Hun,
Türk ve Uygur hükümdarlarının unvanları, Göktürk yazıtları, hükümdarın Gök
Tanrısı tarafından tahta oturtulduğu inancını
aksettirmektedir. Gök Tanrısı hükümdara, görevini başarabilmesi için, ferdi kabiliyet ve üstünlükler sağlamıştır. Bu Tanrı vergisi lütfu, Batı aleminde Yunanca “kharizma” sözü ile ifade edilir. Bu sıfat hükümdar ailesine de geçer ve sülalenin kanuni meşruiyeti inancı kökleşir.
aksettirmektedir. Gök Tanrısı hükümdara, görevini başarabilmesi için, ferdi kabiliyet ve üstünlükler sağlamıştır. Bu Tanrı vergisi lütfu, Batı aleminde Yunanca “kharizma” sözü ile ifade edilir. Bu sıfat hükümdar ailesine de geçer ve sülalenin kanuni meşruiyeti inancı kökleşir.
Herhangi bir hükümdar kharizmaya dayanan nüfuzunu
yitirse bile, ailenin diğer üyeleri üzerinde müessir olmaz. Kötü hükümdarı
ailenin diğer bir ferdi istihlaf eder. Yeni hükümdar, halk topluluğu tarafından
değil, zadeganı teşkil eden oymak reislerinin muvafakatı ile tahta geçer.
Verasetin kesin usullere bağlanması, Türk kavimlerinin ekserisinde, taht
kavgalarını, kardeş savaşlarını doğurmuştur. Kabiliyeti (idoneitas-uygun olma)
görüldüğü taktirde hükümdarın çocuğu, bilhassa büyük çocuğu (primogenitura)
başta tahta namzettir. Bazen de, ecdattan kalan toprakların hükümdarı en küçük
çocuk olur. Daha yaşlı kardeşleri sonradan kazanılan parçalarda saltanat
sürerler. Buna klasik misal Cengizhan çocuklarının devleti bölüşmeleridir.
Bazen de ailenin en yaşlı üyesi, (senioratus), tercihen ölen hükümdarın erkek
kardeşi halef olurdu.
Çin
kaynaklarına göre, Asya Hunlarının hükümdarı şan-yü veya tan-hu lakabını
taşırdı. Ancak III. yüzyılda ilk defa Sien-pi kavminde kağan unvanı geçer. Daha
sonra bu unvan İslâm’dan önceki ve İslâm alemi dışındaki Türkler tarafından
benimsenmiştir. Hatta ilerde görüleceği üzere, Hazar tesiri altında, ilk Rus
hükümdarlarının da en çok beğendikleri unvan bu idi.
Kağan’ın
derece itibarıyla ilk zevcesine, katun ya da hatun denirdi. Bilindiği üzere,
Macarcada hanım manasına gelen asszony da aslında hükümdar zevcesi demektir.
Nitekim bugünkü kadın (katun) sözü de ancak hanım manası taşır. Katunlar
çoğunlukla metbu oymakların ailesi efradından, bazen de yabancı sülalelerden,
siyasi menfaatleri gözönünde bulundurularak sağlanırdı. Pek çok Çinli
prensesler bu şekilde Türk, Uygur vb. Kağanlarının çadırlarında yerleşmiş, buna
karşılık yine pek çok
Hazar,
Kuman vb. prensesi de Bizans imparatorları ve Rurik halefleri ile
evlenmişlerdir.
Han
da hükümdar unvanıdır. Bazı çağlarda han ile hakan (kağan) arasında, Batı’daki
imparator ve krala benzer bir derece farkı vardır. Kağan, Göktürk yazıtlarında
ve Mahmud al-Kâşgarî sözlüğünde de geçer. Han unvanı halk dilinde daha sonra,
kağan (hakan) yerine geçmiş ve onu unutturmuştur. İslâm aleminde Moğol
fütuhatından önce sultan sözü han’ı arka plana bırakmıştır. Arapça sultan
aslında “iktidar” manasına gelmekte idi. Gazneli Mahmud’un lakabları arasında
sultana rastlanır. İlk Selçuk hükümdarlarından Tuğrul vb. bu lakabı Müslüman
hükümdarlarının ulaşabileceği en yüksek unvan olarak taşırlar. Ancak bu
değerini Orta Asya’da daha sonra kaybeder. Han sözü de aynı akıbete uğrar.
Moğol cihan imparatorluğundan ayrılan devletlerin hükümdarları han unvanını taşıdıkları
halde, XVI. yüzyıldan itibaren İran’da han vali, sultan da kaymakam, asri
İran’da ise sadece “efendi” manasına gelmektedir.
Kağan’a
(hakan) tabi cemiyet aristokrat mahiyet arz ediyordu. Aile efradından prensler
(teginler) ve diğer zadegan (begler), yüksek rütbelere (buyruk) getirilirlerdi.
İl, el adı verilen devlet, içine aldığı veya tabi kıldığı oymaklardan,
kavimlerden terekküp eder, eğer bunlar savaşsız boyun eğmişler ise kendi
beylerinin idaresinde kalmalarına müsaade edilir, onlar da hakanın ailesinden
şad veya yabgu adı verilen bir valiye tabi olurlardı. Yabgu, Oğuz, Karluk
hükümdarlarına verilen bir unvandı. Ancak bu unvan Kimekler, hatta, pek eski
yabancı bir kavim olan İndo-Skitlerce de bilinmekte idi.
Yüzyıllar
boyunca ortaya çıkan, gâh kaybolan, bugün açık olarak öğrenemediğimiz görevler
ile ilgili Türk unvanları yüzleri bulur. Birkaç misal:
İlteber,
Elteber: (= belki: yabancı, devleti ezen, pepen, yahut halk etimolojisidir)
Uygurlardan bir kısmının ve Volga (İdil) Bulgarları reisi idi. Iduk Kut, İdi
Kut: (=Tanrı tarafından gönderilmiş, kutsal unvan) Turfan’daki Uygurların
hükümdar lakabı, Çur: Batı Türklerinden Tu-lu zümresinin reisi. Bu unvana
Hazarlarda ve Peçeneklerde de rastlanır. Tudun: Göktürklerde Avarlarda ve Turun
şeklinde Volga Bulgarlarında rastlanır. Yugruş: Avarlarda, Hırvatlarda,
Karahanlılarda ve Kalaç-Türk menşeli Kılcı sülalesi emirlerince kullanılan
unvandır. Mahmud al-Kâşgarî’ye göre bu rütbe kağandan sonra gelmektedir. Sagun:
Karluk kavmi reisleri unvanı. Karluk hükümdarı ise Yabgu’dur. Kök Sagun:
Semerkandlı Karahanlı sultanı unvanı. İrkin: Batı Türklerinden Nuse-pi
oymak-grubunun reisinin unvanı. Köl İrkin: (Göl çapında alim). Uygurlardan bir
zümrenin reisi. Bu unvan daha sonra Karluklarda geçer. İbn Fadlan’a göre X. yüzyılda
köl irkin, yabgu vekiline verilen unvandır. Kündü: Hazarlarda hakanın vekili,
Macarlarda en ileri gelen oymağın reisi=baş prens-Altaylı Tatarlarda oymak
reisinin vekili. Bugünkü Moğollarda ancak küçük memuriyettir. Yula, Cula:
(=meş’ale). Yalnız kadim şah adı olmakla kalmayıp, Bulgar-Türk sülalesi adı.
Peçeneklerde unvan, Macarlarda ise Gyula şeklinde “ikinci eş hükümdar”. Tarkan,
Tarhan: Asıl manası demirci olabilir. Madenlerin işlenişi ve kullanılışının,
eskiden insan hayatında olağanüstü bir tesir icra ettiği şüphesizdir. Efsanevi
tasavvurlarda bile bu, ifadesini bulmuştur: Demircilik Tanrı armağanıdır.
Bundan da Demirci Tanrı mefhumu teşekkül etmiştir. Beşeri demirciler adeta
insan üstü yaratıklardır. Alföldi yukarıdaki hususları işaret ettikten sonra,
Eurasya bölgesinde Arilerde ve Ural-Altaylılarda demircilik ile hükümdarlığın
aynı derecede bağdaştığını, belgeler göstererek tevsik eder. Bu sebepten ötürü
tarkan sözü en eski bilinen kaynaklarda unvan olarak geçer. Başta kral vekili
iken sonradan manası alçalarak asil olur. Son derece yaygın olan bu unvana,
hemen bütün Türk kavimlerinde rastlanır. Tarkan yurt işgal eden Macar
oymaklarından birine de alem olmuştur. Bu söze yer adları arasında da
rastlanır.
Rütbelerin
sıralanışına, çadırlıklarda, çadır kurmalarında, meclislerdeki oturum
yerlerinde, ziyafetlerde et dağıtımında çok sıkı bir şekilde dikkat edilirdi.
Netice itibarıyla, göçebe topluluklar ve devlet teşkilatı farklı oluşu
bakımından, komşu imparatorluklardan Çin ve Bizans’tan geri kalmıyordu.
Prof. Dr. László Rásonyi