Prof. Justine Mc Carthy: Asıl Soykırım Yapan Ermenilerdir..!


“-TÜRKLER DEĞİL, ERMENİLER SOYKIRIM YAPTI..”
Size..; “-Soykırımı kabul edin, bitsin bu iş.. Özür dileyin kapansın bu yara..” diyeceklerdir..
Böyle bir pazarlığa asla razı olmayın..
Çünkü; ATA’larınız isnat edilen soykırım suçunu işlememişlerdir.
SOYKIRIMI KABUL ETMEK ATALARINIZA IHANETTIR..
Bu sözler, ABD’li tarihçi Prof.Justin McCarthy’e ait..
Louisville Üniversitesi Tarih Profesörü Justin McCarthy, 1915 olaylarına dair Ermeni iddialarına ilişkin, ”-Elimizde binlerce ama binlerce belge var... Bu belgeler Türklerin değil, Ermenilerin soykırım yaptığını gösteriyor..” diyor..
Ünlü tarihçi, Ermenilerin sözde soykırım iddiaları için kendilerine kaynak seçtiği ünlü MAVİ KİTAP için, İngiliz hükümetince oluşturulan Savaş Propaganda Bürosu’nca yürütülen dezenformasyon faaliyetinin bir parçasıdır, diyor..
Amerikalı tarihçi Prof. Dr. Mc Carthy: "-Ermeniler, soykırım iddiasını kendilerini bir arada tutacak bir bağ olarak görüyorlar., 'Ne acılar çektik' demek böyle bir bağ ve kendilerini bu acı üzerinden tanımlıyorlar.." diyor..
****
Ansiklopedik bilgi
Prof. Justin A. McCarthy ; (d. 19 Ekim 1945), Louisville Üniversitesi'nde ABD'li tarih profesörü
Uzmanlık alanları arasında Osmanlı İmparatorluğu, Balkanlar ve Orta Doğu tarihi bulunmaktadır.,,
McCarthy, felsefe okuyarak başladığı meslek hayatında zamanla tarihe yönelmiş, 1967-1969 yılları arasında Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi'nde de görev yapmıştır.
Uzmanlık alanları arasında Osmanlı İmparatorluğu, Balkanlar ve Orta Doğu tarihi bulunmaktadır.
Yazdığı kitaplarda, yüz binlerce Ermeni'nin ve en az bir o kadar Müslüman Türk'ün öldüğünü kabul etmekle beraber Ermeni soykırımı iddialarını reddeder…
--------------------------------

www.ahmetsaltik.net 1
PROF. DR. JUSTINE MC CARTHY
TBMM, 26 Mart 2005
Çok teşekkürler bu güzel tanıtıcı sözlerinizden dolayı.
Sayın Başkan Arınç, Sayın Başkan Baykal, Sayın Devlet Bakanı Şahin, Sayın Dışişleri Bakanı Gül, Sayın
Devlet Bakanı Aydın, Sayın Adalet Bakanı Çiçek ve Sayın Millî Savunma Bakanı Gönül, sayın parlamenterler,
meslektaşlarım, dostlarım.
Aslında, Türkler ile Ermeniler arasındaki ihtilafın kaçınılmaz olduğu söylenemez. Aslında, iki halkın
dost olması gerekirdi. Birinci Dünya Savaşı başladığında, Ermeniler ve Türkler, 800 yıldan beri bir arada
yaşıyorlardı. Anadolu ve Avrupa Ermenileri, 400 yıldan beri Osmanlı tebasıydılar. Tabiî ki, bu yüzyıllar boyunca
sorunlar vardı; ama, bu sorunların sebepleri Osmanlı İmparatorluğuna saldıranlar ve neticede bu
İmparatorluğu yıkanlardı. Tabiî ki, İmparatorluk bunlardan çok zarardide oldu; fakat, en fazla Türkler ve
Müslümanlar zarardide oldular. Ekonomik ve sosyal standartlar dikkate alındığında, Ermenilerin Osmanlı
hükümranlığı zamanında son derece olumlu bir hayatları oldu. 19 uncu Yüzyılın sonuna gelindiğinde, Ermeniler
Müslümanlardan çok daha eğitilmiş ve zengindi. Ermeniler, çok ağır çalışırlardı, doğrudur; ama, yine de
Avrupalılar ve Amerikalıların da etkileri yadısınamaz.
Avrupalı tacirler, Osmanlı Hıristiyanlarını mümessil olarak kullanırlar ve tabiî ki, onlara eğitim
imkânları sağlarlardı ve ayrıca, Amerikalıların Türklere değil, Ermenilere sağladığı özel eğitim imkânları da vardı.
Ermeniler bu durumda yaşarken, Müslümanlar, modern tarihte rastlanan en büyük acıları yaşıyorlardı. 19
Yüzyıl ve 20. yüzyılın ilk dönemlerinde Boşnaklar Sırplar tarafından katliama uğradılar. Ruslar, Çerkezleri
öldürdüler ve yurtlarından ettiler. Aynı şey Abhazlar, Lazlar için geçerli oldu. Aynı zamanda, Türklere karşı
Rusların, Bulgarların, Yunanların ve Sırpların saldırıları da devam etti. Bütün bu Müslüman acıları sırasında,
Osmanlı Ermenilerinin durumu iyileşmeye devam etti. Eşit haklar Hıristiyanlara ve Yahudilere tanınmıştı. Yasa
önünde ve gerçekte eşit vatandaşlardı. Hıristiyanlar hükümette görev aldılar, büyükelçi oldular, hazineden
sorumlu oldular, hatta dışişleri bakanlığı görevine bile getirildiler. Çoğu açıdan bakıldığında, Hıristiyanların
hakları Müslümanlardan daha fazla idi; çünkü, devlette daha güçlüydüler. Avrupalılar, Hıristiyanlar içinde özel
muamele talep ediyorlardı ve bunu da alıyorlardı. Müslümanların böyle avantajları yoktu.
İşte, Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğuna karşı ayaklandığı ortam buydu. Yüzyıllar boyunca devam
eden barış, ekonomik üstünlük, sürekli iyileşen siyasî koşullar, aslında bütün bunlar ayaklanma için bir neden
olamazdı; ancak, 19 uncu Yüzyıl, bir Ermeni ayaklanmasının başını vurguladı ve daha sonra, her iki taraf için de
felaketle sonuçlanacak sonuca kadar gitti.
Peki, Ermenileri Türklere karşı kışkırtan şey neydi? Her şeyden önce, Ruslardı. Hıristiyanların ve
Müslümanların birlikte barış içinde yaşadıkları dönemler, Rusların Kafkasların, Müslüman topraklarını işgaline
kadar devam etti. Ermenilerin çoğu, bu olayda tarafsız kaldılar; ama, bazıları da Rusların yanında yer aldı.
Ermeniler casusluk yaptılar Rus askerleri için. Ruslar, Erivan’ı ele geçirdiler 1828 yılında ve Türkleri buradan
sınırdışı ettiler, Türk topraklarını vergisiz olarak Ermenilere verdiler. Ruslar biliyorlardı ki, eğer Türkler bu
topraklarda kalacak olurlarsa, daima işgal kuvvetlerine karşı düşman olacaklardı. Onun için, onların, bir dost
halka, Ermenilere ihtiyacı vardı.
Müslümanların ilk zorunlu sürgünü Birinci Dünya Savaşının ilk günlerine kadar devam etti. 300 000
Kırım Tatarı 1,2 milyon Çerkez ve Abhaz, 40 000 Laz, 70 000 Türk. Ruslar Anadolu’yu 1877-1878 savaşı sırasında
işgal etmişlerdi ve bir kez daha, Ermeniler Rusların tarafına geçtiler, rehberlik yaptılar, casusluk yaptılar ve
Ermeniler, işgal altındaki topraklarda polis gücü görevini üstlendiler ve Türk Halka eziyet ettiler. 1878 Barış
Anlaşması sonucunda, Kuzeydoğu Anadolu yeniden Osmanlılara verildi ve Ermenilerin çoğu Ruslarla kaçtılar;
çünkü Türklerin intikam alacağından korkuyorlardı. Halbuki, Türkler intikam filan almadılar.
Hem Müslümanlar hem de Ermeniler, bu Rus işgallerini gayet iyi hatırlarlar. Ermeniler, tabiî ki,
Rusların galibiyetlerinden daha fazla yarar görecekti, serbest ve ücretsiz topraklara kavuşacaklardı,
Müslümanlardan çalınmış olsa bile. Osmanlı Ermenilerinin ayaklanması, tabiî ki, Rusya’nın koruması altında
gerçekleşti. Ruslar, onlara hem insan yönünden hem de silah yönünden takviyede bulundular. Müslümanlar
biliyorlardı, Ruslar Ermenilerin koruyucu meleğiydi. Buna karşılık, onlar, Müslümanlar için Moskof olarak, iblis
www.ahmetsaltik.net 2
olarak görülüyorlardı ve Ermeniler, görüyorlardı ki, mutlaka Rusların galip gelmesi gerekliydi. İşte, bütün bu
olaylar sonucunda, 800 yıllık barışçıl birlikte yaşam sona ermiş oldu.
Rus Ermeniler Doğu Anadolu’ya milliyetçi ideolojiyi getirdikten sonradır ki, Ermeni ayaklanması
Osmanlı Devletine karşı gerçek bir tehdit altına geldi. Tabiî ki, başkaları vardı Ermeni ayaklanmasına yol açan;
Hınçak Devrimci Partisi, Hınçaklar olarak bilinenler, Cenevre’de, İsviçre’de 1887’de kurulmuşlardı ve bunlar,
Rus Ermeniler tarafından kurulmuştu. İkinci grup ise, Ermeni Devrimci Federasyonu, yani Taşnaklardı. Bu da
Tiflis’te, 1890’da kurulmuştu, her ikisi de Marksistti ve yöntemleri şiddete dayanıyordu. Hınçak ve Taşnak parti
manifestolarında Osmanlı İmparatorluğuna karşı silahlı bir ayaklanma öngörülmekteydi ve her iki grup,
milliyetçi olmakla birlikte, aynı felsefeyi paylaşıyorlardı. Bu nedenle de, Bulgaristan, Makedonya ve
Yunanistan’daki milliyetçi ihtilalcilerden farklıydılar. Yunanistan ve Bulgar devrimcilerinin aksine olarak,
Ermenilerin demografik bir sorunu vardı. Yunanistan’da nüfusun çoğunluğu Yunanlıydı, Bulgaristan’da da
nüfusun çoğunluğu Bulgardı. Buna karşılık, Ermenilerin ayaklandığı bölgelerde Ermeniler küçük bir azınlıktı.
Osmanlı Ermenilerinin yaşadığı yer olarak bilinen bölgeler, yani 6 vilayette, Sivas, Mamüratülaziz, yani bugünkü
Elazığ, Diyarbakır, Bitlis, Van, Erzurum’da Ermeni nüfusu sadece yüzde 17’lik bir paya sahipti, yüzde 78 nüfus
Müslümandı ve bu nedenle, orada yaşayan Müslümanları mutlaka oradan sürmeleri gerekiyordu. Bu
ihtilalcilerin niyetlerinden şüphesi olanlar, oradaki olaylara bakmakla yetinebilirler. Van İli Valisinin katliamı,
özellikle de II. Abdülhamit’e karşı suikast girişimi, polis şeflerinin öldürülmesi, bütün bunlar, Osmanlı Devletine
karşı açılmış bir savaştı.
1890’lar başladığında, Rus-Ermeni ihtilalcileri Osmanlı İmparatorluğuna sızmaya başladılar, silah,
mühimmat, dinamit sızdırdılar. Van, Erzurum, Bitlis gibi iyi savunulmayan bölgeleri… Şu haritada gördüğünüz
yerlerdir buraları. Osmanlılar, bunlara karşı mücadele edemedi; çünkü, malî sorunlar yaşıyorlardı. Osmanlılar,
1877-1878 Savaşının feci kayıplarının, yıkımı altındaydı, kapitülasyonların yükünü taşıyorlardı ve Osmanlılar iyi
ekonomist değildi. Bunun sonucunda, bu ihtilalcilerle mücadele etmek için gerekli olan yeni polis ve askerî
birlikleri destekleyecek para yoktu, Kürt boylarını kontrol edecek de imkân yoktu. Bu nedenle, askerlere ve
jandarmalara yeterli kaynak aktarılamıyordu.
En başarılı ihtilalciler Taşnaklardı,. Rusya’dan gelen Taşnaklar, ihtilal liderleriydi. Onlar, Anadolu
Ermenilerini ihtilalci askerlere dönüştürdüler. Bu, aslında kolay olmadı; çünkü, işin başında, Osmanlı
Ermenilerinin ayaklanma gibi bir niyetleri yoktu. Onlar, barış ve güveni tercih ediyorlardı ve o dinsiz, sosyalist
ihtilalcileri hiç tasvip etmiyorlardı ve onların bir üstünlükleri vardı; ama, neticede, terörizm, doğunun
Ermenilerini devlete karşı çevirdi. Ermenilerin hükümete karşı gelmelerinin en önemli nedeni korku oldu.
Ermeniler, ihtilalciye dönüştürülmeden önce, evvela onların geleneksel olarak cemaatlerine ve kiliselerine olan
sadakatinin yıkılması gerekiyordu. Bu nedenle, ihtilalciler, en büyük tehdidin kiliseden geleceğini düşündüler.
Taşnak Partisi, her şeyden önce kiliseyi kontrolü altına aldı ve din adamlarının çoğu, ateist Taşnakları
desteklemiyordu. Bu nedenle, şiddete başvuruldu. Ne yaptı Taşnaklar; din adamları öldürüldü köylerinde,
kentlerinde. Suçları neydi; Osmanlıya karşı sadık olmak. Ermeni Piskoposu Gogos Van’da öldürüldü. Yine, onun
da suçu Osmanlıya sadakat idi. Taşnaklar, İstanbul’daki Ermeni Piskoposu Malakya Ormanyan’ı öldürdüler.
Neden; çünkü, o da ihtilalcilere karşıydı. Van’daki Akdamar Kilisesinin din adamı olan Ahsen de Ermeniler
tarafından öldürüldü. O da, Osmanlı yanlısı olmakla suçlanıyordu; ama, en önemlisi, Taşnaklar, Ermeni eğitim
sistemini ele geçirmeye çalışıyorlardı. Arman Manukyan adlı hiçbir dinî inancı olmayan bir kişi, Ermeni dinî
lideri olarak bölgede kabul edildi. Aslında, onun en ufak bir dinî kimliği yoktu; amacı devrimi yaymaktı; çünkü,
devrimcilerin sadakati kiliselerine bile değil, sadece ve sadece devrimlerineydi.
İhtilalcilere diğer bir tehdit Ermeni tacir sınıfıydı; çünkü, onlar hükümeti destekliyorlardı, barış ve
asayiş yanlısıydılar, iş yapmak istiyorlardı. Ermeni cemaatinin gerçek, laik liderleriydi ve onların da susturulması
gerekiyordu. Hükümeti destekleyenler, örneğin Van Belediye Başkanı Bedros Kapamacıyan ve Gevaş
Kaymakamı Armarak öldürüldü. Bununla birlikte, Ermeniler, Ermeni polis şefleri ve hükümetin Ermeni
danışmanları öldürüldü. Ancak, çok çok cesur olan Ermeniler hükümeti desteklemeye devam ettiler. Taşnak
tacirleri aynı zamanda para kaynağı olarak da görüyorlardı. Tacirler, tabiî ki, gönüllü olarak para vermediler;
ama, haraca başvuruldu ve ilk haraçlar 1895’te Erzurum’da ortaya çıktı. Bu kampanya 1901’de ciddîyete
kavuştu ve bundan sonra haraçtan elde edilen fonlar Taşnak Partisinin resmî politikası haline geldi. Bu
kampanya hem Rusya’da hem Balkanlarda hem de Osmanlı İmparatorluğunda yürütüldü. En önemli Ermeni
tacirlerinden biri olan İshak Zamharyan haraç vermeyi reddetti ve Taşnakları polise şikâyet etti; Ermeni
kilisesinde öldürülerek cezalandırıldı, diğerleri de, tabiî para vermeyenler, haraç vermeyenler öldürüldü. Ondan
sonra tacirler de haraç vermeye başladılar. 1902’den 1904’e kadar olan dönemde bu haraç kampanyasından
www.ahmetsaltik.net 3
sağlanan para 8 milyon doları aşmıştı. Bu kadar kısa bir zamanda Taşnak komitesi muazzam bir gelire sahip
olmuştu. Bu, Osmanlı İmparatorluğunda 1895-1914 yılları arasında alınan gelirlerin çok çok üstündeydi. Tabiî
ki, tacirler, hükümete de vergi ödeyemez hale gelmişlerdi. Hükümet onların peşine düştüğünde diyorlardı ki,
biz vergimizi ödedik; ama, ihtilalcilere. Sadece hükümet, bizi, eğer ihtilalcilere karşı korursa, biz, devlete
vergimizi ödeyebiliriz diyorlardı. Ama, bunların durumu da Doğu Anadolu’da, İzmir’de Kilikya’da kötüleşmeye
devam etti.
Ermeni halkı hiçbir şekilde haraçtan kurtulamadı. Zorunlu olarak ihtilalcileri beslemek ve onlara
yardım, yataklık etmek zorundaydılar. Bu nedenle, İngiliz Konsolosu Elliot’un belirttiğine göre, bu devrimciler,
Taşnaklar, Hıristiyan köylerinde en iyi koşullarda yaşıyorlardı; genç kadınları kendilerine alıyorlardı ve
kendilerine karşı gelenleri de soğukkanlılıkla öldürüyorlardı. Bu durumda köylüler, isteseler de istemeseler de
asi askerlere dönüştürüldüler; çünkü, eğer, Türklere karşı savaşacaklarsa bir yandan da silaha ihtiyaçları vardı.
Devrimciler onlara Rusya’dan silah taşıdı.
Yine, İngiliz Konsolosu Seal bunları şöyle anlatıyor: Bir ajan belli bir köye geldiğinde köylülere mavzer
silahları almalarını önerir. Köylü der ki, param yok, alamam. O zaman, öküzünü sat der ajan. O zaman, ne
yapayım, hasat yaklaşıyor; ben neyle hasadımı yapayım dediğinde, ajan, çeker, köylünün öküzünü vurur, ondan
sonra da çeker gider. İşte, asilerin ilk olarak silah almaya köylüyü zorladıklarında askerî bir örgüt gibi bir
niyetleri yoktu. Köylülerden iki misli para alıyorlardı. 50 paundluk bir silahı 10 paunda satıyorlardı ve dolayısıyla
onlar da bu satışlardan kâr ediyorlardı. Bundan en fazla zarar görenler köylüler oldu. İsyancıların, devrimcilerin
en temel politikası Ermenilerin yaşamlarının sömürülmesiydi. Kürt boyları bile onların köylerinin, tabiî ki
masum Ermeni köylerine onlar çekildikleri takdirde saldıracaklarını biliyorlardı. İhtilalciler kaçıyorlar ve
Ermenileri ölüme bırakıyorlardı. Avrupalılar bile Ermenilerin dostu olarak bütün bu olayları gayet güzel
görebiliyorlardı. Konsolonsy 1917’de şöyle yazmıştı: Ülkeyi gezdim, gördüm ve Taşnak komitesinin etkisini,
özellikle Türkiye’nin bu bölümünde gözlerimle gördüm. Gözardı etmek mümkün değil, Ermeni siyasî örgütünün
olmadığı yerlerde ve bunların gelişmemiş olduğu yerlerde Ermeniler büyük bir uyum halinde Türkler ve
Kürtlerle yaşıyor.
İngiliz diplomat, doğudaki huzursuzluğun esas nedeninin Ermeni isyancılar olduğunu haklı olarak
görmüştü. Taşnaklar olmasaydı Türkler ve Ermeniler barış içinde yaşayacaklardı. Osmanlı hükümeti de bunun
böyle olduğunu biliyordu. Peki Osmanlılar neden buna tahammül ettiler, neden bu isyancıların üstüne
gitmediler. Osmanlının bu tepki göstermemesini anlamak mümkün değil; çünkü, düşünün bir ülke, yabancı bir
ülkeden isyancılar geliyor, kendi ülkelerinde isyan örgütlüyor, yabancı ülkeden silah ve mühimmatı taşıyor ve
hükümete, halka karşı ayaklanma örgütlüyor. Bu radikal güçler açıkça söylüyorlar ki, halkın çoğunluğu iktidara
gelmeyecek, insanları öldürüyorlar, terörize ediyorlar, davalarına katılmaya zorluyorlar, hükümet yetkililerini
katlediyorlar, kasten katlediyorlar, çoğunluğun mensuplarını öldürüyorlar. Bilinçli olarak yapıyorlar bunları;
binlerce silahı yığıyorlar, isyan olduğunda kullanılsın diye. İsyana kalkışıyorlar, sindiriliyorlar, bir daha isyan
ediyorlar ve dolayısıyla, bütün bunlardan en iyi yararlanan geldikleri ülke; bütün bunları örgütleyen üstlerinin
bulunduğu ülke. Hangi ülke bunu tolore eder, hangi ülke bu gibi isyancıları hapse atmaz, hatta asmaz, hangi
ülke bunların böyle serbestçe hareket etmesine izin verir; ama, Osmanlı İmparatorluğu, işte buna izin verdi...
Osmanlı İmparatorluğunda Ermeni isyancılar açıkça hareket edebiliyorlardı, binlerce silahı
depoluyorlardı, Müslüman ve Ermenileri öldürüyorlardı, katlediliyorlardı, yetkilileri öldürüyorlardı ve bu
eylemlerden tek yararlanan vardı o da Rusya; yani, örgütlendikleri, liderlerinin geldiği ülke olan Rusya. Peki,
nasıl oldu da bu mümkün oldu; Osmanlılar korkak değildiler, Osmanlılar aptal da değil di, isyancıların ne
yaptığını gayet iyi biliyorlardı. Osmanlılar, Ermeni isyancılara tahammül gösterdiler; çünkü, başka çareleri
yoktu.
Şunu hatırlamamız gerekir ki, Osmanlı İmparatorluğunun mevcudiyeti tehdit altındaydı, Sırbistan,
Bosna, Romanya, Yunanistan ve Bulgaristan Avrupalıların müdahaleleri nedeniyle zaten kaybedilmişti.
Avrupalılar, Osmanlı İmparatorluğunu 1878’de bölmeye karar vermişlerdi ve 1890’da bunu, bu planı yürürlüğe
koydular. Sadece Rusya’dan korkuyordu Avrupalılar. İşte, Ermeni isyancıları da bunu istiyorlardı. Osmanlıların
Ermeni isyancılarını hapse atmalarını ve idam etmelerini bekliyorlardı. Bu durumda Avrupa’daki gazeteciler
masum Ermenilerin öldürüldüğü haberlerini yayacaklar ve Ermenilerin siyasî özgürlüğünün olmadığını
yazacaklardı. Müslümanların Ermeni provakasyonuna ve saldırılarına Ermenileri öldürerek tepki vermesini
istiyorlardı. Avrupa gazeteleri ölen Müslümanları değil, ölen Ermenileri haber yapacaktı ve bu nedenle,
kamuoyu bu şekilde İngiliz ve Fransızların Rusya’yla işbirliği yaparak imparatorluğu çökertmesine imkân
sağlanacaktı.
www.ahmetsaltik.net 4
Avrupa’daki pek çok politikacı, Blakston gibi kişiler bile Türklere karşı önyargılıydılar. Bunun
sonucunda, Osmanlıların doğru olarak girişimde bulunup isyancıları bastırmaları neredeyse mümkün değildi.
Avrupalılar, Osmanlılardan belli eylemlerini ihtilalcilerin tolore etmelerini bekliyorlardı, kendileri olsa bunu
yapmazlardı. Taşnaklar Osmanlı Bankasına girdiklerinde Avrupalılar bunların serbest bırakılmasını sağladılar,
aynı şey Sultan Abdülhamit’e karşı suikast girişiminde oldu. Pek çok isyancı mahkeme tarafından serbest
bırakıldı; çünkü Avrupalılar bunları bekliyordu ve onların affedilmesini istiyorlardı; hatta, bu isyancıları ve
katilleri serbest bırakmadıkları takdirde Sultanı bile tehdit edecek durumdaydı Avrupalılar. Bir Rus konsolosu,
Van’da resmen Ermeni isyancıları açık seçik askerî eğitime tabi tutmuştu. Bu durumda Osmanlıların yapacak
hiçbir şeyi yoktu. Osmanlılara burada acıyabiliriz sadece; çünkü, biliyorlardı, eğer iktidarları yeterli olsaydı ve
bunu yapmış olsalardı bunun sonucunda devletleri sona erecekti.
Osmanlıların hem doğuda hem de Birinci Dünya Savaşında savaşı kaybetmelerinin iki nedeni vardı. Bir
tanesi, Enver Paşanın Sarıkamış’taki o feci saldırısıydı. Enver Paşanın Aralık 1914’teki saldırısı her açıdan
felaketti, orada 95 000 Türk birliğinden 75 000’i öldü. İkinci faktör ise, Ermeni ayaklanmasıydı, ki, bizim asıl
konumuz bu ikincisi.
Birinci Dünya Savaşı tehditleri ortaya çıktığında ve Osmanlı ordusu seferberliğe girdiğinde Ermenilerin
aslında askere yazılmaları gerekiyordu. Osmanlı ordusu, Hopa, Erzurum, Hınıs, Van bölgesinden hiçbir
Ermeninin çağrıya cevap vererek askere katılmadığını gördü ve katılanlar da daha sonra firar ettiler. İşte, bu
firariler bölgesinde yer alan Ermeni gençleri eğer Osmanlı ordusuna katılmış olsalar idi 50 000 ilave birlik
demek olacak ve belki de Sarıkamış’taki yenilgi olmayacaktı.
Hopa, Erzurum, Hınıs, Van Ermenileri hiçbir şekilde savaşmadılar. Halbuki, onlar çeteler kurdular,
eşkıya çeteleri kurdular, aynı zamanda Kilikya’nın isyancıları da orduya katılmadılar. Yunan adalarına, Mısır’a,
Kıbrıs’a kaçan Ermeniler de orduya katılmadılar. Bu Ermeniler aslında bir orduya katıldılar; ama, o ordu
Osmanlıların düşmanı olan orduydu. Kendi topraklarını savunmadılar, kendi topraklarına saldırdılar.
Doğu Anadolu’da Ermeniler, çeteler kurarak hükümetlerine karşı gerilla savaşı başlattılar; diğerleri
Rus ordusuyla geri dönmek üzere kaçtılar ve Rus işgal güçlerinde birlikler oluşturdular. İşte, bunlar Osmanlıya
karşı ve Müslüman halka karşı en büyük tehdidi oluşturdular. Çoğu zaman denilmiştir ki Ermeni milliyetçiler
tarafından, Osmanlının tehcir emrinin asıl nedeni Ermeni ayaklanması değildi. Onlar bilmiyorlar, bu Tehcir
Yasası Mayıs 1915’te kabul edildi. O tarihte Ermeniler Van Kentini ele geçirdiler. Bu mantığa göre, Osmanlıların
tehcire bundan önce başlamış olması gerekirdi; yani, Ermeni ayaklanması tehcirin bir nedeni olamaz.
Gerçekten de Osmanlı, bu tehcir imkânını Mayıs 1915’ten önce düşünmeye başlamıştı; ama, doğru olmayan
şey şu: Mayıs 1915’in Ermeni isyanının başlangıç tarihi olması. Bu isyan çok daha önceden başlamıştı. Avrupalı
gözlemciler gayet iyi biliyorlar ki, 1914 öncesinde Ermeniler Ruslara katılacaktı savaş durumunda. 1908’de
İngiliz Konsolosu Dickson şöyle yazmıştı: Ermeni ihtilalcileri Van ve Salmas’ta, yani İran’da savaş halinde
Ruslarla birlikte Türkiye’ye karşı savaşacaklarını söylemektedirler. Ruslar tarafından yardım edilmeseler onlar 3
500 kişilik bir orduyu bir araya getirebilirler. İngiliz diplomatik kaynakları 1913’te savaş hazırlıkları olduğunu
bildirmişti. Ermeni ihtilalci grupları bir araya gelerek Osmanlıya karşı çabalarını koordine ettiğini bildiriyordu;
ayrıca, Ermenilerin Rus makamlarla toplantı yaptıklarını bile söylüyorlardı. Taşnak lideri Ramyan Tiflis’e giderek
Rus makamlarıyla görüşmüştü. İngilizler, aynı zamanda Ermenilerin artık her türlü sadakat görüntüsünden de
vazgeçtiğini belirtmiştir ve bugün Ermeni vilayetlerinin Rusya tarafından işgalini olumlu karşıladıklarını da
söylemektedirler demiştir.
Taşnak liderleri bile, Taşnakların, Rusların müttefiki olduğunu söylemektedirler Taşnak Kacasuni.
Ermeni Cumhuriyeti Başbakanı olan kişi, Partisinin Rusya’yla ittifaka gireceğini savaş öncesinde planladığını
belirtmiştir.
1910’dan bu yana, istilacılar, Doğu Anadolu’da el kitapçıkları yayıyorlardı, Ermeni köylerine nasıl
saldırılacak, nasıl Müslüman köylere saldırı düzenlenecek, gerilla savaşı nasıl yapılacak.
Savaştan önce Osmanlı askeri istihbaratı, Taşnak planlarını ele geçirmişti. Bunların, önce Osmanlı
Devletine sadakatini ilan edeceklerini ama ondan sonra da Rus ordusuna katılacaklarını biliyorlardı.
Ermeniler, Osmanlıların mağlubiyeti halinde hiç bir şey yapmayacaklarını biliyorlardı ve Osmanlılar,
geri çekilmeye başladıklarında, Ermenilerin de Ruslarla birlikte onlara saldıracaklarını biliyorlardı. Aynen de
böyle oldu zaten, bu istihbarat doğruydu. Ruslar, Taşnaklara 2,4 milyon Ruble vererek, onları Osmanlı
Ermenilerine karşı silahlandırdı. Aynı zamanda 1914 Eylülünde Kafkaslar ve İran’daki Ermenilere de silah
vermeye başladılar. Yani, zorunlu göç başlamadan önce, Ermeni saldırıları Osmanlı askerlerine karşı başlamıştı
ve kaçaklar da, firari çeteleri kurmuşlardı.
www.ahmetsaltik.net 5
Bunlar, askere almak için gelen memurlara, vergi tahsildarlarına, jandarma karakollarına ve bu
yollarlardaki Müslümanlara saldırdılar. Aralık ayı geldiğinde, Van Vilayetinde genel bir ayaklanma
gerçekleşmişti. Yollar ve telgraf telleri kesildi, jandarma karakollarına saldırıldı, Müslüman köyleri yakıldı ve
köylüler öldürüldü. Bu isyan kısa süre içinde yayıldı. Aralık ayında Kotur Geçidi yakınlarında Osmanlılar
İran’dan gelecek olan Rusya işgaline karşı savunma yaparken, büyük bir Ermeni silahlı grubu Osmanlı
ordusunda 400 Osmanlı askerinin ölmesiyle sonuçlanan bir saldırı gerçekleştirdi ve ordunun Saraya çekilmesine
sebep oldu.
Bu saldırılar yalnızca Van’da gerçekleşmedi; Erzurum Valisi Tahsin yazdığı mektupta, Ermeni
saldırılarını bastıramadığını ve bu vilayette artık askerlerin tutulamadığını ve cepheden geri gönderilmeleri
gerektiğini bildirmişti.
Şubat ayı geldiğinde saldırı haberleri bütün doğudan gelmeye başlamıştı. Muş yakınlarında 2 saatlik
bir saldırı, Abak yakınlarında 8 saatlik bir saldırı gerçekleşti, 1000 Ermeni Timar yakınlarında bir saldırı
gerçekleştirmiş ve Sivas, Erzurum, Adana, Diyarbakır, Bitlis ve Van Vilayetlerinde Ermeni çeteleri baskınlar
yapmıştı. Telgraf telleri, Osmanlı şehirleri ile Batı’yı birbirine bağlayan telgraf telleri kesilmiş, tamir edilmiş,
ondan sonra tekrar kesilmişti. İkmal konvoylarına saldırılıyor, aynı zamanda yaralı askerlerin nakledildiği
konvoylar da saldırıya uğruyordu. Jandarma ve asker birlikleri, telgraf tellerini tamir etmek ya da ikmal
konvoylarına destek vermek için gönderildiklerinde bunlar da saldırıya uğruyorlardı.
Bu sorunun ne kadar büyük olduğunu göstermek için şunu söylemek yeterli: Nisan ortalarında büyük
bir jandarma bölüğü Hakkari’den Çatak’a doğru gönderildi. Buradaki isyanı bastıracaklardı. Fakat, bu bölük
Ermeni savunmasını aşarak bu görevi yerine getiremedi.
Çok dikkatli yapılan hazırlıklardan sonra, Ermeniler, Van Vilayetinde bir ayaklanma gerçekleştirdiler.
20 Nisanda çok iyi silahlanmış Ermeni birlikleri, çoğu asker üniforması giymişti, şehrin yönetimini ele geçirdi ve
Osmanlı güçlerini kaleye sıkıştırdı. Sonunda isyancılar kentin büyük kısmını yaktılar, binaları yaktılar; fakat,
Osmanlıların kalede kullandıkları toplardan iki tanesi kalmıştı. Erzurum ve İran cephelerinden buraya birlik
gönderildi; fakat, Van’ı kurtaramadılar.
Ruslar ve Ermeniler kuzeyden ve güneybatıdan saldırıya geçmişti. 17 Mayısta Osmanlılar kaleyi
boşaltmak zorunda kaldılar. Askerler ve siviller Van Gölü çevresinde mücadeleye devam ettiler. Bazıları Van’a
gemi ile açıldı; fakat bunlardan yarısı isyancılar tarafından öldürüldü ve Van’daki Müslümanlardan bir kısmı bir
süre hayatta kalmayı başardı. Amerikalı misyonerler bunların bakımını üstlenmişti; ancak, kaçamayanların çoğu
öldürüldü. Köylüler evlerinde öldürüldüler ya da çevre alanlarda toplanarak Zeve’deki büyük katliama
gönderildiler.
Müslüman ve Ermenilerin ne kadar acı çektiğini çok iyi biliyoruz. Bu gerçekten kanlı bir savaştı. İki
halk arasında önemli sayılarda ölümle sonuçlanan bir savaş tarzından söz ediyoruz.
Osmanlılar, Doğuda kontrolü ele geçirdikten sonra Ermeni nüfusu Rusya’ya kaçtı. Burada, açlık
çekerek hastalıklar sebebiyle ölenler oldu. Rusya, Van ve Bitlis vilayetlerini tekrar ele geçirdikten sonra
Ermenilerin dönmesine izin vermediler ve bunların kuzeyde açlıktan ölmesine göz yumdular. Rusyalılar, bu
toprakları kendilerine tutmak istiyorlardı.
Ayrıca, buralarda kalan Ermeniler, Erzurum Vilayetinde Müslümanları önemli ölçüde katliama uğrattı
savaşın sonunda.
Burada ben tarihi yeniden anlatmak istemiyorum. Osmanlıların Ermenileri düşman olarak görmekte
haklı olduğunu söylemek istiyorum. Buradaki haritada, Ermeni isyancıların gerçekten Rusya’nın ajanı olduğunu
görmek mümkün. Osmanlı ve doğu bölgelerinde bulunan Ermeniler, aslında özellikle Ruslar açısından önemli
bölgelerde isyan gerçekleştirdiler. Van Şehrinde gerçekleştirilen isyan, gerçekten çok önemli bir isyandı. İsyanın
gerçekleştiği diğer bölgelere baktığımızda, Erzurum Vilayetinde mesela, Osmanlı ordusunun ikmal ve iletişim
yolları kesilmiş oldu. Ayaklanma, Rusların geçiş yolları üzerinde gerçekleşmişti ve Ermeniler, Saray ve Başkale
bölgelerinde ayaklandılar. Bunlar, Rusya için en önemli iki geçiş bölgesiydi. Ermeniler, Çatak yakınındaki
bölgede isyan ettiler, bu da Osmanlıların İran cephesinden buraya birlik getirmesi için gerekli olan geçitlerin
üzerindeydi, Osmanlının çekilme yolları üzerinde de bulunmaktaydı.
Ermeniler, Sivas Vilayetinde ve Şebinkarahisar’da da önemli ayaklanmalar gerçekleştirdiler. Bu tuhaf
bir yer gibi görülebilir; çünkü, Ermeniler burada Müslüman nüfusa göre ancak 10’a 1 oranında bulunmaktaydı.
Fakat, Sivas taktik açısından önemli bir bölgeydi, demiryolu üzerindeydi, Batı’ya giden demiryollarını
tutmaktaydı ve özellikle Osmanlı ikmal hatlarına karşı gerilla saldırısı düzenlemek için son derece iyi bir
bölgeydi burası.
www.ahmetsaltik.net 6
Ermeniler, Kilikya’da da ayaklanma yaptılar, ki, burası, İngilizlerin güneye giden demiryollarını kesmek
için gerçekleştirebileceği bir işgalin olmasının düşünüldüğü bir bölgeydi.
İngilizlerin Gelibolu’da gerçekleştirdiği işgal, Kilikya’dakinin yerine gerçekleşti. Tabiî ki, belki Kilikya’da
bu işgali gerçekleştirselerdi daha başarılı olacaklardı.
Bütün bu bölgeler aslında askeri planlama açısından çok önemliydi ve Osmanlının savaş çabalarına en
fazla zarar verebilecek bölgelerdi.
Bu, tabiî ki bir tesadüf değil, ayaklanmaların burada gerçekleşmesinin bir sebebi var. Bu
ayaklanmalar, Osmanlı ordusu için büyük bir felaket anlamına geliyordu ve Osmanlılar burada Ermeni
isyancılarla savaşabilmek için cepheden asker çekmek zorunda kaldılar. Eğer bu birlikleri isyancılarla değil
Ruslarla savaşmak üzere cepheye gönderebilselerdi, savaşın sonucu çok farklı olabilirdi.
Mareşal Pomyankovsky –ki kendisi Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğunda bulunan
tek Avrupalı tarihçidir- Demiştir ki, Ermeni isyanı aslında Osmanlıların doğu bölgelerinde başarısız olmasının en
büyük sebebidir ve Ermeni ayaklanmasından yedi ay sonra, Osmanlılar Ermenilerin tehciri kararını çıkardılar.
Peki, bu analizin doğru olduğunu nereden bileceğiz? Sonuçta, genellikle Ermeni Tarihi dediğiniz
şeyden çok farklı benim burada anlattığım şeyler. Bence bu doğru; çünkü makul bir tarihi analiz sonucunda
ortaya çıkmış olan bir sonuç, ideolojik bir analiz değil benim yaptığım. Bunu anlayabilmek için aslında tarih ile
ideoloji arasındaki farka bakmamız lazım. Bilimsel analiz, ve milliyetçi inanış arasındaki farklara, gerçek bir
tarihçi ile ideolog arasındaki farklara bakmamız lazım.
Tarihçi için önemli olan, nesnel gerçeği bulmaktır. Milliyetçi bir ideolog açısındansa önemli olan
davasını kazanmaktır. Gerçek bir tarihçi, önce kanıt arar, ondan sonra karar verir. Bir ideolog ise önce karar
verir, ondan sonra bunu destekleyecek kanıtları arar. Bir tarihçi öncelikle tarihi bağlamı arar. Özellikle de
tanıkların güvenilir olup olmadığına bakar. Acaba, bütün bu şeyleri söyleyen kişiler yalan söylemiş olabilir mi
diye sorgular; bir ideolog ise, tam tersine bulamadığı kanıtları uydurur. Kanıtlara fazla yakından bakmaz;
çünkü, göreceği, bulacağı şeylerden korkar. Örnek olarak şunu söyleyebiliriz: İdeologlara göre, Osmanlı
liderlerinin Birinci Dünya Savaşından sonra yargılanması, Türklerin gerçekten soykırım gerçekleştirdiğinin
kanıtıdır. Halbuki, bu sözde mahkemelerin İstanbul İngiliz kontrolündeyken karar verdiğini göz önünde
bulundurmazlar. Aynı zamanda vatan haini Damat Ferit Paşa hükümetinin döneminde bu mahkemelerin
yapıldığından bahsetmezler. Ki, Damat Ferit Paşa hükümetinin, İttihat ve Terakki Cemiyetine karşı her şeyi
yapacağını, kendini İngilizlere hoş gösterip, görevini kaybetmek istememek için her şeyi yapacağına dikkat
etmezler. Aynı zamanda İngilizler uşaklarından daha dürüst olmuşlar ve burada herhangi bir soykırım kanıtı
bulamadıklarını söylemişlerdir. Sanıklar burada kendi avukatları tarafından temsil edilmemişlerdir ve Ermeniler
burada sözde suç adını taşıyan uzun bir listenin sadece bir maddesi olmuştur. Burada hakimlerin
uydurabileceği her tür suç vardır ve burada ideologlar bu mahkemelerin ancak ve ancak Stalin’in kurduğu
mahkemelerle karşılaştırılabileceğini de göz önünde bulundurmazlar. İdeologlar bu kanıtları önümüze sunmaz.
Bir tarihçi ise, öncelikle tam olarak ne olduğunu keşfetmeye çalışır, ondan sonra bunun sebeplerini bulmaya
çalışır. Bir ideolog ise bu keşif sürecini unutur ve inandığı şeylerin doğru olduğunu düşünmeye başlar. Ondan
sonra bunu açıklayacak bir teori uydurur. Dr. Taner Akçam’ın bu açıdan yaptığı yayınlar buna bir örnek olabilir.
Öncelikle Ermeni milliyetçilerin inançlarını tam olarak doğru kabul etmekte, ondan sonra da son derece
karmaşık bir sosyolojik teori oluşturmakta ve soykırımın Türk tarihi ve Türk karakterinin bir sonucu olduğunu
ileri sürmektedir. Bu tarz bir analiz, aynen kumdan yapılmış bir temel üzerine kurulu bir eve benzer. Bu ev
dışarıdan güzel görünür; ama, ilk kuvvetli rüzgarda yıkılmaya mahkumdur ve burada, güçlü bir rüzgar zaten
gerçeğin karşısında bu teoriyi rahatlıkla yerle bir edecektir.
Bir tarihçi geçmişi iyi araştırmak gerektiğini ve geçmişte çok daha eski dönemlere gitmek gerektiğini
bilir, olayların nedeni bazen çok daha geçmiş dönemlerde yatmaktadır. bir ideolog ise buna bakmaz, yine
bulacağı şeylerden korkar da ondan. Ermeni milliyetçileri okuduğumuzda, Ermeni sorununun 1894’te
başladığına inanabiliriz. Halbuki Ermeni ittifakı hiç bahsetmez Ruslarla yapılan ittifaktan hiç bahsedilmez. Oysa
bu 18 inci Yüzyıla uzanan bir olaydır. Hiçbir zaman Ruslarla Ermenilerin, Türkler ile Ermeniler 7 yüzyıl boyunca
barış içinde yaşadıktan sonra bu ittifak sonucu rahatsızlıkların çıktığı da bu tarihlerde hiç belirtilmez. Bunlar
tarihçi için önemli şeylerdir; ama ideologun davasına zarar verebilir. Tarihçi araştırır; ama, ideolog ise siyasî bir
mücadele sürer.
Başlangıçtan itibaren Ermeni sorunu siyasî bir kampanya olmuştur. Burada, Ermeni sorununa yönelik
sahte bir tarih kurmak için, çeşitli malzemeler kabul edilmiştir, bunlar siyasî belgelerdir ve siyasî amaçlara göre
oluşturulmuşlardır. Taşnak Gazetesinde çıkmış makaleler ya da İngiliz propaganda ofisinin ürettiği bazı belgeler
www.ahmetsaltik.net 7
kullanılır. Halbuki bunlar tarihte birer belge olarak kabul edilmez. Tarihçiler ise, gerçek tarihi kaynaklara
başvururlar ve sürekli olarak burada karşımıza bir Ermeni soykırımına dair kanıt olduğunu gösteren bazı
belgelerin sahte ya da taraflı belgeler olduğunu biliyoruz. Burada gerçek tarihin nasıl yapılacağını bilmeyen
kişiler, bütün bu yalanların gerçek olduğuna inanmaya başlamışlardır. Sadece Amerikalılar ve Avrupalılar
kandırılmış değil; bundan kısa bir süre önce, bir Türk araştırmacının yazdığı iki ciltlik bir kitap okudum. Bu
kitapta, Ermeniler hakkında yazılan her şey saçma ve asılsız. Mesela, 1908 yılında Van Şehrinde Osmanlı
görevlileri Taşnaklara ait bir cephaneliği keşfettiler. Burada 2000 silah, binlerce mermi, 5 000 bomba bulundu
ve bütün bunlar da Ermeni ayaklanmasına hazırlık için biriktirilmişti. Ermeniler, Osmanlı birlikleriyle kısa bir
süre savaştıktan sonra kaçtılar. Bu olay, bütün diplomatik literatürde ve Van hakkında bütün kitaplarda
anlatılır; ancak, bu kitapların yazarı diyor ki, burada 1 000 Türk hükümete karşı ayaklanmış ve hiçbir şekilde
Ermenilerden ya da bu isyancıların silahlarından bahsedilmiyor bu kitapta. Böyle bir hata nasıl yapılabilir;
çünkü, dayanılan kaynak böyle anlatıyor olayı. Bu yazar, bütün bu bilgileri Taşnak Partisi Gazetesinden almış da
ondan.
Burada çok temel bir prensibi kabul etmemiz gerekiyor: Propagandayı kendilerine kaynak olarak
seçenler, kendileri de propaganda üretirler, tarih yazmazlar. Birçok araştırmacı, Türk olsun Türk olmasın, birçok
araştırmacı, Taşnak Partisi gibi grupların yalanlarını gerçek olarak kabul ettiler ve Osmanlının iç raporlarına, iç
belgelerine bakmadılar. Araştırmacılar tabiî ki hata yapabilir; ama, her tür bilgi kaynağını tarama
yükümlülüğüne sahiptirler ve sadece siyasî propagandaya dayalı olarak tarih yazılamaz, Osmanlıların
raporlarına da bakmak gerekir. Osmanlı tarihini, öncelikle Osmanlı kayıtlarında aramak gerekir.
Neden Osmanlı arşivlerine bakmak gerekiyor tarih yazarken; çünkü, bunlar, iyi bir tarihin
dayanabileceği sağlıklı verileri sunan arşivlerdir. Osmanlılar, bugünün medyasına yönelik propaganda
yazmamıştır. Osmanlı askerlerinin ve görevlilerinin yazdıkları siyasî belgeler değillerdi ya da halkla ilişkilere
yönelik yapılan bazı çabalar da değillerdi. Bunlar, gizli tutulmuş bazı iç raporlardı. Sorumlu insanlar, burada
gerçeği devlete aktarmaya çalışmaktaydılar. Belki hatalar, yanıldıkları noktalar oldu; ama, yalan
söylememişlerdi. Burada, Osmanlı belgelerinde, herhangi bir şekilde, bilerek sahtecilik yapıldığına dair bir kanıt
yok. Bunu, Ermeni milliyetçilerin sundukları kandırmacalarla karşılaştıralım; nüfusla ilgili yanlış istatistikler,
Mustafa Kemal’in söylediği iddia edilen birtakım şeyler, Talat Paşanın gönderdiği söylenilen sahte telgraflar,
işte, Mavi Kitapta yazılı olan yalanlar, mahkeme kayıtlarının çarpıtılması, bir de, Ermeniler tarafından öldürülen
Türklerden hiç bahsedilmemesi bunların arasında.
Burada, acaba, Türkler bu yanlış tarihi düzeltmek için ne yapabilirler sorusuyla karşılaştık sık sık.
Şimdi, burada ne yapılacağını benim Türklere söylememe gerek yok; Türkler zaten bunu iyi biliyor. Ataları
hakkında söylenilen yalanlara karşı çıkacaklar. Bunu zaten yapıyorsunuz. Bu zor bir mücadele; karşınızda,
Türklere karşı oluşan önyargılar var ve size karşı çıkanlar, siyasî açıdan daha güçlü konumda; fakat, gerçek sizin
tarafınızda. Burada, Türklerin, Türk Millet Meclisinin bir araya gelerek, Türkler hakkında söylenilen yalanlara
karşı çıkmasını sağlamaya karar verdiler. Başbakan Erdoğan ve muhalefet lideri Baykal arasında gerçekleşen
anlaşma, Türklerin bu konuda adım atmaya hazır olduğunu da gösterdi. Tarih Kurumunun Ermeni
araştırmacıları davet ederek tartışmaya çağırması, Türklerin bu alanda adım atmaya başladığını gösteriyor. Bu
konuda Türk araştırmacıların yaptığı yayınlar var. Şükrü Elekdağ gibi insanlar, gerçek için mücadele veriyor ve
ben ve bu yalanlara karşı çıkanlar, artık kendimizi yalnız hissetmiyoruz.
Geçmişte, benim gibi araştırmacılar, Türkler ve Ermeni tarihçilerin bir araya gelmesini ve bu konuyu
çalışan diğer tarihçilerle birlikte Türk ve Ermenilerin tarihini birlikte çalışmaları gerektiğini söylemişti. Başbakan
Erdoğan ile Deniz Baykal, bütün arşivlerin açılmasını ve ortak bir komisyon kurulması gerektiğini söylüyorlar.
Bu, gerçekten de tam olarak yapılması gereken şey. En önemlisi de, bu konuyu tarihçilere bırakalım dediler ve
bize gösterdiler ki, Türkler, gerçekten asla korkmuyor.
Ümit ediyoruz ki, burada bilimsel yaklaşım politikayı yenilgiye uğratacaktır ve Ermeni milliyetçiler de
bu tartışmaya katılacaktır; ama, bunun olacağı konusunda pek iyimser değilim. Mustata Üniversitesinde iki
konuşma yaptım ben; Ermeni Soykırım Araştırmacıları adı altında bir merkez var, beni onlar davet etti. Dr.
Taner Akçam burada ders veriyor. Dr. Akçam konuşmalarıma davet edildi; ama, gelmedi; aslında hiç Ermeni
gelmedi ve benim konuşmamı duyuran bütün ilanlar yırtılmış kampusta. Bu yüzden, kimse benim burada
konuşma yaptığımı öğrenemedi. Bu, bilimsel bir yaklaşım değil, siyasî bir yaklaşım. Ermeni milliyetçileri, siyasî
mücadelelerini ancak bilimsel veriler öğrenilemezse kazanacaklarını biliyorlar. Bu yüzden, Ermeni milliyetçileri
ancak soykırım işlendiğini kabul eden Türklerle görüşüyorlar. Bunlar, Amerika ve Avrupa basınında, Türk
araştırmacıları olarak tanıtılan kişiler ve okurlar zannediyorlar ki -ki, bu özellikle oluşturulan bir izlenim- Türk
www.ahmetsaltik.net 8
araştırmacıları da soykırım olduğuna inanıyorlar. Okurlar, ancak Türk Hükümetinin bu soykırımı reddettiği
inancındalar. Bunun doğru olmadığını biliyoruz. Her yıl birçok kitap ve makale basılıyor Türkiye’de; burada
sadece Ermeni soykırımı çürütülmekle kalmıyor, aynı zamanda, Türklerin de Ermeniler tarafından zulme
uğradığı belgeleniyor. Birçok konferans düzenleniyor, Ermeniler tarafından öldürülen masum Türklere ait toplu
mezarlar bulunuyor, müzeler ve anıtlar açılıyor bu alanda ve birçok tarihçi, Osmanlı arşivlerinde bu konuda bilgi
topluyor ve soykırım fikrini kabul etmiyor. Çok iyi biliyorlar ki, savaş döneminde birçok Ermeni Türkler
tarafından öldürülmüştür ve birçok Türk de Ermeniler tarafından öldürülmüştür. Bu bir savaştı, soykırım
değildi; araştırmacılar da bunu biliyor.
Peki, Amerika’da ve Avrupa’da bu kadar çok ülke, neden küçük bir grup Türk’ün Ermeni
milliyetçilerine inandıklarını kabul etmesine ve Türkiye’deki araştırmacıları bunların temsil etmesine izin
veriyor. Neden; çünkü, önyargılılar. Türklere karşı önyargı çok uzun zamandır devam eden bir algı ve insanlar
mutlaka Türkler suçludur izlenimine sahipler. Ancak, diğer sebep de var; Avrupa ve Amerika’da korkuluyor.
Gerçek, bu konuda Türk akademisyenlerin araştırma yaptığını çok iyi biliyorlar. Ermeni sorunuyla ilgili
Türkiye’de mükemmel çalışmalar yapılıyor. Çok iyi bildiğiniz gibi, uzun süre, aslında, Türk ve Ermeni tarihi
araştırılmadı Türkiye’de. Bu ise artık değişiyor. Türkiye’nin Ermeni sorunuyla ilgili yaptığı çalışmalar gerçekten
çok etkileyici. Tarih Kurumu bu açıdan liderliği üstlendi; gerçekten de öyle olması lazım.
Ben, Türklerin, Türk tarihiyle ilgili çalışan tek araştırmacı olması gerektiğini düşünmüyorum; ama,
tabiî ki, Türkiye’nin esas tarihini yazan Türkler olmalı. Burası sizin ülkeniz, sizin tarihiniz. Burada sorun,
Türkiye’de oluşan, son derece iyi tarih yazımını ve Türk belgelerini politikacılara, diğer ülkenin kamuoyuna,
araştırmacılarına aktarabilmek. Sorun, tabiî, Türk tarihçileri doğal olarak Türkçe yazıyorlar, Avrupalılar ve
Amerikalılar da Türkçe bilmiyor. Peki, Türkiye’nin tarihini yazan kişiler Türkçe bilmeli mi; tabiî ki bilmeli. Türk
tarihiyle ilgili olan kitapları, Türkçe olan kitapları kullanmalılar mı; tabiî ki kullanmalılar. Konuyu her yönüyle
çalışmalılar mı; Türk tarafını da mı göz önünde bulundurmalılar; tabiî ki; çünkü, bir akademisyenin görevi
budur. Bunu yapıyorlar mı; hayır. Özellikle de Ermeni soykırımı konusunu işleyen kitapların çoğu, Türkiye’de
bugün yapılan araştırmalara herhangi bir referansta bulunmuyor. Bunun yanlış olduğunu söylemek herhalde
bir amaca da hizmet etmiyor. Artık, araştırmacılara Türkçe öğrenin de demiyorum; çünkü, öğrenemiyorlar ya
da öğrenmiyorlar. Doğrusu, Amerika’da Türkçe’nin öğretildiği pek az üniversite var. Burada bence Türkçe
kitapların, özellikle İngilizce’ye tercüme edilmesi ve bütün dünyada okunması gerekiyor. Bunun için önemli bir
başlangıç yapıldı. Bugün çok değerli kitaplar İngilizce’ye tercüme edilmekte. Bunlar arasında, Esat Uras’ın çok
başarılı olan, biraz eski kalmış olsa da, tarihî çalışması var. Ermeni sorunuyla ilgili Türk Parlamentosunun, Millet
Meclisinin yaptığı çalışma, Dışişleri Bakanlığının, Kâmuran Gürün’ün Ermeni Dosyası başlıklı yayını, Orel ve
Yuca’nın Talat Paşa Telgrafları ve buna benzer yayınlar var. Osmanlı belgeleri, Ermeni sorunuyla ilgili olarak
gözden geçiriliyor, tercüme edilip yayınlanıyor. Genel Kurmay Başkanlığı yapıyor bunu, Osmanlı arşivleri, Tarih
Kurumu, Dışişleri Bakanlığı bu tarz çalışmaları yayınlamakta. Burada çok çalışma var; fakat, bunlar yetersiz.
Mesela, Kâzım Karabekir ve Ahmet Refiğ’in hatıraları bile henüz çevrilmemiş durumda. Bütün bu kitaplar,
mümkün olduğu kadar büyük bir okur kitlesine ulaşmalı ve hepsi çevrilmeli. Bu çeviriler arasında, mutlaka,
Ermeni sorunu ötesinde bazı konular üzerinde bulunan yayınlar da bulunmalı. Mesela, Osmanlı
İmparatorluğunda, Birinci Dünya Savaşının askerî tarihini anlatan detaylı bir yayın yok Avrupa dillerinde.
Genellikle yanlış olan şeyler var. Sadece Ermeni konusunda değil; Birinci Dünya Savaşıyla ilgili, mesela,
İngilizce’de bulunan genel tarihler, generallerin isimlerini yanlış veriyor, birlikleri yanlış yerlere konuşlandırıyor,
hatta, Osmanlı stratejisini hiç anlamıyorlar. Genellikle, Türk askerlerinin gücü ve dayanıklılığı gibi çok önemli bir
faktörü de dile getirmiyorlar. Ermeni sorunu açısından bu neden önemli; çünkü, Ermeni ayaklanmasının
oluşturduğu tehlike ve Ermeni tehcirinin sebebi, siyasî durum tam olarak anlaşılırsa ancak anlaşılabilir. Osmanlı
kaynakları, Ermeni ayaklanmasının Rusya’nın askerî planlarının önemli bir parçası olduğunu ortaya koyuyor.
Osmanlı kaynakları, Ermeni ayaklanmasının, Rusya’nın zaferi arkasında yatan önemli bir sebep olduğunu ortaya
koyuyor. Osmanlı kaynakları, Ermeni ayaklanmacılarının aslında Rus ordusunda asker olduğunu ortaya koyuyor.
Bu alanda, bir dizi askerî tarih var yazılmış olan. Türk Kurtuluş Savaşıyla ilgili de birçok tarih var.
Bunlar, genellikle, Genel Kurmay Başkanlığının yaptığı yayınlar. Cilt cilt, büyük detaylarla dolu, haritalarla dolu,
Osmanlı Ordusunun eylemlerini ve planlarını anlatan kitaplar bunlar. Bu kitaplar, genellikle, Osmanlı
askerlerinin kendilerinin söylediklerine dayalı, düşmanların anlattıklarına dayalı değil ve bütün bunlar, Birinci
Dünya Savaşını yazacak olan bütün tarihçiler tarafından okunmalı; ancak, bunlar Türkçe ve Amerika’da,
Avrupa’da kullanılacaksa, İngilizce yayınlanmaları gerekiyor. Aynı zamanda, Türkiye ile ilgili doğru bilgiler
içeren, dürüst bazı kitaplar da olmalı, Avrupa ve Amerika’da kullanılmalı bu kitaplar. Ancak gerçeği anlatarak
www.ahmetsaltik.net 9
Türklere karşı önyargıları yenebilirsiniz. Bunun için bir başlangıç yapıldı; İstanbul Ticaret Odası, Amerika’da
öğretmenlerin kullanabileceği, Türkiye ile ilgili detaylı bir kitap yayınladılar; ama, daha fazla kitaba ihtiyaç var.
Son olarak da, günümüz politikasından bahsetmek istiyorum. Bazıları, politika bana düşmez diye
düşünebilir. Ben Türk değilim; bu, tabiî ki Türkiye’nin sorunu; ama, siyaset bilimcisi de değilim, politikacı da
değilim; ben, bir tarihçiyim. Bu konuyu ele almamın sebebi de, aslında, tarihî bir sorun olması. Bir tarihçi
olarak, bir grup ya da herhangi bir ülke kendi tarihi hakkında yalan söylemeye zorlandığında çok kızıyorum.
Burada bahsettiğim siyasî sorun, Avrupa’nın Türkiye’ye yaptığı çağrılarla ilgili. Avrupa’ya göre, Türkiye, AB’ye
girmeden önce, Ermeni soykırımını itiraf etmeli. Ben, buna çok kızıyorum. Türk tarihi hakkında yalan söylemeyi
kabul ederek, Türkiye Avrupa’ya girecekmiş. Ben çok iyi biliyorum, sizler de biliyorsunuz ki, böylesi bir itiraf her
şeyi çok daha kötü hale getirecektir. Bugün, Ermeni milliyetçileri, Avrupa Parlamentolarında, Amerika
Kongresinde sadece biz Türkiye’nin soykırımı kabul etmesini istiyoruz, ondan sonra hiçbir talebimiz yok
diyorlar. Amerika’da bir görevliyle konuşmuştum bir keresinde; bana dedi ki, Türkler, evet yaptık, kusura
bakmayın desinler, ondan sonra her şey unutulsun. Acaba, Türkler gerçekten soykırım yaptı mı sizce diye
sordum; vallahi bilmem dedi, benim için fark etmez dedi. Ben de dedim ki, Türkler hiçbir zaman babaları,
büyükbabaları hakkında yalan söylemezler... “Çok safsın” dedi bana. Esas saf olan oydu; çünkü, Ermeni
milliyetçilerinin bir özürle yetineceğini zannediyordu.
Ermeni milliyetçilerinin planları, yüz yıldır değişmedi. Doğu Anadolu’da ve Güney Kafkaslarda bir
Ermenistan kurmak istiyorlar, buralarda yaşayan halkın isteğinin hilafına. Ermeni milliyetçileri, planlarını gayet
net bir şekilde ortaya koydular; öncelikle, Türkiye Cumhuriyeti bir Ermeni soykırımı olduğunu itiraf edecek ve
özür dileyecek. İkinci olarak, Türkler tazminat ödeyecekler. Üçüncü olarak, bir Ermeni devleti kurulacak.
Milliyetçiler, bu devletin sınırları hakkında da çok net bir fikre sahip. Burada gördüğünüz harita, Taşnak
Partisinin ve Ermeni cumhuriyetinin programını temel alıyor kendisine ve gösteriyor ki, Ermeni milliyetçilerinin
hak iddia ettiği önemli topraklar var ve burada, Türkiye’de üzerinde hak iddia edilen bölgeler ve dünyadaki
Ermenilerin toplam sayısı da gösterilmiş. Ermeniler istedikleri şeyi alabilirlerse ve dünyadaki her Ermeni kökenli
kişi Doğu Anadolu’ya gelecek olsa bile, sayıları, şu an orada yaşayan Türk vatandaşlarının yarısı kadar olacaktır.
Tabii, California’da yaşayan, Massachusets’te, Fransa’da yaşayan Ermeniler, hiçbir zaman, büyük sayıda Doğu
Anadolu’ya gelmeyeceklerdir. Yeni Ermenistan’ın nüfusu, belki en iyi ihtimalle dörtte 1 Ermeni olacaktır. Peki,
böyle bir devlet uzun süre ayakta kalabilir mi? Evet, kalabilir; kalabilir; ama, bunun için, Türklerin sınır dışı
edilmesi gerekiyor. Ermeni milliyetçilerinin 1915’teki politikası da buydu, yarın da politikaları aynı olacak.
Ermenilerin iddialarını çok iyi bir şekilde anlamamız lazım. Bu iddialar, tarihe dayanmıyor; çünkü, Ermeniler 900
yılı aşkın bir süredir Doğu Anadolu’yu yönetmiş değil. İddiaları kültüre de dayanmıyor; çünkü, ayaklanmacılar
ve Ruslar, bütün bu barışı bozana kadar, Ermeniler ile Türkler aynı kültürü paylaşmaktaydı. Ermeniler, Osmanlı
sistemine gayet iyi entegre olmuştu, Ermenilerin çoğu Türkçe biliyordu, Türklerle aynı yemekleri yiyor, aynı
müziği dinliyor, aynı tür evlerde yaşıyorlardı. Ermenilerin iddiaları, demokrasi inancına dayanmıyor. Ermeniler,
yüzyıllardır Doğu Anadolu’da çoğunluk değil ve şu anda da burada küçük bir azınlık olabilirler ancak. Bu
iddialar, milliyetçi ideolojiye dayalı ve bu ideoloji değişmeden kalmış durumda. Bu ideoloji 1895’te aynıydı,
1915’te aynıydı, 2005’te de aynı, Tarih ne olursa olsun, burada yaşayan halkların hakları ne olursa olsun. Tarih
bize gösteriyor ki, Ermeni milliyetçileri, Türkler gerçeği bir tarafa bırakıp Ermeni soykırımı olduğunu söylese bile
sona ermeyecektir. Erzurum ve Van’ı istemeye devam edecekler, Türkler özür dilese bile, işlemediği bir suç için
özür dilese bile, bu ortadan kalkmayacak. Hayır, çabaları artacak, diyecek ki, a, bak, Türkler itiraf etti,
yapmışlar; demek ki, bu suçun bedelini ödemek zorundalar. Türklerin soykırımı itiraf etmesi gerektiğini
düşünen kişiler, Türklerin tazminat ödemesi gerektiğini de söyleyecek ve sonra, Türklerin, Erzurum’u, Van’ı,
Elazığ’ı, Sivas’ı, Bitlis’i ve Trabzon’u Ermenistan’a vermesi gerektiğini de düşünecektir. Ben, Türklerin bu baskıya
pabuç bırakmayacağını biliyorum. Türkler boyun eğmeyecektir; çünkü, boyun eğerlerse yanlış bir şey
yapacaklarını çok iyi biliyorlar. Sizden bir giriş ücreti olarak yalan söylemenizi talep eden bir kuruluşa üye olmak
doğru olur mu?! Dürüst bir kişi, eğer sen yalan söyleyip babanın katil olduğunu itiraf edersen bize katılabilirsin
diyen bir kuruluşa üye olur mu?! Ben, Avrupa Birliğinin Ermeni milliyetçilerin taleplerini reddedeceğini ümit
ediyorum ve buna güveniyorum. Ermeni milliyetçilerinin Avrupa’nın iyiliğini düşünmediğini anlayacaklarına
eminim; fakat, Avrupa Birliğinin talebi ne olursa olsun, ben, Türklerin onuruna inanıyorum. (Alkışlar) Türklerle
ilgili bilgilerin, bana hiçbir zaman Ermeni soykırımı olduğu gibi yanlış bir şeyi itiraf etmeyeceklerini gösteriyor.
Ben, Türklerin dürüstlüğüne inanıyorum. Ben Türklerin, işlemedikleri bir suçu itiraf etme baskılarına karşı
çıkacaklarını biliyorum. Bu dürüstlüğün bedeli ne olursa olsun, ben Türklerin dürüst olduğuna inanıyorum.
www.ahmetsaltik.net 10
Türklerin kendi tarihleri hakkında yalan söylemeyeceklerini biliyorum. Ben, Türklerin, atalarının katil olduğunu
hiçbir zaman söylemeyeceklerini biliyorum. Ben, Türklere inanıyorum.
Teşekkür ederim. (Alkışlar)
BAŞKAN – Değerli konuklar, çok adette soru aldık...
PROF. DR. JUSTINE MCCARTHY - Evet, ciddî bir çalışma, doğru; çünkü, bazı insanlar tarafından ciddiye
alınmış; ama, aynı zamanda bir dizi yalan bu. Doktor Akçam diyor ki, biz bu kitaba inanmalıyız; çünkü,
misyonerler tarafından yazılmıştır, misyonerler de yalan söylemez. Onlar hangi misyonerleri tanıdı, bilmiyorum;
ama, benim tanıdıklarım sık sık yalan söyler. (Alkışlar) Tabiî, misyonerler arasında çok iyi insanlar da var; ama,
19 uncu, 20 nci Yüzyılda bu insanlar doğruyu söylememişlerdir; ama, bunun da ötesinde şimdi önümüzde bir
kitap var, bu kitap bunları toplayan Lord Breice’ın bir delili olarak sunulmaktadır ve bu yalandır. Bağımsız
tanıkların sunumu olarak bildirilmektedir, yalandır. Bu kitapta yer alan belgelerin dörtte 1’inin kimin tarafından
yazıldığı bilinmemektedir. Arnold Tonybee gerçekten bilgileri toplamış olan kişi bile bilmiyordu. Bazı insanlara
gitti, yazdı ve dedi ki, bu mektupları kim yazdı? Türklerin bu kadar dehşet verici insanlar olduğu hakkındaki bu
mektupları kim yazdı? Kimse bunun cevabını bilemiyor; ama, yine de bunlar kitaba dahil edildi. Belgelerin 7’si
Taşnak Partisinden, yani, bu tarafsız bir kaynak olamaz. Tonybee, bunların Taşnak Partisinden alındığını
gördüğünde dedi ki “bir dakika, iyi de, bunları kim yazdı?” Taşnaklar dediler ki: “Bilmiyoruz.” Ama, yine de aldı,
bu belgeleri kitaba dahil etti. Kitapta deniliyor ki, ilgililerin isimlerini vermiyoruz; çünkü, bu insanların
korunması gerekiyor Türklere karşı. Dolayısıyla, bu insanlara A, B, C, D, E gibi kod numaraları vermişler. Belki
korunuyorlar; ama, sadece bu gibi kod numaralarıyla isim verdiğiniz insanlar hakkında yalan söylemek de çok
kolay. Mesela, bir Yunanlı Profesör olan Prof. Xenides Merzifon Amerikan Misyoner Kolejinde Ermenilere ders
veriyormuş; o da, Mavi Kitapta üç farklı ad altında yer alıyor, aynı kişi. Bir seferinde Amerikan Üniversitesindeki
bir profesör deniliyor. Evet, kısmen doğru bu; ama, bu sanki Amerika’daki bir üniversiteymiş izlenimini
uyandırabilir okuyanda. İkinci bölümde de Ermeni olmayan bir seyyah olarak bahsediliyor bu kişiden. Evet, tabiî
ki, Ermeni değildi, Yunanlıydı adam; yani, üç kez farklı kimlikler altında, adlar altında bu insandan bahsediliyor.
Bir de benim en sevdiğim, bir misyoner karısına mülteci deniliyor. Halbuki, başka yerlerde bu misyonerlerden
seyyah, profesör olarak bahsediliyor. Şimdi, bakın, bunlar aslında çok büyük yalanlar değil, aptal yalanlar bence
ve biliyoruz, kitap bir kez elimize geçtikten, bir kez kitabı okuduktan sonra bu kitabın baştan sona yalanla dolu
olduğunu anlamak zor değil. Tek kitap da bu değil. Almanlara karşı da benzer propaganda kitapları hazırlandı ve
savaş sonrasında “her şey bu kadar da saçma olamaz” dedi ve inanmadılar; ama, Türkler için hiç kimse bu
kadar hoşgörülü olmadı; çünkü, Türklere karşı önyargı çok fazla. Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiliz
propagandası sonucunda pek çok böyle kitap yayımlandı. Ermeni tarihi bibliyografyasına baktığınızda bu
kitapların hâlâ mevcut olduğunu görürsünüz ve Ermeni tarihi için iyi kaynak kitap olarak görülür bunlar. Benim
en beğendiğim, Faiz Al Hüseyin adlı bir kişinin yazdığı. Deniliyor ki, bu kişi, Harran bölgesinden tanınmış bir
kişiymiş, bir bedevîymiş, Osmanlı hükümetinde hizmet etmiş. Ondan sonra hapse gönderilmiş Diyarbakır’a;
hapisten kaçmış, Hindistan’a gitmiş. Diyarbakır’dan Hindistan’a Birinci Dünya Savaşında nasıl gittiğini çok
merak ediyorum doğrusu; ama işte bunlar yazılıyor; yani, bu adamın kitabını okuduğunuzda hep gizli
konuşmalardan söz ediliyor. Talat Paşa ile Enver Paşa arasında geçmiş bu gizli konuşmalar ve bu kişi
Diyarbakır’da hapisteyken bu konuşmaları duymuş nasıl olmuşsa. Yani, herkes, belli yerlerde çalışmış gibi
gösteriliyor; ama aslında Faiz Al Hüseyin gibi bir adam hiç yaşamamış, olmamış böyle bir insan, böyle bir kişi
yok. Bunu görüyorsunuz; ama yine de propaganda yapılıyor. İngiliz propagandasının bir ürünü. Mavi Kitap’ta
aynen böyle. Sadece bir ideolog; sadece benim birkaç dakika evvel tanımladığım kişi böylesi bir kaynağı
kullanabilir.
BAŞKAN – Efendim, ikinci soru, Alman Hıristiyan Demokrat Partisi Bundestag’a bir önerge verdi.
Türkler tarafından Birinci Dünya Savaşında yapılan Ermeni katliamlarının Bundestag tarafından da
değerlendirilmesi isteniyor. Önerge üzerine, iddialar olarak da değerlendiriliyor. ... Almanlar bu ... kaynağı
çok değiştiriyor.
PROF. DR. JUSTINE McCARTHY - Tabiî tüm bu kitaplarda gerçek olan bazı şeyler var, az da olsa var.
Türkler tarafından kabul edilmesi gereken ve zaten kabul edilen şey de, evet Türkler tarafından Ermeniler
öldürüldü. Savaştaydık; her iki taraf da birbirini öldürdü ve Peder Lepsius sadece Ermenilere karşı bir katliam
olduğunu söylüyor. Lepsius’un kendisi de bir dini kurmadı öyle bu misyoner gruplar gibi, tek bir grupla
ilgileniyordu; ama, kendisi katliamla ilgili hiçbir şey görmedi; çünkü, İstanbul’a geldi, İstanbul’da Van’da olan
biteni yazdı. Bu, pek makul bir şey değildi belki; ama, böyle yaptı. Bütün bu insanların yaptığı gibi, o da ne yaptı;
misyonerlerin raporlarını topladı. Üç tane rapor vardı. Bir tanesi Bultema adlı bir kişi, Amerika’daki misyoner
www.ahmetsaltik.net 11
kurumunun başı; Fabio adlı, İsviçre’deki bir kişi ve Almanya’daki Lepsius. Misyoner raporları güvenilmez
raporlardır. Ben, bu konuda bir kitap yazdım, bitirmek üzereyim. Aslında bütün bunları açıklamak için koca bir
kitap yazmamız gerekiyor. Neden güvenilmez bu misyoner raporları; çünkü, hiç Müslümanlarla görüşülmemiş,
hiç Müslümanlarla konuşulmamış, Müslümanlar hakkında hiçbir şey yazılmıyor. Lepsius, Bultema, Fabio’yu
okuduğunuzda kaynaklarından bahsediyorlar; kaynakları dediğiniz insanlar da misyonerler tek bir gösterge. O
zaman misyonerlerin döneminde, bildiğiniz gibi -Van kentine gitmiş olanlarınız bilirler- kent dışına biraz
çıktığınızda Zeve’deki o anıtı görürsünüz. Ben, tek hayatta kalan kişiyle konuştum Zeve katliamını gören ve
bugün tek hayatta kalan kişi. Biz de bugün biliyoruz ki, Van’da yaşayan Müslümanlar ve civar köylerde yaşayan
Müslümanların katledildiğini biliyoruz. Kanlı katliamlardı bunları ve bunları yapanlar da Ermenilerdi. Bu,
ispatlanmış tarihtir. Kimse bunu sorgulayamaz. Bir de, bu konuyla ilgili Amerikan misyonerlerinin yazdığı iki
kitap var. Birisi Busher, biri de Nacht adlı bir kadın tarafından yazılıyor. Bu kitapların her ikisinde de
Müslümanlara karşı katliamdan söz dahi edilmiyor. Halbuki, o insanların ikisi de o bölgeye gittiler.
Müslümanların gırtlağının kesildiğini nasıl öğrenmemiş olabilirler. Tabiî ki, öğrendiler; ama, bir şey
söylemiyorlar. Çünkü neden; tek önem verdikleri grup Hıristiyanlar; Müslümanlarla hiç ilgilenmiyorlar. Hep mi
Hıristiyanlardan bahsediliyor. Lepsius, Bultema, Fabio bütün raporları işte böyle, böyle insanlardan alınmış
raporlar. Bu raporlarda ölü Ermenilerden bahsediliyor. Bazen doğru bu; ama, “ölü Ermeni” dediğinizde hep
bunun bir soykırım gibi gösterilmeye çalışıldığını görüyoruz; ama, aslında, bu insanlar ırkçıydı, dinî önyargıları
vardı ve tarihî açıdan hiç güvenilmez kaynakçalardır.
Bir de devam etmeden önce şu üç arkadaşımı tanıtmak isterim size. Diğerlerini tanıyorsunuz; ama, bu
üç kişi Doç. Dr. Esat Aslan, Doç. Dr. Gök Turan ve Prof. Dr. Cemalettin Taşkıran. Kendileri, ben rica ettim; çünkü,
onlar bizim oluşturduğumuz bir ekibin üyeleri. İngilizce tarih yazan bir ekip; Van İsyanının tarihine ilişkin bir
kitabı bitiriyoruz. Yani, çok yetkin Türkler ekibimde var. Bunu da belirtmek istedim. (Alkışlar)
BAŞKAN – Görevi geleceği belirlemek olan bazı parlamentoların geçmişi ve tarihi dönemlerdeki
çalışmalarını nasıl yorumluyorsunuz? Türklerin ... imajı üzerinde çalışmalarınız olduğunu biliyorum. Bu
konudaki kazanılan imajın nasıl silineceğine inanıyorsunuz? Ermeni tezlerini savunan tarihçilere ne gibi
kolaylıklar sağlanıyor Amerika’da, dünya Batı ülkelerinde?
PROF. DR. JUSTINE McCARTHY - Tabiî, bu çok kapsamlı bir soru. Ermeni soykırımı hikâyeleri, o sözde
soykırım ve Türkler, bunlar birbirini besleyen hikâyeler; çünkü, Türklere karşı bir önyargı var. Bu, ta Ortaçağlara
kadar giden bir önyargı. Müslümanlar ve Hıristiyanların mücadelesinden çok öncelerine dayanan bir önyargı
bu. Ne yazık ki bu önyargının devam etmesine izin verildi. Bunun bir nedeni de Türklerin uzun yıllar buna karşı
hiçbir şey yapmamış olmaları; sustular, oturdular, hiçbir şey yapmadılar ve dolayısıyla bütün saha Ermenilere
kaldı. Ermeniler istedikleri her şeyi söyleyebiliyorlardı. Onun için, şimdi, sizin bir eylem başlatmanız çok
yerinde. Biraz geciktiniz; ama, yine de çok doğru ve çok mutluyum bu girişimin başlamasına. Amerika’da Birinci
Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında bir kampanya başlatıldı; bu da Türklerle ilgili yalan söyleme propaganda
kampanyası. Buna da misyonerler grubu başladı. “Yakın Doğu Kurtarıcıları” adlı bir gruptu bu. Türklere karşı
kiliselerde vaazlar verdiler, Türklere karşı hükümet binalarına posterler astılar, sinemalarda Türklere karşı
konuşmalar düzenlediler, kapıdan kapıya kampanyalar düzenlediler, güzel kızlar, o feci Türkler tarafından
öldürülen Ermeniler için kapı kapı dolaşarak para topladılar. Bu, Amerikan tarihinde “Ermeniler için para
toplama kampanyası” olarak geçti. Evet, olabilir, insan herkes için para toplayabilir; ama, bunu yaparken tabiî
ki düşmanı gerçekten kötü göstermek işi kolaylaştırıyor. Ne kadar kötülerseniz düşmanı, o kadar çok fazla para
toplarsınız. İşte, bu durumda da bu yapıldı. Bu kampanya devam etti, gelişti, Amerikan tarihinin en güçlü
kampanyası oldu. O dönemde savaş bitmişti; tabiî, Almanlara karşı da belli kampanyalar yapıldı. O kadar
kapsamlı olmasa bile savaş sırasında insanlar Almanları pek sevmiyordu; ama, savaş bittikten sonra herkes her
tarafta Almanların yaşadığını gördü; bunlara benim annem de dahil. Bu insanlar, insan; namuslu insanlar. Savaş
bittikten sonra Almanlara karşı Birinci Dünya Savaşında da propaganda yazıları yazılmıştı; ama, bunlar doğru
değildi. Bunlar yavaş yavaş anlaşılmaya başlandı; Almanlar o kadar kötü de değilmiş denildi. Birinci Dünya
Savaşından kalma bilgiler bunlar, İkinci Dünya Savaşı değil. Şimdi, yavaş yavaş insanlar Almanların çok da kötü
olmadığını gördüler.
Peki, Türkleri kim savundu; hiç kimse. Amerikan Kongresinde soykırım kararlarının yeni bir şey
olduğunu sananlar var. Amerikan Kongresi, Ermeni soykırımı oldu demek üzere karar tasarısı kabul etmeyi
reddetmiştir. Tabiî, bunları biliyorsunuz, Türk gazetelerinde yayınlanan haberler bunlar. Soykırımı kabul
edenler kararlar savaş öncesi karaları. Amerika’da hiçbir şey bilmeyenler, benim gibi insanlar, Ermenileri
Türkler öldürdü diye inanmıştım; soykırımın ne olduğunu bile bilmiyordum. Evet, Türkler kötü insanlar,
www.ahmetsaltik.net 12
Ermeniler iyi insanlar diye bize öğretilmişti. Bunu biliyorduk. Bu önyargı o kadar uygun devam etti ve o kadar
güçlü devam etti ki, bunu sorgulamaya insanlar ancak çok yakın bir zamanda başladılar. Bazen kendimizi çok
kötü hissediyorum; çünkü, gerçeğe karşı olan o kadar çok insan var ki, bu soykırımı savunan o kadar çok insan
var ki, ama bugün durum birazcık daha iyileşti. Eskiden herkes bunu kabul ediyordu. Bugün en azından insanlar
“canım, belki de tam öyle olmamıştır” diyebiliyorlar. Bunu diyebildikleri sürece, belki olmamıştır diyebildikleri
sürece başka kitapları da okurlar, bazı şeyleri sorgulamaya başlarlar. Bu olduğu takdirde değişim şansı vardır.
Evet, bütün soruyu cevapladım mı bilmiyorum; ama söyleyebileceğim bu.
Evet, buyurun efendim.
BAŞKAN – Efendim, Türkiye ne yapmalı konusunda çok sorumuz var. Bu olayın enosis kurmalarını
ispatlayan elimizde bir sürü dergiler olmasına rağmen, biz haklılığımızı dünya kamuoyuna anlatamıyoruz?
Türkiye ne yapmalı? Dünya haritasında Türkiye’nin yeri, .... uyguladığı öğreniliyor? ... Bu konuda ne önerirsiniz?
PROF. DR. JUSTINE McCARTHY - Size daha önce de söylemiştim; politikacılar tarih yazmaya
çalışmamalı. Bence, tarihçi de politika yapmaya çalışmamalı. Size ne yapmanız gerektiğinde bir öneride
bulunacak olursam, sizler siyaset konusunda uzman olan kişilersiniz, ben değilim. O yüzden, burada
söyleyebileceğim şey, belki birkaç öneride bulunmak. Bir tanesini zaten söyledim; yayınları diğer dillere çevirin
dedim.
İkincisi de, sizler mümkün olduğu kadar Türkiye’yle ilgili malzemeleri halka yayınlayın, öğretin.
Kitapların çevrilmesini söyledim; sonra okullarda ders veren öğretmenlere yönelik kitaplar; çünkü, öğretmen
öğrenci ilişkileri çok önemli, Amerika’da özellikle, Avrupa’da da. Burada İstanbul Ticaret Odasının nazik
desteğiyle bir kitap yayımlandı; çok güzel, Türkiye’yle ilgili, öğretmenlere yönelik bir kitap, 5 000 kopya basıldı,
dağıtıldı. Daha öncekine göre belki çok daha fazla yayıldı; ama, Amerika’da 165 000 adet okul var; biz,
bunlardan 5 000 tanesine dağıtabildik bunu. Yani, bu tarz şeyleri biraz daha yaygın şekilde yapmak gerekiyor.
Yine, çeviri açısından çok önemli. Bakın, kendi araştırmacılarınıza destek verin; mümkün olduğu kadar
destekleyin.
Ama bakın, şimdi bir de eleştiri yapmak istiyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi, burada bulunan
sizler, Ermeni sorunuyla ilgili en iyi kitaplardan birini yayımladınız. Ben katkıda bulunmuştum, Prof. Shaw,
başkaları da katkıda bulunmuştu ve son derece güncel malzemeler içeriyor; yeni, daha önceki bilinmedik
bilgiler de var, çok yararlı bir kitap, değerli bir kitap; ama, Amerika ya da Avrupa’da hiç kimse bu kitabın
olduğunu bilmiyor, kimse haberdar değil kitaptan. Olmamasının sebebi de burada aşağıda bodrumda bir yerde
duruyor galiba bu kitap. Bunları çıkarın bodrumdan; buraya getirin, gönderin gerekli yerlere. Şimdi, bir
politikanız olduğunu biliyorum; kitap satmıyorsunuz, Meclis kitap bastığında bunları farklı yerlerde
dağıtıyorsunuz. Şimdi, ister dağıtın ister satın isterseniz havadan uçakla atın yere, benim için fark etmez,
önemli olan insanlar okusun bunları. Amerika’da herkesin Başbakanlık arşivinin yayımladığı kitapları bilmesi
gerektiğini düşünüyorum ben; müthiş belgeler var bunlarda. Ama, mutlaka tercüme etmeniz lazım İngilizce’ye.
Bunların yapılması gerekiyor.
Şimdi, bakın, size tavsiyede bulunuyorum; ama, diyorum ki çok da para harcayacaksınız bu işe. Tabiî
hiçbir şey ucuz değil; ama, eğer bu parayı harcamazsanız ileride ödeyeceğiniz bedelden çok daha düşük bir
maliyet en azından Türkiye imajı açısından. Bakın, Türkiye’de yapılan iyi çalışmaları alın, çevirin, yayınlayın.
(Alkışlar)
BAŞKAN - 1914-1917 yılları arasında Osmanlı Devleti hastanelerinden alınan kayıtlara göre, salgın
hastalıktan hayatını kaybeden asker sayısı 473 bin deniliyor. Savaş ve yokluk koşullarının salgın hastalık riskini
artırdığı bir gerçek. Sizce tehcir esnasında Ermenilerin salgın hastalık nedeniyle hayatlarını kaybetmeleri
mümkün mü? Bu konuda yapılan bir çalışma var mıdır?
PROF. DR. JUSTINE Mc CARTHY - Tam olarak neden öldüğünü bilmek mümkün değil bu Ermenilerin.
Ölü sayısını biliyoruz, bunun üzerinde benim yaptığım bir çalışma var. Savaştan önceki nüfusla savaştan
sonraki nüfusa bakıyoruz, çıkarıyoruz. Biraz daha karışık, basite indirgedim; ama, esas yaptığımız şey bu.
Elimizdeki bütün kanıtlar, bahsettiğimiz bu kayıtlar, bir de başka bazı kanıtlar da var Ermenilerden,
Türklerden, Ruslardan aldığımız kanıtlar bunlar. Büyük bir ihtimalle salgın hastalıklar, kolera -tifo özelliklegibi
hastalıklar, bir de açlıktan ölümler çok. Mesela, Ermeniler, Ermenistan Cumhuriyetine gittiklerinde
önemli sayıda ölmeye başladılar, kitle ölümleri başladı; çünkü, açlık çok fazlaymış. Hatta yamyamlık başlamış,
insan eti yemeye başlamış insanlar. Ruslar, bunların evlerine dönmesine müsaade etmemişler. Ruslar çok
sorumlu aslında Ermenilere olan şeylerden. Kimse bahsetmiyor bunlardan. Ruslar, Ermenilere çok kötü
davranmışlar. Ruslar, Ermenilere büyük vaatlerde bulunmuşlar, özerk bir bölge kurmalarına yardım
www.ahmetsaltik.net 13
edeceklerini söylemişler; ama, ne olmuş; yiyecek bile vermemişler. Hayır, siz burada kalacaksınız, açlıktan
öleceksiniz, hastalıktan öleceksiniz demişler, öyle de olmuş.
Burada doğru olan bir şey var, evet, hastalıktan ölen insanların sayısı, açlıktan ölen insanların sayısı,
kurşun yarasından ölen insanların sayısından daha fazla; bu, bir gerçek; ama, diğer taraftan, burada
siyasetçiler çok sorumlu. İnsanlar açlıktan ya da hastalıktan da ölseler, bunun sorumluluğu politikacıların. O
yüzden, Osmanlı İmparatorluğuna böyle saldırılar geldiğinde, bunu savaş döneminde gerçekleşen ölüler
olarak değerlendirmemiz gerekiyor. Müslümanlar Van’da mesela büyük sayıda öldüler; çoğunun ölüm sebebi
açlık ve hastalık. Neden; çünkü, Ermeni ayaklanması ve Rus işgali olmuştur da ondan. İşte, Allah’tan gelen bir
şey değil bu. İnsan elinden çıkan ölümler bunlar ve insanlar aynen silahla gerçekleşen ölümler kadar mesuller
bu ölümlerden de.
BAŞKAN - Aramızda bulunan Sayın Prof. Hikmet Özdemir’in salgın hastalıklardan ölenler araştırması
yayınlandı. Sayın Profesör, 24 Nisan yaklaşırken, gerek Amerika’da ve gerekse Avrupa Birliğinde soykırım
iddiasını kabul etmeye hazırlanan ülkelere bir mesajınız var mı?
PROF. DR. JUSTINE Mc CARTHY - Burada esas vermek istediğim mesajı vermesem daha iyi olur;
çünkü, pek siyasete uygun olmaz; ama, ne söyleyebilirim; bence, bu insanların kısa dönem siyasî çıkarlar
üzerinden hareket etmeleri çok büyük bir hata. Türkiye gibi önemli bir ülkeyi, işte birkaç Ermeni için
reddetmek iyi bir şey değil; ama, şunu da söyleyeyim: Avrupa’da birçok siyasetçi Ermeni soykırımını kendi
çıkarları için kullanıyor; yani, Türkiye, Ermeni soykırımı sebebiyle AB üyesi olamaz demiyorlar da, diyorlar ki,
Türkiye, AB’ye üye olmasın, biz de Ermeni soykırımını bahane olarak kullanalım. Başka sebepleri var.
Burada söyleyebileceğim şey şu: Yine, bakın, ben siyasetçi değilim, ben demografım, nüfus
bilimcisiyim, tarihçiyim ve nüfus bilimcisi olarak da nüfusları araştırırım. Avrupa’ya bakarım, Türkiye’ye
bakarım. Biliyorum ki, çok yakında Avrupalılar kendi emeklilik maaşlarını ödeyemeyecek hale gelecekler ve
çok kısa bir süre sonra çalışan başına iki emekli olacak bu ülkelerde. O yüzden genç nüfusa ihtiyaç var.
Ülkelerine gelen işçiler, onlar çalışsınlar. Nereden gelecek bu işçiler; Türkiye’den. Avrupa’ya uygun
gelenekleri olan bir ülke, buralarda nasıl davranılacağını bilen bir ülke, Avrupa’ya katılmak isteyen bir ülke.
İşte, şöyle diyoruz biz buna: Bakın, burada, nüfusu yüksek olan bir ülke var, iyi çalışanlar; diğer tarafta nüfusa
ihtiyacı olan ülke var. Bu ikisini bir araya getirin. Bir denklem. Demografik açıdan çok anlamlı bir şey bu. Sonra
diyorum ki, niye bu bana bu kadar manalı görünüyor da onlara görünmüyor? Tabiî, birçok Avrupalı için bu
mantıklı; diğerlerine bakıyorum, peki, mesela niye Fransızlar bunu anlamıyor, Fransız Halkı bunu anlamıyor?
Bunun karşılığında alabileceğim cevap şu: Önyargı. Tamamen önyargı. Müslümanlara karşı önyargı, Türklere
karşı önyargı. Ne olursa olsun burada önyargıları aşmanın tek yolu bilgi.
Siz, mesela, görüyorsunuz, Türkiye’yi Amerika’da destekleyen kişiler, Amerikan Kongresinde Türkiye
taraftarı olan kişiler, akademisyenler vesaire her zaman Türkiye’ye gelmiş olan kişilerdir. Türkiye için en iyi
propaganda, insanların Türkiye’ye gelmesidir, halkı görmesidir. Mesela kadınlar hakkında önyargı. Türk
kadınları hakkında müthiş bir önyargı var Amerika’da, Avrupa’da, inanılmaz. İnsanların kafasındaki imaj, Türk
kadınları, Afganistan veya Yemen’deki kadınlar gibidir. Her yerde böyle. Her tarafı kapalı, evde oturan, asla
kocası ya da babası olmadan dışarı çıkmayan bir kadın. Sürekli ben öğrencilerime bunu anlatıyorum. Hep bu
önyargıları kırmak zorunda kalıyoruz. Türkiye’ye geldiklerinde 20 dakika geçmeden, bakıyorlar Türk kadınları
çok zeki kadınlar, çok güzel kadınlar hem de güçlü kadınlar. Bunu rahatlıkla görüyoruz ve imajların yanlış
olduğunu anlıyoruz. Bunu siz yapacaksınız, siz anlatacaksınız, bu imajı dünyaya siz yayacaksınız. Bunu nasıl
yapacağınızı ben anlatamam, ben halkla ilişkiler uzmanı değilim, sizsiniz uzman olan. Eğer hakikaten inançlı
bir şekilde yaparsanız, başarılı olursunuz. (Alkışlar)
BAŞKAN - Efendim, son soruyu Sayın Mc Carthy’ye tevcih ediyorum. Tehcirin haklı gerekçelerini
açıkladınız; ancak, niçin tehcirin sözde enosis ile sonuçlanmadığını açıklamadınız. Geçen yıl, hayatta kalan
Ermenilerle ilgili bir kitap yayımlandı. Bu kitabın verilerine göre bir yorum yapabilir misiniz?
PROF. DR. JUSTINE Mc CARTHY - Bahsettiğiniz kitap zaten bu bilgileri önünüze getiriyor, Prof.
Hallaçoğlu var, burada da bulanan arkadaşlarımız katkıda bulunuyorlar, çok güzel sonuçlara varıyorlar ve
kanıtlara dayalı olarak gösteriyor.
Tehcir edilen kişilerin yüzde 80’den fazlası hayatta kaldı. Prof. Hallaçoğlu burada zaten; o da
söyleyebilir doğru mu, değil mi. Bu, tabiî, soykırım değil yüzde 80 hayatta kalmışsa. Halkın yüzde 80’inin
hayatta kaldığı soykırım olmaz. Mesela, Yahudilerin yüzde kaçı hayatta kaldı, ona bir bakalım. Bu bilgiler
yayınlanmadan önce bile zaten soykırım olmadığını biliyorduk. Neden; çünkü, İstanbullu, İzmirli, Edirneli
Ermeniler tehcire tabi tutulmamıştır, hayatta kaldılar. Gerçek bir soykırıma bakalım. Mesela, Hitler
www.ahmetsaltik.net 14
Almanyasına bakalım. Hakikaten soykırım yaptı Yahudilere karşı değil mi? Peki, Berlin’de yaşayan Yahudilere
ne oldu; hayatta kaldılar mı savaşta; hayır kamplarda öldürüldüler, büyük şehirlerdeki Yahudiler ne oldu;
hayatta kaldılar mı; hayır, öldürüldü hepsi. Peki, İstanbul Ermenileri ne oldu; herkes gibi bunlar da savaşta
yaşadılar ve hâlâ da yaşıyorlar. Demek ki soykırım değil bu.
Ayrıca, bir şey söyleyeyim size. Osmanlılar çok zekiler, eğer Ermenileri öldürmek isteselerdi, yüzde
80 hayatta kalamazdı Ermeniler. Çok basit. (Alkışlar)
Bir de, bir şey daha söylemek istiyorum. Türkler 1071 yılında, işte Ermenistan denilen topraklara
girdiler ve Ermeni sorunu 1915’te başladı. Burada bulanan 1071’de yaşayan Ermenilerin soyu 1915’e kadar
devam etti. Türkler katliam yapan manyaklardır diyebilmek için, dokuz yüzyıl düşündüler öyle mi karar
verdiler?! Dokuz yüzyıl düşündüler; ha, tamam öldürelim Ermenileri mi dediler?! (Alkışlar)
Evet, son soruydu değil mi bu? Evet, son soru olduğuna göre, ben, hepinize çok teşekkür etmek
istiyorum beni buraya davet ettiğiniz için. Tabiî ki, Cumhuriyet Halk Partisine teşekkür ederim davet ettiği
için. İnşallah yakında görüşürüz. Teşekkür ederim.
*************************************
Prof. Dr. Sayın Mc Carthy
The History
OTTOMAN PROVINCES
Conflict between the Turks and the Armenians was not inevitable. The two peoples should have been friends.
When World War I began, the Armenians and Turks had been living together for 800 years. The Armenians of
Anatolia and Europe had been Ottoman subjects for nearly 400 years. There were problems during those
centuries-problems caused especially by those who attacked and ultimately destroyed the Ottoman Empire.
Everyone in the Empire suffered, but it was the Turks and other Muslims who suffered most. Judged by all
economic and social standards, the Armenians did well under Ottoman rule. By the late nineteenth century,
in every Ottoman province the Armenians were better educated and richer than the Muslims. Armenians
worked hard, it is true, but their comparative riches were largely due to European and American influence and
Ottoman tolerance. European merchants made Ottoman Christians their agents. European merchants gave
them their business. European consuls intervened in their behalf. The Armenians benefited from the education
given to them, and not to the Turks, by American missionaries.
While the lives of the Armenians as a group were improving, Muslims were living through some of the worst
suffering experienced in modern history: In the nineteenth and early twentieth centuries, Bosnians were
massacred by Serbs, Russians killed and exiled the Circassians, Abkhazians, and Laz, and Turks were killed and
expelled from their homelands by Russians, Bulgarians, Greeks, and Serbs. Yet, in the midst of all this Muslim
suffering, the political situation of the Ottoman Armenians constantly improved. First, equal rights for
Christians and Jews were guaranteed in law. Equal rights increasingly became a reality, as well. Christians took
high places in the government. They became ambassadors, treasury officials, even foreign ministers. In many
ways, in fact, the rights of Christians became greater than those of the Muslims, because powerful European
states intervened in their behalf. The Europeans demanded and received special treatment for Christians.
Muslims had no such advantages.
That was the environment in which Armenians revolted against the Ottoman Empire--hundreds of years of
peace, economic superiority, constantly improving political conditions. This would not seem to be a cause for
revolution. Yet the nineteenth century saw the beginning of an Armenian revolution that was to culminate in
disaster for both. What drove the Armenians and the Turks apart?
RUSSIAN EXPANSION
www.ahmetsaltik.net 15
The Russians
First and foremost, there were the Russians. Regions where Christians and Muslims had been living together in
relative peace were torn asunder when the Russians invaded the Caucasian Muslim lands. Most Armenians
were probably neutral, but a significant number took the side of the Russians. Armenians served as spies and
even provided armed units of soldiers for the Russians. There were significant benefits for the Armenians: The
Russians took Erivan Province, today’s Armenian Republic, in 1828. They expelled Turks and gave the Turkish
land, tax-free, to Armenians. The Russians knew that if the Turks remained they would always be the enemies
of their conquerors, so they replaced them with a friendly population—the Armenians.
The forced exile of the Muslims continued until the first days of World War I: 300,000 Crimean Tatars, 1.2
million Circassians and Abkhazians, 40,000 Laz, 70,000 Turks. The Russians invaded Anatolia in the war of
1877-78, and once again many Armenians joined the Russian side. They served as scouts and spies. Armenians
became the “police” in occupied territories, persecuting the Turkish population. The peace treaty of 1878 gave
much of Northeastern Anatolia back to the Ottomans. The Armenians who had helped the Russians feared
revenge and fled, although the Turks did not, in fact, take any revenge.
Both the Muslims and the Armenians remembered the events of the Russian invasions. Armenians could see
that they would be more likely to prosper if the Russians won. Free land, even if stolen from Muslims, was a
powerful incentive for Armenian farmers. Rebellious Ottoman Armenians had found a powerful protector in
Russia. Rebels also had a base in Russia from which they could organize rebellion and smuggle men and guns
into the Ottoman Empire.
The Muslims knew that if the Russians were guardian angels for the Armenians, they were devils for the
Muslims. They could see that when the Russians triumphed Muslims lost their lands and their lives. They knew
what would happen if the Russians came again. And they could see that Armenians had been on the side of
the Russians. Thus did 800 years of peaceful coexistence disintegrate.
The Armenian Revolutionaries
It was not until Russian Armenians brought their nationalist ideology to Eastern Anatolia that Armenian
rebellion became a real threat to the Ottoman State.
Although there were others, two parties of nationalists were to lead the Armenian rebellion. The first, the
Hunchakian Revolutionary Party, called the Hunchaks, was founded in Geneva, Switzerland in 1887 by
Armenians from Russia. The second, the Armenian Revolutionary Federation, called the Dashnaks, was
founded in the Russian Empire, in Tiflis, in 1890. Both were Marxist. Their methods were violent. The Hunchak
and Dashnak Party Manifestos called for armed revolution in the Ottoman Empire. Terrorism, including the
murder of both Ottoman officials and Armenians who opposed them, was part of the party platforms.
Although they were Marxists, both groups made nationalism the most important part of their philosophy of
revolution. In this they were much like the nationalist revolutionaries of Bulgaria, Macedonia, or Greece.
POPULATION
Unlike the Greek or Bulgarian revolutionaries, the Armenians had a demographic problem. In Greece, the
majority of the population was Greek. In Bulgaria, the majority was Bulgarian. In the lands claimed by the
Armenians, however, Armenians were a fairly small minority. The region that was called “Ottoman Armenia,”
the “Six Vilâyets” of Sivas, Mamüretülaziz, Diyarbakır, Bitlis, Van, and Erzurum, was only 17% Armenian.
It was 78% Muslim. This was to have important consequences for the Armenian revolution, because the only
way to create the “Armenia” the revolutionaries wanted was to expel the Muslims who lived there.
Anyone who doubts the intentions of the revolutionaries need only look at their record—actions such as the
murder of one governor of Van Province and attempted murder of another, murders of police chiefs and other
www.ahmetsaltik.net 16
officials, the attempted assassination of sultan Abdülhamid II. These were radical nationalists who were at war
with the Ottoman State.
SMUGGLING ROUTES
Beginning in earnest in the 1890s, the Russian Armenian revolutionaries began to infiltrate the Ottoman
Empire. They smuggled rifles, cartridges, dynamite, and fighters across ill-defended borders into Van, Erzurum,
and Bitlis provinces along the routes shown on the map. The Ottomans were poorly equipped to fight them.
The problem was financial. The Ottomans still suffered from their terrible losses in the 1877-78 War with
Russia. They suffered from the Capitulations, from debts, and from predatory European bankers. It must also
be admitted that the Ottomans were poor economists. The result was a lack of money to support the new
police and military units that were needed to fight the revolutionaries and restrain Kurdish tribes. The number
of soldiers and gendarmes in the East was never sufficient, and they were often not paid for months at a time.
It was impossible to defeat the rebels with so few resources.
By far the most successful of the revolutionaries were the Dashnaks. Dashnaks from Russia were the leaders
of rebellion. They were the organizers and the “enforcers” who turned the Armenians of Anatolia into rebel
soldiers. This was not an easy task, because at first most of the Ottoman Armenians had no wish to rebel.
They preferred peace and security and disapproved of the atheistic, socialist revolutionaries. A feeling of
separatism and even superiority among the Armenians helped the revolutionaries, but the main weapon
that turned the Armenians of the East into rebels was terrorism. The prime cause that united the Armenians
against their government was fear.
Before the Armenians could be turned into rebels their traditional loyalty to their Church and their Community
leaders had to be destroyed. The rebels realized that Armenians felt the most love and respect for their
Church, not for the revolution. The Dashnak Party therefore resolved to take effective control of the Church.
Most clergymen, however, did not support the atheistic Dashnaks. The Church could only be taken over
through violence.
What happened to Armenian clergymen who opposed the Dashnaks? Priests were killed in villages and cities.
Their crime? They were loyal Ottoman subjects. The Armenian bishop of Van, Boghos, was murdered by the
revolutionaries in his cathedral on Christmas Eve. His crime? He was a loyal Ottoman subject. The Dashnaks
attempted to kill the Armenian Patriarch in Istanbul, Malachia Ormanian. His crime? He opposed the
revolutionaries. Arsen, the priest in charge of the important Akhtamar Church in Van, the religious center of
the Armenians in the Ottoman East, was murdered by Ishkhan, one of the leaders of Van’s Dashnaks. His
crime? He opposed the Dashnaks. But there was an additional reason to kill him: The Dashnaks wanted to take
over the Armenian education system that was based in Akhtamar. After Father Arsen was killed, the Dashnak
Aram Manukian, a man without known religious belief, became head of the Armenian schools. He closed down
religious education and began revolutionary education. So-called “religious teachers” spread throughout Van
Province, teaching revolution, not religion.
The loyalty of the rebels was to the revolution. Not even their church was safe from their attacks.
The other group that most threatened the power of the rebels was the Armenian merchant class. As a group
they favored the government. They wanted peace and order, so that they could do business. They were the
traditional secular leaders of the Armenian Community; the rebels wanted to lead the Community themselves,
so the merchants had to be silenced. Those who most publicly supported their government, such as Bedros
Kapamacıyan, the Mayor of Van, and Armarak, the kaymakam of Gevaş, were assassinated, as were numerous
Armenian policemen, at least one Armenian Chief of Police, and Armenian advisors to the Government. Only a
very brave Armenian would take the side of the Government.
The Dashnaks looked on the merchants as a source of money. The merchants would never donate to the
revolution willingly. They had to be forced to do so. The first reported case of extortion from merchants came
www.ahmetsaltik.net 17
in Erzurum in 1895, soon after the Dashnak Party became active in the Ottoman domains. The campaign began
in earnest in 1901. In that year the extortion of funds through threats and assassination became the official
policy of the Dashnak Party. The campaign was carried out in Russia and the Balkans, as well as in the Ottoman
Empire. One prominent Armenian merchant, Isahag Zhamharian, refused to pay and reported the Dashnaks to
the police. He was assassinated in the courtyard of an Armenian church. Others who did not pay were also
killed. The rest of the merchants then paid.
From 1902 to 1904 the main extortion campaign brought in the equivalent, in today’s money, of more than
eight million dollars. And this was only the amount collected by the central Dashnak committee in a short
period, almost all from outside the Ottoman Empire. It does not include the amounts extorted from 1895 to
1914 in many areas of the Ottoman Empire. Soon the merchants were paying their taxes to the
revolutionaries, not to the government. When the government in Van demanded that the merchants pay their
taxes, the merchants pleaded that they had indeed paid taxes, but to the revolutionaries. They said they could
only pay the government if the government protected them from the rebels. The same condition prevailed all
over Eastern Anatolia, in İzmir, in Cilicia, and elsewhere.
The Armenian common people did not escape the extortions of the rebels. They were forced to feed and
house the revolutionaries. British Consul Elliot reported, “They [the Dashnaks] quarter themselves on Christian
villages, live on the best to be had, exact contributions to their funds, and make the younger women and girls
submit to their will. Those who incur their displeasure are murdered in cold blood.”[1]
The greatest cost to villagers was the forced purchase of guns. The villagers were turned into rebel “soldiers,”
whether they wished to be or not. If they were to fight the Turks, they needed weapons. The revolutionaries
smuggled weapons from Russia and forced the Armenian villagers to buy. The methods used to force the
villagers to buy were very effective, as British consul Seele reported:
An agent arrived in a certain village and informed a villager that he must buy a Mauser pistol. The villager
replied that he had no money, whereupon the agent retorted, “You must sell your oxen.” The wretched
villager then proceeded to explain that the sowing season would soon arrive and asked how a Mauser pistol
would enable him to plough his fields. For reply the agent proceeded to destroy the poor man’s oxen with his
pistol and then departed.”[2]
The rebels had more than military organization in mind when they forced the villagers to buy weapons. The
villagers were charged double the normal cost of the weapons. A rifle worth £5 was sold for £10. Both the
rebel organization and the rebels themselves did very well from the sales.
It was the peasants who suffered most. The most basic policy of the revolutionaries was a callous exploitation
of the lives of Armenians: Kurdish tribes and their villages were attacked by the rebels, knowing that the tribes
would take their revenge on innocent Armenian villagers. The revolutionaries escaped and left their fellow
Armenians to die.
Even Europeans, friends of the Armenians, could see that the revolutionaries were the cause of the curse that
had descended on Eastern Anatolia. Consul Seele wrote in 1911:
From what I have seen in the parts of the country I have visited I have become more convinced than ever of
the baneful influence of the Taschnak Committee on the welfare of the Armenians and generally of this part of
Turkey. It is impossible to overlook the fact in that in all places where there are no Armenian political
organisations or where such organisations are imperfectly developed, the Armenians live in comparative
harmony with the Turks and Kurds.[3]
The Englishman rightly saw that the cause of the unrest in the East was the Armenian revolutionaries. If there
were no Dashnaks, the Turks and Armenians would have lived together in peace. The Ottoman Government
knew this was true. Why did the Government tolerate so much from the rebels? Why did the Government not
stamp them out?
www.ahmetsaltik.net 18
The Ottoman failure to effectively oppose the rebels is indeed hard to understand. Imagine a country in which
a number of radical revolutionaries, most of them from a foreign country, organize a rebellion. They infiltrate
fighters and guns from this foreign country to lead their attack on the government and the people. The
radicals openly state they wish to create a state in which the majority of the population will be excluded from
rule. They murder and terrorize their own people to force them to join their cause. They murder government
officials. They deliberately murder members of the majority in the hope that reprisals will lead other nations to
invade. They store thousands of weapons in preparation for revolt. They revolt, are defeated, then revolt again
and again. The country that gains most from the rebels’ actions is the country they come from—the country in
which they organize, the country in which they have their home base.
What government would tolerate this? Has there ever been a country that would not jail, and probably hang
such rebels? Has there ever been a country that would allow them to continue to operate openly? Yes. That
country was the Ottoman Empire. In the Ottoman Empire the Armenian rebels operated openly, stored
thousands of weapons, murdered Muslims and Armenians, killed governors and other officials, and rebelled
again and again. The only one to truly benefit from their actions was Russia—the country in which they
organized, the country their leaders came from.
How could this happen? The Ottomans were not cowards. The Ottomans were not fools. They knew what the
rebels were doing. The Ottomans tolerated the Armenian revolutionaries because the Ottomans had no
choice.
It must be remembered that the very existence of the Ottoman Empire was at stake. Serbia, Bosnia, Romania,
Greece, and Bulgaria had already been lost because of European intervention. The Europeans had almost
divided the Empire in 1878 and had planned to do so in the 1890s. Only fear that Russia would become too
powerful had stopped them. Public opinion in Britain and France could easily change that. Indeed, that was
exactly what the Armenian revolutionaries wanted. They wanted the Ottomans to jail and execute Armenian
rebels. European newspapers would report that as government persecution of innocent Armenians. They
wanted the government to prosecute Armenian revolutionary parties. The European newspapers would report
that as denying political freedom to the Armenians. They wanted Muslims to react to Armenian provocations
and attacks by killing Armenians. The European newspapers would report only the dead Armenians, not the
dead Muslims. Public opinion would force the British and French to cooperate with the Russians and
dismember the Empire.
Many politicians in Europe, men such as Gladstone, were as prejudiced against the Turks as were the press and
the public. They were simply waiting for the right opportunity to destroy the Ottoman Empire.
The result was that it was nearly impossible for the Ottomans to properly punish the rebels. The Europeans
demanded that the Ottomans accept actions from the revolutionaries that the Europeans themselves would
never tolerate in their own possessions. When the Dashnaks occupied the Ottoman Bank, Europeans arranged
their release. European ambassadors forced the Ottomans to grant amnesty to rebels in Zeytun. They
arranged pardons for those who attempted to kill sultan Abdülhamid II. The Russian consuls would not let
Ottoman courts try Dashnak rebels, because they were Russian subjects. Many rebels who were successfully
tried and convicted were released, because the Europeans demanded and received pardons for them, in
essence threatening the sultan if he did not release rebels and murderers. One Russian consul in Van even
publicly trained Armenian rebels, acting personally as their weapons instructor.
All the Ottomans could do was try to keep things as quiet as possible. That meant not punishing the rebels as
they should have been punished. One can only pity the Ottomans. They knew that if they governed properly
the result would be the death of their state.
World War I
There were two factors that caused the Ottoman loss in the East in World War I:
www.ahmetsaltik.net 19
The first was Enver Paşa’s disastrous attack at Sarıkamış. Enver’s attack on Russia in December of 1914 was in
every way a disaster. Of the 95,000 Turkish troops who attacked Russia, 75,000 died. The second factor, the
one that concerns us here, was Armenian Revolt.
DESERTION ZONE
As World War I threatened and the Ottoman Army mobilized, Armenians who should have served their
country instead took the side of the Russians. The Ottoman Army reported: “From Armenians with
conscription obligations those in towns and villages East of the Hopa-Erzurum-Hınıs-Van line did not comply
with the call to enlist but have proceeded East to the border to join the organization in Russia.” The effect of
this is obvious: If the young Armenian males of the “zone of desertion” had served in the Army, they would
have provided more than 50,000 troops. If they had served, there might never have been a Sarıkamış defeat.
The Armenians from Hopa to Erzurum to Hınıs to Van were not the only Armenians who did not serve. The 10s
of thousands of Armenians of Sivas who formed chette bands did not serve. The rebels in Zeytun and
elsewhere in Cilicia did not serve. The Armenians who fled to the Greek islands or to Egypt or Cyprus did not
serve. More precisely, many of these Armenian young men did serve, but they served in the armies of the
Ottomans’ enemies. They did not protect their homeland, they attacked it.
In Eastern Anatolia, Armenians formed bands to fight a guerilla war against their government. Others fled only
to return with the Russian Army, serving as scouts and advance units for the Russian invaders. It was those
who stayed behind who were the greatest danger to the Ottoman war effort and the greatest danger to the
lives of the Muslims of Eastern Anatolia.
It has often been alleged by Armenian nationalists that the Ottoman order to deport Armenians was not
caused by Armenian rebellion. As evidence, they note the fact that the law of deportation was published in
May of 1915, at approximately the same time that the Armenians seized the City of Van. According to this
logic, the Ottomans must have planned the deportation some time before that date, so the rebellion could not
have been the cause of the deportations. It is true that the Ottomans began to consider the possibility of
deportation a few months before May, 1915. What is not true is that May, 1915 was the start of the Armenian
rebellion. It had started long before.
European observers knew long before 1914 that Armenians would join the Russian side in event of war. As
early as 1908, British consul Dickson had reported:
The Armenian revolutionaries in Van and Salmas [in Iran] have been informed by their Committee in Tiflis that
in the event of war they will side with the Russians against Turkey. Unaided by the Russians, they could
mobilize about 3,500 armed sharpshooters to harass the Turks about the frontier, and their lines of
communication.[4]
British diplomatic sources reported that in preparation for war, in 1913, the Armenian revolutionary groups
met and agreed to coordinate their efforts against the Ottomans. The British reported that this alliance was
the result of meetings with “the Russian authorities.” The Dashnak leader (and member of the Ottoman
Parliament) Vramian had gone to Tiflis to confer with the Russian authorities. The British also reported that
“[The Armenians] have thrown off any pretence of loyalty they may once have shown, and openly welcome
the prospect of a Russian occupation of the Armenian Vilayets.” [5]
Even Dashnak leaders admitted the Dashnaks were Russian allies. The Dashnak Hovhannes Katchaznouni,
prime minister of the Armenian Republic, stated that the party plan at the beginning of the war was to ally
with the Russians.
Since 1910 the revolutionaries had distributed a pamphlet throughout Eastern Anatolia. It demonstrated how
Armenian villages were to be organized into regional commands, how Muslim villages were to be attacked,
and specifics of guerilla warfare.
www.ahmetsaltik.net 20
Before the war began, Ottoman Army Intelligence reported on Dashnak plans: They would declare their loyalty
to the Ottoman State, but increase their arming of their supporters. If war was declared, Armenian soldiers
would desert to the Russian Army with their arms. The Armenians would do nothing if the Ottomans began to
defeat the Russians. If the Ottomans began to retreat, the Armenians would form armed guerilla bands and
attack according to plan. The Ottoman intelligence reports were correct, for that is exactly what happened.
WAR
The Russians gave 2.4 million rubles to the Dashnaks to arm the Ottoman Armenians. They began distributing
weapons to Armenians in the Caucasus and Iran in September of 1914. In that month, seven months before
the Deportations were ordered, Armenian attacks on Ottoman soldiers and officials began. Deserters from the
Ottoman Army at first formed into what officials called “bandit gangs.” They attacked conscription officers, tax
collectors, gendarmerie outposts, and Muslims on the roads. By December a general revolt had erupted in Van
Province. Roads and telegraph lines were cut, gendarmerie outposts attacked, and Muslim villages burned,
their inhabitants killed. The revolt soon grew: in December, near the Kotur Pass, which the Ottomans had to
hold to defend against Russian invasion from Iran, a large Armenian battle group defeated units of the
Ottoman army, killing 400 Ottoman soldiers and forcing the army to retreat to Saray. The attacks were not
only in Van: The governor of Erzurum, Tahsin, cabled that he could not hold off the Armenian attacks that
were breaking out through the province; soldiers would have to be sent from the front.
By February, reports of attacks began to come in from all over the East—a two-hour battle near Muş, an
eight-hour battle in Abaak, 1,000 Armenians attacking near Timar, Armenian chettes raiding in Sivas, Erzurum,
Adana, Diyarbakır, Bitlis, and Van provinces. Telegraph lines to the front and from Ottoman cities to the West
were cut, repaired, and cut again many times. Supply caravans to the army were attacked, as were columns of
wounded soldiers. Units of gendarmerie and soldiers sent to reconnect telegraph lines or protect supply
columns themselves came under attack. As an example of the enormity of the problem, in the middle of April
an entire division of gendarmerie troops was ordered from Hakkâri to Çatak to battle a major uprising there,
but the division could not fight through the Armenian defenses.
Once careful preparations had been made, Armenians revolted in the City of Van. On April 20, well-armed
Armenian units, many wearing military uniforms, took the city and drove Ottoman forces into the citadel. The
rebels burned down most of the city, some buildings also being destroyed by the two canons the Ottomans
had in the citadel. Troops were sent from the Erzurum and Iranian Fronts, but they were unable to relieve the
city. The Russians and Armenians were advancing from the north and the southwest. On May 17 the Ottomans
evacuated the citadel. Soldiers and civilians fought their way southwest around Lake Van. Some took to boats
on the Lake, but nearly half of these were killed by rebels firing from the shore or when their boats ran
aground. Some of the Muslims of Van survived at least for a while, put in the care of American missionaries.
Most who did not escape were killed. Villagers were either killed in their homes or collected from surrounding
areas and sent into the great massacre at Zeve.
The ensuing suffering of the Muslims and Armenians is well known. It was a history of bloody warfare between
peoples in which all died in great numbers. When the Ottomans retook much of the East, the Armenian
population fled to Russia. There they starved and died of disease. When the Russians retook Van and Bitlis
Provinces, they did not allow the Armenians to return, leaving them to starve in the North. The Russians
wanted the land for themselves. It is also well known that Armenians who remained, those in Erzurum
Province, massacred Muslims in great numbers at the end of the war.
My purpose here is not to retell that history. I wish to demonstrate that the Ottomans were right in
considering the Armenians to be their enemies, if further proof is needed. The map shows proof that the
Armenian rebels in fact were agents of Russia.
The Armenians of the Ottoman East rebelled in exactly those areas that were most important to the Russians.
The benefit of the rebellion in Van City, the center of Ottoman Administration in the Southeast is obvious. The
www.ahmetsaltik.net 21
other sites of rebellion were in reality more important: Rebellion in Erzurum Province cut the Ottoman Army
off from supplies and communications. The rebellion was directly in the path of the Russian advance from the
North. The Armenians rebelled in the Saray and Başkale regions, at the two major passes that the Russians
were to use in their invasion from Iran. The Armenians rebelled in the region near Çatak, at the mountain
passes needed for the Ottomans to bring up troops to the Iran frontier, the passes needed for the Ottoman
retreat. The Armenians rebelled in great numbers in Sivas Province and in Şebinkarahisar. This would seem to
be an odd place for a revolt, a region where the Armenians were outnumbered by the Muslims ten to one, but
Sivas was tactically important. It was the railhead from which all supplies and men passed to the Front,
basically along one road. It was the prefect site for guerilla action to harass Ottoman supply lines. The
Armenians also rebelled in Cilicia, the intended site for a British invasion that would have cut the rail links to
the South. It was not the fault of the rebels that the British preferred to attempt the madness at Gallipoli
instead of an attack in Cilicia that would surely have been more successful.
All these regions were the very spots a military planner would choose to most damage the Ottoman war
effort. It cannot be an accident that they were also the spots chosen by the rebels for their revolt. Anyone can
see that the revolts were a disaster for the Army. The disaster was compounded by the fact that the Ottomans
were forced to withdraw whole divisions from the Front to battle the Armenian rebels. The war might have
been much different if these divisions had been able to fight the Russians, not the rebels. I agree with Field-
Marshall Pomiankowski, who was the only real European historian of World War I in the Ottoman Empire, that
the Armenian rebellion was the key to the Ottoman defeat in the East.
Only after seven months of Armenian rebellion did the Ottomans order the deportation of Armenians (May
26-30, 1915).
The Ottoman Record
How do we know that this analysis is true? It is, after all, very different than what is usually called the history
of the Armenians. We know it is true because it is the product of reasoned historical analysis, not ideology.
To understand this, we must consider the difference between history and ideology, the difference between
scientific analysis and nationalist belief, the difference between the proper historian and the ideologue. To the
historian what matters is the attempt to find the objective truth. To the nationalist ideologue what matters is
the triumph of his cause. A proper historian first searches for evidence, then make up his mind. An ideologue
first makes up his mind, then looks for evidence.
A historian looks for historical context. In particular, he judges the reliability of witnesses. He judges if those
who gave reports had reason to lie. An ideologue takes evidence wherever he can find it, and may invent the
evidence he cannot find. He does not look too closely at the evidence, perhaps because he is afraid of what he
will find. As an example, the ideologues contend that the trials of Ottoman leaders after World War I prove
that the Turks were guilty of genocide. They do not mention that the so-called trials reached their verdicts
when the British controlled Istanbul. They do not mention that the courts were in the hands of the Quisling
Damad Ferid Paşa government, which had a long record of lying about its enemies, the Committee of Union
and Progress. They do not mention that Damad Ferid would do anything to please the British and keep his job.
They do not mention that the British, more honest than their lackeys, admitted that they could not find
evidence of any “genocide.” They do not mention that the defendants were not represented by their own
lawyers. They do not mention that crimes against Armenians were only a small part of a long list of so-called
crimes, everything the judges could invent. The ideologues do not mention that the courts should best be
compared to those convened by Josef Stalin. The ideologues do not mention this evidence.
A historian first discovers what actually happened, then tries to explain the reasons. An ideologue forgets the
process of discovery. He assumes that what he believes is correct, then constructs a theory to explain it. The
work of Dr. Taner Akçam is an example of this. He first accepts completely the beliefs of the Armenian
nationalists. He then constructs an elaborate sociological theory, claiming that genocide was the result of
www.ahmetsaltik.net 22
Turkish history and the Turkish character. This sort of analysis is like a house built on a foundation of sand. The
house looks good, but the first strong wind knocks it down. In this case, the strong wind that destroys the
theory is the force of the truth.
A historian knows that one has to look back in history, sometimes far back in history, to find the causes of
events. An ideologue does not bother. Again, he may be afraid of what he will find. Reading the Armenian
Nationalists one would assume that the Armenian Question began in 1894. Very seldom does one find in their
work mention of Armenian alliances with the Russians against the Turks stretching back to the eighteenth
century. One never finds recognition that it was the Russians and the Armenians themselves who began to
dissolve 700 years of peace between Turks and Armenians. These are important matters for the historian, but
they hurt the cause of the ideologue.
The historian studies. The ideologue wages a political war. From the start the Armenian Question has been a
political campaign. Materials that have been used to write the long-accepted and false history of the Armenian
Question were written as political documents. They were written for political effect. Whether they were
articles in the Dashnak newspaper or false documents produced by the British Propaganda Office, they were
propaganda, not sources of accurate history. Historians have examined and rejected all these so-called
“historical sources.” Yet the same falsehoods continually appear as “proof” that there was an Armenian
Genocide. The lies have existed for so long, the lies have been repeated so many times, that those who do not
know the real history assume that the lies are true.
It is not only Americans and Europeans who have been fooled. Recently I read a two-volume work written by a
Turkish scholar. Much of what appears on the Armenians is absolute nonsense. For example, in 1908 in the
City of Van, Ottoman officials discovered an arsenal of Dashnak weapons--2,000 guns, hundreds of thousands
of cartridges, 5,000 bombs--all in preparation for an Armenian revolt. Armenians rebels fought Ottoman
troops briefly, then fled. This event is described in all the diplomatic literature and books on Van. The author,
however, says what occurred was a revolt of 1,000 Turks (!) against the government, and mentions no rebel
weapons. How could such a mistake be made? It was because of the source. The author took all information
from the Dashnak Party newspaper!
We must affirm a basic principle: Those who take propaganda as their source themselves write propaganda,
not history.
Too many scholars, Turks and non-Turks alike, have accepted the lies of groups like the Dashnak Party and not
even looked at the internal reports of the Ottomans. Scholars have the right to make mistakes, but scholars
also have a duty to look at all sources of information before they write. It is wrong to base writings on political
propaganda and to ignore the honest reports of the Ottomans. The first place to look for Ottoman history
should be the records of the Ottomans.
Why rely on Ottoman archival accounts to write history? Because they are the sort of solid data that is the
basis of all good history. The Ottomans did not write propaganda for today’s media. The reports of Ottoman
soldiers and officials were not political documents or public relations exercises. They were secret internal
reports in which responsible men relayed what they believed to be true to their government. They might
sometimes have been mistaken, but they were never liars. There is no record of deliberate deception in
Ottoman documents. Compare this to the dismal history of Armenian Nationalist deceptions: fake statistics on
population, fake statements attributed to Mustafa Kemal, fake telegrams of Talat Paşa, fake reports in a Blue
Book, misuse of court records and, worst of all, no mention of Turks who were killed by Armenians.
I have been asked to make suggestions as to what Turks can do to correct false history. I hesitate to do so,
because Turks already know what has to be done--opposing the lies that are told about their ancestors. You
are already doing it. It is a hard fight: The prejudices about Turks stand in your way, and those who oppose you
are politically strong, but the truth is on your side. I am very pleased that the Turks, and the Turkish
Parliament, are uniting to oppose the lies told about the Turks. The recent agreement between Prime Minister
www.ahmetsaltik.net 23
Erdoğan, and Minority Leader Baykal, prove that the Turks are taking action. The attempt by the Tarih Kurumu
to debate and discuss with Armenian scholars proves that the Turks are taking action. The many books on this
issue now being printed by Turkish scholars prove that the Turks are taking action. Men like Şükrü Elekdağ are
fighting for the truth. I and others who have long opposed the lies are glad we are not alone.
In the past, scholars, including myself, have proposed that Turkish and Armenian historians, along with others
who study this history, should meet to research and debate the history of the Turks and Armenians. Prime
Minister Erdoğan and Dr. Baykal have proposed that all archives be opened to a joint commission on the
Armenian Question. This is exactly what should be done. Most important, they have declared that historians
should settle this question. They have also shown that Turks have nothing to fear from the truth.
We can only hope that scholarly integrity will triumph over politics and the Armenian Nationalists will join in
debate. I am not hopeful they will do so. I recently gave two talks at the University of Minnesota, a center of
so-called “Armenian Genocide Studies.” Dr. Taner Akçam teaches there. Dr. Akçam was invited to my lectures,
but did not come. In fact, no Armenian came. Instead all notices of the lecture were torn down, so that others
would not know I was speaking.
This is not a scholarly approach. It is political. The Armenian Nationalists have decided that they will win their
political fight if no one knows there is a scholarly opposition to their ideology. Therefore, Armenian
Nationalists will only meet with Turks who first state that Turks committed genocide. These are described in
the American and European press as “Turkish scholars.” Readers are left with the impression, a carefullycultivated
impression, that Turkish scholars believe there was a genocide. Readers are left with the impression
that it is only the Turkish Government that denies there was a genocide.
We know this is not true. Every year many books and articles are published in Turkey that not only deny the
“Armenian Genocide” but document Armenian persecution of Turks. Conferences are held. Mass graves of
innocent Turks killed by Armenian Nationalists are found. Museums and monuments are opened to
commemorate the Turkish dead. Historians who have seen the Ottoman archival records or read the Turkish
books on the Armenian Question do not accept the idea of a genocide. They know that in wartime many
Armenians were killed by Turks, and that many Turks were killed by Armenians. They know that this was war,
not genocide.
Why do so many in my country and Europe believe that the small group of Turks who accept the Armenian
Nationalists beliefs represent Turkish scholarship? Why is it believed that these Turks speak for the real beliefs
of Turkish professors? Part of the reason is prejudice. Prejudice against Turks has existed for so long that it
easy for people to believe that Turks must have been guilty. Another reason, however, is that few in Europe
and America know that real Turkish scholarship on this issue exists
Excellent work on the Armenian Question is now being written in Turkey. As you know, for too long Turks did
not study the history of the Turks and Armenians. This has now changed. Anyone who has seen modern
Turkish work on the Armenian Question must be impressed. The Tarih Kurumu has taken the lead in this, as it
should. I obviously do not believe that Turks should be the only ones who write Turkish history, but Turks
should be the main historians of Turkey. It is your country and your history. The problem lies in bringing the
excellent history now being written in Turkey and the documents of Turkish history to scholars, politicians, and
the public in other countries. The problem is that Turkish historians naturally write in Turkish, and Europeans
and Americans do not read Turkish.
Should those who write the history of Turkey read Turkish? Yes, of course they should read Turkish. Should
they use the many books on Turkish history written in Turkish? Yes, of course they should do so. Should they
understand all sides of an issue, including the Turkish side, before they write? Yes, because that is a scholar’s
duty. Do they always do so? No. In particular, most books on the so-called “Armenian Genocide” do not refer
to modern Turkish studies. It is no use saying this is wrong. It is no use telling scholars to learn Turkish. They
will not or cannot do so. To be fair, there are few places in my own country where Turkish is taught. The only
www.ahmetsaltik.net 24
answer is that the Turkish books must be translated into other languages, especially English, which is
understood all over the world.
A start has been made. Today there are valuable books, originally in Turkish, that have been translated. These
include Esat Uras’ excellent, if now outdated, history, the recent publication on the Armenian Question by the
Turkish Parliament, the history written by the Turkish Foreign Office, the late Kâmuran Gürün’s Armenian File,
Orel and Yuca’s Talat Paşa Telegrams, and others. The series of Ottoman documents on the Armenian
Question, translated and published by the General Staff, the Ottoman Archives, the Tarih Kurumu, and the
Foreign Ministry, are perhaps the most valuable of all. But there are so many others that are needed There are
too many to list here, but I note that even the memoirs of Kâzim Karabekir and Ahmet Refik have not been
translated. All these books should be read by the widest possible audience. They should be translated.
And the translations must include books that seem to be on topics other than the Armenian Question. There
are no accurate and detailed military histories of World War I in the Ottoman Empire in any European
language. What exists is often wrong, and not only wrong on the Armenians. General histories of World War I,
for example, name the wrong generals, move troops to the wrong places, and never seem to understand
Ottoman strategy. They seldom mention the one most significant factor in the war—the incredible strength
and endurance of Turkish soldiers. Why is this important to the Armenian Question? It is important because
the danger from the Armenian rebellion and the reason for the Armenian deportations cannot be understood
unless the military situation is understood. The Ottoman sources prove that the Armenian rebellion was an
essential part of the Russian military plan. The Ottoman sources prove that the Armenian rebellion was an
important part of the Russian victory. The Ottoman sources prove that the Armenian rebels were, in effect,
soldiers in the Russian Army.
There is a series of military histories that accurately portray the events of the Ottoman wars and the Turkish
War of Independence—the histories published by the Turkish General Staff-- many volumes, filled with great
detail, many maps, and descriptions of Ottoman plans and actions. These books are based on the reports of
the Ottoman soldiers themselves, not only on the reports of the Ottoman enemies. They should be read by
every historian of World War I. Yet these books are in Turkish. If they are ever to be used in America and
Europe, they must be in English.
And there must be many more accurate and honest books on Turkey for teachers and students in Europe and
America. Only by telling the truth to youth can the prejudices against Turks be finally ended. We have made a
start. The Istanbul Chambers of Commerce have financed the first detailed book on Turkey for American
teachers. Many more books are needed.
Finally, I wish to comment on current politics. Some may feel that I should not do so. I am not a Turk, and this
is surely a Turkish problem. Nor am I a political scientist or a politician. I am a historian. I am speaking on this
problem because it is basically a historical question. As a historian, I am infuriated when any group, or any
country, is ordered to lie about its history. The political problem I am speaking of is the growing cry from
Europe that Turkey must admit the “Armenian Genocide” before it can enter the European Union.
I am angry that anyone can believe that accepting a lie about Turkish history will somehow be a benefit to
Europe or to Turkey. I know, and I believe you know, that it will make matters much worse.
Today the Armenian Nationalists are proclaiming in the parliaments of Europe and the Congress of the United
States that they only want Turkey to admit that genocide occurred, then all will be well. I once spoke to an
American official who told me that the Turks should say, “Yes, we did it, sorry,” and then forget it. I asked him
if he thought the Turks had committed genocide. He replied that he did not know and did not care. I told him
the Turks would never lie like that about their fathers and grandfathers. He told me I was native. But he was
the one who was native, because he believed that the Armenian Nationalists would be satisfied with an
apology.
www.ahmetsaltik.net 25
ARMENIAN CLAIMS
The plan of the Armenian Nationalists has not changed in more than 100 years. It is to create an Armenia in
Eastern Anatolia and the Southern Caucasus, regardless of the wishes of the people who live there. The
Armenian Nationalists have made their plan quite clear. First, the Turkish Republic is to state that there was an
“Armenian Genocide” and to apologize for it. Second, the Turks are to pay reparations. Third, an Armenian
state is to be created. The Nationalists are very specific on the borders of this state. The map you see is based
on the program of the Dashnak Party and the Armenian Republic. It shows what the Armenian Nationalists
claim. The map also shows the population of the areas claimed in Turkey and the number of Armenians in the
world.
If the Armenians were to be given what they claim, and if every Armenian in the world were to come to
Eastern Anatolia, their numbers would still be only half of the number of those Turkish citizens who live there
now. Of course, the Armenians of California, Massachusetts, and France would never come in great numbers
to Eastern Anatolia. The population of the new “Armenia” would be less than one-fourth Armenian at best.
Could such a state long exist? Yes, it could exist, but only if the Turks were expelled. That was the policy of the
Armenian Nationalists in 1915. It would be their policy tomorrow.
We should be very clear on Armenian claims. Their claims are not based on history, because Armenians have
not ruled in Eastern Anatolia for more than 900 years. Their claims are not based on culture: Before the
revolutionaries and the Russians destroyed all peace, the Armenians and Turks shared the same culture.
Armenians were integrated into the Ottoman system, and most of the Armenians spoke Turkish. They ate the
same food as the Turks, shared the same music, and lived in the same sorts of houses. The Armenian claims
are surely not based on a belief in democracy: Armenians have not been a majority in Eastern Anatolia for
centuries, and they would be a small minority there now. Their claims are based on their nationalist ideology.
That ideology is unchanging. It was the same in 1895 and 1915 as it is in 2005. They believe there should be an
“Armenia” in Eastern Turkey—no matter the history, no matter the rights of the people who live there.
History teaches that the Armenian Nationalists will not stop their claims if the Turks forget the truth and say
there was an Armenian Genocide. They will not cease to claim Erzurum and Van because the Turks have
apologized for a crime they did not commit. No. They will increase their efforts. They will say, “The Turks have
admitted they did it. Now they must pay for their crimes.” The same critics who now say the Turks should
admit genocide will say the Turks should pay reparations. Then they will demand the Turks give Erzurum and
Van and Elaziğ and Sivas and Bitlis and Trabzon to Armenia.
I know the Turks will not give in to this pressure. The Turks will not submit, because they know that to do so
would simply be wrong. How can it be right to become a member of an organization that demands you lie as
the price of admission? Would any honest man join an organization that said, “You can only join us if you first
falsely say that your father was a murderer?”
I hope and trust that the European Union will reject the demands of the Armenian Nationalists. I hope they will
realize that the Armenian Nationalists are not concerned with what is best for Europe. But whatever the
European Union demands, I have faith in the honor of the Turks. What I know of the Turks tells me that they
will never falsely say there was an Armenian Genocide. I have faith in the honesty of the Turks. I know that the
Turks will resist demands to confess to a crime they did not commit, no matter the price of honesty. I have
faith in the integrity of the Turks. I know that the Turks will not lie about this history. I know that the Turks will
never say their fathers were murderers. I have that faith in the Turks.

* * * * * *