Hazar’ın adını bildiğimiz son kağanı olan ve 10. yy.
ortasında hüküm süren Yusuf, devleti hakkında bilgi edinmek isteyen bir dindaşı
olan, Endülüs Emevi halifesi 3.
Abdurrahman’ın danışmanı Hasday bin Şaprut’a cevaben yazdığı mektupta Hazar hakkında en yetkili ağızdan önemli bilgiler vermektedir.
Abdurrahman’ın danışmanı Hasday bin Şaprut’a cevaben yazdığı mektupta Hazar hakkında en yetkili ağızdan önemli bilgiler vermektedir.
Hazarlardan günümüze herhangi bir kitap veya yazıt
ulaşmadığı için, diğer iki mektupla birlikte bu name sahibinden birinci el
kaynak sağlaması bakımından, büyük tarihi öneme sahiptir. Bu makale çok bilinen
ama tek bir eleştirel yayını yapılan sözkonusu mektubun çevirisi ve
açıklamasını içermektedir.
..
Endülüs Emevî Halifesi 3. Abdurrahman’ın (912-961) dış
ilişkiler danışmanı olarak çalışan Sefarad Yahudisi Hasday bin Şaprut, İspanya’ya
ticarete giden Horasanlı Yahudi tüccarlardan Hazar adlı bir Musevî ülkesinin
varlığını duymuş, önce buna inanamamış, değişik kaynaklardan tetkik ettikten ve
emin olduktan sonra Hazar kağanına bir mektup yazarak doğrudan bilgi
istemiştir. O zaman kağan olan Yusuf da bu nazik mektuba büyük bir nezaket ve
tevazu ile cevap vermiştir. Elimizde hem Hasday’ın, hem de Yusuf’un mektupları
bulunuyor. Ayrıca Kahire’deki bir sinagogun mahzeninden çıkan ama üst düzey bir
Hazar görevlisi tarafından benzer soruları cevaplandırmak için yazılmış başka
bir mektup daha vardır. Bizim koyduğumuz bir şerh dışında, hiçbir istisna
olmaksızın bu mektubun da Endülüs’e gönderildiği düşünülmüştür. Bu dört
mektuptan oluşan dosya, tarihçilikte Hazar Muhaberesi olarak adlandırılmaktadır.
Buna kısaca değineceğiz.
915-975 arasında yaşadığı düşünülen Hasday, döneminin en
zeki ve bilgili âlimlerinden biriydi ve aynı zamanda iyi bir diplomattı.
Endülüs devletinin dış siyaseti ve maliyesi ona emanet edilmişti. İşe halifenin
hekimi olarak başlamıştı. Mektubunda da belirttiği gibi, elçilerden
ülkelerindeki Yahudilerin durumu hakkında bilgi alıyor ve gerektiğinde
iyileştirme girişimlerinde bulunuyordu. Onun Hazar temaslarını da bu
çerçevedeki heyecanının bir parçası olarak görmek gerekir.
Elimize tam metin olarak ulaşan Hasday’ın mektubu tek
başına kapsamlı bir inceleme konusudur. Burada işbu cevabî mektubun yazılmasına
sebep olan sual mektubuna yer darlığı sebebiyle değinemeyeceğiz, ancak Kağan
Yusuf yer yer kendisine nelerin sorulduğunu hatırlatarak anlatımını sürdürüyor.
Bu mektuptaki metnin cevap niyetiyle hazırlandığını bilmemiz yeter, ama tüm
sorulara da açık cevaplar vermemiştir.
Hasday ile Yusuf’un yazışmasının çok erken tarihlerde
özellikle de İspanya’da iyi bilindiğini 12. yy. da yazılan eserlerden
anlıyoruz. Abraham ben David örneğin hem bu yazışmadan bahseder hem de Hazar
soyundan gelen kimselerin Toledo’da bulunduklarını bildirir. Onun çağdaşları
olan Yehuda Halevi ve Yehuda ben Barzillay da bu yazışmadan ve Hazar’da olup
bitenlerden haber verirler. Mektubun ilk yayını tahminen 1577 yılında
İstanbul’da yapılmıştır. İshak Akriş adlı bir Yahudi, muhtemelen Mısır’da
gördüğü mektupları Qol Mebasser (Resul’ün Sözü) adlı kitabının ardına ek olarak
koymuştur. Bu kitabı okuyan Buxtorf 1660 yılında Basel’de Cosri (Hazarlar)
adıyla bir tenkitli neşir hazırlamış, bu esnada mektuba kuşkulu yaklaşmıştır.
Bundan iki asır sonra, yine İstanbul’dan Mısır’a giden bir başka Yahudi olan
Avraham Firkowicz orada mektubun daha ayrıntılı bir nüshasını bularak Kırım’a
götürmüştür. Bu mektup, daha sonra onun bütün terekesiyle birlikte Petersburg
Kütüphanesi’ne aktarılmıştır.
Lakin bir Karaim olan Firkowicz’in sahte belgeler
ürettiğini ileri süren diğer Yahudi âlimler başlangıçta buna çok kuşkulu
yaklaşmışlardır.
Yine de başta Harkavy ve Chwolson olmak üzere, 19. yy. ın
ikinci yarısındaki en önemli isimler bu mektupları incelemiş ve diğer benzer
belgelerle birlikte ayrıntılı neşirler yapmışlardır.
1912 yılında Kahire’de Yusuf’un cevap mektubuna benzer
bir içeriği olan, aynı yıllara ait bir başka mektup daha bulunmuştur. İlk ve
son sayfaları kayıp olduğu için mektubun sahibi ve alıcısını bilmiyoruz.
Bulunduğu yerden ötürü Kenize (İbr. Geniza) Mektubu, yayıncısından ötürü
Schechter Belgesi veya saklandığı yerden ötürü Cambridge Belgesi denen bu
mektup hem Hasday ile Yusuf’un haberleşmesini teyit etmiş hem de
karşılaştırmalı bilgi sağlamıştır.
Pavel K. Kokovtsov bu mektupları toplayarak 1932 yılında
bir kitap haline getirmiştir. Kitapta mektupların hayli ayrıntılı bir
incelemesi sunulur.
Çağdaş tarihçilikteki ilk ve son tenkitli neşir de bu
olmuştur. Pritsak ve Golb 1982 yılında Kokovtsov’a benzeyen iddialı bir isimle
10. yy. daki Hazar mektuplarını toplamışlardır ama anlaşılmaz şekilde onların
kitabında Hasday ile Yusuf’un haberleşmesi bulunmamaktadır. Bu yüzden, halen
bütün dünyada Kokovtsov’un neşri kullanılmaktadır. Elbette hem Hasday’ın
mektubu hem de Yusuf’un cevabı birçok esere dercedilmiş olarak bulunabilir ama
bunlar ya her iki nüshanın terkip edildiği ortalama metinlerdir ya da
genellikle Uzun Nüsha’nın edebi çevirileridir. İçerik hakkında bilgi verirler
ama bilimsel incelemede kullanılmaları zordur.
Kenize Mektubu daha önce Schechter 1912, Kokovtsov 1932
ve Golb ve Pritsak 1982 neşirlerinden karşılaştırmalı olarak Türkçeye çevrilmiş
ve tamamen yeni tenkitlerle yayınlanmıştı (bkz. Karatay 2008). Burada
Kokovtsov’un İbraniceden Rusçaya aktardığı mektup metinleri çevrilmiş, şerhleri
ise büyük ölçüde Kokovtsov’a dayanılmakla birlikte tarafımızca yapılmıştır.
Belki Kokovtsov’un incelemeleri de aynen çevrilmeliydi ama iki önemli sebeple
bunu yapmadık: Aradan geçen 80 yıla yakın zamanda Hazar çalışmaları çok
ilerledi ve yepyeni açılımlara uğradı. Yer darlığı bu mektubun bütün içeriğinin
tahlilini engelliyor ama sadece bu mektuptan bir kitap çıkartacak kadar paralel
bilgi ve yoruma ulaşılmıştır. İkincisi ise, Kokovtsov’un okuyucusu ile Türk
okuyucusunun ilgi odağı farklı olacaktır.
Biz sadece ve mümkün olduğunca teknik tabirleri
açıklamakla veya Kokovtsov’dan aktarmakla yetindik. Bu mektubun Türkçedeki çok
geniş bir filolojik incelemesini ise Dunlop’ın kitabında bulmak mümkündür
Kısa Nüsha
Bu, Togarma1 hükümdarı Yusuf’un cevabıdır. Bizlerce
değerli sayılan ve bize muhterem olan, Sürgün’ün başındaki Sefarad Ezra oğlu
İshak oğlu Rabbi Hasday’a Togarma hükümdarı Harun oğlu Yusuf’un mektubudur.
İşte ben sana, N-m-ts2 ülkesinden Eliezer oğlu Rabbi Yakup aracılığıyla saygın
mektubunun bize ulaştığını bildiriyorum. Biz de bu mektuba sevindik; senin
aklın ve bilgeliğine hayran kaldık. Ben bu mektupta ülkenin bulunduğu yer,
uzunluğu ve genişliği, bu ülkeyi yöneten hükümdar Abdurrahman’ın aslı, yüceliği
ve büyüklüğü ve Tanrı tarafından ona gösterilen yardımla ilgili (çeşitli)
yazılanları, Doğu iklimlerini kendine nasıl itaat ettirdiğini, devletinin
gücünün bütün yeryüzünde duyulur olduğunu, o zamanlar Kustantiniya’dan
elçilerin hediyelerle (nasıl) gelmeye başladığını ve devletimiz ve inancımızla
ilgili gerçeği size anlattıklarını (ki, siz önce bu konudaki haberleri yalan
saymış ve inanmamıştınız,) buldum.
Sen devletimiz ve kökenimiz, atalarımızın İsrail dinini
nasıl kabul ettiği ve Tanrı’nın gözlerimizi nasıl aydınlattığı, kaşımızı nasıl
kaldırdığı ve düşmanlarımızı nasıl kırdığımızla ilgili doğru bilgilerin sana
bildirilmesini rica etmişsin. Ülkemizin ölçülerini, uzunluk ve genişliğini,
çevremizde yaşayan halkları, bizlerle dostluk içinde olanları ve bizimle
savaşanları ve (ayrıca) elçilerimiz iyi tutumuyla (bütün) kalplerin kendisini
sevmesini ve davranışlarının doğruluğuyla kendisine bağlanmasını sağlayan
haşmetmaab ve yüce hükümdarınıza hürmetlerini arz etmek üzere ülkenize
gelebilirler mi diye sormuşsun. Zira (öbür) milletler onlara (Yahudilere)
İsrail’de hükümet ve devletin olacağı bir bakiye ve yerin bulunmadığını
söylemekteler. Çünkü İsrailoğulları bundan (haberden) memnun olmuşlar, bu
onların ruhunu kaldırmış ve İsrail’de hükümet ve devletin olduğu bir yer
olmadığını ve kalıntısının bulunmadığını söyleyenler karşısında daha cesurca
cevap vermek, öğünmek ve gururlanmak imkânı vermiştir.
Biz, mektubunda sorduklarının her maddesi hakkında,
ülkeni ve bu ülkede hüküm sürenlerin kökenlerini anlatırkenki bilgeliğinden
(hasıl olan) sevinç ve sana hayranlık içinde cevap vererek seni yanıtlıyoruz.
Bahtiyarâne talepleri olan mektuplar önceden de bize
ulaşmıştı ve atalarımız önceden de yazışmıştı. Bunlar bizim kitaplarımızda
korunmuştur ve zikrettiğin gibi, bütün doğuda ülkemizin bütün yaşlıları
tarafından bilinmektedir.
Biz, daha önce atalarımız arasında olanı yenileyelim ve
bunu nesillerimize miras bırakalım.
Mektubunda bizim hangi halktan, hangi soy ve boydan
(geldiğimizi) soruyorsun.
Bil ki, Yafes oğullarından, onun oğlunun oğullarından,
Togarma’dan (geliyoruz). Atalarımızın şecere kitaplarında Togarma’nın on oğlu
olduğunu bulduk; adları işte şöyledir: Birincisi Agiyor,4 (sonra) Tiras,5
Avar,6 Ugin,7 Biz-l,8 T- r- na,9 Hazar, Z-nur,10 B-l-g-d,11 Savir.12 Biz
Hazar’ın oğullarından geliyoruz; bu (oğulların) yedincisidir. Onda, onun
günlerinde atalarımın sayıca az olduğu yazmaktadır. Fakat Allah-u Tekaddes ona
güç ve metanet vermiştir. Kendilerinden daha kalabalık ve güçlü halklarla
savaşmışlar, ama Tanrı’nın yardımıyla onları kovmuş ve ülkelerini
almışlardır.13 Diğerleri kaçmışlar, onlar da ‘Runa’14 adındaki büyük nehirden
geçmeye zorlayıncaya kadar onları takip etmişlerdir.15 Onlar günümüze kadar
‘Runa’ nehrinde ve Kuştantiniya yakınlarında kalmışlar, Hazarlar da onların
ülkesini almıştır.
Bundan sonra adı Bulan16 olan hükümdarları gelinceye dek
aradan nesiller geçmiştir. O bütün kalpleri hayran bırakan bilge ve Tanrı’dan
korkan birisiymiş.
Tanrı’nın himaye ve korumasını istemiş ve falcı ve
putperestleri ülkeden çıkarmış. Rüyasında ona melek görünmüş ve demiş:17 “Ey
Bulan! Rab beni sana duanı ve yakarışını duydum demek için gönderdi. İşte seni
kutsayacak ve çoğaltacağım. Devletini asırların sonuna dek devam ettireceğim ve
bütün düşmanlarını eline vereceğim. Şimdi kalk ve Rabb’e dua et”. O böyle
yapmış ve melek ona ikinci kez görünmüş ve şöyle demiş: “Ben senin davranışını
gördüm ve işlerini onayladım. Biliyorum ki bütün kalbinle beni izleyeceksin.
Sana emir, kanun ve kurallar vermek istiyorum. Eğer benim
emir, kanun ve kurallarıma uyarsan seni kutsayacak ve çoğaltacağım”. O cevap vermiş
ve kendisiyle konuşan meleğe şunları söylemiş: “Rabbim, kalbimdeki niyetleri
biliyorsun ve içimi gördün ki, ben kendimi sadece sana emanet ettim. Fakat
yönettiğim halk inançsızdır. Onlar bana inanırlar mı bilmiyorum.
Eğer senin nazarında merhamet bulursam ve bana merhametin
gelirse, onların büyük beyine belir. O, bu işte bana yardım edecektir”. Allah-u
Tekaddes onun isteğini yerine getirdi ve rüyasında o beye belirdi.18 O da
sabahleyin kalkıp hükümdara geldi ve (bunu) anlattı. Hükümdar bütün bey ve hizmetçilerini
ve bütün halkını topladı ve tüm bunları anlattı.
Onlar bunu onayladılar, (yeni) inancı kabul ettiler ve
Şehina’nın19 himayesi altına girdiler.
Melek ona bir kez daha göründü ve dedi: “İşte gökler ve
göklerin göğü beni almadı. Fakat sen (yine de) benim adıma bir mabet kur”. O
cevap verdi ve şöyle dedi: “Dünyanın hâkimi, ben senin önünde çok mahcubum. Onu
inşa etmek için yetecek kadar gümüş ve altınım yok”. O, ona dedi:
“Güçlü ve yiğit ol! Ordularını al ve Rudlan20 ve Ardil21
ülkelerine git. Ben onların kalbine senin karşında korku ve dehşet koyacağım ve
onları eline vereceğim. Sana iki ambar hazırladım: Biri gümüş ve biri altın.
Senin yanındayım ve gittiğin (her) yerde seni koruyacağım. Sen (bu) malı
alacak, sağ salim dönecek ve adıma mabet inşa edeceksin”. O, ona inandı ve
emrettiğini yaptı. Savaştı, şehre ant verdi ve sağ salim geri döndü.22 (Sonra)
o (alınan) malı Tanrı’ya adadı ve ondan bir çadır, gemi, şamdan, masa, sunaklar
ve kutsal kapkacak yaptı. Şimdi bunlar benim emrimde saklanmaktadır ve
sağlamdırlar.
Bundan sonra onun hakkındaki söylenti yeryüzüne yayıldı.
Edom23 hükümdarı ve İsmail oğullarının24 hükümdarı duydular ve onu kendi
inançlarına (geçmesi) için bilgeleriyle birlikte pek çok hediye ve mebzul malla
elçilerini gönderdiler.25 Fakat hükümdar akıllıydı ve İsrail oğullarından (da)
bilgelerin gönderilmesini emretti. İyi inceledi, araştırdı ve sorguladı.
(Sonra) da kendi inançlarıyla ilgili (gerçeği)
açıklamaları için onları birlikte görüştürdü. Onlar birbirlerinin sözlerini
yalanladılar ve hiçbir konuda (birbirleriyle) anlaşamadılar. Hükümdar bunu
gördüğünde Edom’un rahibine ve İsmail oğullarına dedi: “Evinize gidin, üçüncü
gün sizi çağıracağım, siz de geleceksiniz”.
Diğer gün hükümdar rahibi çağırdı ve ona dedi: “Biliyorum
ki Edom’un hükümdarı bu hükümdarlardan büyüktür ve inancı saygın inançtır. Ben
(artık) senin inancını sevdim.
.....................
Bu olaylardan sonra onun oğullarının oğullarından Obadye
adında biri hükümdar oldu. O dindar ve adaletli biriydi. Devleti yönetti ve inancı
yasaya ve kurala uygun şekilde pekiştirdi.29 Toplanma ve eğitim evleri inşa
etti ve İsrailli bilgelerden çok kimseyi topladı. Onlara gümüş ve altın verdi,
onlar da ona 24 kitabı,30 Mişna’yı,31 Talmud’u32 ve hazanların (kabul etmiş
olduğu) duaların bütün düzenini açıkladılar. O, Tanrı’dan korkuyor ve kanun ve
emirleri seviyordu.
Ondan sonra Ezekiya’nın oğlu hükümdar oldu, ondan sonra
onun oğlu Menasse, ondan sonra Obadye’nin kardeşi Hanukka hükümdar oldu, onun
oğlu İshak, onun oğlu Zebulon, onun oğlu Menasse, onun oğlu Nissi,33 onun oğlu
Menahem, onun oğlu Bünyamin, onun oğlu Harun ve ben, zikredilen Harun oğlu
Yusuf. Biz bütün hükümdarlar, hükümdar oğluyuz. Bizim atalarımızın tahtında
yabancı oturamaz, (sadece) babanın tahtına oğlu oturur. Atalarımızın geleneği
ve bizim geleneğimiz böyledir.
Devletimizde hükümdar olanlar devleti her daim kendi
kanun ve emirlerinde korusun!
Ülkemizin boyutu ve uzunluk ve genişliğiyle ilgili soruna
gelince, (bil ki) Grgan denizine34 bitişik nehrin yakınında yer almaktadır; doğuya
doğru uzunluğu dört aylık yoldur. (Bu) nehrin yakınında sayısı kalabalık pek
çok halk vardır; hem köy ve şehirlerde hem de (duvarlarla) tahkim edilmiş
kentlerde yaşarlar. Bu halklardan dokuzu (kesin olarak) bilinmemekte ve
sayıları da. Bunların hepsi bana haraç öderler. Buradan sınır G-r-gan’a döner
(ve gider). (Bu) denizin kıyısında bir aylık yol mesafesinde bütün yaşayanlar
bana haraç öderler. Güney tarafında Bab’ül-Ebvab’a35 kadar kesin sayısı
bilinmeyen kalabalık ve güçlü 15 halk yaşar. Bunlar dağlarda yaşarlar. İki
aylık yol mesafesinde olan, Kustantiniya denizine36 kadar ülkesinin bütün
sakinleri bana haraç öderler. Batı tarafından Kustantiniya denizinin kıyısı
boyunca kalabalık ve güçlü 13 halk yaşar. Buradan sınır kuzeye Yuz-g39 adındaki
büyük nehre döner. Onlar (burada) koruma duvarları olmayan açık alanlarda
yaşarlar, Hin-diim40 (ülkesinin) sınırlarına dek bütün bozkırda gezerler.
Denizin kıyısındaki kumlar gibi kalabalıktırlar ve bana haraç öderler. Ülkeleri
dört aylık yol boyunca uzanmaktadır.
Ben (kendim) nehre girişte yaşıyorum ve gemilerde gezen
Rusların onlara ulaşmasına izin vermiyorum. Daha doğrusu ülkelerine girmek için
kara yoluyla gelen hiçbir düşmanlarını bırakmıyorum.41 Onlarla şiddetli
savaşlar yapıyorum. Eğer onları (rahat) bırakırsam, İsmail oğullarının Bağdat’a
kadar bütün ülkelerini yok ederlerdi.42
Sana tekrar bildiriyorum ki, Kadir-i Külli Şey’in
yardımıyla ben bu nehrin yanında yaşıyorum ve devletimde üç şehir bulunuyor.43
(Onlardan) birinde harem ağaları ve hizmetkârlarıyla hatun yaşıyor. Bu şehrin
uzunluğu ve genişliği, rabatlar ve ona ait köylerle birlikte 50’ye 50 fersah
ediyor ve burada Museviler, İsmail oğulları ve Hıristiyanlar yaşıyorlar. Diğer
kavimlerden diğer halklar da yaşamaktadır. İkinci şehir rabatlarıyla birlikte
sekize sekiz fersah uzunluk ve genişlik tutmaktadır. Üçüncü şehirde beylerim,
hizmetçilerim ve tüm memurlarımla ben yaşıyorum. Burası büyük değildir ve
uzunluk ve genişliği üçe üç fersah tutmaktadır. Bu şehrin duvarları arasında
(diğer tarafa doğru) nehir uzanmaktadır. Biz bütün kışı şehirde geçiriyoruz.
Nisan ayında44 şehirden çıkıyor ve kendi tarla ve bahçemize ve kendi (tarla)
işimize gidiyoruz.45 (Bizim) oylarımızdan her biri kendi atalarından (isim
almış olan) kendi (miras) mülküne sahiptir. Onlar (oraya) giderler ve kendi
sınırları içinde sevinçle ve şarkılarla otururlar. Hiç kimse zalimin, düşmanın
sesini duymaz ve ahmakça olaylar yoktur. Ben ise, benim beylerim ve
hizmetkârlarım V-r-şan46 adı verilen büyük nehre kadar 20 fersahlık yol boyunca
gidiyoruz. Buradan da şehrin47 sonuna gelinceye dek (ülkenin) çevresinden geçiyoruz.
Ülkemizin ölçüleri ve bizim dinlenme yerimiz böyledir. Ülkemiz çok yağmur
almaz.
Burada pek çok balığın büyüdüğü pek çok nehir
bulunmaktadır. Pek çok da kaynak vardır. Ülke verimli ve münbittir;
tarlalardan, bağlardan, bahçe ve parklardan oluşmaktadır. Bütün bunlar
nehirlerden sulanır. Bizde türlü türlü meyve ağaçları vardır.
Ülkemin sınırlarını da bildiriyorum. Doğu tarafına doğru
G-r-gan denizine dek 20 fersah yol uzunluğundadır; güney tarafına 20 fersah
yola ve batı tarafına 40 fersah yola sahiptir. Ben bir adada yaşıyorum.
Tarlalarım, bağlarım, bahçe ve parklarım adadadır. Kuzey tarafına doğru ülke 30
fersah yol boyunca uzanmaktadır (ve burada) pek çok nehir ve kaynak bulunur.
Yaradan’ın yardımıyla ben sükûnet içinde yaşıyorum.
Sen “harika sonu” da sormuşsun. Gözlerimiz Tanrımız
Rabb’e ve İsrail bilgelerine, Kudüs’te bulunan akademiye ve ayrıca Babil’deki
akademiye48 yönelmiştir. Biz Sion’dan uzağız, fakat bize günahlarımızın çokluğu
yüzünden hesapların karıştığı söylentisi ulaştı, lakin biz hiçbir şey
bilmiyoruz.
Fakat yüce adı için Tanrı’ya uygun olan yapılmalıdır.
O’nun gözleri önünde mabedinin yıkımı, (orada) ona kulluğun ortadan
kaldırılması ve uğradığımız tüm felaketlerin hiçbir değeri olmayacak. O bize
sözlerini (yazılarını) bildirir “ve birden mabede girer” vs. Bizim ellerimizde
sadece Daniel’in49 peygamberliği var. Tanrı, İsrail’in Tanrısı kurtuluşu
hızlandırsın ve onun adını seven biz ve sen ve bütün İsrail daha yaşarken
sürgünlerimizi ve dağılmışlarımızı toplasın!
Mektubunda beni görme istediğini dile getiriyorsun. Ben
de (benim için) hoş olan yüzünü, (herkes tarafından) sayılan bilgeliğini ve
yüceliğini görmeyi çok istiyorum. Eğer istediğin şey olursa, ben de seninle
iletişim kurmak ve senin saygın ve şiddetle arzulanan yüzünü görmekle bahtiyar
olacağım.
Sen benim için baba olasın, ben de sana oğul. Halkım
senin sözlerine inkıyat etmektedir ve ben senin sözüne ve doğru kararına uygun
olarak girip çıkmaktayım. (Sana) ziyade saadetler (dilerim)!
Kudretli Tanrı’nın yardımıyla rahat bir şekilde
yaşıyorum.
Sen ayrıca “harika sonu” kastederek sormuşsun. Bizim
gözlerimiz yöneldi.
(Kısaltılarak alındı)
Açıklamalar
1- Togarma İsrailiyat’ta Türklerin atası olarak bilinir
ve Ortaçağ Musevi kaynaklarında, dolayısıyla onlara dayanan İslam eserlerinde
Türk ülkelerini anlatır. Aşağıda geçeceği üzere, Yafesoğullarından bir atanın
adıdır. Öte yandan, Gürcü ve Ermeni kaynaklarının da bu ismi kendi ataları
olarak benimsedikleri ve tüm Kafkas halklarının atası yaptıkları görülür
(Gürcistan Tarihi: 1; Thomson 1996: 2, 13-14). 12. yy sonunda Orta Avrupa’dan
gelip Kırım ve Kafkaslar üzerinden Bağdat’a giden Ratisbonlu Petahiya da
Togarma’dan Gürcü ülkesi olarak bahseder (Petachia of Ratisbon 1856: 7;
Artamonov
2004: 573; Shapira 2007: 322). Hasday mektubunda kağana
‘Hazar hükümdarı’ diye hitap eder; kağan ise cevaben ‘Togarma’ tabirini
kullanır. Burada, Kokovtsov’un dikkat çektiği üzere (1932: 72), Hasday’ın ona
Hazar hükümdarı demesine mukabil, onun Togarma diye cevaplamasında kendisini
sadece Hazarların değil, aynı soydan gelen tüm ulusların hükümdarı olarak sunma
çabası vardır. Bir bakıma kendisini daha geniş bir topluluğun temsilcisi ve
Turan tahtının varisi olarak görmektedir.
2- Nemets, Slavların dilinde Alman. Slav kelimesinin
tahminen ‘söz, konuşma’ köküne gitmesine nazire olarak, bu kelime aslen
‘dilsiz, ahraz’ anlamına gelmektedir (Fasmer 1987: 62; Skok 1971: 516-517).
Macarlar da komşu Slavlardan aldıkları bu kelimeyi benimsemişlerdir. Osmanlı
döneminde Avusturyalılar için kullanılan ‘Nemçe’ tabiri bu kelimeye gider.
Burada ilginç olan şey, bu kadar erken bir tarihte Slav etkisinin Hazar’a
ulaşmış olmasıdır. Zira Hazar’ın ilişkide olduğu Ruslar o dönemde henüz İsveçli
bir topluluktu ve Almanlara Nemets demeleri beklenemez. Hazarların bunu daha
önce Slavca konuşan unsurlardan doğrudan veya Macarlar aracılığıyla aldıkları
düşünülebilir.
3- Hıristiyanlar Yahudilerin Hz. İsa’ya yaptıklarının
cezası olarak dağıtıldıklarını ve devletsiz bırakıldıklarını söylerlerdi.
İslam’da devletsiz bırakılma iddiası olmamakla birlikte, günahları sebebiyle
yeryüzüne dağıtıldıklarına inanılır. Burada, Hasday’ın mektubundan sezilen
havanın işaret ettiği üzere, bir Musevi devletinin varlığı her yerde Yahudilere
kuvve-i maneviye sağlamış gözüküyor.
4- Uzun Nüsha ve Barselonalı Yehuda ‘Aviyor’ derler.
Harkavy’den alıntılayan Kokovtsov, “muhtemelen İber veya da Ugor” der (1932:
75). Gürcüler ve diğer akraba kavimlerin atalarını işaret eden İber olması zor
gözüküyor, çünkü liste Türkçe konuşan, kültür olarak da bozkıra ait
toplulukları içeriyor gözükmekte. Öbür türlü, burada Gürcülerden önce Alanları
bulmamız gerekirdi. Hatta listede bildiğimiz bir ifadeyle Macarların geçmeyişi
dahi büyük rahatsızlık uyandırmaktadır. Bunun ‘Onugor’ kelimesinin bozulmuş
biçiminin olması beklenirdi ama aşağıda geçeceği üzere bu kelime Uzun Nüsha’da
v-n-n-t-r olarak geçmektedir. Burada ‘Ugor’ kelimesi de saklıdır ve ‘Aviyor’
yahut ‘Agiyor’ gibi bir biçimi hiçbir şekilde içermez. Ayrıca, aynı kavim
olmasalar da, tarihi sebeplerle bunun eşanlamlı haline gelen ‘Bulgar’ kelimesi
listede geçmektedir; herhalde tekerrürden kaçınılacaktır.
Kenize Mektubu’ndaki kavim adlarının gösterdiği gibi,
Hazarlar çevrelerindeki halkları bizce hiç bilinmeyen biçimlerde adlandırmış
olabilirler.
5- Uzun Nüsha ‘Tudis’ ve Barselonalı Yehuda ‘Turis’
derler. İbranicede ר (reş) ve ד (dalet) harflerinin birbirine çok benzemesi
sebebiyle Uzun Nüsha’da bir yanlış yazım gözüküyor.
Yafesoğulları arasında ismi nadiren Türklere (Dânişmend
2006: 113-116) ve Batı’daki çalışmalarda çoğunlukla Traklara (Bullinger 2000:
15; Gmirkin 2006: 150) bağlanan, bazen de Farsların atası sayılan (Kantor 2005:
52) bir Tiras vardır. Bu listede Türk kelimesinin geçmeyişi düşündürücüdür.
Kenize Mektubu’ndan Hazarların da Oğuzlara Ruslar gibi ‘Türk’ (Turku) dediğini
anlıyoruz (Karatay 2008: 10-11, 14). Oğuz ise aşağıda geçiyor gözükmekte. Ancak
her iki nüshada ve Barselonalı da farklı biçimler sözkonusudur. Burada Tiras
ile Türk anlatıldı ise, aşağıda Oğuz geçmeyebilir. Nitekim bundan kısa bir süre
sonra yazılan Yosippon Kitabı adlı İbranice eserde ‘Türk’ geçer ama ‘Oğuz’
anılmaz (Kokovtsov 1932: 75). Harkavy’nin bunu Kırım’ın eski halkı Taurlara
bağlama önerisi (Kokovtsov 1932: 75) uzak bir ihtimal olarak kalıyor. Bunun
yerine İbn Rusteh ve Avfî’nin bahsettikleri Kafkas dağlarının Tulasları (Şeşen
1998: 36, 93) daha uygun olurdu, üstelik bunlar Kağan Yusuf zamanında
Hazarların çağdaşı idiler.
6- Uzun Nüsha ‘Avaz’ ve Barselonalı Yehuda ‘Azah’ derler.
Buradaki son harfler İbranicede karıştırılabilir cinstendir. Bunu kısa Nüsha’daki
gibi ‘Avar’ okumak doğrusu gözüküyor, lakin Türk asıllı olmayan Dağıstan’daki
Serir ülkesinin halkı olan Avarlar akla geliyor. Bu ise kağanın ısrarla Türkçe
konuşanları seçme anlayışıyla uyuşmuyor. Harkavy önce burada Türk Avarları
görüp öyle okuduysa da, daha sonra caymış ve kelimeyi ‘Avaz’ okuyup “bilinmeyen
bir halk” olarak bırakmıştır (Kokovtsov 1932: 75). Takip eden isimlerden
göreceğimiz üzere, bu liste eski ve Yusuf zamanında ortadan kalkmış boyları da
içermekteydi. 8. yy sonuna kadar etkin ve devletli olan bir boyun burada yer
almamasını düşünemeyiz. Avar devleti Hazar’ın çağdaşıydı ve Hazarlar kuşkusuz
onları listelerine almak için gerekli soybilgisine sahiptiler.
7- Uzun Nüsha ‘Uguz’ ve Barselonalı Yehuda ‘Avin’ (veya
‘Uyan’) derler. İbranicede ן (nun) ve ז (zayn) harfleri birbirine çok benzer ve
yazımda kolayca karışıklık olabilir. Burada ‘Oğuz’ görmek makuldür. Eğer
yukarıda Tiras geçiyor ve doğrudan Türk kastediliyorsa, işbu kelime açıkta
kalacaktır. Bu durumda ‘Ugin’ biçimini bir Bulgar uruğu olan ‘Ugain’ ile
(Golden 2006a: 290) eşleyebiliriz.
8- Her üç eserde de aynı biçimde geçer. Kokovtsov Kenize
Mektubu’nda geçen Pyynyl kavim adını Peçenek’e çevirir (1932: 117). Bunu koşut
bir yazım olarak görebiliriz ama tamamen farklı iki mektupta da aynı hatanın
olması beklenemez, zira burada tespit ettiğimiz şey Hazar söylenişi değil,
yazım hatasıdır. Harkavy’nin belirttiği gibi Barsil aramamız (Kokovtsov 1932:
75) makul gözüküyor. Yazılışların ittifak halinde oluşu böyle bir okumayı
şüpheli bıraksa da, bulunması gereken Barsil kelimesinin başka türlü yokluğu
daha fazla rahatsız edicidir. Hazar kağanları anneannelerinden birinin bu
kavimden oluşunu hatırlamalıydılar. Bu isimde r harfinin düşüşü nadirattan
değildir. Ermeni kaynaklarında Basilk biçimi geçer (Moses Khorenats’i 1978:
200, 211, 236, 237). Barsillerin yeni bir incelemesini Zuckerman (2007:
421-426) yapmıştır.
9- Uzun Nüsha ve Barselonalı Yehuda da aynı şekilde
yazarlar. Harkavy, Konstantinos Porphyrogenitus’un verdiği Macar boy ismi ‘Tarian’ı
görmek ister (Kokovtsov 1932: 75). Macarların kendileri veya daha büyük boyları
yokken, çok önemli olmadığı anlaşılan Taryan kabilesinin burada geçmesi zor
olabilir. Kafkasların kuzeyinde yaşayıp 6. yy’ın ikinci yarısında Göktürklerden
kaçarak Avarlara sığınan Tarniak boyunun (Golden 2006a: 115, 129) kastedilmesi
de mümkündür.
10- Uzun Nüsha ‘Yanur’ ve Barselonalı Yehuda ‘Uz-r’
derler. Harkavy’nin belirttiği gibi Güney Kafkaslı ‘Zanar’ (aslında Tzan >
Çan) halkını görmeye (Kokovtsov 1932: 75) kıyas imkân vermiyor. Zira bunlar
Hazarların hiçbir şekilde temasta bulunmadığı, alabildiğine uzakta (Rize
çevresi) yaşayan ve tarihte rolleri bulunmamış küçük bir topluluktur. Eğer
kelimenin başında ז (zayn) ve ona benzemeyen י (yod) harfleri
karıştıysa, ortasında da נ (nun) ve ז (zayn) harflerinin karıştığını
düşünebiliriz. Bu ise bizi Oğuz boyu Yazur’a götürecektir. Sarmatların ‘Yazıg’
boyunun yanında, Peçenek ve Kıpçaklarda da ‘Yazı’ boyuna rastlanır (bk. Karatay
2004: 7). Bu durum sözkonusu boyun Oğuz birliğine katılmadan önce Batı
bozkırlarında etkin olduğunu göstermektedir. Belki bundan da olası bir açıklama
ise İdil Bulgar’a bağlı ‘Yuvar’ boyunun ismidir (Pritsak 2002: 511-512).
11- Uzun Nüsha ‘B-l-g-r’ ve Barselonalı Yehuda ‘B-l-ga’
derler. Buradaki vurgunun İdil Bulgar’a olduğuna rahatlıkla hükmedebiliriz.
Kağan, Hazar tarihinin ilk günlerinde Hazarlarca yenilip dağıtılan Büyük
Bulgar’ı diğer adları olan Onoğurla anıyor. Çağdaşları olan İdil ve Tuna
Bulgarlarının ayrı kökten geldiğini kuşkusuz biliyordu. Belki de muhatabında
kafa karışıklığına yol açmamak için kısaca Onoğur diye geçiyor, şecerede
mükerrer kavim olmaması için Onoğur’u listeye almıyor (bkz. 4. dipyazı) ve
kalan tüm istifhamları muhatabının tecessüsüne havale ediyor.
12- Sabirlerden gelen haberlerin kesilmesinden sonra aynı
bölgeden ve aynı halktan Hazarlara dair haberlerin gelmesine ve kimi
kaynaklarda bunların eşanlamlı kullanımına dikkat çeken Artamonov, Hazarların
etnik kökeninin en azından bir kısmının Sabirlere dayandığı tespitinde son derece
haklı gözüküyor (2004: 171-172). Velakin burada bir ayrım var ve kökleri aynı
yere gitse de Hazarları Sabirler dışında bir topluluk olarak görmek
durumundayız.
13- Uzun Nüsha’da bu halkın ismi verilmektedir. Burada
eğer ilk Göktürk fethine değilse, 670’lerin sonundaki Bulgar-Hazar savaşlarına
temas edilmektedir. Yalnız, Kağan’ın Aşağı İdil’deki başkenti ve Eski Hazar
adlayabileceğimiz Dağıstan’daki arazi Bulgarlardan alınmamış, doğrudan
Göktürklerden miras kalmıştır. Eğer buralar kastediliyorsa, bahsedilen savaş
Göktürklerle Onoğurların 570’lerdeki savaşlarıdır. Bu esnada Hazar yoktu ama
onların kendilerini doğrudan Göktürk mirasçısı olarak görmelerine örnek teşkil
etmesi açısından bu ibare ilginçtir. Büyük Bulgar devletinden alınan arazi Orta
Kafkas, Aşağı Don ve Kuban boylarındaki bölgelerdir. Yenilen düşmanların Tuna
boylarına gittiğinin söylenmesi ilk bakışta 670’lerin anlatıldığını kesin
olarak gösterir gibiyse de, tarihi coğrafyanın sorgulanması 570’ler ihtimalini
de göz önüne almamızı hatırlatır. Belki birleşik bir haber sunulmaktadır.
14- Aş. bkz. Tuna nehri.
15- Hazarlara boyun eğmeyen Asparuk idaresindeki mağlup
Bulgarların 679 senesinde Dobruca’ya gidişleri ve Tuna’nın ağzında Bizanslıları
yenerek yurt tutuşları anlatılıyor.
16- İsmi eski Türkçede ‘geyik’ olarak açıklanır (Golden
2006b: 196-197; Shapira 1998-1999: 233).
17- Bu melek iki kaynakta daha geçmektedir. Kağanın bu
mektubunu ve ayrıca Hazar Kitabı ve Tarihler adlı bize ulaşmayan kitapları
gören 12. yy yazarı Yehuda Halevi (Judah Hallevi 1946: 31) ve bu hikayeyi
kulaktan dolma bilgilerle Bağdat’ta duyup seyahatnamesinde bize aktaran
Ratisbonlu Petahya (Petachia of Ratisbon (1856: 47).
18- Kenize Mektubu’nda Musevîleşmenin önünü açan kişi,
kahramanlığı sebebiyle başkomutan olarak atanan bir Yahudi’dir (Karatay 2008:
5-6). Bu mektupta bir büyük beyden bahsedilir ama bu Yahudi’nin mi, yoksa başka
birinin mi olduğu açık değildir. Kanaatimiz büyük beyin o Yahudi olduğu
şeklindedir.
19- Şehina: Makam anlamında olup, Tanrı’yı kastetmektedir
(Kokovtsov 1932: 76). Bazı İngilizce çalışmalarda bu kelime Kadîr (‘Almighty’)
ismiyle çevrilir.
20- Uzun Nüsha’da ‘D-ralan’ geçer. Muhtemelen bu doğrudur
ve sadece bundan bir çıkarım yapabiliriz. Kafkaslardan güneye iki yol olduğu
için, akla Orta Kafkaslardaki Daryal geçidi (Daryalan < Dar-ı Alan) geliyor
(Kokovtsov 1932: 77). Buradan Tiflis bölgesine gelinir ve Azerbaycan’ın
batısına inilir. Zaten Uzun Nüsha bunu bir yol olarak göstermektedir. Takip
eden isim ise ikinci hedefi göstermektedir.
21- Uzun Nüsha’da Ar-d-vil geçer ki, yine doğru biçim bu
olsa gerek, zira o dönemde Hazar’ın güneyindeki memleketlerin en önemli kenti
olan, Müslümanların idari ve askeri merkezi Erdebil’e işaret eder (Kokovtsov
1932: 77).
22- Burada işaret edilen savaş 730 yılında Erdebil
ovasında gerçekleşmiş olup, Hazar ordularıyla ünlü İslam komutanı Cerrah ibn
Abdullah el-Hakemî idaresindeki Müslümanlar karşılaşmışlar, savaşta Hazarlar
galip gelmiş ve bu ünlü komutan şehit olmuştur (Dunlop 2008: 84-86).
23- Başlangıçta Filistin’de Ölü Deniz kıyısındaki
İdumania halkının İbranice söylenişi olan kelime, zamanla Roma’yı ve
dolayısıyla Bizans’ı anlatır olmuştur. Kelime zamanla Hıristiyan manası da
kazanmıştır (Zeitlin 1970: 262-263).
24- Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’e gönderme ile
Arapları, dolayısıyla Müslümanları anlatıyor.
25- Burada bir ‘resmi tarih’ oyunu görülmektedir.
Müslümanların onların Azerbaycan’a saldırısına kızmayıp da, Musevileşmelerine
kızmaları tutarlı değil. Hazar’daki Musevîlikle ilgili İslam haberleri bu
devletin ancak son 60 yılında gelir. Batı kaynaklarında ise tek biri haricinde
hiçbir Musevîlik atfı bulunmaz. Buradaki vakayı Erdebil savaşının intikamı
olarak Mervan ibn Abdülmelik’in 737 yılında tüm Hazar ülkesini işgal etmesi ve
kağana kurtuluş çaresi olarak İslam’ı kabul etmesini sunması olarak okumalıyız.
Bu davete yerli Yahudilerle Bizans’ın tepkisi de gecikmemiş olmalıdır. Kağan,
İslam ordusu geri çekilince inancından caymıştır. Buradaki İslam’a davetin
uyarıcısı Musevîleşme değildir. Üstelik bir asra yakın devam eden İslam-Hazar
savaşları 737’de neredeyse bitmiştir. Yani o günlerde bir Musevîleşme unsuru
var idiyse, ancak savaşları bitirmeye yaramıştır. Aynen Kenize Mektubu’nda
olduğu gibi, dışarıdan kimsenin haberi olmaksızın sessiz sedasız gerçekleşen
Hazar Musevîleşmesi çok önemli bir uluslararası hadise olarak sunuluyor.
Buna karşılık yenilgiler ve gerçek sebepler anlatılmıyor.
Bu konudaki en yeni çalışma halen baskıda olan “Hazar’ın Musevîleşme Tarihi”
adlı makalemizdir ve konu ayrıntılı incelenmiştir.
26- Eski kaynaklarda fazla geçmeyen ama eski İsrail
kültüründe çok önemli bir kavram.
Kelimenin ‘ışıklar’ anlamına geldiği sanılıyor ama kesin
kökeni de bilinmiyor. Thummim ‘kemalat’ kelimesiyle birlikte kullanılır ve
kısaca Tanrı’dan ilham almak için bir tefekkür süreci olarak
değerlendirilebilir. Bunun eski bir kâhinlik kalıntısı olduğu ve kehanet
esnasında bazı maddi öğelerin kullanıldığı düşünülür (Dam 1997: 131 vd.).
27- Burada Yusuf çağdaş bir kullanım yapıyor. Kendi
zamanında ülkesindeki Müslümanların işine bakan iki kadı bulunuyordu. Bundan
İslam kaynakları bolca bahseder (Şeşen 1998: 46, 70, 139, 150, 156, 165).
28- Bu tartışmadan Kenize Mektubu’nda, Endülüslü yazar
Bekrî’de ve Konstantinos Kiril’in Hayat’ında da bahsedilir. Kenize Mektubu aynı
makamda bir tartışmadan bahseder ama hiç ayrıntıya girmez. Kısaca eski
bilgilerin açıklanmasında Yahudi temsilciler daha becerikli davranırlar ve
yarışmayı kazanırlar. Kaynağı belki de Mesûdî’nin bize ulaşmayan eseri olan
Bekrî’ye göre Yahudi yarışmacı Hıristiyan’ı yener, Müslüman’ı ise
yenemeyeceğini bildiği için gizlice öldürtür. Bu haberde zaman tayini mümkün
gözükmüyor.
Konstantinos’un hayatını anlatan risaledeki bilgi ise
kesin bir tarih veriyor: 861 yılı yaz ayları. Burada galip kesinlikle Hıristiyan
temsilci olan Konstantinos’tur ama kağan bir türlü Hıristiyanlığı kabule
yanaşmaz (incelemeler için bkz. Artamonov 2004: 343-373; Dunlop 2008: 101-184;
Zuckerman 2005: 71-81; Karatay 2008: 6-8). Bu son haberi ve olayı diğerlerinden
ayırmak durumundayız.
29- Obadye’nin ıslahatları konusu geçişi tartışmalı hale
getirmiş, bir ikinci geçiş kavramı ortaya çıkmıştır. Buna göre, Bulan’ın yarım
bıraktığı yerden torunu Obadye devam etmiş ve devletin tam Musevîleşmesi
sağlanmıştır. Ancak bunda da sorun vardır. Tam Musevîleşmenin hiçbir zaman
sağlanmadığı iyi biliniyor. Öte yandan, Bulan Musevîliği kabul etti ve bu
mektupta yer aldığı gibi dışarıdan din adamları da getirerek şeriatı tam
yerleştirdi ise, Obadye’nin ıslahatlarının sebebi neydi? Bu tutarsızlık kimi
bilginleri, Yehuda bin Barzillay’da adının geçmemesinden de cesaretle,
Obadye’nin varlığını redde kadar sürüklemiştir (Golden ve Novoseltsev’i izleyen
Zuckerman 2005: 86-87). Bizim önerimiz ise Bulan’ın Musevîleri onaylayarak
İslam’dan döndüğü, ama bu dini de ülkede tam olarak yerleştirmediği
şeklindedir. Onun oğlunun adı verilmiyor. Gereksiz yere Yusuf’a kadarki
kağanlar sayılırken, Musevîleşmenin başlangıcındaki kişinin adı geçmiyor. Onu
zikretmekteki isteksizliği ancak Musevî olmayışı, belki de karşı bir tutum
sergilemesiyle açıklayabiliriz. Belki de adını dedesinin koyduğu Obadye ise
Bulan’ın tercihini tutup yükseltmiş, ülke idaresini kalıcı olarak
Musevîleştirmiştir. Bulan’ın zamanı 730’lar ve sonrasına sarkıyorsa, Obadye
zamanı da aynı yüzyılın son demlerine doğru sarkacaktır.
Bu ise en güvenilir habercimiz olan Mesûdî ve büyük
ölçüde ona dayanan kaynakların Musevîleşme için neden Harun Reşit dönemini
verdiklerini açıklayacaktır. İlginç şekilde, bu ara dönemde Müslümanların ve
Bizanslıların Hazar’dan gelin alma işleri vardır ve ayrıca koyu Hıristiyan bir
Gürcü prens bir süreliğine Hazar’a sığınmıştır. Bu olaylarla ilgili haberlerin
hiçbirinde en ufak bir Musevîlik göndermesi bulunmaz. Dolayısıyla, adına iki
aşamalı geçiş dememizin yanlış olacağı, hemen bütün benzer örneklerde görülen
bir durumla karşı karşıyayız. Yeni din çarçabuk benimsenmiyor ve gösterilen
tepki neredeyse istisnasız olarak bir sonraki yöneticiyi eski dinden
seçtiriyor. Latin mukadderat değişmiyor ve yeni dinin mensupları toparlanarak
iktidarı tekrar alıyor ve artık telakkilerini kamuoyunda kalıcılaştırıyorlar.
Ayrıntılı tahlillerimiz “Hazar’ın Musevîleşme Tarihi” başlıklı makalemizde
bulunabilir.
30- Rabbici mezhebe göre, İbranice kısaltma ile Tanakh
olarak adlanan (T: Torah ‘Tevrat’; N: Nevi’im ‘Peygamberler’, Kh: Khetuvim
‘Yazılar’) üç kutsal metni oluşturan toplam 24 kitap (Bridger & Wolk 1976:
55).
31- Musevîlerin en eski kanunlar mecmuası. MÖ 450’lerden
başlayarak MS 200’lere kadarki bir süreçte toplanmış ve yazılmış olan kanunları
içerir (Bridger & Wolk 1976: 324-325).
32- Mişna ve ona bağlı tartışmalar üzerinden MS 500
civarında derlenen Gemara adlı kanun kitaplarının ortak adı (Bridger & Wolk
1976: 475). Rabbici mezhebin itikadı bu esere dayanır ve bu yüzden bu mezhebe
Talmudçu da denir. Bu ifadeler Hazarların Karay değil, Talmud mezhebini
benimsediklerini göstermektedir.
33- Uzun Nüsha’da Nissi’den sonra bir Harun vardır. İki
liste arasındaki tek fark bundan ibarettir.
34- Hazar denizinin güneydoğu sahilindeki Cürcan
eyaletinin ismine binaen bu deniz çoğunlukla öyle adlanmıştır. Ptolemeus’tan
alınan Hyrcania Denizi tabiri Hazar’da benimsenmiş gözüküyor ki, Kenize
Mektubu’nda Yunancadan nakil ile Arkanus biçiminde geçer (Karatay 2008: 13).
Burada ise kelimenin yazımından İslam coğrafya dili benimsenmiş gözüküyor.
35- ‘Kapıların Kapısı’ olan Derbent Geçidi. Avrasya
güçlerince hemen hiç denenmeyen Karadeniz sahilini ayrı tutarsak, Kafkasların
güneyi ile kuzeyi arasındaki iki bağlantı noktasından biri. Yukarıdaki hüküm
burada da geçerli ve hükümdar muhakkak kendi dillerinde özgün bir adının
olmasına rağmen, burayı Arapça ismi ile anıyor. Kenize Mektubu’nun yazarı
muhatabıyla daha iyi anlaşabilmek için Ptolemeus ağzını benimsemişken, Yusuf’un
aynı amaçlarla İslamî ıstılaha yönelmesi dikkat çekici. Bu yüzden bu isimsiz
mektubun da Endülüs’e gönderildiğine dair kuşkularımıza bir yenisi ekleniyor.
Muhataplar farklı olmak durumunda ve daha önce de bu mektubun neşrinde ifade
ettiğimiz gibi, Kenize Mektubu daha ziyade Mısır’a gönderilmiş gibi duruyor.
36- Karadeniz Eski Yunanlılar tarafından ‘misafirsever’
veya ‘misafirsevmez yol’ olarak adlandırılmış, buradaki ‘yol’u ifade eden
Pontus kelimesi daha sonra Müslümanlar ve Ruslar da dâhil pek çok halkın
dilinde bu denizin adı haline gelmiştir. Ancak zengin İslam coğrafya
geleneğinde bu deniz için tek bir isim yerleşmemiş, herkes kendi keyfince bir
isim benimsemiştir. ‘Bahr-i Buntûs’ dışındaki isimler hep Bahr-i Rûm, Bahr-i
Rûs, Bahrî Gurz (Gürcü) ve Bahr-i Arminiyye gibi çevredeki halklara ithafen verilmiştir.
Ancak bu kaynakların bildiğimiz kadarıyla hiçbirinde ‘Konstantiniyye Denizi’
ifadesi çok fazla geçmez. Karadeniz’de neredeyse Bizanslılar kadar kıyısı olan
Hazarların hem de düşmanlarına ait olan bu ismi kullanmalarına anlam vermek
zordur. Diğer Hazar belgesi olan Kenize Mektubu’nda ise buraya ‘Büyük Deniz’
denir. Geniş bir inceleme için bkz. Karatay 2009. Kokovtsov bu mektuptaki
kullanımı Araplara maleder (1932: 82).
37- Büyük ihtimalle Basean halkını işaret etmektedir
(Kokovtsov 1932: 82). Bir yadigarı Erzurum’da Pasinler’in isminde saklı olan bu
budun adı, Horenli Musa’nın Ermeni Tarihi’nde Bulgarlarla bağlantılı olarak
geçer ve Bulgar Türklerinden bir kısmının Kafkasların kuzeyinden getirtilerek
Erzurum-kars arasına yerleştirildiği anlatılır (Moses Khorenats’i 1978:
135-136). Konunun geniş bir incelemesi “Kuzey Kafkaslardaki Vłendur Bulgar
Halkı Üzerine” başlıklı makalemizde yapılmıştır.
38- Uzun Nüsha’da ‘T-k-t’ biçiminde geçer. Her iki biçimi
de tanıdık bir kavme bağlamak mümkün gözükmüyor. Bazı değişiklik önerileriyle
Oset boyu Tagaur’dan Macar vakayinamelerindeki Dencia’ya kadar çeşitli öneriler
yapılmıştır. Azak kenarındaki İtalyan kolonisi Tana’yı da düşünmek mümkündür
(Kokovtsov 1932: 82, 105). Tariften burayı Batı Kafkas bölgesine oturtmak
gerektiği çıkıyor.
39- Uzun Nüsha’da ‘Vag-z’ biçiminde geçer. Yug-z
biçiminde bir tashih ile Dnyeper’in Türkçe ismi olan Ozu/Özü’ye ulaşılır
(Kokovtsov 1932: 82-83; kelimenin incelemesini Golden yapmıştır: 2006b:
288-289).
40- Havkavy’nin önerdiği ‘Yugriim’ şeklinde bir düzeltme
ile Ugorlar, dolayısıyla Macarlar biçimine ulaşılır (Kokovtsov 1932: 83).
Burada harflerin tashihi doğru olsa da, coğrafi bir sıkıntı vardır. Sınırın Özü
nehrinden kuzeye döndüğü anlatılıyor; dolayısıyla Kiev istikametine, Slav
yurtlarının derinliklerine gidilecektir. Başka bir husus ise, o günlerde Orta
Tuna boylarına yerleşen Macarlar ile Hazarların bağlantısının olmayışı,
Dnyeper’in batısındaki, hatta doğusundaki Slav topluluklarının da Hazarlara bağlı
olmasının sözkonusu olmayışıdır. Harfler makul düzeltmelerle içinde Ugor
saklıyor gözükse de, belki burada Vindi-im, yani Venedler ‘Slavlar’ kelimesini
görmek daha doğru olacaktır. Eğer Ugor önerisi doğru ise, burada Macarların o
dönemdeki adının aynen Rus kaynaklarındaki gibi Ugor olduğu ortaya çıkacaktır.
Bunu da artık dış adlandırma sayamayız. Macarları o kadar yakından tanıyor
Hazarlar da onları Oğurlarla karıştırıp yanlış isim vermiş olamazlar. Macar
isminin sonradan yayıldığı ve erken dönemdeki ismin Oğur olduğu şeklindeki
savımızı için bkz. Karatay 2010b.
41- Denizci Rusların karayoluyla gelerek uzun Kafkas
düzlüklerini geçerek güneye inme çabasını düşünmek zordur. Öte yandan
Hazarların kuzeyde, İdil’in Don nehrine yaklaştığı noktada Oğuzlarla yıllık
süreğen savaşlarını biliyoruz (Mesudî 2004: 67-69; Şeşen 1998: 45).aynı şeyi
Don nehrinin doğusuna geçip Hazar arazisine girmeye çabalayan Peçenekler için
de düşünebiliriz. Oğuz ve Peçeneklere karşı Hazarlar kendilerini koruyorlardı.
Kağanın onları Kafkasların güneyindeki İslam toprakları için tehdit olarak
değerlendirmesi tamamen kendi bakış açısını yansıtmaktadır ve belki de, tahmin
ettiğimiz gibi, Kurtuba sarayı vasıtasıyla Müslümanlara bir ileti vermek
istemektedir.
42- Ta İsveç’ten yola çıkıp İdil boyunca kayıklarla
gelerek güneye inen bir Viking kabilesi olan Ruslar, güçleri yettiğinde
savaşıyor, yetmeyince ticaretle meşgul oluyorlardı. Önceki yıllarda,
ganimetlerinin bir kısmını kağana vermeleri şartıyla kalabalık halde Hazar
denizine geçmelerine izin verilmiş, ancak Azerbaycan’da büyük hasara sebep
olmalarına rağmen, sonunda hep kaybetmişlerdir. Hazar ordusunun esasını
oluşturan Müslüman paralı askerler onlar için en büyük tehlikeydi. Kağanın izin
vermemesinin ardında yatan sebep de askerlerinin muhalefetine karşı
koyamayışıydı. Rusların kağanın izniyle Hazar’a son geçişleri 943’te olmuştu.
Mesûdî ve Bar Hebraus Bunun bir incelemesi Zuckerman tarafından yapılmıştır:
1995: 100-103, 114-120. Ayrıca bkz. Artamonov 2004:
475-477, 482-483, 487-492). Hazarlar bundan hemen önce bu Rus filosunu Kerç
boğazı çevresinde ağır bir yenilgiye uğrattıklarından, aslında kağanın izin
vermesi icin mücbir sebep yoktu ve keyfi davranmıştı. Geri dönen Rusların
Müslüman Hazar askerleri ve yine Müslüman Bulgarlar tarafından tamamen ortadan
kaldırılmasından sonra Hazar’ın içişlerinde neler geçtiğini bilmiyoruz. İşleri
biten Müslümanların kağanı sıkıştırdıklarını düşünebiliriz. Dolayısıyla
Yusuf’un bu ifadelerinde samimiyetsizlik aramak için sebepler vardır.
43- İslam kaynakları Hazar başkentinin ayrıntılı
tariflerini verirler. Artamonov (2004: 505-511) bunları derlemiştir. Özellikle
Mesûdî’de başkentin kısımlarıyla anlatımlar vardır. (Mesudî 2004: 67-69; Şeşen
1998: 45).
44- Metinde aynen böyle geçer. Nisan kelimesi aslen Babilce
olmakla birlikte, İbrani takviminde şimdiki Mart ile Nisan’a denk gelen 30
günlük aya denir. Mısır’dan çıkış bu ayda gerçekleşmiştir (Bridger & Wolk
1976: 355).
45- Bu yazlık hayatın ayrıntıları aynı hava içinde İslam
kaynaklarında da verilir. Örneğin İbn Rusteh: “Bahar gelince kırlara çıkarlar.
Kış gelinceye kadar oralarda kalırlar.” (Şeşen 1998: 36).
46- Varaç’an, Kuzey Kafkas Hunlarının başkenti idi.
Derbent’in hemen kuzeyindeki bölgededir ama yeri tam kestirilemiyor (Golden
2006b: 280-283; Romaşov 2004: 198-201; Kokovtsov 1932: 86-87).
47- Rusça çeviride aynen ‘şehir, kent’ anlamına gelen
gorod kullanılmıştır, ancak İbranicede, akraba dil Arapçada ve daha pek çok
dilde şehir ve memleket kavramları için aynı kelimeler kullanılabilir. Buradaki
boyutlar açıkça memleketten bahsedildiğini gösteriyor. Rusça gorod’un böyle bir
anlamı olmamakla birlikte, biz Türkçeye aynen şehir diye çevirmeyi uygun gördük
ama bu kaydı da düşmemiz gerekiyor.
48- Babil akademisi, Ortaçağ’da Bağdat’ta bulunan ve
İspanya’dan Çin’e tüm Yahudilere hizmet veren dini okul. Buranın başkanı, aynı
zamanda sorumluluk bölgesindeki Yahudilerin dini ve manevi önderiydi. İslam
fetihleri ile geniş ülkelerin tek bir çatı altında birleşmesi Babil
Akademisi’nin işini kolaylaştırmış, gaon adı verilen başkanlar Çin’den Fas’a
kadar geniş bir alanda otorite sahibi olmuşlardır (Rabinowitz 1945: 256-257).
Aynı şekilde, Halifelik arazisinin siyasi parçalanması Babil Akademisi’nin de
gücünü azalttı işlevsiz hale getirdi (Dubnov 1980: 377). Bu akademiyle ilgili
önemli ayrıntıları 1180’li yıllarda Bağdat’ı ziyaret eden Ratisbonlu Petahiya
verir (Petachia 1856: 15-19, vd.). Bizzat bu mektubun muhatabı olan Hasday,
Bağdat’tan getirttiği alimlerle Kurtuba’da bir okul açmış ve Babil
Akademisi’nin İspanya’daki erkine son vermiştir.
49- MÖ 5. yy. dan bir peygamber. Sürgün’de Babil’de
yaşamıştır. Ona atfedilen Daniel Kitabı adlı dini eser Tanah’ın üçüncü kısmı
olan Yazılar’a dahildir (Bridger & Wolk 1976: 106). Burada onun ismi bir
simge olarak kullanılıyor olmalı, zira Daniel Peygamber sürgünün zorluklarında
iken muttaki hayatıyla bilinirdi.
50- Bunda Kafkasların kuzeyindeki düzlüklerde yaşamış
Türk boyu Onogurların (Onogundur) ismi aranır (Dunlop 2008: 58-59; Artamonov
2004: 231-232; Golden 2006a: 118; Kokovtsov 1932: 92). Ancak gerçek Onoğurlar
değil, onlarla ortak isimde bir devlet kuran Bulgarlar sürülmüştü ve bundan
Bulgarları anlamak gerekir.
51- Bunu “240 yıl” olarak tashih etmek durumundayız
(Dunlop 2008: 184; Kokovtsov 1932: 93). Öbür türlü en geç Hicret’in ilk yılına
veya daha önceye ulaşırız ki, buradaki zorluk İslam’ın Mekke dönemini yaşadığı
günlerde Hazar’da Müslüman temsilcilerin bulunmasından ziyade, bizzat Hazar’ın
henüz ortaya çıkmamış oluşudur. 240 tarihi ufak sapmalarla bizi 730’lara
ulaştıracaktır. Kenize Mektubu’ndaki verilerle karşılaştırmalı olan bu tarih
uyarlamasını ayrıntılı bir inceleme ile “Hazar’ın Musevîleşme Tarihi” başlıklı
makalemizde yaptık.
52- Burtaslar İdil boyu üzerinde, Hazarlar ile Bulgarlar
arasında yaşayan Fin-Ugor asıllı bir halk olarak görülürler. Şimdiki
Mordvinlerle ilişkileri beklense de, teknik veya toplumsal bir ifadesinin
olması da muhtemeldir (Golden 2000a: 337).
53- İdil Bulgar anlatılıyor. Bu dönemde buranın Hazar’a
bağlı gösterilmesi abartılıdır.
54- İdil Bulgar’a bağlı Türk ülkelerinden Suvarların
memleketi. Kağan Yusuf’tan bir asır sonra yazan Kaşgarlı Mahmut Suvarlar
hakkında bazı bilgiler verir. Bulgarların bir parçası olarak görülen ve Suvar
isimli kentleri Bulgar kentleri arasında sayılan bu Türk halkından diğer İslam
kaynakları da bahsederler (Golden 2000a: 319, 323; 2000b: 349).
Yukarıda geçtiği gibi, şecere bilgisindeki kavim adında
mektubun iki nüshasında da Savir biçiminin geçmesi herhalde bu boyun güneye
inen ve Hazar memleketinde yaşayan kolunun adının Savir/Sabir biçiminde
telaffuz edilmesiyle ilgili olsa gerektir. Dönemin Bizans, Ermeni vb.
kaynaklarına da bu biçim yansımıştır ve biz bu yüzden bu halka yanlış olarak
Sabirler diyoruz (Golden 2006a: 121).
55- Kullanımı muasır İslam kaynaklarınca da teyit edilen
yerli Erza/Ersa kabilesinin ismi akla geliyor (Kokovtsov 1932: 99).
56- Çeremişler.
57- İslam kaynaklarındaki Vantit kentinden Fin asıllı
Votyaklara ve Doğu Slav kabilesi Vyatiçlere kadar değişik öneriler vardır.
Burada v-n-n-d-r görmek istediğimizde ט (tet) ve ר (reş) harflerinin benzemezliği karşımıza
çıkıyor. Öte yandan, bu bölgede Macar kalıntılarından bahsedilmemesi bir
eksiklik, zira Macar göçünü takip eden 350 yıllık dönemde burada Macarca
konuşan kimselerin bulunduğunu biliyoruz. Yine de burada v-n-n-d-r (<
Onoğundur, Onoğur ~ Macar) aramak hatalı bir çıkış olmayacaktır. Bir Slav
kabile veya memleketini görmek zor olacak, zira takip eden kelimelerde Slav’ı
veriyor; belli bir kabileyi verdiğinde ise diğerlerini neden vermediğini
sormamız gerekecek. Veya kabilelerin adı anılıyorsa, üst isim olan Slav neden
veriliyor?
58- İlk bakışta akla önceki Suvar’ın tekerrürünü getirse
de, bu kadar açık bir dikkatsizlik yapılmazdı herhalde ve burada başka bir halk
anlatılıyor. Seslilerin vurgulanmayışı doğru okumanın Sever gibi bir şey olması
gerektiğini gösterir. Bu ise Doğu Slavlarının kuzeydeki kabilelerinden
Severyanların adıdır; kelime Slav dillerin ‘kuzeyli’ demektir. Bu kez burada
Slav boylarının isminin verilip verilmediği tartışmasına giriyoruz. Belki
Gumilëv’in (2002: 136, 187) önerisi buna bir çözüm sunmaktadır ki, o bu
‘kuzeyli’ Severlerin bizim Suvarlardan başkası olmadığını ve zamanla dillerini
değiştirseler de, 17. yy. da bile Rusya’da rol oynadıklarını düşünür. Gumilëv
bu halkı Türk olarak görmez ve toptan bir Fin-Ugor halk olarak değerlendirir.
Öte yandan, Severyan eğer ‘kuzeyli’ değilse, aynı ismi taşıyan Tuna boyundaki
Slav kabilesi Severlerin adının da açıklanması gerekir.
59- Slavlar. Ancak yazımda iki çelişki var. O dönemin
telaffuzuyla Saklab gibi bir kelime beklerdik ama Slavların kendi telaffuzları
olan, şimdi de kullandığımız biçim alınmış.
Listedeki diğer isimler tekil iken, burada Arapça çoğul
kullanılmış gözüküyor. Buna da anlam vermek zor. Slav dillerinde tekil biçim
olarak Slavin, Slaven ve Slavyan gibi kullanımlar var ama Slavun veya Slavyun
gibi bir biçim bilinmiyor (Tartışmalar için bkz. Kokovtsov 1932: 99-100). Her
halükarda kastedilen topluluk açıktır.
60- Yeri kesin ama ismin aslı tespit edilemiyor. Tarku
gibi düzeltme önerileri var (Kokovtsov 1932: 100-101). Artamonov’un (2004: 496)
burayı Ermeni kaynaklarındaki Çul (<Türk Çor) ve Kenize Mektubu’ndaki Tizul
ile ilişkilendirmesi de gayet mantıklı.
61- Semender, Hazarların Dağıstan’daki ünlü kenti. Sık
sık İslam ordularınca işgal edilmesi ve yakında olması hasebiyle İslam
kaynaklarında fazlaca zikredilir. Ancak konumu tam belirlenememektedir.
Mahaçkale yakınlarında, Terek nehrinin ağzı civarında olduğu tahmin ediliyor
(bkz. Golden 2006b: 269-272; Romaşov 2004: 191-198;Kokovtsov 1932: 100).
Mesûdî’nin rivayetine göre eskiden başkentti (Mesudî 2004: 67; Şeşen 1998: 45,
56). Ancak burada Hazar devletine bağlı bir Hun beyliği vardı ve İslam
ordularıyla savaşlarda ana üs burasıydı. Semender’i Hunların başkenti olarak
görüp, Hazar başkentini daha kuzeye, belki doğrudan Şarkel’e almak daha yerinde
olur.
62- Kesin tespiti yapılamamıştır. Tadlu ile birleştirip
Bak-Tadlu biçiminde okuma önerileri vardır (Kokovtsov 1932: 100).
63- Kesin tespiti yapılamamıştır. Üzerinde Bakü’nün
bulunduğu Apşeron yardımadası gibi yerlerde bu ismin kalıntılarını arama
denemeleri yapılmıştır ama Hazar’a bağlı bir yerin Derbent’in güneyinde olması
beklenmemeli (Bkz. Kokovtsov 1932: 103).
64- Büyük ihtimalle İslam kaynaklarında bolca geçen,
şimdiki Dağıstan Avarlarının ataları olarak tanımlanan Serir halkı ve ülkesi
(Kokovtsov 1932: 104).
65- Bugünkü bir halk veya bölge ile tam bir eşlemesini
yapamadığımız bir Kafkas dağlı yerleşimi.
66- Bugünkü bir halk veya bölge ile tam bir eşlemesini
yapamadığımız bir Kafkas dağlı yerleşimi.
67- Osetçe şau ‘kara’ ile başladığı önerilir (Kokovtsov
1932: 104). Böyle ise en azından bölgesini bir nebze tespit edebiliriz. Şimdiki
Osetya ve çevresinde, galiben de kuzey tarafında olmalıdır.
68- Bu kelimede ülkelerinde Alan kapıları, yani Daryal
geçidinin bulunduğu Sanar/Tsanar/Çanarların isminin saklı olduğu düşünülür ve
yazım Sanasert biçiminde düzeltilir (Kokovtsov 1932: 104).
69- Harkavy bu ismin ve takip eden ikisinin sonunda İranî
ser ‘kafa, baş’ kelimesini görür. Dolayısıyla Osetlerle ilişkilendirilir
(Kokovtsov 1932: 104).
70- Kelimeyi Türkçe çığlak olarak okumak mümkün. Bu ise
‘çığ olan yer’ anlamına gelir ve Kafkaslardaki bir yer isiminde haliyle beklenir.
71- Harkavy bunun Zuhih olarak düzeltir ve eskiden Çerkez
kavimlerini adlandırmak için kullanılan Zikh kelimesini görmek ister (Kokovtsov
1932: 104).
72- Harkavy ve Westberg Af-kaz düzeltmesi yaparlar ve
Abhaz’a ulaşırlar (Kokovtsov 1932: 105).
73- Orta Kafkaslarda yaşayan Alanların Hazar’a boyun
eğmediklerini ve sık sık soru çıkarttıklarını biliyoruz. Bazen de en zor
zamanlarında Hazar’ın yanında yer almışlardır. 932 yılında örneğin Hazar
çevredeki herkesin saldırısına uğradığında, darboğazdan Alan yardımıyla
kurtuluyor. Ardından Bizans kışkırtmasıyla Hazar’a saldırıyorlar ama bu kez de
Hazarlar eski düşman olan Oğuzların yardımını alarak onları bertaraf ediyor.
Bunlar Kezine Mektubu’nda anlatılır (Karatay 2008: 10-11). Bu mektup yazıldığı
sıralarda Alanlar Hazar için tehdit teşkil ediyordu (Constantine
Porphyrogenitus 1967: 63).
74- Ortaçağ’da İslam ve Rus kaynakları tarafından iç
taraftaki Çerkez kabileleri için kullanılan Kaysak/Kasak/Kaşak tabiri burada
gözüküyor (Kokovtsov 1932: 105).
75- Kialal isimli bir Çeçen kabilesini anlattığı
düşünülür (Kokovtsov 1932: 105).
76- Bkz. 38. dipyazı.
77- Harkavy’nin işaret ettiği gibi, bunun sınırı
gösteriyor olması mümkündür, zira Kısa Nüsha’da mukabil yerde 15 halk olduğu
belirtilir, burada bu kelimeyi çıkarttığımızda 15’e iniyoruz (Kokovtsov 1932:
105).
78- Şarkel, Don nehrinin orta-aşağı boylarında önemli bir
Hazar kalesi, belki de kadim başkent. Buranın kalıntılarına ulaşılmış,
Artamonov idaresinde kazılar yapılmıştır (Artamonov 2004: 375-415). Kelime Eski
Türkçede ‘Beyaz Ev’ anlamına gelir (Czeglédy 1963). Bölgede yeni bir devir açan
830’lardaki gelişmelerde oynadığı önemli rol Osman Karatay’ın yayın
aşamasındaki “Karadeniz’de İlk Ruslar ve Şarkel’in İnşası” başlıklı makalesinde
incelenmiştir. Ayrıca bkz. Golden 2006b: 274-290; (Kokovtsov 1932: 105-106;
Romaşov 2004: 214-219. Romaşov’un Şarkel ile El-Beyza’yı ayrı incelemesine
katılmıyoruz. El-Beyza kısaca Şarkel’in Arapça ismidir.
79- Tamatarhan yarımadasındaki Samkerts kenti. Azak
bölgesinin başkenti olduğunu düşünmek mümkün ki, Kenize Mektubu bura ve çevresi
için S-m-k-r-y-y eyaleti tabirini kullanır (Karatay 2008: 11). Buradan İslam
kaynaklarında çok olan Yahudi nüfusa vurgu ile bahsedilir. Bunun yerinde bir
tespit olduğu anlaşılıyor, zira Hazar devleti yıkıldıktan sonra Ruslar uzun
süre buraya Hazar dedikleri gibi, İtalyanlar sonraki yarım binyılda hem buraya,
hem de Kırım’a Hazar demişlerdir (Dunlop 2008: 270-273; Kokovtsov 1932:
106-107).
80- Tamatarhan ve Kırım yarımadaları arasındaki boğaza
ismini veren Kerç.
81- Sugday biçiminde bir düzeltme önerilir ve Kırım’daki
Suğdak’a bağlanır (Kokovtsov 1932: 107). Burası 1220’lerin sonundaki seferde
Selçukluların ele geçirdikleri ticaret kentinin adıdır.
82- Bugünkü Aluşta (Kokovtsov 1932: 108). Sahilde, Suğdak’ın
batısında.
83- Bugün Aluşta’ya bağlı olan, hemen batısındaki Büyük
ve Küçük Lambat yerleşimleri (Kokovtsov 1932: 108).
84- Bugünkü Partenit (Kokovtsov 1932: 108). Aluşta’ya
bağlı olup hemen batısında, sahildedir.
85- Bugünkü Alupka (Kokovtsov 1932: 108). Kırım’ın güney
burnuna doğru, Partenit’in batısındadır.
86- Tam olarak bilinmiyor.
87- Eski ismi Doros olan, Bizans’ın Kırım’daki başkenti
Kerson’un hemen doğusundaki ve Bahçesaray’ın yanıbaşındaki Mankup Kale olarak
teşhis edilir. Ancak bu ismin ilk kez 14. yy’da geçtiği ve Kıpçaklarca
verildiği düşüncesiyle, böyle erken bir tarihtei kullanımına itiraz edilir
(Artamonov 2004: 495: Kokovtsov 1932: 108-109).
88- Balaklava yakınlarnıdaki çok eski bir şehir (Placia,
Παλάχιον) olarak teşhis edilir. Okuyuşu Kurk olarak düzeltip Tamatarhan
yarımadasına yerleştirme önerisini (Kokovtsov 1932: 109) ise listedeki coğrafi
düzenlilik engeller. Artamonov’un soru işaretli olarak kabul ettiği üzere
(2004: 109), listeye göre Balaklava veya yakınlarında olması muhtemel gözüküyor.
89- Kırım hanlarının ikametgahı olarak da kullanılan,
Bahçesaray yakınlarındaki Almasaray veya Alma-Kermen olarak tanımlanır
(Kokovtsov 1932: 109).
90- Bir harf tashihi ile Gurzuf’a ulaşılır (Kokovtsov
1932: 109-110). Kırım’ın güney sahilindedir.
91- B-ts-na şeklinde bir tahsis önerilir ve bundan Becene
> Peçenek kelimesine geçilir (Kokovtsov 1932: 110; Artamonov 2004: 496).
92- Yukarı bkz. 39. dipyazı, Özü nehri.
93- Yukarı bkz. 40. dipyazı, Macarlar, belki de Slavlar.
94- Yukarı bkz. 46. dipyazı, Varaçan nehri.
95- İbrani takviminde Kasım-Aralık aylarına denk gelen,
‘eksik’ yıllarda 29 güne inen, normalde 30 günlük ay. Kelime aslen Akadçadır
(Bridger & Wolk 1976: 70, 269).
96- Kislev’in 25’inde başlayan ve sekiz gün süren bayram
(Bridger & Wolk 1976: 188).
Osman Karatay - Muvaffak Duranlı
Osman Karatay - Muvaffak Duranlı
Kaynak:
bilig
Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…
Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…