Türklük bilimi konuları içinde, birçok farklı görüşün ve tezin ileri
sürüldüğü konulardan biri de Türkçenin kaç yaşında olduğudur.
Ortaya atılan
görüşler içinde, kuşkusuz dikkate değer olanlar vardır; fakat biz, bu alanda
çok önemli bir gelişme sağlayarak Türkçenin tarihi gelişimi hakkında farklı bir
ivme kazandırmayı başaran Osman Nedim Tuna’nın çalışmasını temele alarak, siz
değerli araştırmacılarımızı bilgilendirmeye çalışacağız.
“Sümer
ve Türk Dillerinin Tarihi İlgisi ve Türk Dili’nin Yaşı Meselesi” adlı eserinde,
Prof. Dr. Osman Nedim Tuna, 168 sözcükteki türlü ses denklikleri çerçevesinde
ele almakta ve “Sümerlerle Türkler arasında dil bakımından tarihi bir ilgi
bulunduğu konusu bu 168 sözcük ve gerekli açıklamalarla kanıtlanmıştır.”
demektedir. Bu konuya daha önce yayımladığım “Türkçe – Sümerce İlişkisi”
sümerce adlı yazımda, bu konuya değinmiştim. Türk dilinin yaşı hakkındaki
çalışmalarıyla Tuna, yaptığı belirlemelerin sonucu olarak, “Bugün yaşayan dünya
dilleri arasında, en eski yazılı belgeye sahip olan dil, Türk Dili’dir. Bunlar
Sümerce tabletlerdeki alıntı sözcüklerdir.” biçiminde çok önemli bir yargıya
varmıştır.
Tuna,
söz konusu eserinde Türklerin M.Ö. 3500’lerde Türkiye’nin doğusunda
bulunduklarını ve Türk Dili’nin zamanımızdan 5500 yıl önce ayrı ve iki kollu
bir dil olarak yayıldığını iddia etmekte ve “Eğer doğuştan Sümerlerle temasa
geldikleri zamana kadarki çözülme hızı sabitse, İlk Türkçe veya Ana Türkçenin
muazzam bir zaman önce yaşamış olması gerekir. Türk Dili’nin arkeoloji
araştırmalarından hareketle ileri sürdüğüm yaşı 8500’dür.” demektedir. Tuna’ya
göre Türklerin ana yurdu da, bu konudaki yaygın görüş olan Tanrı Dağları ve
çevresi değil; Anadolu’nun doğusudur. Eğer Türkler, Sümerlerle bir bağlantı
kurabilmişlerse, bunu coğrafi yakınlık olarak da aramak gerektiğini düşünen
Tuna, böylece Türklerin ana yurdu hakkında da üzerinde nice çalışmalar yapılabilecek
bir konu ortaya atmıştır. Osman Nedim Tuna’nın dışında, birçok dil bilimci
Türkçe ile Sümerce arasındaki benzerliklere dikkat çekmiştir. Ünlü Kazak
bilgini Olcas Süleyman’ın “Az İ Ya” adlı eseri de bu konuda adı anılması
gereken eserlerdendir.
Bir
dilin zenginliği, onun eskiliği, sürekliliği, edebiyat ve bilim dili oluşuyla
söz konusu edilebilir. Doğal bir gelişme sürecinden geçmiş ve anormal
sayılabilecek herhangi bir durum yaşanmamışsa, eski ve sürekli yazılı metinlere
sahip olan dillerin, gelişmiş, oturmuş, zengin diller olması gerekir. Türk yazı
dilinin ilk metinleri olarak bilinen Göktürk Yazıtları’nda belirlenen “kavram
alanı – sözcük ailesi ilişkileri“, soyut kavramların kullanılışı, oturmuş,
düzenli bir işleyişin varlığı, bu dilin uzun bir süre işlenmiş olduğunu
göstermektedir. Dolayısıyla Reşit Rahmeti Arat, Türk Dili’nin yaşı için “en
azından bugüne dek geçen zaman kadar geriye” götürmek gerektiğini söylemiştir.
Doğan
Aksan, “Türkiye Türkçesinin Dünü, Bugünü, Yarını” adlı eserinde, Orhun
Yazıtları’nda görülen soyut kavramlardaki zenginliği, eşanlamlı öğelerin
kullanılışını, çokanlamlılığa sahip oluşu, ileri öğelerin kullanılışını, anlam
olaylarının görülmesini, söz sanatlarına yer verilmesini ve genel anlatım
özelliklerini dikkate alarak bir değerlendirme yapmış ve söz konusu metinlerin
dilinin çok işlenmiş, eski bir yazı dili olması gerektiği sonucuna varmıştır.
Böylece Doğan Aksan, Türkçenin Orhun Yazıtları‘ndan çok daha önce var olan;
fakat yazılı belgelerle takip edilemediği için “karanlık dönem” olarak
adlandırılan döneminin, birkaç yüzyıldan çok daha önceye götürülebileceği
sonucuna varmıştır. Aksan, vardığı sonuçları şöyle ifade etmektedir:
“Türklerde
o dönemde yerleşik bir yazı sistemi ve bu sistemi kullanan, hitabet kurallarını
bilen, hatta sanatlı anlatıma yönelen, eğitimli bir zümrenin bulunduğu
anlaşılmaktadır.
Yenisey
Yazıtları’nda görülen sözcükler Orhun Yazıtları’ndaki sözvarlığı, Türkçenin
hemen o dönemde oluşmuş bir dil olmadığını, çeşitli gelişmeler ve anlam
olaylarıyla çok daha eskiye, birkaç bin yıl öncesine uzanan gelişmiş bir dil
niteliği taşıdığını göstermektedir. Kısıtlı metinler olmalarına karşın
yazıtlar, Türkçenin soyutlama gücünü ortaya koymakta, kimi Avrupalı bilginlerin
görüşlerinin tersine, çok eski ve gelişmiş bir dilin ürünlerini
sergilemektedir.
Gerek
düz yazı içindeki ölçülü, uyaklı anlatım, gerek etkileyici söylemler oluşturan
yinelemeler ve karşıt kavramların kullanılışı, gerekse söz savaşlarından
yararlanılmış olması, zengin ve soyut kavramlara da sahip bir yazı dili
karşısında bulunduğumuzu göstermektedir.”
Osman
Nedim Tuna’nın “Bugün yaşayan dünya dilleri arasında en eski yazılı metne sahip
dil Türk dilidir.” şeklindeki belirlemelerini ve iddiasını bir yana bırakıp
Türkçenin ilk yazılı metinlerini M.S. 7. yüzyılın sonu olarak kabul etsek bile,
Türk Dili bugün “edebiyat ve bilim dili” olarak kabul edilen birçok dünya
dilinden daha esi bir yazılı metne sahip bir dil durumdadır. Ural-Altay dil
ailesi içinde Türkçeden daha eski yazılı metne sahip bir dil bulunmadığı gibi,
Yunan-Latin dillerini hariç tutarsak, Avrupa’da da bugün Türkçeden daha “eski
yazılı metne” sahip herhangi bir dil yoktur.
Bu
konu üzerinde çalışma yapan Türklük bilimcilerin, dikkate değer çalışmalarından
şu sonuca varabiliriz: Türk dilinin en eski yazılı metinleri olan Orhun Yazıtları,
Türkçenin yaşını belirleyebilmek için yeterli değildir. Yazıtlar, ancak bizim
dikili taşlardan çok daha öncesinde bir Türk yazı dilinin var olduğu gibi genel
bir yargıya varmamızı sağlayabilir. Osman Nedim Tuna‘nın yaptığı çalışma ile,
Sümercedeki Türkçe sözcüklerin artık tüm dil bilimciler tarafından kabul
edilmesiyle, Türk dilinin yaşını hesaplarken yalnızca Orhun Yazıtları’na bağlı
kalmışlığımız ortadan kalkmıştır. Çok daha eski metinler üzerinden tahmin
yürütme olanağı bulduğumuz için Türkçenin en aşağı 8.500 yıllık bir geçmişinden
bahsedebilir ve ayrıntılı dil bilimsel çalışmaların verimi olarak, bugün
yaşayan diller arasında, Türkçenin dünyanın en eski dili olduğunu ileri
sürebiliriz.
Orkun
KUTLU
Orkun KUTLU