Arş. Gör. Tuğçe DAŞÖZ (Gazi
Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü)
Bilindiği gibi 13 Mayıs, Türkçenin resmî dil olarak ilan edildiği
gündür. Göktürkler’den sonra devlet yazışmalarında kullanılmamaya başlanan, hor
görülen ve âdeta unutulmaya terk edilen Türkçe, 13 Mayıs 1277'ye gelindiğinde
Karamanoğlu Mehmet Bey’in bir fermanıyla yeniden hayat bulmuştur. İşte 13 Mayıs
2016 tarihi, Türk dilinin yeniden itibar bulmasının 739. yıl dönümü olmaktadır.
Türkçe, tarih boyunca bilim ve sanat diliydi. Türkçenin yaşatılması,
geliştirilmesi yerine Arapça ve Farsçanın dil değerleri öne çıkarıldıkça
Anadolu'da bu girişimlere tepkiler oldu: Karamanoğlu Mehmet Bey'in fermanı;
Edirneli Nazmi, Aydınlı Visali, Tatavlalı Mahremî tarafından başlatılan
“Türki-i Basit” akımı ve Nabi tarafından başlatılıp Nedim tarafından sürdürülen
Mahallîleşme akımı, Türkçeden uzaklaşma girişimlerine duyulan tepkilerden en
önemlileridir.
Karamanoğlu Mehmet Bey; yayımladığı fermanda, “Bugünden sonra divanda,
dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil
kullanılmayacaktır!” derken Türk kültürünün korunması ve gelecek nesillere
aktarımında, millet olma bilincinin sağlanmasında dilin önemini vurgulamış;
Türkçenin ve Türklüğün Anadolu’da ve yeryüzünde ebediyen yaşamasında öncü olma
şerefine erişmiştir. Bu suretle resmî devlet işlerinde kullanılan Arapça ve
Farsçanın hâkimiyetine büyük bir darbe vurulmuştur. Mehmet Bey’in fermanı, Türk
kültür tarihinin önemli olaylarından biridir. Günümüzde 13 Mayıs tarihi her yıl
Karaman’da Dil Bayramı olarak kutlanmaktadır.
İnsanlar arasındaki iletişimin en
temel aracı olan dil, milletlerin geçmişten devraldıkları bir mirastır. Dil,
bir milletin kültürel değerlerinin başında gelir. Aynı dili konuşan insanlar,
millet denilen sosyal varlığın temelini oluşturur. Dil; duygu ve düşünceyi
insana aktaran bir vasıta olduğu için, insan topluluklarını bir yığın veya
kitle olmaktan kurtararak aralarında duygu ve düşünce birliği olan bir toplum
hâline getirir. Dilini koruyup yüceltemeyen toplumların zamanla başka
kültürlerin tutsaklığında kalması ve kültürünü unutarak yabancılaşması
kaçınılmazdır.
Dil, kültürü oluşturan önemli
unsurların başında yer alır. Bu konumuyla dile, bir toplumun kültürü içinde şekillenen
bütün birikimleri temsil edecek bir işlev yüklenmektedir. Günlük alışkanlıklar,
öfkeler, sevinçler ve değer yargıları, gelenekler, görenekler dil yoluyla ifade
edilmekte ve tanımlanmaktadır. Bu işlevi nedeniyle de dil ve kültür arasında
sıkı bir bağ bulunmaktadır.
Dilin öğrenilmesi ise
toplumsal/kültürel çevreyle ilgilidir. Çocuğun toplumsal çevresi olmadan dil
edinmesi mümkün değildir. Başka bir ifadeyle dil etkileşimi, toplumsal/kültürel
bağlamın varlığıyla gerçekleşir ve değer kazanır. Bireylerin birbirleriyle
anlaşmalarında, problemlerinin çözülmesinde dilin önemi büyüktür. Geçmişten bugüne intikal eden sözlü ve yazılı
kültür ürünlerinin bugüne kadar varlığını sürdürmelerindeki en büyük etken;
anlaşılır, sade ve halkın genelinin anlayabileceği bir dille yazılmış,
söylenmiş olmalarıdır. Bir toplumda yeniliklerin, buluşların ve gelişmelerin
halkın her kademesine kolaylıkla iletilebilmesi için anlaşılır bir dile ihtiyaç
vardır.
Milletler dil sayesinde kültürlerini,
edebiyatlarını, tarih ve sanatlarını ortaya çıkarabilmekte ve yeni nesillere
aktarabilmektedirler. Dil, çevremizdeki her türlü iletişim aracı ve kültür
taşıyıcılarından çok daha belirgin olarak zihniyetimizin sözcüsüdür ve bu
nedenle de onun belirleyici bir konumu vardır. Bilim, felsefe ve sanat
eserlerinde de yapı taşı olarak ortaya çıkan ve birçok işlevi birden gören
dilin önemli özelliklerinden biri de kültür taşıyıcı olmasıdır.
Türkçe, binlerce yıldır varlığını
sürdürebilmiş saygın bir dildir. Ekonomik, siyasal, coğrafi, tarihsel nedenlerle,
geniş bir alana yayılmıştır. Çin ve Moğolistan sınırlarından Balkanlar’a,
Hindistan’dan Beyaz Rusya’ya kadar yayılmış olan Türkçemiz; bugün 12 milyon
kilometrekarelik bir alanda konuşulmaktadır. UNESCO raporlarına göre; iki yüz
milyondan fazla konuşanı ile Türkçemiz, dünya dilleri arasında beşinci sırada
yer almaktadır.
Dilimiz, millî bilincimizin aynasıdır.
Türk’ün dünyaya bakışını, bilimini, kültürünü, dinî ve mitolojik inançlarını,
duygularını aktaran bir sistemdir. Zaman içinde değişmelerle, yenileşmelerle,
zenginleşmelerle ve bazen de bozulmalarla karşı karşıya kalmış olsa bile
doğallığını ve güzelliğini koruyabilmiştir.
Her Türk gencinin dikkat etmesi gereken husus, ana dilinde düşünme
alışkanlığını kazanması ve milletleşme şuurunu benimseyerek topluma
katılmasıdır. Bu yapılmadığı takdirde millet oluşturma ve devam ettirme süreci
gerçekleşemez. Diline sahip çıkan milletler, geleceğine de sahip çıkar.
Geçmişiyle bugünü arasında dil bakımından anlaşılmazlık varsa geçmişin tahlil
edilerek ders çıkarılması, dolayısıyla da geleceğe yön verilmesi
zorlaşmaktadır.
Bireylerin toplumsallaşmasında ve
toplumsal bilincin oluşmasında eğitim, en önemli unsurlardan biridir. Eğitim
yoluyla bireylere toplumun tarihi, kültürü, inanç ve değerleri öğretilerek
onların içinde yaşadıkları topluma uyumları sağlanmaktadır. Yine eğitim yoluyla
zihinsel, duygusal ve bedensel davranış yönlerinden gelişerek istenilen birey
olmaları sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu yapılırken eğitimde kullanılan dilin
sade, anlaşılır ve ortak bir dil olması gerekmektedir. Bunların yanında dilin
geliştirilmesi çağa uygun yeni anlamlarla donatılması da önem arz etmektedir.
Atatürk’e göre dil bir kimliktir. Dilin yozlaşması ve ihmali, millî
kimliği etkileyecek derecede önemlidir. Atatürk’ün Cumhuriyet Dönemi’ne
damgasını vuran dil felsefesini şu sözlerden anlamak mümkündür: “Türk demek dil
demektir. Milliyetin çok bariz vasıflarından birisi dildir. ‘Türk
milletindenim.’ diyen insanlar her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır.
Türkçe konuşmayan bir insan Türk harsına, camiasına mensubiyetini iddia ederse
buna inanmak doğru olmaz.” Atatürk’ün üzerine titrediği ve kültürel
bağımsızlığı da içine alan dil, bağımsızlığın da en temel ögesidir. Hiç
kuşkusuz millî bir eğitim için millî bir dil gereklidir.
Atatürk’ün dil konusundaki
hassasiyetinin en önemli göstergesi, 1932 yılında Türk Dil Kurumu kurulması
için emir vermesidir. 2876 sayılı Kanun kapsamında Atatürk Kültür, Dil ve Tarih
Yüksek Kurumunun kurulması da Türk dilini bilimsel yoldan araştırmak, tanıtmak,
yaymak ve yayınlar yapmak amacıyladır. Ulu önder Atatürk’ün ana dilimize ne
derecede önem verdiği aşağıda sözlerinden kolayca anlaşılacaktır:
“Millî his ile dil arasındaki bağ çok
kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî hissin gelişmesinde başlıca
müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla
işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti; dilini de
yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır... Millî eğitim esas olduktan
sonra araçlarını da millî yapmak zorunluluğu tartışılamaz.”
“… Türk dili güzeldir. Zengindir. Onun
bu güzelliğini ortaya koymamız lazımdır.”
Cumhuriyet’in ilanından sonra
hazırlanan 1924 Anayasa’sında Türkçenin “resmî dil” olduğu açıkça
belirtilmiştir. 1924 Anayasa’sından sonra hazırlanan anayasalarımızda da
Türkçe, resmî dil olarak aynı şekilde yerini almıştır. Bugün yürürlükte bulunan
1982 Anayasa’sının 3. maddesi şöyle düzenlenmiştir:
“Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle
bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.”
Anayasa’nın 42. maddesi ise eğitim dilini
belirler ve güvence altına alır:
“Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve
öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve
öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile
yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tabi olacağı esaslar, kanunla
düzenlenir. Milletlerarası anlaşma hükümleri saklıdır.”
1739 sayılı Millî Eğitim Temel
Kanunu’nda da dilimizle ilgili hükümler bulunmaktadır. Bu kanunun 10. maddesinin
ikinci paragrafı şöyledir:
“...Millî birlik ve bütünlüğün temel
unsurlarından biri olarak Türk dilinin, eğitimin her kademesinde özellikleri
bozulmadan ve aşırılığa kaçılmadan öğretilmesine önem verilir. Çağdaş eğitim ve
bilim dili hâlinde zenginleşmesine çalışılır. Bu maksatla Millî Eğitim
Bakanlığınca gereken tedbirler alınır.”
“Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma
Planı”na göre kamu ve sivil toplum örgütleri temsilcileri ile üniversite
öğretim üyelerinin katılımı ile oluşturulan, Türk Dili İhtisas Komisyonunda
“T.C. Anayasa’sının 166. maddesinde açıklanan; “ülkemizin ekonomik, sosyal ve
kültürel kalkınmasının planlı bir şekilde gerçekleştirilmesi” hükmüyle temel
amaç olarak Türkçenin eğitimi, geliştirilmesi ve her alanda doğru kullanımının
sağlanması ve bu konudaki sorunları, bunların çözüm yollarını irdelemek, uzun
ve kısa dönem hedefleri, stratejileri belirlemek ve uygulanacak politikalara
yönelik öneriler getirmek esas alınmıştır. Bu bağlamda; Türkçenin Eğitimi ve
Öğretimi, Türkçenin Kullanımı, Türkçenin Araştırılması, Bilim Dili Olarak
Türkçe, Bilgisayarda Türkçenin İşlenmesi isimli alt komisyonlar kurulmuştur.
Anayasa ve kanunlarımızda Türkçenin,
devletimizin resmî dili olduğu açıkça hükme bağlanmıştır. Buna göre devlet,
resmî dilini gözetip kollama yetki ve sorumluluğuna da sahiptir. Bugünkü
Anayasa’nın giriş bölümünde “Anayasa’nın sözüne ve ruhuna sadakat” şartı da
getirilmiştir. Bu itibarla, devletin resmî yazışmalarında ve eğitimde
kullanılacak dilin ölçüsü de Anayasa’da kullanılan dildir. Nitekim 29.09.1984
tarihli Başbakanlık Genelgesi, Anayasa dilinin ölçü olarak alınmasını
emretmektedir. Bu Genelge’de, “Türkçenin yapısını ve güzelliğini zedeleyecek
hareketlere izin verilmemesi, ana dilimizin tabii seyri içinde gelişmesi
gerektiği görüşündeyiz.” denildikten sonra, “Kamu kurum ve kuruluşlarınca
yapılan resmî yazışmalarda ve yayınlarda güzel Türkçemizin aşırılılıklardan
kaçınılarak kullanılması; yapı, imla ve kelimelere dikkat edilmesi” mecburiyeti
getirilmektedir.
Bilimini üretmeyen ülkeler yok olmaya mahkûmdurlar. Bilim yönünden
gelişmiş olan milletlerin ekonomik ve kültürel açıdan da geliştikleri, siyasi
zeminde söz sahibi oldukları bilinen bir gerçektir. Bilimsel buluşlardan
yararlanabilen ülkeler, vatandaşlarının gelir seviyelerini yükseltmekte ve
onlar için daha müreffeh bir hayat imkânı sağlamaktadır. Bu gerçekler
dolayısıyla çağımız genellikle bilim çağı diye adlandırılmaktadır. Bilimsel
bakımdan gelişmek, bilimle ilgili kurumsal ortamın niteliğinden çok bilim dili
olarak gelişmiş bir dile sahip olmaya bağlıdır. Bir milletin dili, her türlü
fikri bütün ayrıntılarıyla ifade edebilecek bir zenginlikte değilse, o milletin
bilimde ilerlemesi mümkün olamaz. Gelişmiş ve zengin bir dil, her bilim dalının
eğitim ve öğretiminde de büyük kolaylık ve gelişme sağlar.
Bilim dili, bütün bilim dallarının araştırılmasında, eğitim ve
öğretiminde kullanılabilen, bunun için gerekli terimlere ve zengin bir kelime
kadrosuna sahip olan dildir. Her bilim
dalının dildeki genel kavramlar dışında özel kavramların karşılığı olan bir
hayli terime de ihtiyacı olduğu için bilim dili bir bakıma “kültür dili ile
terimlerin oluşturduğu özel bir dil” olarak da tanımlanabilir. Bir dilin bilim
dili sayılabilmesi için, o dille çeşitli bilim dallarına ait araştırmaların,
incelemelerin yapılabilmesi; bunlara ait sonuçların, yorum ve
değerlendirmelerin en ince ayrıntılarına kadar
ifade edilebilmesi; dilde bütün bilim dalları için gerekli terimlerin
bulunması, çeşitli düşünceleri anlatan kavramları karşılayabilecek işlekliğe ve
kelime kadrosuna sahip olması gerekir. Her dilin insan duygu ve düşüncelerini
ifade etme vasıtaları ve sistemi farklıdır. Bu yüzden bir dilin diğer bir dile
oranla üstün olduğunu iddia etmek gerçeklere aykırıdır. Bir dildeki kelimelerin
sayı bakımından fazlalığı veya sadece yapım ve çekim eklerinin çokluğu yahut
söz dizimi özellikleri o dilin başka bir dile üstün olduğunu ortaya koymaz.
Hiçbir dil başlangıçta tam bir bilim dili hâlinde doğmamıştır. İşlenerek
gelişmiş, geliştikçe de işlenmiştir. Yazı dili olmuş, bilim dili olarak
kullanılmış, bu sayede gelişmiş olan diller zamanla daha zengin bir dil
özelliği kazanırlar. Yazı dili hâline gelmiş bir dil, zamanla edebiyat dili,
kültür dili, bilim dili olarak kullanılır ve işlenirse zenginleşir gider.
Bilimsel ve teknolojik ilerlemeye ayak uyduramayan, tembel ve dilini
zenginleştirmeyen bir millet kalıcı olamaz. Yabancı terimler ancak Türkçe dil
kurallarına uyan ve yeni türetilen kelimelerle dilimize alınmalı ve Türkçemiz
zenginleştirilmelidir. Yabancı sözcükler moda, özenti, bilgiçlik taslama,
tembellik, ihmal yüzünden bilim dilimize girmektedir. Zorunlu sözcüklere karşı
Türkçelerini bulmayı görev edinerek ve ana dilimize güvenerek onu
zenginleştirmeli, saygı, sevgi ve doğrulukla kullanmalıyız. Böyle giderse önemsenmeyen
ve işlenmeyen bir bilim dili olarak Türkçe; giderek zayıflayacak, evde ve
sokakta basit bildirişimler olarak kullanılan bir “ağız”a dönüşecektir.
Kendi memleketimizde yeteri kadar
değer verilmemesine rağmen, Türkçemizin yurt dışında büyük bir ilgiye mazhar
olduğunu söyleyebiliriz. Milletimizin tarihî misyonuna paralel olarak Türkçe,
yabancıların ilgisini çekmekte ve birçok ülkede dilimize karşı bir istek
oluşmaya başlamaktadır. Bunun sonucunda bugün dünyanın birçok yerinde Türkoloji
kürsüleri açılmakta; buralarda Türk dili öğretilmektedir. İşte bu tarihî
fırsatı iyi değerlendirmemiz ve bir devlet politikası olarak dilimizin üzerine
çok daha fazla eğilmemiz gerekmektedir.
Dilimiz, tarih boyunca çeşitli milletlerin dilleri, kültürleri ile
karşılaşmıştır. Her medeniyet ve kültür dili gibi Türkçe de başka dillerden
kelime almış ve vermiştir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ifadesi ile “değişerek devam
etmiş, devam ederek değişmiş” tir. Türk adıyla bilinen ilk Türk devleti
Göktürkler’den günümüze kadar kültür dili, edebiyat dili, ilim dili, devlet
dili olarak varlığını sürdürüp gelmiştir. Türkçenin bilim, sanat, öğretim dili
olmasını savunmayanlar; Türk milletine, Türk kültürüne ihanet içindedirler.
Türk’ün yaşadığımız topraklarda varlığı,
dirliği ve bütünlüğü Türkçenin hâkimiyetine bağlıdır. Türkçe elimizden
giderse Türkiye de gider. Günümüzde yapılmak istenen de maalesef budur.
Kaynakça
Abacıoğlu, N., Üniversiteler ve bilim
neye hizmet etmeli ? Üniversite ve Toplum, 2003;
http://www.universite-toplum.org.
Aksan, D. Türkçenin Gücü: Türk Dilinin Zenginliklerine
Tanıklar, 8. basım, Ankara, 2003, Bilgi Yay.
Atatürk Araştırma Merkezi: Kemal Atatürk
/ Nutuk, Ankara, 1989, Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Bayat F., Türk Dili Tarihi:
Başlangıçtan Günümüze Kadar Türk Dili, Ankara, 2003, Genç Ofset.
Birinci Millî Eğitim Şûrası, İstanbul,
1991, Millî Eğitim Basımevi.
Cevizoğlu H., Türkiye ve Türkçe Üzerine
Oynanan Oyunlar, Ankara, 2004, Işık Yay.
Devlet Planlama Teşkilatı: VIII. Beş
Yıllık Kalkınma Planı. http://plan8.dpt.gov.tr.
Hacısalihoğlu, H., Bilim dili Türkçe,
Yazım Dili Türkçe. http//www.dilimiz.gen.tr/makaleler.
Hepçilingirler F., Türkçe
"Off", İstanbul, 2003, Remzi Kitabevi.
İnam, Ahmet, http://www.metu.edu.tr/home/www41/ahmet-inam/sanat.htm.
Turan Ş., Atatürk ve Ulusal Dil.
İstanbul, 1998, Yenigün Basımevi.
İkinci Millî Eğitim Şûrası, ,
İstanbul, 1991, Millî Eğitim Basımevi.
Kantarcıoğlu, S., Türkiye Cumhuriyeti
Hükümet Programlarında Kültür, Ankara, 1990, Kültür Bakanlığı Yay.
Kaplan, M., Türk Milletinin Kültürel
Değerleri, Ankara: 1987, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay.
Kavcar, C., “Atatürk’ün Dil ve
Edebiyat Konusundaki Görüşleri”, Atatürk Devrimleri ve Eğitim Sempozyumu
içinde, Ankara, 1981. AÜ Yay.
Miyasoğlu, M., Kültür Hayatımız, Ankara, 1999, Akçağ
Yayınları.
On ikinci Millî Eğitim Şûrası,
İstanbul, 1989, Millî Eğitim Basımevi.
Porzig, W., Dil Denen Mucize, çev.:
Vural Ülkü, Cilt 1, Ankara, 1990, Kültür Bakanlığı Yay.
Sağlam, Ömer,
http://omersaglam1.blogspot.com.tr/
Üstüner, Ahat, “Ana Dilde Eğitim ve
Türkçe”
http://www.edebiyatögretmeni.net/anadildeegitimveturkce.htm
Yeniçeri, Hüseyin, “Bilim, Sanat, Öğretim Dili Olarak Türkçe”, Ortadoğu
gazetesi, 11.3.2014.
Ziya Gökalp, Türkçülüğün
Esasları, hazırlayan: Mehmet Kaplan,
Ankara, 1990, Kültür Bakanlığı Yay.
.