görüşü , hatıra ve beklentileri yanında kusurları ve yanlışları da destanlarına yansır. Cihangirlik tutkusu, kuvvet, binicilik ve savaşcılık yanında verdiği sözde durma , acizlere ve mağluplara hoşgörü ile yaklaşma, yardımcı olma Türk destanlarında dile getirilen ortak değer ve kabullerdir. Türk destanları,kâinatın, insanın, kadının ve erkeğin yaradılışı, Türk milletinin doğuşu, çeşitli Türk devletlerinin kuruluş gelişme, çöküşleri, zafer ve yenilgileri gibi konularla beraber pek çok sebeb açıklayıcı efsaneyi de içinde barındırır. ilk örneklerinin manzum olduğu kabul edilen Türk destanlarından Kırgız Türkleri arasında yaşayan Manas destanı dışında bütünüyle günümüze gelebilen örnek bulunmamaktadır.Diğer Türk destanları çeşitli kaynaklarda özet, epizot, hatıra, kısaltılmış seçme metinler halinde bulunmaktadır.
Türk
tarihine anahatlarıyla bakıldığında Türk hayatı fetihlerle başlamış ve yeni
toprakları yurt edinerek gelişmiştir. ilk anayurt olan Orta Asya hiç bir zaman
terkedilmemiştir. Türk halkları
ilk anayurt olan
Orta Asya’dan itibaren
dünya coğrafyası üzerinde geniş alana yayılmış ve bugün yedi Türk
cumhuriyetinde, pek çok özerk toplulukda ve çeşitli devletlerin idaresinde
azınlık halinde yaşamaktadır. Türk kültürü de tarih ve coğrafyadaki çok
boyutluluğa paralel olarak çeşitlenmiş farklı seviye ve birikimlerle zenginleşerek
ve farklılaşarak ancak ilk kaynaktan gelen ortaklıklarını sürdürerek günümüze
ulaşmıştır. Bu sebeble Türk destanları da tarihî ve coğrafî çok
boyutluluğun getirdiği dil
ve kültür dairelerine
paralel olarak çeşitlenmiştir.
Türk destanları, anahatlarıyla kültür dâirelerine, kronolojik ve içinde
teşekkül ettikleri veya
muhafaza edildikleri siyâsî
birliklere göre şöyle sınıflandırılmaktadırlar:
İlk Türk
Destanları
1.Altay –
Yakut
Yaradılış Destanı
2.Sakalar Dönemi
a.Alp Er Tunga Destanı
b.Şu
Destanı
3.Hun Dönemi
Oğuz Kağan
Destanı
4.Köktürk Dönemi
a.Bozkurt
Destanı
b.Ergenekon
Destanı
5.Uygur Dönemi
a.
Türeyiş Destanı
b. Göç
Destanı
İslamiyetin Kabulunden
Sonraki Türk Destanları
1.Karahanlı Dönemi
Satuk
Buğra Han Destanı
2.Kazak-Kırgız Kültür
Dâiresi
Manas
3.Türk-Moğol Kültür
Dâiresi
Cengiz-name
4.Tatar-Kırım
Timur ve
Edige Destanları
5.Selçuklu-Beylikler
ve Osmanlı Dönemleri
a.
Seyid Battal Gazi Destanı
b.
Danişmend Gazi Destanı
c.Köroğlu Destanı
Türk
Kozmogonisi-Yaradılış Destanı:
Ülgen
(Çizim:Nuray Yakaryılmaz)
Altaylardan
Verbitskiy’in derlediği yaradılış destanı özetle şöyledir: Yer gök hiç bir şey
yokken dünya uçsuz bucaksız sulardan ibaretti. Tanrı bu uçsuz bucaksız dünyada
durmadan uçuyordu. Göklerden gelen bir ses Tanrı Ülgen’e denizden çıkan taşı
tutmasını söyledi. Göğün emri ile oturacak yer bulan Tanrı Ülgen artık yaratma
zamanı geldi diye düşünerek şöyle dedi :
Bir dünya istiyorum, bir soyla yaratayım
Bu dünya nasıl olsun, ne boyla yaratayım
Bunun çaresi nedir, ne yolla yarataymış
Su içinde yaşayan Ak
Ana,su yüzünde göründü ve Tanrı
Ülgen’e şöyle dedi :
Yaratmak
istiyorsan Ülgen, Yaratıcı olarak
şu kutsal sözü öğren :
De ki hep,”
yaptım oldu ” başka bir şey söyleme.
Hele
yaratır iken,”yaptım olmadı” deme.
Ak Ana
(Çizim:Nuray Yakaryılmaz)
Ak Ana
bunları söyledi ve kayboldu. Tanrı Ülgen’in kulağından bu buyruk hiç gitmedi .
insana da bu öğüdü iletmekten bıkmadı : ” Dinleyin ey insanlar, varı yok
demeyin.Varlığa yok deyip de, yok olup da gitmeyiniz.” Tanrı Ülgen yere bakarak
: ” Yaratılsın yer!” Göğe bakarak “Yaratılsın Gök!” Bu buyruklar verilince yer
ve gök yaratılmış. Tanrı Ülgen çok büyük üç balık yaratmış ve dünya bu
balıkların üzerine konmuş. Böylece dünya gezer olmamış bir yerde sabit
olmuş.Tanrı Ülgen balıkların kımıldadıklarında dünyaya su kaplamasın diye Mandı
şire’ye balıkları denetleme görevi vermiş. Tanrı Ülgen, dünyayı yarattıktan
sonra tepesi aya güneşe değen etekleri dünyaya değmeğen büyük Altın Dağın
başına geçip oturmuş.Dünya altı günde yaratılmışdı, yedinci günde ise Tanrı
Ülgen uyumuş kalmışdı. Uyandığında neler yarattım diye baktı: Ayla güneşden
başka fazladan dokuz dünya birer cehennem ile bir de yer yaratmıştı. Günlerden
bir gün Tanrı Ülgen denizde yüzen bir toprak parçacığı üzerinde bir parça kil
gördü” insanoğlu bu olsun, insana olsun baba.” dedi ve toprak üstündeki kil
birden insan oldu. Tanrı Ülgen bu ilk insana “Erlik” adını verdi ve onu kardeşi
kabul etti. Ancak Erlik’in yüreği kıskançlık ve hırsla doluydu. Tanrı Ülgen
gibi güçlü ve yaratıcı olmadığı için öfkelendi.
Tanrı
Ülgen, kemikleri kamıştan, etleri topraktan yedi insan yarattı. Erlik’in
yarattığı dünyaya zarar vereceğini
düşünerek insanı korumak
üzere Mandışire adlı
bir kahraman yarattıktan sonra yedi insanın kulaklarından üfleyerek can,
burunlarından üfleyerek başlarına akıl verdi.Tanrı Ülgen insanları idare etmek
üzere May-Tere’yi yarattı ve onu insanoğlunun başına han yaptı.
Yakut’lardan(Saka) derlenen yaradılış efsaneleri de Altay yardılış destanının
yakın varyantı niteliğindedir . XIX.yüzyıl’da derlenen bu efsanelerin çeşitli
din ve kültürlerin etkilerini taşıdıkları düşünülmektedir.
Alp Er
Tunga
Sakalar
dönemine âit Alp Er Tunga ve Şu olmak üzere iki destan tesbit edilmiştir. Alp
Er Tunga, M.Ö.
VII. yüzyılda yaşamış
kahraman ve çok
sevilen bir Saka hükümdarıdır. Alp Er Tunga Orta
Asya’daki bütün Türk boylarını birleştirerek hâkimiyeti altına almış daha sonra
Kafkasları aşarak Anadolu Suriye ve Mısır’ı fethetmiş ve Saka devletini
kurmuştur. Alp Er Tunga’nın hayatı savaşlarla geçmiştir. Uzun süre mücadele
ettiği iranlı Medlerin hükümdarı Keyhusrev ‘in davetinde hile ile
öldürülmüştür. Alp Er Tunga ile iranlı Med hükümdarları arasındaki bu
mücadelelerin hatıraları uzun asırlar hem Türkler hem iranlılar arasında
yaşatılmıştır. Alp Er Tunga, Asur
kaynaklarında Maduva, Heredot’ta
Madyes, iran ve
islâm kaynaklarında Efrasyab
adlarıyla anılmaktadır.
Orhun
Yazıtlarında “Dokuz Oğuzlar” arasında “Er Tunga” adına yapılan “yuğ”
merasiminden söz edilmektedir.
Turfan şehrinin batısında
bulunan “Bezegelik” mabedinin
duvarında da Alp Er Tunga’nın kanlı resmi bulunmaktadır. “Divan ü Lügat-it
Türk” ün yazarı Kaşgarlı Mahmud’a ve ” Kutadgu Bilig” yazarı Yusuf Has Hacip’e
göre “Alp Er Tunga” iran destanı “şehname” deki büyük ve efsanevî Turan
hükümdarı “Efrasiyab”dır. Divan ü Lûgat-it Türk’de Turan hükümdarlığının
merkezi olarak “Kaşgar” şehri gösterilmektedir. islâmiyeti kabul etmiş olan
Karahanlı devleti hükümdarları da kendilerinin “Efrasyap” sülalesinden
geldiklerine inanmışlar ve bunu ifade etmişlerdir. Moğol tarihçisi Cüveyni de
Uygur devletinin hükümdarlarının da Efrasyap
soyundan olduğunu yazmaktadır.
şecere-i Terakime’ye göre
Selçuklu Sultanları kendilerini Efrasyab
soyundan kabul ederlerdi.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler
Birliğinin dağılmasından sonra iletişim kurmak imkânı bulduğumuz ve Rusların
Yakut adını verdiği Türk gurup aslında kendilerine Saka dediklerini
söylemişlerdir. Tarih içinde kaybolduğunu düşündüğümüz Saka Türklerinin az da
olsa bir bölümünün bugün
hayatiyetlerini sürdürmeleri pek
çok meselenin yeniden araştırılarak doğruların ortaya
çıkmasına yardımcı olabilecektir.Tarihçi Mesudî de M.S. 7.
yüzyılın başındaki Köktürk
hakanının “Efrasyab” soyundan
olduğunu yazmaktadır. Bütün bu bilgilerden hareketle “Tunga Alp” le
ilgili efsanelerin Kök Türklerden önce doğu ve orta Tiyanşan alanında yaşayan
Türkler arasında meydana geldiğini ve bu destanın daha sonraları Kök Türk ve
Uygurlar arasında yaşayarak devam ettiğini göstermektedir.Alp Er Tunga
destanının metni bu güne ulaşamamıştır. Bir kısmından yukarıda bahsettiğimiz
kaynaklarda bu değerli Saka hükümdarı ve kahramanı hakkında bilgiler ve bir de
sagu (ağıt) tesbit edilmiştir:
Alp Er
Tunga öldi mü
Isız ajun
kaldı mu
Özlek öçin
aldı mu
Emdi yürek
yırtılur
Özlek yarağ
közetti
Ogrı tuzak
uzattı
Beglerbegin
azıttı
Kaçsa kah
kurtulur
Ögreyüki
mundağ ok
Munda adın
tigdağ ok
Atsa ajun
uğrap ok
Tağlar başı
kertilür
Begler atın
argurup
Kagdu anı
turgurup
Menğzi yüzü
sargarup
Körküm
anğar türtülür
Ulşıp eren
börleyü
Yırtıp yaka
urlayu
Sıkrıp üni
yurlayu
Sıgtap közi
örtülür
Könğlüm
için örtedi
Yitmiş
yaşığ kartadı
Keçmiş özüg
irtedi
Tün kün
keçüp irtelür
Günümüz
Türkçesiyle:
Alp Er
Tunga öldü mü?
Kötü dünya
kaldı mı?
Zaman öcünü
aldı mı?
Şimdi yürek
yırtılır.
Zaman
fırsat gözetti
Gizli tuzak
uzattı
Beyler
beyini azıttı
Kaçsa nasıl
kurtulur?
Adeti böyle
işte.
Bunda başka
sebep yok.
Felek ok
atıp vursa
Dağlar başı
kertilir.
Beyler
atlarını yoruyor
Kaygı
onları zayıflatıyor
Benizleri
yüzleri sararıp
Safran
sürülmüş gibi oluyor
Erler
kurtlar gibi uluşup
Bağırıp
yaka(larını) yırtıyor
Kısık
seslerle haykırıyor
(Gözleri
yaşlarla) örtülünceye kadar ağlıyorlar
Gönlüm
içten yandı
Kaybolmuş
yarayı kaktı
Geçmiş
gün(ler)i aradı(m)
Gece(ler)
gün(ler) geçse (o yine) aranır.
Kutadgu
Bilig’de “Alp Er Tunga” hakkında şu bilgi verilmektedir:
” Eğer
dikkat edersen görürsün ki dünya beyleri arasında en iyileri Türk beyleridir.
Bu Türk beyleri arasında adı meşhur ikbali açık olanı Tonga Alp Er idi. O
yüksek bilgiye ve çok faziletlere sahip idi. Ne seçkin, ne yüksek, ne yiğit
adam idi ; zaten âlemde ferasetli insan bu dünyaya hâkim olur. iranlılar ona
Efrasiyap derler; bu Efrasiyap akınlar hazırlayıp ülkeler zaptetmiştir. Dünyaya
hâkim olmak ve onu idare etmek için pek çok fazilet, akıl ve bilgi lâzımdır.
iranlılar bunu kitaba geçirmişlerdir.Kitapta olmasa onu kim tanırdı.”
Bugünkü
bilgilerimize göre Alp Er Tunga ile ilgili en geniş bilgi iran destanı
şehname’de tesbit edilmiştir. şehname’nin başlıca konularından biri İran -Turan
savaşlarıdır. Bu destana göre en büyük Turan kahramanı önce şehzade sonra
hükümdar olan Efrasyap’tır. Şehname’deki Alp Er Tunga ile ilgili bilgiler şöyle
özetlenebilir:
“Turan şehzadesi
Efrasyap babasının isteği
üzerine iran’a harp
açtı. iki ordu Dihistan’da karşılaştılar.Boyu servi,
göğsü ve kolları arslan gibi ve fil kadar kuvvetli olan Efrasyap, iranlı’ları yendi. İran padişahı
Efrasyap’a esir düştü. iran’ın
ilk intikamını o zaman iran’a bağlı olan Kabil Padişahı Zal aldı. Zal başarılı
olmasına rağmen iran şahının öldürülmesini engelleyemedi. Efrasyab iran’ı ele
geçirmek için yeni bir savaş açtı. iran’ın yetiştirdiği en büyük kahramanlardan
Zal oğlu Rüstem Efrasyab’ın üzerine yürüdü.. Efrasyab ile Zal oğlu Rüstem
arasında bitmez tükenmez savaşlar yapıldı. İran tahtında bulunan Keykâvus, hem
oğlu Siyavuş’u hem de Zal oğlu Rüstem’i darılttı. Siyavuş Efrasyap’a sığındı .
Siyavuş’un Turan’da bulunduğu sırada evlendiği Türk beyi Piran’ın kızından bir
oğlu oldu. Siyavuş oğluna babası Keyhusrev’in adını verdi. Efrasyab uzun yıllar
Turan’da hükümdarlık etti. İranlılar Siyavuş’un oğlu Keyhusrev’i kaçırarark
iran tahtına oturttular. Keyhusrev Zaloğlu Rüstem’le işbirliği yaptı ve Turan
ordularını yendi. Keyhusrev ile Efrasyap defalarca savaştılar. Sonunda
ordusuz kalan Efrasyap
Keyhusrev’in adamları tarafından öldürüldü. şehname’de Efrasyap
adıyla anılan Turan hükümdarı Alp Er Tunga’nın iran hükümdarlarına sık sık
yenildiği anlatılmaktadır. Ancak iran Turan savaşlarında iran hükümdarları
sürekli değişmiş ı4o yıl yaşadığı rivayet edilen Alp Er Tunga ise mücadeleye
devam etmiştir. Bu durum Efrasyap’ın başarısız olmadığını gösterir. Gerçek destan
metni bulunduğu takdirde
bu destanla ilgili
daha sağlıklı değerlendirmeler
yapılabilir görüşündeyim.
Şu Destanı
:
Şu destanı
M.Ö. 330-327 yıllarındaki
olaylarla bağlantılıdır. Bu
tarihlerde Makedonyalı
İskender, İran’ı ve
Türkistan’ı istilâ etmişti.
Bu dönemde Saka hükümdarının adı şu idi. Bu Destan
Türklerin İskender’le mücadelelerini ve geriye çekilmeleri anlatılmaktadır.
Doğuya çekilmeyen 22 ailenin Türkmen adıyla anılmaları ile ilgili sebeb
açıklayıcı bir efsane de bu destan içinde yer almaktadır. Kaşgarlı Mahmud Divan-ü
Lügat-it Türk’de İskender’den Zülkarneyn
olarak bahsetmektedir.Destanın tesbit edilebilen kısa metni şöyle
özetlenebilir:
İskender,
Türk memleketlerini almak üzere harekete geçtiğinde Türkistan’da hükümdar Şu
isminde bir gençti. iskender’in gelip geçici bir akın düzenlediğine
inanıyordu.Bu sebeble de İskender’le savaşmak yerine doğuya çekilmeği uygun
bulmuştu. İskender’in yaklaştığı haberi gelince kendisi önde halkı da onu
izleyerek doğuya doğru yol aldılar. Yirmi iki aile yurtlarını bırakmak
istemedikleri için doğuya gidenlere katılmadılar. Giden gurubun izlerini takip
ederek onlara katılmaya çalışan iki kişi bu 22 kişiye rastladı. Bunlar
birbirleriyle görüşüp tartıştılar. 22 kişi bu iki kişiye:
“Erler
iskender gelip geçici bir kişidir. Nasıl olsa gelip geçer , o sürekli bir yerde
kalamaz. Kal aç” dediler.
Bekle ,
eğlen, dur anlamına gelen “Kalaç” bu iki kişinin soyundan gelen Türk boyunun
adı oldu. İskender Türk yurtlarına geldiğinde bu 22 kişiyi gördü ve Türk’e
benziyor anlamında ” Türk maned ” dedi.Türkmenlerin ataları bu 22 kişidir ve
isimleri de İskender’in yukarıdaki sözünden kaynaklanmıştır. Aslında
Türkmenler, Kalaçlarla birlikte 24
boydur ama Kalaçlar
kendilerini ayrı kabul ederler.
Hükümdar Şu Uygurların yanına
gitti. Uygurlar gece baskını yaparak İskender’in öncülerini bozguna
uğrattılar.Sonra iskender ile şu barıştılar. iskender Uygur şehirlerini
yaptırdı ve geri döndü. Hükümdar şu da Balasagun’a dönerek bugün şu adıyla
anılan şehri yaptırdı ve buraya bir tılsım koydurttu. Bugün de leylekler bu
şehrin karşısına kadar gelir, fakat şehri geçip gidemezler. Bu tılsımın etkisi
hâlâ sürmektedir.
Bu destana
göre İskender Türkistan’a geldiğinde Türkmenlerin dışındaki Türkler doğuya
çekilmişlerdi. İskender Türkistanda mukavemetle karşılaşmamış bu sebeble de
ilerlememiştir. Büyük ölçüde çadırlarda yaşayan Türkler iskender’in seferinden
sonra şehirler kurmuş ve yerleşik hayatı geliştirmişlerdir.
Hun – Oğuz
Destanı :
Oğuz Kağan
destanı M.Ö. 209-174 tarihleri arasında hükümdarlık yapmış olan Hun hükümdarı
Mete’nin hayatı etrafında şekillenmiştir. Bütün Türk destanlarında olduğu
gibi bu
destanın da ilk
şekli günümüze ulaşmamıştır.
Bugün, elimizde Oğuz destanının üç
varyantı bulunmaktadır. XIII
ile XVI yüzyıllar
arasında Uygur harfleriyle
yazılmış ve İslâmiyetten önceki inancı yansıtan varyantın ilk örneği temsil
ettiği kabul edilebilir. XIV. yüzyıl başında yazıldığı bilinen Reşîdeddîn’in
Câmiüt-Tevârih adlı eserinde yer alan Farsça Oğuz Kağan Destanı İslâmî
varyantların ilkini temsil etmektedir. Oğuz Kağan Destanının üçüncü varyantı
ise XVII. yüzyılda Ebü’lGazî Bahadır Han tarafından Türkmenler arasındaki sözlü
rivayetlerden ve önceki yazmalardan faydalanarak yazılmıştır.
Oğuz Kagan
ve Oğulları
Oğuz Kağan
Destanının islâmiyet Öncesi Rivayeti Ay Kağan’ın yüzü gök , ağzı ateş, gözleri
elâ ,saçları ve kaşları kara perilerden daha güzel bir oğlu oldu. Bu çocuk
annesinden ilk sütü emdikten
sonra
konuştu ve çiğ et ,çorba ve şarap istedi.Kırk gün sonra büyüdü ve yürüdü.
Ayakları öküz ayağı , beli kurt beli, omuzları samur omzu, göğsü ayı göğsü
gibiydi. Vücudu baştan aşağı tüylüydü. At sürüleri güder ve avlanırdı. Oğuz’un
yaşadığı yerde çok büyük bir orman vardı. Bu ormanda çok büyük ve güçlü bir
gergedan yaşıyordu. Bir canavar gibi olan bu gergedan at sürülerini ve
insanları yiyordu. Oğuz cesur bir adamdı. Günlerden bir gün bu gergadanı
avlamağa karar verdi. Kargı, yay, ok, kılıç ve kalkanını aldı ve ormana gitti.
Bir geyik avladı ve onu söğüt dalı ile ağaca bağladı ve gitti. Tan ağarırken
geldiğinde gergedanın geyiği almış olduğunu gördü. Daha sonra Oğuz, avladığı
bir ayıyı altın kuşağı ile ağaca bağladı ve gitti. Tan ağarırken geldiğinde
gergedanın ayıyı da aldığını gördü. Bu sefer kendisi ağacın altında bekledi.
Gergedan geldi ve başı ile Oğuz’un kalkanına vurdu. Oğuz kargı ile gergedanı
öldürdü. Kılıcı ile başını kesti. Gergedanın barsaklarını yiyen ala doğanı da
oku ile öldürdü ve başını kesti. Günlerden bir gün Oğuz Kağan Tanrıya
yalvarırken karanlık bastı. Gökten bir gök ışık indi. Güneşden ve aydan daha
parlaktı. Bu ışığın içinde alnında kutup yıldızı gibi parlak bir ben bulunan
çok güzel bir kız duruyordu. Bu kız gülünce gök tanrı da gülüyor, kız ağlayınca
gök tanrı da ağlıyordu.Oğuz bu kızı sevdi ve bu kızla evlendi. Günler ve
gecelerden sonra bu kız üç oğlan çocuk doğurdu. Çocuklara Gün, Ay ve Yıldız
isimlerini verdiler. Oğuz ormanda ava çıktığı
günlerden birinde göl
ortasında bir ağaç
gördü. Ağacın kovuğunda gözü
gökten daha gök, saçı ırmak gibi dalgalı, inci gibi dişli bir kız oturuyordu.
Yeryüzü halkı bu kızın güzelliğini görse dayanamaz ölüyoruz derlerdi. Oğuz bu
kızı sevdi ve onunla evlendi. Günlerden gecelerden sonra Oğuz’un bu kızdan da üç
oğlu oldu. Bu çocuklara Gök, Dağ ve Deniz isimlerini koydular.
Oğuz Kağan
büyük bir toy(şenlik) verdi. Kırk masa ve kırk sıra yaptırdı.Çeşit çeşit
yemekler,şaraplar, tatlılar, kımızlar yediler ve içtiler.Toydan sonra Beylere
ve halka Oğuz Kağan şunları söyledi:
Ben sizlere
kağan oldum
Alalım
yay ile kalkan
Nişan olsun
bize buyan
Bozkurt olsun
bize uran
Av yerinde
yürüsün kulan
Dana deniz,
daha müren
Güneş bayrak
gök kurıkan
Oğuz Kağan
bu toydan sonra dünyanın dört bir tarafına elçilerle şu mektubu gönderdi:” Ben
Uygurların kağanıyım ve yeryüzünün dört köşesinin kağanı olmam gerekir. Sizden
itaat dilerim. Kim benim emirlerime baş eğerse, hediyelerini kabul eder ve onu
dost edinirim. Kim baş eğmezse, gazaba gelirim. Onu düşman sayarım. Onunla
savaşır ve yok ettiririm”. Yine o zamanlarda sağ yandabulunan Altun Kağan, Oğuz
Kağan’a pek çok altın gümüş ve değerli taşlar hediye etti ve ona itaat ederek
dostluk kurdu. Oğuz Kağanın sol yanında ise askerleri ve şehirleri çok olan
Urum Kağan vardı. Urum Kağan Oğuz Kağanı dinlemezdi. Oğuz Kağan’ın isteklerini
gene kabul etmedi. Oğuz Kağan gazaba geldi, bayrağını açtı ve askerleriyle
birlikte Urum Kağana doğru yürüdü.Kırk gün sonra Buz Dağ’ın eteklerine geldi.
Çadırını kurdurdu ve sessizce uyudu. Tan ağarınca Oğuz Kağanın çadırına güneş
gibi bir ışık girdi.O ışıktan gök tüylü gök yeleli büyük bir erkek kurt çıktı.
Kurt: ” Ey Oğuz, sen Urum üzerine yürümek istiyorsun; Ey Oğuz ben senin önünde
yürüyeceğim.”dedi. Bunun üzerine Oğuz çadırını toplattırdı ve ordusuylabirlikte
kurdu izlediler. Gök tüylü gök yeleli büyük erkek kurt itil Müren denizi
yakınındaki Kara dağın eteğinde durdu. Urum Hanın ordusu ile Oğuz Kağanın
ordusu arasında büyük savaş oldu. Oğuz Kağan savaşı kazandı, Urum Hanın
hanlığını ve halkını aldı.Oğuz Kağan ve askerleri Gök tüylü ve gök yeleli kurdu
izleyerek itil ırmağına geldiler. Oğuz Kağan’ın beylerinden Uluğ Ordu bey itil
ırmağını geçmek için ağaçlardan sal yaptı ve böylece karşıya geçtiler. Oğuz’un
bu buluş hoşuna gittiği için bu Uluğ Ordu Bey’e “Kıpçak” adını verdi. Gök tüylü
gök yeleli kurdu izleyerek yeniden yola devam ettiler. Oğuz Kağan’ın çok
sevdiği alaca atı Buz Dağa kaçtı. Oğuz Kağanın çok üzüldüğünü gören kahraman
beylerinden biri Buz Dağa çıktı ve dokuz gün sonra alaca atı bularak geri
döndü. Oğuz Kağan atını ve karlarla örtünmüş kahraman beyi görünce çok sevindi.
Atını getiren bu beye: ” Sen buradaki beylere baş ol. Senin adın ebediyen
Karluk olsun.” dedi. Bir süre ilerledikten sonra gök tüylü ve gök yeleli erkek
kurt durdu. Çürçet yurdu adı verilen bu yerde Çürçetlerin kağanı ve halkı Oğuz
Kağana boyun eğmeyince büyük savaş oldu. Oğuz Kağan, Çürçet Kağını yendi ve
halkını kendisine bağladı. Oğuz Kağan, ordusunun önünde yürüyen bu gök tüylü gök
yeleli erkek kurdla Hint, Tangut, Suriye, güneyde Barkan gibi pek çok yeri
savaşarak kazandı ve yurduna kattı. Düşmanları üzüldü, dostları sevindi. Pek
çok ganimet ve atla evine döndü. Günlerden bir gün Oğuz Kağanın tecrübeli bilge
veziri Uluğ Bey rüyasında bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Altın yay gün
doğusundan gün batısına kadar uzanıyordu. Üç gümüş ok da kuzeye doğru
gidiyordu.Oğuz Kağan bu rüyayı dinleyince yurdunu oğulları arasında
paylaştırdı.
Köktürk
Destanı:
Köktürklerle ilgili
tesbit edilen destanın
iki farklı rivayeti
bulunmaktadır.
Çin
kaynaklarında tesbit edilen varyant “Bozkurt”,
Ebü’l-Gâzi
Bahadır Han tarafından tesbit edilen varyant şecere-i Türk’te ise “Ergenekon”
adıyla verilmiştir.
Moğol ilinde
Oğuz Han soyundan
İl Han’ın hükümdarlığı
sırasında Tatarların hükümdarı
Sevinç Han Moğol ülkesine savaş açtı. İlhan’ın idaresindeki orduyu Kırgızlar ve
diğer boylardan da yardım alarak yendi. ilhanın ülkesindeki herkesi öldürdüler.
Yalnız İl Han’ınn küçük oğlu Kıyan ve eşi ile yeğeni Nüküz ile eşi kaçıp
kurtulmayı başardılar.Düşmanın, onları bulamayacağı bir yere gitmeğe karar
verdiler. Yabanî koyunların yürüdüğü bir yolu izleyerek yüksek bir dağıda dar
bir geçite vardılar. Bu geçitten geçerek içinde akar sular,pınarlar, çeşitli
bitkiler, çayırlar, meyva ağaçları, çeşitli avların bulunduğu bir yere gelince
Tanrıya şükrettiler ve burada kalmağa karar verdiler. Dağın doruğu olan bu yere
dağ kemeri anlamında “Ergene” kelimesiyle “dik” anlamındaki “Kon” kelimesini
birleştirerek “Ergenekon” adını verdiler. Kıyan ve Nüküz’ün oğulları çoğaldı.
Dört yüz yıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldılarki Ergenekon’a
sığamadılar.Atalarının buraya geldiği geçitin yeri unutulmuştu.Ergenekon’un
çevresindeki dağlarda geçit aradılar. Bir demirci, dağın demir kısmı
eritirlerse yol açılabileceğini söyledi. Demirin bulunduğu yere bir sıra odun,
bir sıra kömür dizdiler ve ateşi yaktılar. Yetmiş yere koydukları yetmiş
körükle hep birden körüklediler.Demir eridi, yüklü bir deve geçecek kadar yer
açıldı. İlhan’ın soyundan gelen Türkler yeniden güçlenmiş olarak eski
yurtlarına döndüler, atalarının intikamını aldılar. Egenekondan çıktıkları gün
olan 21 martta her yıl bayram yaptılar. Bu bayramda bir demir parçasını kızdırırlar,
demir kıpkırmızı olunca önce Hakan daha sonra beyler demiri örsün üstüne
koyarak döğerler. Bugün hem yeniden özgür hem de bahar bayramı olarak hala
kutlanmaktadır.
Uygur
Destanları
Uygurlara
âit Türeyiş ve Göç isimli iki destan parçası tesbit edilmiştir.Türeyiş parçası
Çin kaynaklarından Göç ise hem Çin hem İran kaynaklarında bulunmaktadır.
Türeyiş
Destanı:
Eski Hun
beylerinden birinin çok güzel iki kızı vardı. Bu bey kızları ile ancak
Tanrıların evlenebileceğini düşünüyordu.
Bu sebeble ülkesinin
kuzey tarafında yüksek bir
kule yaptırarak iki
güzel kızını Tanrılarla
evlenmek üzere buraya yerleştirdi. Bir süre sonra kuleye
gelen bir kurdun Tanrı olduğu düşüncesiyle kızlar bu kurtla evlendiler. Bu
evlenmeden doğan Dokuz Oğuzların sesi kurt sesine benzerdi.
Göç Destanı
Uygurların
yurdunda “Hulin” isimli bir dağ vardı. Bu dağdan Tuğla ve Selenge isimli iki
ırmak çıkardı. Bir gece oradaki bir ağacın üzerine gökten ilâhi bir ışık indi.
iki ırmak arasında yaşayan halk bunu dikkkatle izlediler. Ağacın gövdesinde
şişkinlik oluştu, ilâhi ışık dokuz ay on gün şişkinlik üzerinde durdu. Ağacın
gövdesi yarıldı ve içinden beş çocuk göründü. Bu ülkenin halkı bu çocukları
büyüttü. En küçükleri olan Buğu Han büyüyünce hükümdar oldu. Ülke zengin halkmutlu
oldu. Çok zaman geçti. Yuluğ Tiğin isimli bir prens hükümdar oldu. Çinlilerle
çok savaştı. Bu savaşlara son vermek için Oğlu Galı Tigini bir Çin prensesi ile
evlendirmeğe karar verdi. Çinliler , prensese karşılık hükümdardan Tanrı
dağının eteğindeki Kutlu Dağ adını taşıyan kayayı istediler. Gali Tigin kayayı
verdi. Çinliler kayayı götürmek için kayanın etrafında ateş yaktılar, kaya
kızınca üzerine sirke döktüler. Ufak parçalara ayrılan kayayı arabalara koyarak
Çin’e taşıdılar. Memleketteki bütün kuşlar, hayvanlar kendi dilleriyle bu
kayanın gidişine ağladılar. Bundan yedi gün sonra da Gali Tigin öldü. Kıtlık ve
kuraklık oldu . Yurtlarını bırakarak göç etmek zorunda kaldılar.
Buraya
kadar kısaca tanıtmağa çalıştığımız Türklerin ilk dönem edebî eserleri olan
Yaratılış, Alp Er Tunga, şu, Oğuz Kağan, Ergenekon, Türeyiş ve Göç destanları
bugünkü bütün Türk Cumhuriyet ve Topluluklarının ortak destanları olarak kabul
edilmektedir. Büyük bir ihtimalle XV. yüzyılda yazıya geçirildiği kabul edilen
“Dede Korkut Hikâyeleri” nin Hun-Oğuz Destan dâiresinden ayrılmış destan
parçası olduğu görüşü oldukça yaygındır. Dede Korkut Hikâyeleri ve bu
hikâyelerin hem anlatıcısı hem de kahramanlarından biri olan Dede Korkut bütün
Türk dünyasında ortak olarak tanınan sözlü ve yazılı gelenekte yaşatılan önemli
eserlerden biridir. Türklerin X. yüzyılda büyük kitleler halinde islâmiyeti
kabul etmelerinden ve Oğuzların büyük bir bölümünün batıya bugünkü Anadolu
topraklarına göçmelerinden sonra gerek Orta Asyada gerek Anadolu , Balkanlar ve
Orta Doğuda, Türkler farklı siyasî birlikler içinde yaşamışlardır. X.
yüzyıldan sonra teşekkül
eden destanlardan Köroğlu dışındakiler Türk topluluk ve
guruplarının iletişimleri ölçüsünde yaygınlaşmıştır.
Köroğlu
destanı XVI. yüzyılda Anadolu’da teşekkül etmiş ve hemen hemen bütün Türk
dünyası tarafından benimsenmiş ve çeşitlenerek yaşatılmaktadır.
İslâmiyetin
Kabulünden Sonraki Türk Destanları
Karahanlı
hükümdarı Satuk Buğra Han X. yüzyılda islâmiyeti resmen devlet dini olarak
kabul etmiştir. islâmiyetten sonra ilk teşekkül eden destan da bu hükümdarın
islâmiyeti kabul ve yaymak için yaptığı
mücadelelerin efsanelerle zenginleştirilerek anlatımıyla
doğmuştur. Bu destanın bir
elyazmasında bulunan metni kısaca şöyle özetlenebilir :
Satuk Buğra
Han Destanı
Burak’ın
aracılığıyla göğe çıkan Hz. Muhammed (Minyatür, İran, 16. yüzyıl)
Hz.
Muhammed kanatlı atı Burak’ın sırtında göklere yükseldiği “Mirâc Gecesinde”
gök katlarında kendinden
önceki peygamberleri görür.
Bunlar arasında birini tanıyamaz ve Cebrail’e bunun kim
olduğunu sorar.
Cebrail :
” Bu
peygamber değildir. Bu sizin ölümünüzden üç asır sonra dünyaya inecek olan bir
ruhtur. Türkistan’da sizin dininizi yayacak olan bu ruh ” Abdülkerim Satuk
Buğra Han” adını alacaktır.” Hz. Muhammed yeryüzüne döndükten sonra hergün
islâmiyeti Türk ülkesine yayacak olan bu insan için dua etti. Hz. Muhammed’in
arkadaşları da bu ruhu görmek istediler. Hz. Muhammed dua etti. Başlarında Türk
başlıkları bulunan silâhlı, kırk atlı göründü. Satuk Buğra Han ve arkadaşları
selâm verip uzaklaştılar. Bu olaydan üç asır sonra Satuk Buğra Han, Kaşgar
Sultanının oğlu olarak dünyaya geldi. Satuk Buğra Hanın doğduğu gün yer
sarsılmış, mevsim kış olduğu halde bahçeler , çayırlar çiçeklerle örtülmüştü.
Falcılar bu çocuğun büyüyünce müslüman olacağını söyleyerek öldürülmesini
isterler. Satuk Buğra Hanı, annesi : ” Müslüman olduğu zaman öldürürsünüz.”
diyerek ölümden kurtarır.
Satuk Buğra
Han 12 yaşında arkadaşlarıyla
birlikte ava çıkmağa başlar. Avda oldukları
günlerden birinde kaçan
bir tavşanın arkasından
hızla koşarken
arkadaşlarından uzaklaşır. Kaçan
tavşan durur ve
bir ihtiyar insan
görünümü kazanır.Satuk Buğra Han’ın sonradan Hızır olduğunu anladığı bu
yaşlı kişi ona Müslüman olmasını öğütler ve islâmiyeti anlatır. Satuk Buğra,
Kaşgar hükümdarı olan amcasından islâmiyeti kabul etmesini ister. Kaşgar Hanı,
müslüman olmayacağını söyler. Satuk Buğra Han’ın işaretiyle yer yarılır ve
hükümdar toprağa gömülür. Satuk Buğra Han hükümdar olur ve bütün Türk ülkeleri
onun idaresinde islâmiyeti kabul ederler.
Satuk Buğra Han,
ömrünü Müslümanlığı yaymak
için mücadele ile geçirmiştir. Menkıbelere göre Satuk Buğra
Han’ın düşmana uzatıldığında kırk adım uzayan bir kılıcı varmış ve savaşırken
etrafına ateşler saçıyormuş. 96 yaşında
Tanrıdan davet almış bu sebeple Kaşgar’a dönmüş ve hastalanarak burada ölmüştür.
Manas
Destanı
Kırgız
Türkleri arasında doğan Manas destanı Kazak-Kırgız Türk kültür dâiresi içinde
bugün de bütün canlılığı ile yaşamaktadır. Bu destanın XI ile XII. yüzyıllarda
meydana geldiği düşünülmektedir. Destanın kahramanı Manas da, Oğuz Kağan
destanının İslâmî rivayetindeki ve Satuk Buğra Han gibi islâmiyeti yaymak için
mücadele eden bir kahramandır. Böyle olmakla beraber Manas destanında İslâmiyet
öncesi Türk kültür , inanç ve kabullerinin tamamını görmek mümkündür. Bazı
varyantları 4oo.ooo mısra olan Manas destanı Türk-Bozkır medeniyetinin Kazak
-Kırgız dâiresinin kültür belgeseli niteliğindedir.
Cengiz-nâme
Ortaasya’da yaşayan
Türk boyları arasında
XIII. yüzyılda doğup
gelişmiştir. Cengiznâme Moğol hükümdarı Cengiz’in hayatı, kişiliği ve
fetihleri ile ilgili olarak Cengiz’in oğulları tarafından idare edilen Türkler
tarafından meydana getirilmiştir. Orta Asya’da yaşayan Türkler özellikle de
Başkurd, Kazak ve Kırgız Türkleri, Cengiz destanını çok severek günümüze kadar
yaşatmışlardır. Cengiz-nâme’de, Cengiz bir Türk kahramanı olarak kabul
edilmekte ve hikâye Türk tarihi gibi anlatılmaktadır. Cengiz, Uygur Türeyiş
destanının kahramanları gibi gün ışığı ile Kurt-Tanrı’nın çocuğu olarak doğar.
Cengiz-nâme, Moğol Hanlarının destanî tarihi olarak kabul edildiğinden tarih araştırıcılarının
da dikkatini çekmiştir. XVII. yüzyılda Orta Asya Türkçesinin değerli yazarı
Ebü’l Gâzi Bahadır Han, “şecere-i Türk” adlı eserinde “Cengiz-Nâme”nin ı7
varyantını tesbit ettiğini söylemektedir. Bu bilgi, bu destanın, Orta Asya’daki
Türkler arasındaki yaygınlığını göstermektedir. Orta Asya Türkleri, Cengiz’i
islâm kahramanı olarak da görmüşler ve ona kutsallık atfetmişlerdir. Batıdaki
Türkler tarafından ise Cengiz hiç sevilmemiştir. Arap tarihçilerinin, bu
hükümdarı islâm düşmanı olarak göstermeleri ve tarihî olaylar onun
sevilmemesinde etkili olmuştur. Moğolların Anadoluya saldırgan biçimde gelip
ortalığı yakıp yıkmaları, Bağdat’ın
önce Hülâgu daha
sonra Timurlenk tarafından
yakılıp yıkılması, Timurlenk’in
Yıldırım Beyazıd’la sebebsiz savaşı gibi tarihi gerçekler, Cengiz’in de diğer
Moğollar gibi sevilmemesine sebeb olmuştur. Cengiz-Nâme batıda yaşayan
Türkler’in hafıza ve gönüllerinde yer almamıştır. “Cengiz-Nâme”nin Orta Asya
Türkleri arasında bir diğer adı da ” Dâstân-ı Nesl-i Cengiz Han”dır.
Edige
Bu destanda
XIII yüzyılda Hazar denizi kıyısında kurulan Altınordu Hanlığının XV. yüzyılda
Timurlular tarafından yıkılışı anlatılmaktadır. Destanın adı, Altınordu Hanı ve
bu destanın kahramanı Edige Mirza Bahadır’a atfen verilmiştir. Edige Mirza
Bahadır’ın devletini ayakta tutabilmek için yaptığı büyük mücadeleler,
ölümünden sonra XV. yüzyılda destan haline getirilmiştir. 1820’yılından
itibaren yazıya geçirilen Edige destanının Kazak-Kırgız, Kırım, Nogay, Türkmen,
Kara Kalpak, Başkırt olmak üzere altı rivâyeti tesbit edilmiştir Çeşitli Türk
guruplar arasında Alp Er Tunga ve Oğuz Kağan gibi ilk Türk destanlarının
izlerini taşıyan Türk kahramanlık dtünya görüşünü temsil eden burada bahsi
geçenler kadar yaygınlaşmamış ortak edebiyat geleneği içinde yer almamış pek
çok başka destan örneği bulunmaktadır. Osmanlı sahasında destandan hikâyeye
geçişte ara türler olarak da nitelendirilen çok tanınmış ve bir çok Türk
topluluklarınca da bilinen Köroğlu örneği yanında daha sınırlı alanlarda tesbit
edilen Danişmendname , Battalname gibi ilgi çekici örnekler de bulunmaktadır.
Battal-Nâme
Bu destanın
kahramanı Türkler arasında Battal Gâzi adıyla benimsenmiş bir Arap
savaşcısıdır. Asıl destan,
VIII. yüzyılda, Emevî’lerin
hırıstıyanlarla yaptıkları
savaşlarda büyük kahramanlıklar göstermiş Abdullah isimli bir kişiyle ilgili
olarak doğmuştur. Battal arapça kahraman demektir, Battal Gâzi, Arap
kahramanına verilen unvanlardır.
Türklerin müslüman olmalarından
sonra Battal Gâzi
destan tipi Türkleştirilmiş
önceki destan epizotlarıyla zenginleştirilmiş ve anlatım geleneği içine
alınmıştır. XII ve XIII yüzyıllarda Battal-Nâme adı ile ve nesir biçimi yazıya
geçirilmiştir. Hikâyeci âşıkların repertuarlarında da yer almıştır.Seyyid
Battal adıyla da anılan bu kahraman hem çok bilgili, çok dindar ve cömertdir.
Müslümünlığı yaymak için yaptığı mücadelelerde insanların yanında büyücü, cadı
ve dev gibi olağanüstü güçlerle de
savaşır. ” Aşkar
Devzâde” isimli atı
da kendisi gibi kahramandır. Arap, Fars ve Türklerin
X-XX. yüzyıllar arasında oluşturdukları ortak islâm kültür dâiresinin
ürünlerinden biri olmakla beraber Orta Asya’da yaşayan Türk guruplar arasına da
yayılarak Türk kabul ve değerleriyle kaynaşmıştır.
Dânişmendnâme
Anadolunun
fethini ve bu mücadelenin kahramanlarını anlatan, X11. yüzyılda sözlü olarak
şekillenen X111. yüzyılda yazıya geçirilen islâmî Türk destanlarındandır.
Danişmendnâme’de hikâye edilen
olayların tarihi gerçeklere
uygunluğu, kahramanlarının yaşamış Türk beyleri olmalarından, Anadolu
coğrafyasının gerçek isimleriyle
anılmasından dolayı uzun
süre tarih kitabı
olarak nitelendirilmiştir.
Köroğlu metni destan adıyla anılmakla ve bazı destanî niteliklere de sahib
olmakla birlikte XX. yüzyılda
Anadolu’dan derlenen örnekleri daha
çok halk hikâyesi geleneğine yakındır. Anadolu’da
hikâyeci âşıklar tarafından 24 kol halinde anlatılan hikâyesinin özeti kısaca
şöyledir :
Köroğlu
Destanı
Bolu beyi,
güvendiği seyislerinden biri olan Yusuf’a : ” Çok hünerli ve değerli bir at bul
.” emrini verir. Seyis Yusuf, uzun süre Bolu beyinin isteğine uygun bir at
arar. Büyüdüklerinde istenen niteliklere sahip olacağına inandığı iki tay bulur
ve bunları satın alır. Bolu beyi bu zayıf tayları görünce çok kızar ve seyis
Yusuf’un gözlerine mil çekilmesini emreder. Gözleri kör edilen ve işinden
kovulan Yusuf, sıska taylarla birlikte evine döner. Oğlu Ruşen Ali’ye verdiği
talimatlarla tayları büyütür. Babası kör olduğu için Köroğlu takma adıyla
anılan Ruşen Ali, babasının isteğine göre atları yetiştirir. Taylardan biri
olağanüstü bir at haline gelir ve Kırat adı verilir. Kırat da destan kahramanı
Köroğlu kadar ünlenir. Seyis Yusuf, Bolu beyinden intikam almak için gözlerini
açacak ve onu güçlü kılacak üç sihirli köpüğü içmek üzere oğlu ile birlikte
pınara gider. Ancak, Köroğlu babasına getirmesi gereken bu köpükleri kendisi
içer, yiğitlik, şâirlik ve sonsuz güç kazanır. Babası kaderine rıza gösterir
ancak oğluna mutlaka intikamını almasını söyler. Köroğlu Çamlıbel’e yerleşir,
çevresine yiğitler toplar ve babasının intikamını alır. Hayatını yoksul ve
çaresizlere yardım ederek geçirir.
Halk inancına göre
silâh icat edilince mertlik bozuldu demiş
kırklara karışmıştır. Çeşitli dönemlere ve farklı siyâsî birlikler sahip
Türk gurubları arasında tesbit edilen Türk destanlarının kısaca tanıtımı ve
özeti bu kadardır. Bu destan metinleri incelendiğinde hepsinde ilk Türk destanı
Oğuz Kağan destanının izleri bulunduğu
görülür. Bu destan
parçaları Türk dünyasının
ortak tarihî dönem hatıralarını aksettiren ilk edebî
ürünler olarak da önem ve değer taşırlar. Bir gün bu parçalardan hareketle Fin
destanı Kalavala gibi değerli mükemmel bir Türk destanını yazılabilirse çeşitli
kaynaklarda dağınık olarak bulunan malzeme daha anlamlı hale gelebilir kanaatindeyim.
Prof. Dr.
Umay GÜNAY
Kaynaklar
Banarlı Nihat
Sami, Resimli Türk
Edebiyatı Tarihi, Istanbul
1971.
Bang W. – R.R.
Arat, Die Legende
von Oghuz-Kaghan, Berlin
1932. Türkçe çevirisi, Oğuz Kağan
Destanı,
Istanbul
1936.
Ebulgâzi Bahadır
Han, şecere-i Terakime,
fotokopi, Istanbul ı937.
Gökyay Orhan
şâik, ” Han-nâme” Necati Lugal
Armağanı, Ankara ı968.
İnan Abdulkâdir,
Tarihte ve bugün
şamanizm, Ankara 1945.
Köprülü Mehmet
Fuat, Türk Edebiyatı
Tarihi, Istanbul 1928. ikinci baskı Istanbul 1982.
Moğolların Gizli
Tarihi, çeviren Ahmet
Temir, Ankara 1948.
Orkun H.N.,
Oğuzlara Dâir, Ankara ı935.
Ögel Bahaeddin,
“Uygurların Menşe Efsanesi”,
A.Ü. Dil ve
Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi , Ankara 1947.
Ögel Bahaeddin , Türk
Kültür Tarihi, Ankara
1962.
Türk Mitolojisi, Ankara 1971.
Sümer Faruk,
Oğuzlar , Ankara 1967.
Togan Zeki
Velidi, Umumî Türk
Tarihine Giriş, Istanbul 1946.
Genel TÜRK Tarihi